"bir ayakkabıya 400-500 lira vericek kadar zenginim. yani herhangi birinden daha zenginim. öküz kadar olmaları ve çok kötü gözükmeleri umrumda değil. param var benim. ayrıca herkes gibi gözükmekte ve herkesin giydiğini giymekte hiçbir beis görmüyorum ve bundan çok hoşlanıyorum. "
küçük erkek çocukların büyüdüklerinde makinist* ve şoför olmak istemelerinin sebebini araçlardaki ritmik hareket olduğunu açıklamıştır.
yok çekinmemiştir.
ben jonson'ın ilk 1610'da sahnelenen en ünlü komedi oyunlarından.
kapitalizmin yeni yeni gözünü kırptığı ingiltere'nin orta halli sınıfının para düşkünlüğünün, açgözlülüğünün, saçmalığının oyunu.
"wit" dolu, komiklik dolu, eski eski ingilizce sözcükler dolu.
bugün ikinci sınıflara ilk dersinde, yaklaşık 46. dakikasında, herkes nefesinin tutmuşken, her kelimesinde desibeli azaltarak şöyle demiş harikuladenin fevkinde şahıs.:
aslında, içinizden bazıları, gizli gizli, ya da açık seçik,
entelektüel olmak istiyorsunuz..
aslında birlikte mutlu olduğunuz ve günün nasıl geçtiğini anlamadığınız insanlarlaykenkenken, bir iki saniyeliğine bile olsa diyorum, insan okuduğu kitabın yanını özlüyor. özet ile, bırakamıyorsunuz.
bu aslında, tuhaf bir hal, 5 yaşında oyun oynarken anneyi birden özlemek gibi.
şehirlerarası yolculuklarda bağır çağır söylenmesi makbul lily allen şarkısıdır. neden şehirlerarası yolculukta bilemiyorum, her şeyden biraz daha uzaklaştığın için belki, daha basit daha keyifli oluyor ya her şey, hah o yüzden. özellikle desibel yükseltilmesi gereken kısımlar şöyle bence;
"no one wants your opiniooooooooaaaaaaan!
fuck you. fuck you very very muuuuch!".
efes one love'da birileri güneş ışığı, sıcağı altında size bir şarkıyı çalıyor ve siz etkileniyorsanız, bir kerameti vardır mutlaka. ben de eve gelince nedir, ne değildir diye dinledim. tahminimden de iyi çıktı. "hem de yanardım, dönerdim. gün olurdu sönerdim. sabit kalsam olur mu?" doğru sözler zaten. hanım kızın rüküşlüğü çok tatlı bi de.
sözleri de şöyledir;
Bazen keserdim, biçerdim
Yakardım giderdim belli ki sorun bu.
Hem de yanardım, dönerdim
Gün olurdu sönerdim,
Sabit kalsam olur mu?
Zaten yıprandım, yırtardım
Gerekirse bağlardım ama hep geç olurdu.
Şimdi duruldum
Sana inanır dururdum
Bir de seni başıma taç yapardım.
Ben beni dinlemediM
sen Beni anlamadım,
Cevapsız soruların
Boynumda kolların, al senin olsun.
Sen beni yenemedin
Çünkü ben senle oynamadım.
Kurnaz oyunların, çıkmaz bu yolların
Al senin olsun.
Çünkü güzeldin üzerdin
EtrafTA dönerdin, ama gitmen kolaydı.
Düşününce geçerdim, bir Oh çekerdim,
Nasılsa tek kişilir bir oyun bu
Zaten yıprandım, yırtardım
Gerekirse bağlardım ama hep geç olurdu
Sonra yorardım, sorardım;
Sorun ne?
Benim de aklım var dolanan peşinde.
Ben beni dinlemediM,
sen Beni anlamadın
Cevapsız soruların
Boynumda kolların, al senin olsun.
Sen beni yenemedin
Çünkü ben senle oynamadım.
Kurnaz oyunların, çıkmaz bu yolların
Al senin olsun.
