pavlovun kopegi
613 (asilzade)
sekizinci nesil yazar 110 takipçi 1625.58 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    hayat bazen çok quatre vingt dix

    1.
  1. istersen acımasız olarak doldur o Fransızca bölümü, istersen sıkıcı, ister monoton, istersen çok eğlenceli. En mutsuz anında sessizce “hayat bazen çok katrö ven dis be kardeşim” diye geçir içinden anlayacaksın beni. Yada en mutlu halinde haykır “ hayat çok katrö ven dis lan ! ” diye.

    Beni sorarsan arkadaşım, sessizce haykırıyorum hayatın katrö ven dis oluşunu. Türk dizilerinde hep yan oyuncu olarak gördüğün adam var ya, o benim işte. Kendi adıma belki düzinelerce hikaye biriktirdim ben, hepsinde başrol benim belki. Fakat insanların hayatında olması gereken, yada bir süreliğine hayatlarını ziyaret eden adamdan fazlası değilim. Yani hiç kimse benden başrol olarak bahsetmez hikayesinde. Gittiğimde üzüldüğü kadar geldiğimde sevinen insan yoktur hayatımda.

    Bundan iki üç saat önce kadar Kuşadası sahilde gördüm eski bir arkadaşımı, bisikletle iş çıkışı evine koyulma telaşındaydı kendisi. Sanki zamanında aramızda hiçbir münasebet geçmemiş, beni hiç tanımamış gibi davrandı kendisi. Hiç takılmadan düz devam edeyim tarzı tavır takındı beni görünce. Çünkü ev yolunda ben, zaman kaybından ötesi değildim, Bunu anladım “hasiktir yakalandık” başlıklı sırıtmasında. Yanına uğradığım bir diğer arkadaşımın “ne zaman defolup gidecek bu ?” duruşu hala gözümün önünde.

    Dediğim gibi ben, çarşı esnafı için yoldan geçen bir tanıdık, eski sevgili için hayatında ufak bir detay, en yakın gördüğüm insan için bile dert anlatılabilecek ve bunun üzerine konuşulabilecek şahsiyetten fazlası değilim. Yani en iyisi için bile söylediklerinin önemi olan birisiyim. Fakat iş dönüp dolaşıp benim derdime gelince onlar bile dönüp “kasma kendini, takılma bu kadar, kendini kurma” tarzı tavsiyeler verip siktir edebiliyor başından.

    Sonuç olarak farklı dertleri olan birisiyim ve hayat bu aralar çok quatre vingt dix be arkadaşım...

    *quatre vingt dix = fr. Doksan.
    6 ...
  2. öğrencinin ailesinin evindeki buzdolabı

    1.
  3. öğrenciye uzaktaki sevgilidir kendisi. ufuk çizgisidir. şiirler yazdırır. ne zaman açsan yemelik bi' şeyler var içinde bi' kere. öğrenci evinde öyle mi ? aç şimdi bak,
    yarım soğan,(ev arkadaşları akşam yemek yapmış, soğan da kokmuş açıkta)
    tencere içinde çorba( kim bilir kaç haftadır orda)
    turp var lan bi' tane ne alakaysa. yumurta olması gereken yerde yarım limon, yarım kavanoz reçel.
    bi' kase zeytin, az bi salça, bi' kavanoz da domates püresi.
    ayrıca boş meyve suyu şişesini dolaba koyan zihniyetin de elini öpeyim.

    hal böyle olunca açtığında içinden türlü peynirler, tatlılar, köfteler, yarım da olsa taze yemekler olan dolabı özlüyor insan.
    gittiğimde babamı yıkıp geçicem, dolaba sarılıcam amına koyim, açım aç. ayrıca vikings dizisini izlemek de pek yardımcı olmuyor. barbar gibi yemek yiyor böbreğini deştiklerim, ne?! bi' dakka..
    4 ...
  4. uyanıp son iki yılının rüya olduğunu anlamak

    1.
  5. ne saçma başlık. ama anlatmak istediklerimi bir başlığa daha iyi sığdıramazdım sanırım. selam ben çok düşünen adam, hatırladınız mı ? tüm bu düşünceler körkütük sarhoş olup tamamen yabancı bi' yerde uyanmamla başladı. oraya nasıl geldiğimi dahi hatırlamıyodum inan. kendime gelip yavaş yavaş her şeyi hatırladıktan sonra asıl düşünceler başladı. bi' gün uyansam ve aslında yaşadığım belli bir süre aslında rüya olsa düşüncesi. leyla ile mecnun kafası biraz. ama daha çok sistem geri yükleme gibi. genel olarak hastalıklı düşünce yapısına sahip bi' insanım ben. o yüzden bu düşüncem uyku ve rüya çerçevesinde kalmadı, ilerledi. tek başıma kaldığım odamdan sigara içmek için balkona çıktığımda bile geri döndüğümde yıllar önceki insanın o odada beni bekliyo olduğunu hayal etmeye başladım. çok sevdiğim birisi. aslında hiç ayrılmamışız vesaire. geri dönüp de burda olmadığını görmenin verdiği düşünceler yazdırıyor tabi bunları. bi' de şöyle bakalım olaya, aslında bir soru bu. şöyle bir şansınız var; size yaşadığınız pişmanlıklara neden olan, hatalarınız, yanlış seçimleriniz vesaire şeyleri düzeltmek için belli bi' tarihe geri dönme şansı sunuldu.(varsayalım) ama geri döndüğünüz tarihten yaşamaya devam edeceksiniz. hatayı düzelteyim, geri döneyim gibi bi' şansınız yok.
    ve asıl soruya geliyoruz. hayatınızın bir kısmına damga vurmuş, belli bir süre birlikte mutlu olduğunuz bir kadın var. ama sonuç hüsran, bi' sebepten bırakıp gitmiş sizi. bu ilişkiden size arta kalansa hüsran ve üzüntü olmuş. size bu olağan üstü şans tanındığında, geri dönüp ilişkinizi yaşar ve tekrar terk edilmemek için elinizden geleni mi yaparsınız ? yoksa çok daha öncesine gidip o kadınla tanışmayıp, hiçbir şey yaşamayıp, o kadını tamamen hayatınızdan siler misiniz ? sanırım hayatımın cevaplanamayacak sorularından birisi bu olacak.
    9 ...
  6. magmarul

