I wasn't jealous before we met
Now every woman I see is a potential threat
And I'm possessive, it isn't nice
You've heard me saying that smoking was my only vice
But now it isn't true
Now everything is new
And all I've learned has overturned
I beg of you...
Don't go wasting your emotion
Lay all your love on me
It was like shooting a sitting duck
A little smalltalk, a smile and baby I was stuck
I still don't know what you've done with me
A grown-up woman should never fall so easily
I feel a kind of fear
When I don't have you near
Unsatisfied, I skip my pride
I beg you dear...
Don't go wasting your emotion
Lay all your love on me
Don't go sharing your devotion
Lay all your love on me
I've had a few little love affairs
They didn't last very long and they've been pretty scarce
I used to think that was sensible
It makes the truth even more incomprehensible
cause everything is new
And everything is you
And all Ive learned has overturned
What can I do...
Don't go wasting your emotion
Lay all your love on me
Don't go sharing your devotion
Lay all your love on me
m.ö 496-405 yılları arasında yaşamış, eski yunan uygarlığının yetiştirdiği ikinci en büyük tragedya şairidir.* 123 oyunundan sadece 7 tanesi günümüze gelebilmiştir. tragedya türüne bazı yenilikler getirmiştir. oyuncu sayısını ikiden üçe çıkararak dialogun önemini iyice arttırmıştır. korodaki oyuncu sayısını on ikiden on beşe çıkarmış ve sahnede mekanı tanımlamak için sahne resimleri kullanmıştır. bu sayede tragedyaları gerçek bir tiyatroya dönüştürme yolunda önemli bir adım atmıştır.
Bitki hücrelerinde ve hayvan hücrelerinin (alyuvar hariç) tümünde bulunur. lizozom, endoplazmik retikulum ya da golgiden oluşan, lipoprotein yapısında tek katlı zarla çevrili bir organeldir. Lizozom içinde, protein, yağ, karbonhidrat, DNA ve RNA yı sindirebilen hidroliz (sindirim) enzimleri bulunur. bu enzimler, endoplazmik retikuluma bağlı ribozomlarda sentezlenerek endoplazmik retikulum aracılığı ile golgiye taşınır ve burada lizozom adı verilen bir kese içinde paketlenerek sitoplazmya verilir. dolayısıyla lizozom, hücre içi sindirimde görev yapar.
yaşlı doku ve alyuvarların parçalanması, hareketsiz kasların erimesi, kurbağa larvasında kuyruğun yok edilmesi, tehlike anında kertenkelenin kuyruğunun düşmesi, ölülerin çürümesi ve mikropların akyuvarlarda sindirilmesinde lizozom enzimleri etkilidir.
+ sokak ortasında halı yıkama modu olurdu.
+ yastık altında para saklanırdı.
+ her güzel sims in arkasından ıslık çalma veya laf atma seçenekleri olurdu.
+ yumurta topuk ayakkabılar ve beyaz çorap dolabın vazgeçilmez seçeneklerinden biri olurdu.
+ günde üç kere evin önünden simitçi geçerdi.
+ öyle huysuz olduğunda kendi kafasına göre hareket eden sims ler olmazdı. ister uykusuz ister aç aile babası ekonomiyi kalkındırmak için gecesini gündüzüne katıp çalışırdı.
+ anne sims yavru sims lerini okula göndermeden önce okunmuş pirinç veya şeker yedirir, "allah zihin açıklığı versin yavrum" der, alnından öperdi.*
"ölüm denilen zalim kuvvet nihayet içimizden en büyüğümüzü, en çok sevdiğimizi aldı. türkiye ye ve türklere nur saçan ışığı söndürdü. ruhlarımızı ve gönüllerimizi karanlığa boğdu.
evvelki akşam birden bire ağırlaşan ulu şefimiz, 24 saat süren bir mücadeleden sonra nihayet aramızdan ayrıldı. zaten aylardan beri kalplerimiz endişe ve ızdırap içinde idi. atatürk'ün, yatağa değil, cihana sığmayan büyük adamın yatağa esir düşüşüne ruhumuz eziliyor, gözümüze yaş doluyor, içimiz ağlıyordu.
mekteplerde çocuklar, evlerde analar, hepimiz, herkes milletce aylardan beri yas tutuyorduk. bu ışığın sönmemesi için bütün ümidimizi bir mucizeye bağlamıştık. bir ay evvelki buhrana muvaffakiyetle mukavemet etmiş olması, bu ümidimizi kuvvetlendirmişti.
fakat ölüm, her şeyden kuvvetli ölüm, bu yatağa sığmayan büyük iradenin muazzam enerjisini kırdı ve hepimizi babasız ve yetim bıraktı.
dün sokaklarda herkes ağlıyor, mekteplerde çocuklar, evlerde kadınlar ağlıyordu. işler durmuş, memleketin üstüne ağır, karanlık bir matem havası çökmüştü.
fakat unutmayalım ki atatürk dünyanın en bahtiyar dehalarından biridir. ordularını ta hindistan a kadar götüren büyük iskender 32 yaşında öldüğü zaman arkasında ne bırakmıştı? bir hiç.