Dersin bugün,
Hergün yarın
Dersin bugün,
Her gün aynı.
şehir içi hatlarındaki vapur yanaşmak üzereyken iskelenin lastiklerine bir kez çarpıyor, vapurda ayakta olan topluluk aynı anda sendeliyor. vapurdaki herkesin sanki sarhoşluktanmış gibi sendelemesini düşünmek bir dakikalığına çok eğlenceli oluyor. evet oluyor.
ölüme, "o kadar korkunç ve güçlü değilsin. krallar savaş başlatarak, çaresiz adamlar intihar ederek senin gücünü elinden alabilir. eğer uyku senin benzerinse ve bu kadar zevk veriyorsa, senden de büyük bir acı gelmez." diye kafa tutmuş ve aslında en çok korkanın kendisi olduğunu açıkça belli etmiş 17. yüzyıl şairi.
ölüm, gücünü ölenden alır, ona saldıran da korktuğu için saldırır zira.
istatisliklere göre günde iki bira içen kişilerde damar tıkanıklığı olması ihtimali düşük değildir, kalbe iyi geldiğine dair hiçbir kanıt yoktur ve yemek borusu kanserini önlemez. ömrü uzatmaz, kemiklere zerre faydası bulunmaz.
fakat hiç de fena değildir.*
biriyle konuşmayı bile önemli ölçüde riskli hale getirir, düşününce.
kurduğum cümlelerdeki kelimeleri karşımdaki kişinin hayatında kaç kez ve hangi durumlarda gördüğü ve nasıl algılayacağı kaygısı yaratır ki, evlerden ırak.
vapura yetişmek için koştururken, daha kalkmasına üç dakika olduğunu görüp, sanki 'vapur beni beklemiş' durumu.
küçükken yağmuru çok seviyorum diye, üzgün anımda başlayan şakırşukur yağmurun benim için yağdığından emin olmam.
tam tersi ya da. gündelik kaygı koşuşturmacasında üst üste gelen aksiliklerin insana bilinçli yapılıyormuş gibi gelen hissi.
halbuki hiçbir şeyin ya da durumla alakasız kimsenin kimseye kastı yok. özel bir iyi niyeti de.
ama ilk üç harfi ego olan bildiğim her şey gibi, koltuğunun altına kendince kanıtını da sıkıştırıp, kendiyle tıpatıp aynı şeyleri yaşayan daha milyonlarca insan olduğunu aklına dahi getir(e)meden, bir şeye (neye?) kafa tutma hali.
sağımdan solumdan iri canavarlar gibi geçen iett otobüsleri, karşıdan yürüyen adam tükürüyor yola. adamın hayatını kuruyorum kafamda, karısını dövmüş müdür hiç acaba. aynı anda özlediğim arkadaşımı aramak için elim çantama gidiyor, o gün girmediğim derslerin vicdan azabı takıntı gibi. takık gibi. takılmış.
aklı meşgul etmeye çalışırken, akıl gerçekten meşgule alıyor. kafa karışıyor. bilerek anahtarı almadan evden çıkar gibi. ya da tebeşir tozu yutarsın. öyle.
yürüyorsun ama, nereye? nasıl gidiyorsun. kaza olmuş dönüp bakmıyorsun. hızdan oldum olası ürkerim. ama böyle 'öğlen içilen üç bira kafasıyla araç kullanılmaz salak' diyorum. bir şeyler yanlış ama, müdahale etmekten çekiniyorum. sonra sorgulamalar. normali böyle mi acaba? anormal olduğunu sandığım, aslında olması gerekenmiş meğersem. 'sana biz şaka yaptık?!'. kamerayı bi tarafınıza sokup gidin mesela. el sallarım arkalarından ama işte. ssssssssaf.