    1.
  7. bak bu adamla 2011 den beri mesajlaşıyoruz. mesaj kutumda her mesajını gördüğümde acayip bi' mutluluk alıyo beni.
    6 ay konuşmuyoruz sonra bi' mesaj geliyo yada benim atasım geliyo. zaten 4 yıldır otuzaltı kere nick değiştirdi kendisi.
    gizemli bi' arkadaş, olmadık yerden çıkıp mutlu edebiliyo insanı. birimiz de çıkıp abi artık şurdan ekle beni, telefon numaram şu.
    çıkıp buluşalım falan dememişiz. ve yine tarih farklı bi' şey yazmadı, garip garip olanı çekiyo abi.
    7 ...
  8. araba sileceği kaldırmak

    1.
  9. genelde park edilmemesi gereken bi' yere park edince yaparlar bunu. ikaz niteliğinde.

    ben ankara'da yaşamaya başladığımdan beri farklı bi' şey öğrendim. gece yada akşam saatleri evime dönerken silecekleri kaldırılmış şekilde görüyodum arabaları. tesadüf gibi ertesi gün veya geceden de genelde kar yağardı.
    soğuk ve buzdan silecekler cama yapışmasın diye kaldırırlarmış araç sahipleri, geç de olsa öğrendim.
    uzun zaman ben bunun meterolojiden daha sağlam bi' kaynak olduğunu düşündüm zira ne zaman bu şekilde görsem arabaları sabah bembeyaz ankara'ya uyanıyodum. yani ne zaman silecekleri kaldırılmış arabalar görsem, bu gece kar yağacak derdim.
    kar üstünde birikip silecekleri kırmasın diye düşündüklerini sanıyosam demek.
    12 ...
  10. birinin yüzüne bakarak içinden geçeni söyleyememek

    1.
  11. hitap ettiğin kişinin yüzüne bakarak içinden geçenleri saklama yeteneği. çoğu zaman kısa cümlelerle, bazen tek kelimeyle geçiştiririz belki ufak bi' tebessüm. içimizden geçenler çok farklıdır oysa. ya cesaretimiz olmadığı için söylemeyiz içimizden geçeni, ya "söylesem neyi değiştirecek ki" düşüncesiyle, ya da "söylesem öyle şeyler değişecek ki, bi' daha hiç bi' şey aynı olmayacak" korkusuyla.

    mesela gecenin dördünde alkol alışverişi yaptığın market sahibinin, parayı aldıktan sonra "allah bereket versin." cümlesi. sağol diyerek geçiştirilir genelde. fakat "sağol" kelimesinin yerine, "dinen yasak olan bi' şeyi, kanunen yasak olan bi' saatte satıyosun abi, hangi allah'ın, hangi bereketinden bahsediyosun ?" demek geçer insanın içinden ama, sağolun yanına bir de, " hayırlı işler " ekleyiverir insan. sonra gözlerinin içine baktığın öğretmene, hocaya. " hocam saatlerdir ders yapıyosunuz, ara da vermediniz, bari bi' on beş dakika erken bırakın da diğer derse girmeden önce sigaramızı kahvemizi içip soluklanalım " diyesin gelir. fakat hoca sizi azarlamaya şartlamıştır kendini, "öyle geleceksizsiniz, böyle boş yaşıyosunuz" vesaire laflarına utanıp, boynunu eğer, kızarır oturursun. sonra bi' an kafanı kaldırıp " işte bu yüzden soğuyoruz sizin derslerinizden" diyesin gelir, neyse dersin onun yerine. anlattığı şeye katılarak, gülmeni bekleyen arkadaşa " abi farklı bi' ortamda komik olabilirdi ama bu komik değil be sanki" dersin içinden. ama yapmacık bi' kahkaha atarsın sonra "ulan bu herif de harbi bozdu kafayı" diye geçirirken içinden. yıllar sonra dahi önemini kaybetmemiş birini alırsın bazen karşına, o gayet günlük dertlerinden, neşelerinden bahsetmektedir. bazen katılmanı bazense gülmeni bekliyodur senden. senin içinden geçenler yine çok farklıdır oysa. anlattığı şeylerin senin içinden geçenler kadar önemli olmadığını düşünüyosundur gözünün içine bakarken. belki gözlerinizin içine bi' süre bakarsanız içinden geçenleri anlamasından korkmuşsundur ve gözünün içine bakmaları kesmişsinidir bu korkudan. fakat bi' süre düşündükten sonra anlamasını istersin de tekrar yakalarsın o göz temasını. tam bir saniye daha o göz temasını korusanız anlayacaktır içinden geçenleri ve sonsuz bi' huzur sonrasında, diye yazmışsındır senaryoyu kafanda. fakat senin gibi düşünmeyen, yıllar sonra dahi önemini kaybetmemiş kişi keser göz temasını ve ufak bi' tebessüme düşersin. kim bilir belki haberi bile yoktur o an. senin hayat boyunca yaşadığın en büyük hayal kırıklığına gösterdiğin tebessümü iş arkadaşıyla ilgili anlattığı komik anıya olduğunu sanmıştır.
    4 ...
  12. ev arkadaşının akpli olduğundan şüphelenmek