avrupa yı bir kasırga gibi altüst eden ve moskova ya kadar uzanan napolyon ölümünden sonra arkada ne bıraktı: yıkık dökük bir avrupa, fransa ya karşı kinle dolu bir dünya.
hatta müstakil bir millet kuran george washington bile arkasında nihayet müstakil bir millet bırakmıştır.
halbuki atatürk idealini hayatında hakikat sahasında çıkaran nadir bahtiyarlardan ve ender dehalardan biridir. o, eşsiz eserini tamamlamış ve onu bizlere ebedi miras olarak bırakmıştır.
o bize müstakil bir vatan bırakıyor.
genç ve zinde bir cumhuriyet bırakıyor.
hamleli ve atılgan bir inkılap bırakıyor.
milletine bu kadar büyük bir miras bırakarak hayata gözlerini rahatça kapayan pek az adam yetişmiş ve ya hiç yetişmemiştir.
atatürk ün ikinci bahtiyarlığı gözlerini ebediyen kaparken, hayatı pahasına kurduğu bu büyük eserin muhafaza edileceğinden emin olmasıdır. yetiştirdiği yeni nesil bu eserin bekçisidir. 17 milyon*türk onun bekçisidir. ve bütün türk milleti, türk gençliği atatürk ün cenazesi arkasında onun büyük eserini korumaya ve yaşatmaya yemin edecektir.
zaten büyük matemimizi bize unutturacak yegane kuvvet de budur."
ortaokul dönemlerinde akşam haberlerinden hemen önce başlayan, başrollerini facundo arana ve natalia oreiro'nun paylaştığı ve her bölümü soluksuz izlenen dizidir. öyle ki diğer tüm pembe dizileri genellikle bayan kesim izlerken bu dizi bayan-erkek farketmeksizin tüm cinslerin ortak ilgi alanı olmuştur.
eğer bahsi edilen kişi her yemeği en az evin hanımı kadar güzel yapan, biraz iştahlı ve sırf tembel olduğundan mutfağa girmeyen bir baba ise durum çok daha vahimdir. evin hanımı birkaç günlüğüne üniversitede okuyan oğlunun yanına gimiştir ve baba ile kız evde başbaşa kalmıştır. birkaç saat sonra her ikisi de acıkır ve olaylar gelişir.
- baba şimdi ben pek yemek yapmayı bilmem ama elimden gelen bir iki şey var. akşama bizi idare eder, hem dışarıdan yemeyelim çok yağlı oluyor.
+ çekil sen mutfaktan ben yapıcam yemeği.
- hı?!?!
( aradan yarım saat geçer)
- baba ne yapıyorsun ya annem salça katmıyor ki o yemeğe?
+ sus sen işine bak. biliyorum annen salça katmıyor, ben istiyorum o mübarek kadın katmıyor. şimdi özgürüm istediğimi katarım, işime karışma!
- tamam baba ya ne kızıyorsun.
+ hiç acındırma kendini, yemezler. koş çabuk tereyağı getir.
- yuh baba ya sıvı yağ kattık bir de tereyağı mı katacağız?
+ bak kızım ya sus ve dediklerimi yap ya da çık mutfaktan başımı şişirme.
- peki baba. (tereyağı getirilir) yeter mi bu kadar?
+ az daha ekle. ****
tom hanks 'in oyunculuk olarak aştığının canlı kanıtı olan filmdir.
--spoiler--
jenny'nin " vietnam dayken korkar mıydın? " sorusu üzerine, forrest gump cevap verir:
-bazen yağmur yıldızların çıkabileceği kadar bir süre dinerdi. sonra hava güzel olurdu. tıpkı koydaki güneş batımı gibiydi. su da milyonlarca ışık olurdu. tıpkı o dağdaki göl gibi, hava çok açıktı jenny. sanki iki gökyüzü var gibiydi, biri diğerinin üstünde kalıyordu. sonra çöldeyken, güneş çıktığında... cennetin nerede bitip, dünyanın nerede başladığını bilemiyordum. o kadar güzeldi, çok güzeldi...
--spoiler--
Müslüm Gürses'in zamanında onlarca hayranı varken o dönem pavyonda çalışan Muhterem Nur'la evlenmesini idrak edemeyen bir muhabir ve Müslüm Gürsesarasında yaşanan dialog:
m: neden evlendiniz?
m.g: "yalnızlık Allah a mahsustur!"
m: hayır! yani beklenmedik bir anda evlenmiştiniz, onu sordum!
m.g: "taşın kalbi yoktur. ama onu da yosun sarar."
m: !??!?!* eee...ııı...şey...yani neden muhterem nur?
m.g: "Muhterem hanım nur gibi muhterem bir kadındır!"
m: ?!??! eeeööö...
