bir entrynin altında pelin yazısını görünce "lan bunu ben mi yazmışım" dedim, sonra ?'ne tıkladım, off bunları da mı yazmışım kafam yine güzeldi herhalde diye düşünürken bütün yazdıklarını okudum. istanbulda yaşayan izmirli ve denize nazır şirin okul karataş mezunu olduğunu öğrendim. BJK'liymiş ve akrep burcuymuş. kaptan arka kapi'nin kız versiyonu olduğu konusunda derin şüphelerim var *
bu yazdığımı da yapılmış en aptalca dalgınlıklar başlığına refere edeceğim.
(bkz: fıstık) güzel eşeğim, şişko nuri diye bir çocuk aldı, benim babam zengin, binicem üstüne vurucam kırbacı, vurucam kırbacı dedi de ben de zeynep ablama sığındım
vandal mimar gelirse geleceğim zirvedir. kaptan arka kapi'ya sormak istemiyorum, gelirim gelirim der anında satar ama vandal çok delikanlı. hadi görü$ürüz. (ş'leri nasıl yapıyorsun öyle kızım, çok zahmetli)
bugün sıçan gibi ıslandım diye üzerindeki kazağı ve montu bana verip bu allahın belası yağmurda evine atletle gitmiş fedakar insan.
-kaptan nasıl gideceksin sen atletle ya? manyaaaak!
-hmm, ayakların da ıslanmıştır, dur şurdan çorap alalım
-sana diyorum!
-çorap çizgili mi olsun baklavalı mı?
-kaptaaeeen!
-tamam tamam desensiz alalım
kaptan... bildiğin deli, evrende serbest dolaşan bütün enerjiyi emip etrafa saçıyor, durakta taksi beklerken i'm gonna live forever/i'm gonna learn how to fly, high! diye bağıra bağıra şarkı söyleyebiliyor. buraya kadar tamam bunları her deli yapar da "hadi iki parende atalım da şarkının havasına girelim" diye kudurmuyor mu deli oluyorum! hasta oluyorum! hastasıyım!
hiç sevmem, kaptan bunun nesini seviyor onu da bilmem. kaptan hadi çıkalım'ın ardından "oovvv beş dakka daha vandalla konuşuyorum" diyor, iyice uyuzlanıyorum. hani kırmızı başlıklı kurt masalı var ya oradaki kurt gibi geliyor bu bana. yalnız beni değil sepetimdeki kekleri yiyecek, tanrıdan günde beş vakit kek istiyormuş, allahım kek veeer diye bağırıyormuş.
kendisinin fedakarlığı, allame-i cihan, çok iyi bir insan oluşu belki yalan değildir fakat isterse şeker portakalındaki zeze olsun sevmem, sevemem. sözlük vasıtasıyla ellerinden öperim, orası ayrı, orası sözlük.
kaptanın çok sevdiği gazozlar var, şişenin tepesinden bakarken açık yeşil, yanından bakarken açık mavi gözükür. o da aynen böyle, farklı yerlerden bakınca farklı yönleri çıkıyor.
günlerden bir gün uzun bir sohbetimizi hatırlıyorum, bünyede alkol var, duygusallaşmışız, geçmişe efkarlanmışız... sohbetin ortalarında aynı saçak altına sığınan, kaçan mı daha çok ıslanır, sabit kalan mı muhabbetinden ırak yanyana iki insanız. sonlarında ise aynı yastığa saçlarımızı dökmüşüz, ben üşüyorum diyorum, o sarılıyor. üşüdüm deyince ceketimi vereyim diyen öküzlerden değil, çok kibar, çok tatlı, çok çok...
hangisi doğru hangisiydi yalan
karıştı her şey başlasak en başından
neydik ne olduk
uyuştun
artık kalk toparlan
hangisi gerçek hangisiydi sanal?
alıştın artık başlamak yok başından
kimdin kim oldun unuttun
artık kalk toparlan
hayatta en doğru gönlünden geçen
denemek istersen başla bir yerden
kanatlandı ruhun hep uçmak ister
konmayı öğrenmezsen düşmek var elbet
aklım hep sende
dur gitme dönmezsin dur gitme dönmezsin
duymazsın görmezsin
terk ettiğin bir can var
dur gitme dönmezsin dur gitme dönmezsin
duymazsın görmezsin
kaybettiğin bir can var
terk ettiğin insanlar
serseri mayınlar gibi dolaşırkene toslaştığım keçi.
ankarada çok şık bir sonbahar günü yaşıyoruz, kaptanı memleketine sepetleyeceğiz, son akşam yemeği adını verdiği bir yemek hazırlıyor. bir yandan aidiyet duygusunun beraberinde huzur getirdiğini anlatıyor, bir yere ait olmak değil sahiplenilmek önemli diyor fakat elindeki soya sosunu üstüne dökecek kadar beceriksiz bir insanı ne derece ciddiye alacağım da şüpheli.
uykudan her uyanışında haa? neeee? ne diyoooğğn! gibi hayvansal tepkiler verse de bu öküzü çok seviyorum, çok da özleyeceğim. uludağ sözlüğe bana kral tv ambiyansı yaşattığı için teşekkür ediyorum.