    1.
  13. seçimler dolayısıyla memleketine gitti ev arkadaşlarımdan biri. diğeriyse kaldı burda, oy kullanmadı.
    bense direk bulunduğum yerde kullandım oyumu. işin garibi bu adamlarla yıllardır aynı siyasi görüşü
    paylaştığımızı düşünüyo olmam. seçim sonuçlarını telefonda tartıştık, küfürler ettik birlikte.
    bundan sonra ne olacak soruları vesaire.
    derken bu çocuk henüz geldi eve. kocaman iki adet valizle. valizler olabildiğine yiyecek dolu. inanmamızı
    istediği şey ise bu yiyecekleri ailesinin yapıp gönderdiğiydi. üstünde durmadım pek, zira çocuğun mutluluğu,
    bir laftan diğerine atlamasına neden oluyordu. bu mutluluk, seçimleri kazandıklarının göstergesiydi.
    her şey merdivenlerden elinde sigara viski, ve üzerindeki robe de chambre, röpteşambır, robdöşambır,
    ile inmesiyle netleşti. şeytani kahkahaları tüylerimizi diken diken etti piçin. fakat hala bize, internettten
    indirdiği chp damgalı oy pusulasını gösterip, chp'ye oy verdiğini öne sürüyodu.
    çok korkuyorum sözlük.
    12 ...
  14. oytunkaran ile evet hayır oynamak

    1.
  15. son adımların daha zor olması

    1.
  16. kaçınılmaz gerçek. murphy kanunlarında yerini alması gereken kural. düşün ki elinde 20 litre su bidonu var.
    ve bunu 30 metre taşıyacaksın. koyacağın yeri görüdüğünde, son adımlara yaklaştığında 60 kilo basar kollarına o bidon.
    yorulduğundan da değil he. bu, çok tuvaleti gelmiş bir kişinin tuvalete girip kemerini çıkartırken, idrarını tutmasının
    her zamankinden daha zor olmasına benzetilebilir mesela. veya bir askerin şafak sayarken kalan son günleri.
    şafak 150 derken kafası rahat. ama o son 5 gün geçmez. sayılı gün çabuk geçer derler ya, yalan amına koyim.
    7 ...
  17. sen bilmesen de olur

    1.
  18. bir adet siktir etme cümlesi. yerine göre "bilmesen de olur" anlamından çok "söylemesem de olur" anlamına gelir.
    nasıl olsa köpek gibi bileceksin, aklında olucak hep, dü-şü-ne-cek-sin.
    3 ...
  19. para biriktirmek için kumbara satın almak

    1.
  20. mantık hatası. belki de motivasyon için önemlidir ne bileyim. hiç yapmadım, yapandan da hazzetmem.
    6 ...
  21. akıllanmak

    1.
  22. safhaları -
    olayı yaşamak - üzülmek.
    geri dönüp olaya tekrar bakmak - sinirlenmek.
    bir daha yapmayacağına yeminler etmek - ders çıkarmak.

    son safha çok değişken doğal olarak;
    akıllanıp, tekrar yapmamak - akıllanmayıp aynı hatayı tekrar tekrar yapmak.

    güvenmek, insan ilişkilerinde yapılan hataların sonunda akıllandım kelimesi, çoğunlukla güvenme eylemi ile başlıyo.
    ne bileyim işte, birilerine güveniyosun, yüz üstü bırakıyolar seni, sonra onlar yüzünden sinirlenip başka birini kırıyosun.
    iki tane ders çıkarıyosun bu olaydan, "seni yüz üstü bırakan insanlara bir daha güvenme", güvendiğin insanlarla sorun yaşarken
    yanında yardım etmeye çalışan biri varsa ona sesini yükseltme bir daha. akıllandım diyosun sonra, yapmam bi' daha,
    seneler sonra yine aynı eylemler zinciri içerisinde buluyosun kendini, yine yine ve yine.
    6 ...
  23. aileye yeni birinin katılması

    1.
  24. korkunç olay. senin tanıdığın biri değilse eğer. ne bileyim kardeşin, abin evleniyor mesela. ulan tanımıyorsun ki,
    nasıl biri, ne yer, ne içer, nedir yani ? sonra köpek alıyosun severek, annen korkuyor mesela köpekten.

    ablan evleniyor bi' adamla, tanımaya çalışıyosun adamı, yavaştan da seviyosun. sonuçta ablan sevmiş.
    ama yetmiyo bu, bi' de aileye ufak bi' misafir geliyo bi' süre sonra, yeğen diyolla adına. ulan dayı oluyosun ayı.
    bi' bak, kendine gel diyosun. sonra ablanın çocuğunun olması veya ufak bi' +1iniz olması garip gelmiyo da,
    ablanın ne ara "anne" olma rütbesine eriştiği, annen ve babanın, dede ve anneanne olaylarına çıktığı falan geliyo aklına.
    garip ulan hayat, valla çok garip.

    sözlük ben dayı oluyom lan allahsız !
    7 ...
  25. sigaranın yanışını duymak

    1.
  26. o çok sessiz, yalnız gecelerde olan durum. ciğerin yanmasını hissetmek gibi ne bileyim işte gençliğinin, geleceğinin odun ateşinde. belki de geçmişinin seni yakması, sigara külünde.
    4 ...
  27. mahalledeki keserim topunuzu diyen amca