Jake Fen isimli Macar adam, eşini korkutmak için kendini asmış pozu verir. eve gelen eş kocasını o halde görünce bayılır. kapıyı açık gören komşu kadın içeri girince iki cesetle karşılaştığını sanıp evi soyar. topladıkları ile çıkarken Jake kadına bir tekme atar ve cesedin canlandığını sanan kadın korkudan kalp krizi geçirip ölür. bu olay sonuncunda da Jake beraat eder. *
patavatsızın önde gideni olmakla birlikte, yiyeceği onca dayak ve çekeceği işkencelerden sonra bir daha bırak filmin ya da kitabın sonunu söyleyip bir çuval inciri berbat etmeyi, bir daha ömür boyu konuşamayacak olan insandır.
ahım şahım bir senaryosu olmasa da grafikleri kelimenin tam anlamı ile aşmış olan film. izleyenlere adeta görsel şölen havası yaşatan aksiyon sahneleri ise filmin sonuna kadar sizi koltuklarınıza yapıştıracaktır. angelina joile'nin olanca güzelliğini gözler önüne serdiğini de düşünecek olursak bu filme sevgili ile gitmek oldukça risklidir. **
Wanted'ın bir özelliği de, Red One digital kameranın kullanıldığı ilk film olmasıdır.
--spoiler--
kanımca filmin en can alıcı anı; angelina joile'nin final sahnesinde üzerinde "goodbye" yazan kurşunla yaptığı son atıştır.
--spoiler--
Julien (Guillaume Canet) ve Sophie (Marion Cotillard), okul yıllarından beri tanışan iki yakın arkadaştır. Sophie'nin Polonya kökenli olması nedeni ile sınıftaki ırkçı çocuklar tarafından taciz edilmesi ve Julien'in kanser olan annesi ve sorunlu babası ile yaşadığı sıkıntılar, her ikisini birbirlerine daha da fazla yakınlaştırır. Haylaz ve hınzır yapıları ile sürekli olarak birbirlerinin cesaretlerini sınamaları ile başlayan süreç, zaman içinde ilginç bir cesaret oyununa dönüşür.
Oyunun kuralı çok basittir; sırasıyla her biri, ötekine cesaret gerektiren zorlu görevler verecektir. Bu görevler arasında sınava sütyenle gitmek de vardır, okulun en sert çocuğunu tokatlamak da... Zamanla hayatın kendi zorlukları, bu oyunun bir parçasına dönüşmeye başlar. Ve bu oyun, gitgide inanılmaz bir aşk yaratır aralarında. Ama bu aşk birbirlerine kavuşmalarındaki en büyük engeldir.
filmin yönetmenliğini ve senaristliğini üstlenen Yann Samuell harika bir iş çıkarmıştır ve tam puanı hak etmiştir. öyle ki izlerken duygularınızı kontrol edemezsiniz. yeri gelir ağlarsınız yeri gelir katıla katıla gülersiniz. son olarak film bittiğinde herkesin yüzünde memnuniyetten kaynaklanan bir tebessüm takılı kalır.
Yönetmenliğini Christopher Nolan 'nın yaptığı 2006 yılı Amerika, ingiltere ortak yapımı film. Yazar Christopher Priest'in aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan filmin özgün adı; The Prestige'dir.
Yazar Priest'in romanını film senaryosuna dönüştüren yönetmen Nolan'a, senarist kardeşi Jonathan Nolan eşlik etmiştir.
Önceleri birlikte çalışan iki sihirbazın daha sonra rekabete ve hatta düşmanlığa dönüşen öyküsünün anlatıldığı filmin konusu, 19. yüzyılın ingiltere'sinde Viktorya Dönemi olarak anılan zaman diliminde geçer. Filmin yapımında yönetmen Nolan'nın yanısıra, Aaron Ryder ve eşi Emma Thomas görev almışlardır.
genelde türkçe dibine kadar katledilir. resmin güzel ya da çirkin olması hiç önemli değildir. sanki yorumların hepsi adriana lima ya veya brad pitt e yapılıyor.
+bu fotonuu çouq sefoumm jnmm ..x)
bi farklı bakış atmıuşsıınn seenn baıqum..
tatlılıqq abidesiüee sefmlüüee şeyy..x) yerümm bitürirüüm senü..=) artistt olcıqq başımısaa... ayhh aklıma bişiyy geldii geçen senedenn..artist diinjee çouq asar yemüştümm puahueyuahueyauhu... heheheuuu.. *
koşabildiğiniz kadar hızlı koşmak. bir süre sonra nefesiniz tükendiğinde durup soluklanırken hayatınızdaki herşeyi tek tek düşünmek ve sonra koştuğunuz yoldan yürüyerek, usulca geri dönmek. **
Ares'in kızı. istemeden selefi Hippolyte'yi öldüren ve Kral Priamos tarafından günahından arındırılan Amazonlar Kraliçesi. Troyalılar'ın müttefiki olarak, Hektor'un ölümünden sonra onların yardımına gidince, aralarında Makhaon'un da olduğu çok sayıdaki Yunan kahramanını alt eder, ancak Achilleus ile girdiği teke tek mücadelede ölür; kraliçenin ne kadar güzel olduğunu çok geç gören Achilleus ise onun ölüsüne aşık olur.