1966 yılına ait bir "pazar sabahı kahvaltı esnasında ağza yeşil zeytin atarken hafif kalça sallayarak eşlik edilmesi uygun düşen" şarkı.
bir tuhaf hali var bilemiyorum, annemin doğumundan bir sene sonra kaydedilmiş mesela, 'jaket' diyor. sanki ben modaya gitsem şimdi, çiçekler salisede deli gibi açacak, herkes bize gülümseyerek bakacak ve ben sevgilimle dansedicem. hem muzip hem aşkla. ne tatlı sesi varmış bu kadının.
varlığı anlamsız. en öznellerinden bu zaman, anlamsız.
mazereti, bahanesi, geçerli sebebi yok.
olmalı mı olmamalı mı değil, olmamalı.
anca böyle. "ama" demezken daha dik, daha kuvvetli ama; ama, derken daha mı kendinden?
fazla da uğraşmamak lazım. zaten bağlaç nihayetinde*.
bu da kızıma pupil olsun diye yarattığım fakat daha level 2'deyken 12 gibi hayvani bir strength puanına sahip yiğidim. ondan çok şey bekliyorum. http://hasanismail.mybrute.com/
"her şey özlenebilir. her şey tutku konusu olabilir. her şey aynı ölçüde kutsal ve aynı ölçüde aşağılık olabilir. tutkular çevreye göre değişen şeylerdir. evli kadınlar toplantısında en temiz pak aile kadını olmaya özenen aynı kadın, orospuların yanında en orospu olmayı niçin istemesin? önemli olan istektir, hiç bir istek diğerinden soylu değildir."
telefonda alarm olarak kurulduğunda insanın mutlu uyanmasını sağlayan şey.
daha önce hiç kimseler böyle sempatik "beni sevsene" diyememişti, ayrıyetten.
yemeğin üzerine tatlı niyetine dinleyebileceğiniz the do şarkısı.
önemli not: gizli melankoli içerir.
He was a bore, a true chore and I still wonder why I ever wanted to see him more
I know it is useless to complain all these years after, well.
Thanks for asking now I'm fine
I should have muffled my obsession but I was all too pure
And so blindly sure that he'd always have the satisfying hug I needed
Stay just a little bit more
Don't let my heart turn sore
He was kind, polite and divine in public, tender as a sleepy child
But when we got slightly more intimate it wasn't that bright
Yes he was kind, polite, sound and sublime, in theory But in practice believe me, there was a nasty fire burning
Stay just a little bit more
Don't let my heart turn sore
And when my curves came into play
Oh what a hopeless tumbling down
When his desire was stuck in plaster
I was young but I believed in no tales!
Sit in the desert of the bed I looked hard for an oasis
But all I could find was a dead camel in pieces
And I got so scared I tried to lure him back to bed
Whispered "stay just a little bit more"
But now I'm grateful to the camel
Because all the lazy boy could do was RUN, then I knew for sure
That he would never be the satisfying shag I needed, no no no.
peevish: okulda biri var mı duru, beğendiğin hoşlandığın felan?
duru: evet bartu'ya aşık oldum. ama melis diye bi kız var. o da bartu'yu sevmeye başladı. ya inanabiliyo musun?! eskiden mert'i seviyodum, bi baktım melis de sevmeye başladı. gerizekalı desem olur yani. kimi sevsem, bi bakıyorum melis de seviyo. off. bu konu hakkında konuşmak istemiyorum...
odyssey destanında tanrılar arasındaki hiyerarşinin sorgulanmasına vesile kadın. hatta direk femme fatale.
odysseus'u git gide kocası olarak gören ve onu adeta seks kölesi olarak kullanmaya yeltenen calypso, zeus'un "düş çocuğun yakasından, bırak evine gitsin" uyarılarına karşı, "erkek olsam bi ölümlüyle ilişki kurmama bi' şey demezdiniz, sırf kadın olduğum için bana izin vermiyorsunuz." diye yakınmıştır. kaldı ki odysseus'un evinde onu bekleyen mis gibi karısı vardır.*
biraz şırfıntı olduğunu inkar edemicem.