    1.
  28. en asil duyguların düşmanıdır kendisi. çocukluğumuzu gerilime sürüklemiştir. güvercinlere yem atar bu amca.
    tam da senin çocukken top oynayabilceğin bölgeye. ne bileyim sonra boş arsaya ahşaptan bi' garaj gibi bi' şey yaptırır,
    üstüne bez gerer, arabası gölgede kalsın diye. ama öyle muazzam yapmıştır ki o garajı 90 diye tabir ettiğimiz yere
    asası gelir insanın topu, o derece. sonra top geliyo diye arabasına keser topunuzu, eşşek.

    sonra bahçesinde çiçek yetiştirir, top bahçesine kaçarsa almaya korkarsın kaçarsın sağa sola. amca camdan çıkar elinde pıçak.
    bağıra bağıra keser topu, ulan ışid misin ? kafa mı kesiyon ? bağıra bağıra bi' de, manyak. hızını alamaz gül büyütür serseri.
    zaten üç kuruş paraya aldığın plastik top, gülün dikenini görünce bal kabağına dönüşür.

    ne saçma, bu adam öz amcam lan benim. evet lan benim amcam hepinizin çocukluğunu gerilime soktu, hepinizin topunu benim amcam kesti, utanıyorum.
    7 ...
  29. beyaz ın hiç erkek telefon bağlantısı almaması

    1.
  30. irite edici durum. bir iki haftadır özellikle takip ediyorum, hep hatun telefonun ucundakiler.
    bundan sonra da bu böyle olacak bence. olursa bi' erkek yalayayım tükürdüğümü.
    3 ...
  31. uykuya yatıp 2 ay sonra uyanmak

    1.
  32. bir nevi zamanda yolculuk kendisi. iki ay boyunca neler olup biteceğini görmeyeceksin mesela.
    bilgisayarda tarihi ileri almak gibi ulan. sınavlar falan geçicek hep. yaz gelecek ulan bi' kere bi' düşünsene.
    ah ulan o ayılardan önce bizim aklımıza gelecekti o kış uykusu, hanene tecavüz edeyim kış, soğuk.
    4 ...
  33. bir çaylaklık sebebi olarak ergen kelimesi

    1.
  34. bkz ergen : sıfat : Döl verebilecek duruma gelmiş olan, erin, yeni yetme, akil baliğ, baliğ.

    şu zaman geçirdiğimin sözlüğüne hepimiz bi' mesai harcıyoruz, evet hepimizin de mesai harcadığı için bu sözlükte çoğu şeyi yapmaya hakkımız var. isteyen istediği başlığa entry girebilir mesela, istediğini istediği şekilde oylayabilir. kendi entrysini,
    tanıdığı bir yazarın başlığını yukarı taşıyabilir, kimse bir sap diyemez buna.

    evet, yukarda belirttiğim ergen kelimesini de kullanmaya hakkımız var, bir yazar için bile. sen otuz beş yaşının üstü bir yazara "yaşlı" gibi bir sıfat kullanabiliyorsan, o sıfata layık bir adama da "ergen" diyebilirsin, açık. ama "biri bana ergen dedi" diyerek senin gibi bu sözlüğe mesai harcayan bi' adamı şikayet edemezsin. etsen de bunun sonucu o yazarın çaylak olması olamaz. nickim dolayısıyla defalarca "köpek" diye itham edildim, kaç kere şikayet etmişimdir, utanmasanız "sen de öyle nick almasaydın" diyecektiniz. neyse, bahsi geçen yazar umarım demek istediğimi anlamıştır.

    gelelim moderasyona, ne hakaretler yiyoruz şu kenarına tüp taktığım, ampulünü değiştirdiğim, memesi buji yapmış sözlüğünde.
    evet emek harcıyoruz tıpasını sıkayım. ama bunun karşılığı bir "ergen" lafıyla çaylak olmak olmamalı. kaldı ki, marjinal tosbaga
    kendisi bile bilmiyor, neden çaylak olduğunu. burda bi' yanlış yapıyorsunuz, sözlüğe yıllarca mesaisini harcamış, bi' şeyler
    karalamak adına uğraşan yazarları iyice soğutuyorsunuz burdan. ya bi' ayrım yapıyorsunuz, ya da yazdığımız şeylerin gram
    değeri yok gözünüzde.

    (bkz: alexander birtoveregan)
    (bkz: marjinal tosbaga)

    moderasyonibnesikollakendini' ye selam olsun bu arada, çok severdik kendisini. halı sahaların değişilmez, göbekli sneijderi.
    14 ...
  35. hayvan nicki alanın hayvan kadar beyni yoktur

    1.
  36. (bkz: eyvallah)

    formatında ırzına geçmişken uyuyabiliriz sanırım.

    not: lübnan.
    not2: formatın ırzına geçtik, -da yı da bilerek ayırmadım !
    3 ...
  37. racing fever

    1.
  38. lanet olasıca bir telefon oyunu. elimden düşürmedim saatlerdir sırf o viper' ı elde edebilmek için.
    0 ...
  39. okuyun ulan ayılar

    1.
  40. bir sitem cümlesi kendisi. aslında kullanıldığı yazıda, yazının devamının okunması için sitem etmez bu cümle.
    genel olarak toplumsal eksikliğimizi bıçakla deşer, yaranın üzerine alkol dökmek gibi.

    bakın bi' kaç örnek veriyorum , okuyun ulan ayılar.
    bazen rabelais gibi her şeyi okumayı, okuması gerektiğini düşünmeli insan, bazen montaigne gibi işine yarayanı.
    ama her iki sonuçta da okumalı insan.

    okudukların, hayatını değiştirir, inandığın şeyleri değiştirir. var ya bi' laf "bi' kitap okudum hayatım değişti" diye.
    aynen öyle işte. bi' kere okumaya başladın mı adam gibi, düşünmeye de başlarsın.

    "Ben kitaplarımı değil, kitaplarım beni ortaya çıkarmıştır."
    Montaigne

    tamam işte,okuyun ulan ayılar.
    6 ...
  41. öyle mutsuz olmak ki yağmur yağdırmak

    1.
  42. bir mutsuzluk derecelendirmesi. mutsuzluk seviyesinin kıyaslaması.
    insanların mutsuzluğunun doğal olayları değiştirebileceği gerçeği. bilinç altı gücü.

    ben bu seviyeyi kendimce yazıcam, kızlar, siz de okuyun, yoksa kocaya vericem sizi. okuyun ulan ayılar.
    mükemmel bir salı günü, okulda çıkan olaylar dolayısıyla dersim sınavım yok. saat öğlen bir, penceremde kuş sesleri.
    ama uyandırdığına şikayetçi değilim. adı da var zaten, tanıyorum yani, süleyman. bir ayağında iki tane parmağı var.
    ya da bi' güvercine parmak değil de ne deniyorsa işte. evde bayat ekmek fazlalığı olduğu için attım ya bir kere balkona
    ıslatıp ekmekleri, o günden beri camımda serseri, her karnı acıktığında. her geldiğinde de boş dönmüyor hergele. akşamdan
    kalma pilav, ıslak ekmek ne bileyim ne varsa işte evde. bi' şeyler hatırlatıyor bana bu güvercin.

    hava nasıl güzel, camıma vurup kaba etiğimi pişiren güneş, çık diyor dışarıya gez, dolaş, arkadaşlarınla buluş.
    yoksa yakıcam poponu böyle. kalktım önce bi' napsam diye düşündüm, evde de kimse yok. bizimkiler erken saatte derse gitmişler.
    geldikleri gibi de odalarına çekilip uyuyacaklar daha sonra. bi' kahve yaptım, sigarayla günlük ritüelini yerine getirdim.
    balkona çıktım cıvıl cıvıl dışarısı. ama o kadar uzun süre unutmuşum ki bu havayı, bu duyguyu. n'apcağımı bilemedim
    çok uzun bi' süre. sonra döndüm, dedim ki: iyi ki galatasaraylıyım !
    yok o bu değildi, dedim ki: haydi gidiyoruz !

    bi' duşa girdim, nasıl pisim ama. soyundukça kendimden utandım. temizlendim, giyindim. çok yakışıklıyım ama,
    gökhan türkmen'i andıran sakallarım, yemyeşil gözlerim. nasıl beğeniyorum kendimi. mutlu gibiyim anlıcağın.
    parfümü de sıkıp attım kendimi hemen dışarıya, haydi gidiyoruz. yolda birilerini ararım, buluşuruz, birer bira içilir.
    ne bileyim işte plansız yapmak istedim sanırım bi' günümü.

    fakat kimi ararsam arayayım hep bi' engel çıktı. abi ordayım, abi böyleyim. "yaa canım daha sonra yapseaak ?" ay götüm.
    hafiften şevkim kırılsa da "kendim gezerim ulan, kuşlar, çiçekler" dedim kendi kendime.
    başladım yürümeye, ne kadar park bahçe varsa gezmeyi düşündüm.
    köpeğimi düşündüm, o parklarda bir iki köpek görürüm de severim, vakit geçiririm dedim. köpeğimi hatırlarım biraz.
    hatırlamak diyince tabi içki geldi aklıma, sonra otururum bi' yere iki duble rakıyı
    boca ederim mideme iki parça da peynir yanına dedim. gözümü parlattı bu plan, mükemmeldi.

    ne olduysa o ara başladı işte. daha içmeden, içerken ne düşüneceğimi, kim bilir neleri hatırlayacağımı düşündüm.
    eski sevgilim en başta, ölen köpeğim, aylardır görmediğim ailem. bunlar olacaktı tabi düşüneceklerim. üzüldüm,
    biraz mutsuzlaştım. ama "olsun be" dedim. sonuçta "içkinin, rakının fıtratında var bu", diyerek hafif hüzünlü yürümeye
    koyuldum. içime oturan bu kara bulut saniyesinde kafamın üstünde belirdi. lanet olasıca yağmur, rüzgar. bi' anda bastırdı.
    değil en yakın parka gitmek, eve dönmek bile zor görünüyodu ıslanmadan. kaldırımlarda gölleşmiş su birikintilerine
    basmamaya çalışarak evime döndüm tabi. az önce mutluluktan havalara uçan adamın şu dakikada tek mutluluğu,
    o su birikintilerine basmamak olmuştu. o an düşündüm bunu. o kadar mutsuzdum ki aslında, yağmur benim üzerime
    yağdı sadece. çünkü eve gelip kurulandığımda durmuştu yağmur.

    lanet olasıca bi' kurgu gibi değil mi ? değil işte.

    6 ...
  43. inandığın şey uğruna yapılan saçmalıklar

    1.
  44. böyle bi' yazıya nasıl bir başlık açacağımı inanın bilemedim açıkçası. ama anlatmaya çalışacağım şey,
    bir insanın inandığı bir "şey" uğruna ne tür saçmalıklar yapabileceğidir. bu yapılan saçmalıkların, neye ve kime göre
    saçma olacağı tartışmasıdır. ayrıca "şey" diyerek belirttiğim nesne, kimse veya olayların açılımıdır.
    içimde game of thrones' un 5. bölümünü aylarca beklemem gerekeceği gerçeğinin
    yarattığı mükemmel bi' hüzünle başlıyorum yazmaya, okuyun ulan ayılar.

    "şey"i , din olarak alalım ilk önce elimize. asırlarca "din" uğruna/yüzünden/sebebiyle insanlar ritüeller kullanmıştır.
    örnek gerekirse günümüzde çoğumuzun "saçmalık" olarak baktığı tapmak, tapınmak. put. evrenin oluşumuyla başlayalım işe.
    eski yunanda insanlar akıllarının ermediği "şey"i, özellikle doğal olayları, tanrıların hareketi olarak adlandırmışlar.
    örneğin deprem, volkan gibi olaylar, tanrıların kızgınlığını anlatmış onlara. rastgele tanrılara inanmışlar.
    savaş tanrısı, aşk, deniz, akıl tanrısı gibi gibi. fakat toplumun zeka seviyesi arttıkça inanç sistemi de değişmiş.
    artık koftiden rastgele tanrılara inanmıyorlarmış, sorguladıklarından değil. hangi tanrıya ihtiyaçları varsa ona inanmışlar.
    kıtlık mı var ülkede, gelsin bereket tanrısı gibi.
    bazıları çikolatadan putlar yapmış, ona tapmış. bu çikolata abi istediklerini yapmayınca bi' güzel yemişler yağız delikanlıyı.
    bunlar mesela benim görüşümde saçmalığın daniskası olarak durur, fakat onları anlamak lazım, o zaman, o şartlar, o olanaklar.
    günümüze gelelim, nerden biliyoruz, nasıl emin oluyoruz mesela, bundan 100 yıl sonra, kitapları, allah'ı çürütecek bir
    devrin başlangıcını yaşamayacağımızı ?
    sonra bakıp bu yıllara ileriki neslin, "allah diye bi' şey yaratmışlar, sırf düzen kötü gidiyo, zina, hırsızlık vesaire kol geziyo diye,
    sonra ona inanmışlar, "saçmalamışlar". " demeyeceklerini, nerden biliyoruz ?

    işte burda başlıyo işin "inandığı şey uğruna saçmalaması" kısmı. inanmak, inanç eşittir bağlanmak benim gözümde.
    karşılıksız. ne mutlu varsa inanabilen, saygı duymak isterim. gel gelelim bu konularda saçmalayamıyorum, yada inanamıyorum,
    ne bileyim.

    "şey"i aşk olarak elimize alalım bu sefer. bi' insan çok sever mesela birini. önceden a kişisidir bu adam, ne bileyim,
    denize girmeyi sevmez, yürümeyi sevmez mesela adam. ama karşısındaki insana o kadar bağlanmıştır ki artık o kişinin yapmayı
    sevdiği şeyleri de sever. "o"na inanır. b kişisi oluverir.
    karşısındaki insanı tanımadan önce yapmaya kalksa; utanacağı, komik bulacağı şeyleri, gözü kırpmadan yapabilir artık mesela.
    artık onun için onlar "saçmalık" değildir. ne bileyim işte, aynı kelimeyi aynı anda söylediğinde "cips" der karşısındaki,
    saatlerce dahi adını söylemezse kimse, çıt çıkarmaz konuşmaz adam.

    yine "insanın inandığı şey uğruna saçmalaması"na geliyoruz bu durumda. ama artık "samçalama" kısmı gerçekten;
    -kime göre , neye göre ? mantığına dönüşüyor.

    "şey"i para olarak alalım bu sefer. ama bunu uzun uzadıya anlatamam ne yazık ki. çünkü bunun neye ve kime göre
    değişebilceğini savunamam. para için yapılan saçmalık, saçmalıktır. bir bahanesi yoktur bunun.
    örnek olarak da türk televizyonlarındaki sabah programlarını, evlendirme programlarının sunucularını, ne bileyim işte,
    ajdar' ı, mustafa topaloğlu'nu, nurellayı gösterebiliriz.

    ne derece "saçmaladım", ne derece kendimi anlatabildim bilmiyorum. bu da benim inandığım şeyler,
    benim inancımın temel taşları belki de. ve uğruna bu kadar belki daha bile çok saçmalayabilirim.
    4 ...
  45. kadına kulaktan girilir aşağıdan değil

    1.
  46. aysel gürel sözü imiş. yeni öğrendim. bilal'e anlatır gibi yaziyorum, iyi okuyun ayılar. çoğu ergen, siz, ya da sözlükteki cinsel başlıklardan usanmış yazar arkadaşlarımın ilk olarak düşündüğü gibi, cinsel organına değil kulağına şe'yap demiyo !
    saat hayli geç olmuş, böyle düşünen kalmamışdır belki ama yazmaya devam ediyorum.
    efendim ön sevişmede, cinsel ilişki başında kulak ile ilgilenmek gibi bir efsaneyi de savunmuyo, hayır kesinlikle.

    diyo ki ulan ayılar, istediğiniz kadını bi' etkileyin yazdığınız, söylediğiniz şey ile. ne bileyim o söyleyecekleriniz kulağından bi' insin aşağı, kalbine bi deysin, içini bi' ısıtsın. söylediklerinle bi' seviş önce kadınla, ayı.

    ben daha ne diyeyim ulan size !

    not: uyumuyom.
    not2: mobil kullanma cahiliyim, varsa bi hatam affola, belki birine özel mesaj bile atıyo olabilirim şuan.
    11 ...
  47. beyaz piyasaya şimdi çıksa yayından kaldırılırdı

    1.
  48. sevilmeyen adamın aslında sevilmeyen programının günümüzde oluşacak hali.
    her şeyi geçtim beyaz' ı alalım elimize, bu adam hakkında bildiklerimiz 20 yıldır program yaptığı,
    her adı geçtiğinde şehir efsanesi olarak düşünülen "bok fantezisi", gece klüplerinde ona buna yazılması.

    kabul daha geçen cuma ben de izledim, ev arkadaşlarımın kahkaha atmalarına hayret ettim hatta.
    ama öyle bi' yer edinmiş ki adam sırf 20 yıldır program yapıyor diye izleniyor. okuyun ulan ayılar,
    gülmemiz lazım bizim o programda, abi gülmüyorum, gülemiyorum. helyum gazıyla ses değiştirmeceler vardı bi' ara,
    ne eğlence ama. o kadar fakir ki.

    20 yılını silin bu adamın, koyun, "ben beyaz, pığogğam yapçam heaaa" desin. kim sallar bu herifi ciddi ciddi ?
    kaç bölüm, kaç hafta gidebilir ?

    çok pardon lan, arka sokaklar gibi bir şey var, unutmuşum. beyaz da izlenir bu ülkede.
    8 ...
  49. komşusunun külüne muhtaç olmayan komşu

    1.
  50. asırlardır süren gelenek ve göreneklerimize ters düşen komşudur. aslında benim alt kat komşumdur. göçmen olduğunu düşünmekteyim. ne güzel demiş atalarımız "komşu komşunun külüne muhtaçtır" diye. ama yok, bu adam çok ters abi.

    yazdım yine, okuyun ulan ayılar.
    bi' film izlesem direk alttan sopalarla vurmaya başlar, hatun gelse kapıda biter, neymiş yatak gıcırdıyormuş.
    yemek yapıyorum, yağ kokusu geliyor, abi n'apayım, sırf seni mutlu etmek için kısır günü yaptım evde, öğrenciler arası.
    sana da bi' kazan getirdim. bu makus kaderimizden nasıl kurtulacağım diye düşüncelerdeyim artık.
    sırf adamı mutlu edebilmek, sorun yaşamamak için artık her geçişimde kapısının önüne küçük sürprizler bırakıyorum.*
    ne bileyim işte, ziyaretime biri geldi diye düşünüp sevinmesi için arada ziline basıp kaçıyorum falan. kızıyla bile tanıştım,
    benim ne kadar iyi bi' insan olduğumu görsünler istedim ailece, her yönden.

    kafam dalgın yine bi' gün odada sigara içiyorum. sigara bitti küllüğü cama koydum, camı kapattım. güzel bi' film açayım dedim.
    ses sistemine bağlıymış alet, son ses de açık. bi' 10 saniye kadar bağırdı çağırdı makine. eyvah dedim işte şimdi sıçtık. abi çıktı tabi camdan. bağırıyo işte , "komşuyuz biz, bu saatte bu ses nedir, uyumaya çalışıyoz" gibi tonlarca söz sarfetti. korktum,
    utandım özür dilemek için açtım camı, açmaz olaydım. dirseğimin küllüğe çarpması ve komşumun suratına küllerin boşalması
    1 saniye sürdü. ne kadar anlattıysam olmadı, adam kasten döktüğümü sandı.
    ama, dedim, komşu, kül, muhtaçlık ? atalarımız, gelenek , görenek ? dedim.

    not : temiz bi' dayak yedim, benle billur mu geçiyon sen diye.
    not2: ev arıyorum beyler.
    not3: komşu da olur.
    4 ...
  51. ereksiyon halinde duvara çarpıp burnu kırmak

    1.
  52. anlatılmak istenen; "ereksiyon halinde duvara koşarak çarpıp cinsel organı değil burnu kırmak"tır.

    tam anlamıyla çaresizliğin, umutsuzluğun resmidir. en kral metafordur. tam düz adamlık eylemdir bi' kere.
    hayat boyunca, genel anlamda başarısızlığın sembolüdür. genç erkeklerimizin çatalına terler damlatan korkudur.
    acaba ?
    4 ...
  53. başlığı tutan yazarın basın açıklaması yapması

    1.
  54. en asil duygularla hazırlanmış basın açıklaması olacaktır. üzerine emek verip düşündüp yazdığı altına da emek ve alın teri kokan entry sini döşediği konu hakkında duygularını ifade etmesidir. bu basın açıklamasını debe editi olarak da düşünebilirsiniz.
    fakat bu yazar daha çok göze batmak istemiştir. en doğal hakkıdır.

    ayırca (bkz: başlığı tutmayan yazarın dramı).
    0 ...
  55. öztorontolular

    1.
  56. kanada' da bir seyahat firması. fiyatları çok uygun, geleneksel bir marka. toronto' nun yerlileri bilir.
    3 ...
  57. eski sevgiliyle aynı yatakta olmak

    1.
  58. üç harf, birbirine eklenince cümlelerle çok şey anlatır. dayanabilmesi, idare edebilmesi, özellikle de anlatabilmesi çok "zor" bir durumdur. zira hala içinizde en ufağından dahi olsa farklı bir üç harfli kırıntısı kaldıysa.
    ve tabi hızlı genç arkadaşlarımızı tenzih ediyorum bu durumdan, eski sevgiliyle yatakta olmak bazen o kadar da zor değildir.

    entry min henüz başında anlatması zor bir durumdur dedim. ben yazıyorum, anlatıyorum, okuyun ulan ayılar.

    iki ev arkadaşım var benim. biri köküm mühendisliği, diğeri de köküm dili ve edebiyatı okuyor.
    köküm dili okuyan dertli, ama ne dert. ya ben ya diğeri buna, "abi hiç boşuna yaşadığımızı düşündün mü ?"
    demişiz, adam dert yapmış kendine dolaptaki vodkanın bittiğini de görünce kapmış 2lt rakı geldi eve.

    hikayeyi, o günü dışarıdan biliyoruz tabi, fakat adam anlatınca anladık biz de tam olarak.
    bi' kadın sevdi bu bir seneye yakın birlikte oldu. iki ay farklı şehirlerde kaldılar iş güç dolayısıyla, döndüğü gün kız ayrıldı bundan.
    dışardan görünen, bize söylediği buydu. ama farklı bi' olay olduğunu sonradan anladık, her neyse.

    rakılar mezeler gırla evde. ben tarator diyorum sen haydari anla. hafiften de koymuş adam arkaya müziği.
    yeşil ördek gibi daldım göllere çalıyo ama öyle bakıyo ki adamın yeşil gözleri dolu dolu, anlatırken hikayeyi,
    sanarsın kendisi yeşil ördek. "o gün" dedi başlattı anlatmaya bizim ördek.

    kız ilk başta bize sadece ders çalışmaya gelecekti, bizimki biraz heyecanlı olsa da ikisi de samimiydi bu konuda.
    yanlış anlamayın adamın aklında sevişmek de yok, barışır mıyız ümidi ezmiş heirifi.
    kız gelmeden önce, gelince yemek de yapalım birlikte demiş, seninle ders çalışırken seni hırpalamayı özledim demiş.
    bizimkini sarmış tabi bi' heyecan. evin içinde dört dönüyo o gün. dün gibi gözümün önünde.
    kız vejeteryan, bi' yığın sebzeden mükkemmel bir yemek yaptı hatta adam. heyecanlı dedim ya, patlıcanlarla konuşuyordu herif.
    yağ sıçrıyor, "lan sus , bana sesini yükseltme" gibi cümleler kuruyo yağa.
    bi' ara odayı toplamaya girmişti, toplarken de müzik açmış. youtube' da rastgele bir playlist.
    biz bi' ara üst kata çıkıp bunu yalnız bırakmışız, büyük hata.
    bi' sigara yakmış bu, yanına da kahve, dalmış uzaklara, içini kemirip bitiren düşüncelerle, lodosda kalmış küçük balıkçı teknesi gibi
    boğuşmuş. gözlerini kapatmış.

    -7 aydır burdayım ben, 7 aydır nerdeydin be kadın ? özledim seni, hani sigarayı yakarsın ufak bi' işin çıkar,
    küllüğe bırakırsın, o erir gider orda. öyle eridim bittim ben burda. annemi babamı da sevdim ben,
    başka bi' kadın da sevdim, ama bunun tarifi yok. 7 aydır şu kapıdan şöyle gir diye ömrümü verirdim ben.
    yok ağlama şimdi yok, bende akıtcak yaş kalmadı ağlayamayız karşılıklı. şimdi ben söylüycem sen dinliycen.
    her yaz gecesi buraya döndüğümün hayalini kurdum ben, senin omzumda uyuduğunu.
    kendimle, sebzelerle konuşmayı öğrendim kadın, sen nerdeydin ? anladım senin de derdin vardı,
    anlarım senin de canın yandı, ama benim yürek mercimek çorbasındaki patates.

    derken adamın sigara bitmeden daha kapı çalmış, gelmiş hatun abla. biz de sesi duyup inmiştik tabi.
    10 15 dakika muhabbet ettik sonra kitaplardan birinin eksik olduğunu farkedip kalkıp alışveriş merkezine gitti bunlar arabayla.
    meğer kitabın eksik olduğu falan yokmuş, adam 2 haftadır düşündüğü doğum günü hediyesini kıza almak için götürmüş kızı,
    çaktırmadan kendine seçtirtmek istemiş hediyeyi. her neyse bunlar döndüler yemek yendi az muhabbet edildi.
    herkes odalara çekildi.

    bunlar odaya girerken ufak bi' müzik sesi bi' yerlerden, dedim ya adam playlist açmış diye.
    girmişler içeri en sevdikleri, birlikte dinledikleri şarkı çalıyo içerde. deyus heyecandan patlamış o şarkıyı duyunca.
    her dinlediğinde o şarkıyı bi' yaşı gidermiş ömründen öyle dedi. ondan açmazmış o şarkıyı zırt pırt, dinlemezmiş.
    bunlar bütün gece ders çalışmış aynı yatakta. kız nezleymiş zaten, ağırlık çökmüş. dersi bırakıp ufak sen, ben,
    biz muhabbetine girmişler. ama suratını görsen adamın bunları anlatırken, değerli, ederi olan parçaları alınan,
    yıkılmayı bekleyen eski bina. yarım saat dertleştikten sonra kız gitmiş evine, bizimki kalmış yine o yatakta tek başına.
    7 aylık yalnızlık mabedi, bütün gün süren "ulan !" serüvenine mezar olmuş.

    son dublede ağzından dökülenler çok garip hissettirdi, önce "sen" dedi durdu, sonra "ben" dedi,
    - ben bu şehirden s.ktir olup gidicem, 2 sene geçecek ve bitecek. ama bi' parçamı tam burda, odamdaki
    yatakta bırakıcam.

    aslında o gün, bugün ve ben köküm dili ve edebiyatı sınavlarıma çalışmayı değil,
    o kadın hakkında yaşadığım hikayeleri anlatmayı tercih ediyorum, azad etmek böyle bi' şey değil.
    8 ...
  59. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük