diyen, bir başbakan ise insan duruyor.
neden duruyor?
üslup...
devletin ve devlet işlerinin dolayısıyla devlet işlerini yürütenlerin halk ağzından farklı bir üslubu olması gerekir ve beklenir. bu siyasi partilere de bir çizgi getirir. bu çizgi de ortama bir denge getirir. bu akış ile gelinen sonuç elbette bu olacaktır. bir başbakanın yönetmekle demeyeceğim, idare etmekle sorumlu olduğu bir ülkede, denge=huzur=güven sağlamak dışında bir hedefi olması, akıl almayacak bir şeydir.
bunları sağlamayı hedefleyen bir başbakanın ise aklına estiği gibi, ağzına geldiği gibi, tam da yeri geldi, sırf ağıza sahip olduğu için konuşması: düşünülemez.
ülke huzuru zaten keyfiyet sahibi olma noktasına yükselebilmiş odaklarca olabildiğince huzursuz ve güvensiz kılınırken, siyasi partiler arası sürtüşmenin ülkeye ve millete neler getirdiğini tecrübe etmiş bir milletin başbakanı, daha hesaplı daha usturuplu olacak diye beklenir. akıl bunu söyler.
bu üslubu en son olarak, yılmaz-çiller diyaloglarıyla yaşayan millet gereğini yapmıştır. önceki izlenen filmler zaten herpimizin dimağında.
milletin hafızası balık hafızasıyla karıştırılmasın. olaylar unutulmuş gibi görünür lakin milletin şuuru altına alınmıştır. yeri gelince hatırlanır ve tepki tecrübeye uygun gösterilir. bu en basit çarpma işlemi kadar kolayca doğrulanan bir sonuçtur.
hâl böyle iken perva(z)sızlık ile edilen laf için,
önce;
bahçelinin susma misyonuna kinayeli bir gönderme yapıp sınırlarını görmek istedi diye yorum getirmiştim. bunda da üslubun bu şekilde olmaması gerektiğini yineliyorum.
sonra;
ülkeyi bekleyen(!) ekonomik sarsıntının sorumluluk bazında değerlendirilmesinin kargaşaya getirilmesi için, zaten şimdiye kadar oluşturulmuş suni gündemlere yeni birini eklemeye fırsattır yaklaşımını sezdim.
kaldı ki; şehitlerin verilmesine sebep olunan becerik(ilke)sizlikleri unutarak perva(z)sızca prim yapma kaygısına girildiği aşikarken...
hadi buyrun bakalım; bahçeli, susma misyonunu zorladı ve yeni bir hamle ile geldi.
(bkz: http://www.internethaber....863&interstitial=true)
edit2:(bkz: http://www.internethaber....news_detail.php?id=160898)
bahçeli'yi konuşturma başarısından kutlanmayı hak eden başbakanımız, çok sevdiği atışarak konuşma, pardon, cevaplama hakkına ulaştı.
edit: dilerim en konuşması gereken, en cevaplaması gereken noktalarda hesaba almaz havasına girip susmayı tercih eden havalı politikacı rolünü oynamaz. *
notumsu: atlar tepişirken otlar ezilir. bu millet; kement atmayı bırak, koşan ata binebilme yetisini kanında taşır. an olacak şuuru depreşecek ve sahip olduğu kudretin damarında gezdiğini hatırlayacak. sabır, sabır, ya sabır...
zigana yürüyüşü ile çığ altında hayatını kaybeden dağcıların ardlarından düşündürdükleri...
üzücü haber alındı ve üzüntünün verdiği acı ile keşkeler yaşanmaya, nedenler aranmaya başlandı.
neden?
neden öldü, 10 tane iyi yetişmiş genç insan?
her insan gibi hayatlarını yaşadılar. yaşarken yapmak istediklerini yaptılar. ruhları ne şekilde kendini ifade ediyorsa o tarafa yöneldiler. doğa tutkunu, doğa sevdalısıydılar. doğanın zorluğunu yendikleri, doğa ile hemhal oldukları her gün ruhları bir için bir zafer, bir tazelenme idi.
insanı ruhu çeker götütürür bir yerlere... neden sormaz giderken... gider sadece...
ama sonuç; pırıl pırıl gençlerin, yaşaması yakıştırılan nice güzellikleri ardında bırakıp, varlık yoluna devam eden gençlerin artık soluk alıp vermiyor olması olunca...
nedenler sorgulanır
nedenler bulunur
hata aranır
hata bulunur
suçlu aranır
suçlu bulunur
bulduk. tamam bulalım. ama bulduklarımız bize kaybettiklerimizi getirmiyor. ve aynı buluntular daha kaç kaybımıza neden olacak... buna engel olamayacağız. çünkü bu aynı nedenlerle yaşanan kaçıncı aynı sonuçtur.
tedbirsizlermiş
tracking tarzı yürüyüşle kar yürüyüşü olmazmış
kar testi yapmadan yürünmüş
en basit bilinmesi gerekenler uygulanmamış
etraftaki avcılar silah sıkmışlar
vs. vs. vs.
nedenler; her son nefes olayında hep vardır ve de olacaktır. nedensizi olabilir mi hiç?
21 yaşındaki, her bir hücresinden sağlık fışkıran bir genç sahanın ortasında aniden düşüp son nefesini veriyor.
neden!!!?
kalp!...
kalp krizi.
nedeni bulduk. faydası... bir başka insanın kalp krizi geçirmesine engel olabilecek miyiz?
evliliklerinin ilk gecesinde şofben zehirlenmesinden ölen çift için nedenler nedir?
bir şofbeni kullanmayı bilememek midir?
neden yalancı olan zahir nedenlere sığınma ihtiyacındayız. neden bu ihtiyaçla zavallılaşmaya bırakırız kendimizi.
her insanın bir ölüm nedeni olacağını atlarız, bu neden sadece "neden"dir.
biz insanların, ölüm sırrı üzerindeki perdeyle yüzleşmemiz için. "neden"lere bulduğumuz her cevap aslında perdedir... kızarız, kahroluruz ve yetiniriz...
mânâ ehli kişiler ise ölümün nedeniyle değil, vaktin takdir edilmiş olmasıyla olduğunu bilir ve nedenlere paye vermezler. ölüm karşısındaki bu gerçek olanı batını görebilme kabiliyeti metanet verecektir ve en zoru ayakta dimdik karşılamayı, kabullenmeyi getirecektir. *
bilirler, dünya üzerinde soluk almamızın vaktinin takdir edildiği gibi, o soluğun kesileceği vaktin de takdir edileceğini. doğmamızda bilmediğimiz gizle dolu görevimiz olduğu gibi ölümümüzde de aynısı mevcuttur. *
ömrümüz bellidir, tıpkı bankaya yatırlan paranın vadesi gibi... ama ömrümüzün vadesinin sahibi biz olmadığımız için bilmiyoruz süreyi, tıpkı paranın vadeden haberinin olmadığı gibi...
neden, açık ve seçiktir. takdir-i ilahi.
tabî görebilenlere...
gücü yeten olmuş mudur karşı koymaya hiç...
seviyorum
bu memleketin her şeyini seviyorum
görgüsüz bilgisiz denilen yurdum insanını seviyorum
seviyorum çünkü içindeki fedakarlık duygusu bizden
zorda kalacağını bilmesine rağmen durumu üstlenmesi bizden
son kuruşuyla misafirini ağırlaması bizden
içi kan ağlarken gülümsemesi bizden
memnun olmasa da memnuniyetsiz görünüp kırar mıyım kaygısıyla hoşnut görünmesi bizden
en görgüsüz haliyle işaretlendiği yürekten yaşayışı bizden
gönül hoşluğu adına attığı adımlar bizden
eğitimsizliğinin ve cahilliğinin farkında oluşunun olgunluğu bizden
cehaletin içinde bırakılmışlığını devletini yüksündürmeme adına şikayetlenmemesi bizden
küçük görenleri kendini bilmenin bilgeliği ile karşısında ufaltıvermesi bizden
binbir çeşit gücün birliğiyle yok edilme çabasını hebaya çıkaran irfanı bizden
gittiği her ülkede aç kalmasına rağmen her ülkeden geleni damak tadının zirvesinde dolaştırması bizden
paris modasından ala renk uyumunu bilmesi bizden
ritim ahengindeki ruhu kavrayışı bizden
kaba sığamayışı bizden
tabiatına sadece kuralı koyan olmanın uyması bizden
tüm halleriyle bu devirde en bozulmayan olması bizden
dört bin koldan yedi iklimden uğraş verilmesine rağmen bastırılamayışı bizden
yıldırım yaratacak güce sahipliği bizden
kadınını tac edecek gönül inceliği bizden
erkeğini tacının sahibi edecek yürek zenginliği bizden
ilmi kavrayınca alemi seyre bırakan dehası bizden
bizden olmayanı bizden sayışı bizden
muhabbetindeki coşku memleketimin
coşkusundaki sevgi toprağımın
sevgisindeki ölçü can verme noktasında vatanımın
gönlümün coşkusu
sevdamsın
1499 kişiyle birlikte birini cesaretlendirerek intihar edişini izleyebilmek...
insanlığın geldiği nokta.
laga luga modunun ve sorumsuzluğun zirve yaptığı insanlar...
hayatı şaka tadında yaşayan güruhun vicdan azabı duymalarını gerektiren "son"...
1500 kişinin teşvikiyle hayata son veriş...
hayatının sona erişini 1500 kişi izleyecek ve birinin dahi umurunda olmayıp ciddiye alınmayacak...
saatlerini paylaştığı, intiharına teşvik edenler ve izleyenler, insan...(!)
hem de 1500 tane...
notumsu: gerçek ortamlarda altı duyuyla kavranan ilişkilerin başarısına ve tadına varmanın ruha vereceği manevii tad ile sorumluluk duygusu taşıyarak insan olmanın onuruyla yaşamak, yolu bir olan akıl ile tercihtir.
ne çok şey yaşanmış güne gelene kadar...
her birinin bir getirisi de var bu güne...
hiç biri yaşandığı yerde ve günde kalmamış...
hatırlamıyoruz çoğunu elbette...
ama...
bu günü yaşamakta etkisi var, yaşama şeklini belirliyorlar...
bu etkiyi yapan şeyler; ilk kez karşılaşılanlardır, "aa...!" ya da "yaa...!!" gibi ünlemlere neden olan hayretler, yeni öğrenilenlerdir.
bazen de, bir sorunun çözümünde izlenen yoldur; birinin hakkının bertarafı ile elde edilen menfaattir ya da maddi kayba rağmen kazanılan manevi hazzı yaşatan durumdur...
okunan kitapta, yerine koyulan kahramanın düşündükleri, mücadelesi, sevgisini/düşmanlığını yaşaması, vs.
anne ve baba kişilikleridir en fazla etkileyen; tavırları, tutumları, konuşma tarzları, ne zaman güldükleri/ağladıkları, nelere kızdıkları, öfkelerini ne kadar kontrol edebildikleri, sevgilerini ne zaman/ne şekilde/ne kadar gösterebildikleri...
yetiştirdikleri evladın ne kadar dengeli ya da ne kadar dengesiz olacağını belirlemekte...
tüm bunların yanında, evladın/kişinin fıtratının gücüne inanıyorum. güçlü bir fıtrat bu etkilerden olabilecek en az şekilde etkilenecektir. fakat zayıf fıtratlar, teslimiyeti kolay yaşayanlar olabildiğince etki altında kalacaktır. iyi/olumlu etki altındayken olabildiğince iyi/dengeli olurken, kötü/olumsuz/dengesiz etki ise karşımıza kötü olmakla kalmayıp kötülükten zevk alan sapık/cani gibi adlandırmaları alabilecek kişilikler de çıkabilecektir.
burada şöyle bir tezat da vardır; güçlü fıtratı illa ki "iyi" algılama olur nedense... oysa güçlü fıtratlarda "kötü" öz olması da söz konusu...
aynı anne babanın evlatlarıdırlar, aynı ocağın çocuklarıdırlar lakin farklı etkileşimler ve sonuçta farklı kişilikler olur çıkarlar...
notumsu: yazının başı ile sonu çelişti sanmayın. çünkü başındakiler de doğrudur/geçerlidir, sonundakiler de... bunu arif birinin sözü özde açıklayacaktır: "alimden zalim, zalimden alim doğar."
din akp den laiklik chp den milliyetcilik mhp den ogrenilmez
bu tekerleme ile türk insanı geldiği yeri göstermektedir.
bu tekerleme ile türk insanı son 50 yılı çözdüğünü göstermektedir.
bu tekerleme ile türk insanı kendine giydirilen elbiseye artık sığmadığını göstermektedir.
diyor ki vatandaş;
beni şekillere sokma,
bana tutmak için kulp takma,
her bir değerime bir ad verip sınıflandırıp ya şusun ya busun deme,
değerlerim üzerinde zalimlik yaparken bunu bilimin üzerinde tutacak kadar düşme,
beni "ben", toprağımı "vatan", ay-yıldızımı "şeref" yapan kutsiyetlerimi kişiliksiz kıvranışlarla ezme,
cömertsin deyip malımı, yiğitsin deyip canımı, hayırseversin deyip maneviyatımı, aydınsın deyip havsalamı yolma.
vatandaşın gönlü kırık... ey iş bilen, kılıç kuşanan, akıl verenler...
bakın yunus size ne demektedir,
ikilikten geçemedin hâli hâlden seçemedin
dosttan yana uçamadın fakılık oldu sana fak
bulaşıcı hastalıklarda, herhangi bir hastalık etkeninin vücuda girdikten sonra üreyip çoğalarak hastalık belirtilerinin ortaya çıkmasına kadar geçen süredir.
hastalık çeşidine gere bu süre değişir. ****
karantina için, kuluçka süresi esas alınır.
zeki insan her yaptığı işle zekasını gösterecektir. bu iş incik boncuk işi deyip bazılarının küçümseyeceği cinsten olsa da... küçümseyenler olsa da dünyaca isim yapmış takı (incik-boncuk) tasarımcıları bu işte zekalarını konuşturarak konumlarını hak etmektedirler.
----------------------------------------
zeki de olsa insandır.
insan bütünlüğü içinde moral, keyif, neş'e, üretme, paylaşma, huzur, vb. unusurların önemi hafife alınmamalı.
boş zaman olmadığına inanırım. düşünmek ve uyumak boş(a) değildir.
takı ve zeka...
ilk insan uzun sapıyla kopardığı bir çiçeği, boynuna dolayıp çiçek sapı çiçek tablasına (çiçek köküne) gelecek şekilde
kıvırdığında ilk takı yapılmış.
ne kadar zekice midir yoksa ne kadar yaşanası keyifli bir şey midir?
zekasını akıllıca kullanıp keyif yakalayabilmiştir midir yoksa...
zeki insanlar da keyifli yaşayabilir.
notumsu: cern'de el altında bolca bulunan model tasarım boncuklarından takı yapıp arkadaşına hediye eden fizik profesörüne alkış istiyorum.
ilköğretim okulu binası yıkılacaktır çünkü binada üflesen uçacak şeklinde bir sağlamlık vücut bulmuş haldedir.
ortamda bulunan lise binasına taşınmaları uygun görülünce liselilerin ve anasınıfı-ilkokul-ortaokul öğrencileri ile birlikte okulu paylaşmaları söz konusudur.
problemleri önleme adına, aynı zamanda okulda olmasınlar denir ve lise sabahçı, ilköğretim öğlenci yapılır. sorun bir nebze çözülmüştür ama farklı zamanlarda da olsa aynı sınıflar kullanılacaktır...
lise yazı tahtasına yetişmeye çalışan ilköğretim öğrencileri, önümüz bayram için süslenmiş bir sınıftaki lise öğrencisi, her iki yaş grubuna da nasıl uydursak denilen sıra boyları...
sdk
sıdık = bükülmek ile karıştırılmamalıdır zira anlam çok farklıdır.
isim olarak; erkek: sıddık, kadın: sıddıka
sıddım = inancım
sıddım sıyrıldı: bir deyimdir. halk ağzında aynen böyle geçer.
durum vaktiyle sevip, değer verip, inandığı lakin öyle şeyler görmeye, tanık olmaya başlamıştır ki; an gelmiştir taşıdığı duyguların zerresini hissetmez olduğu gibi, tiksinme hissi gelişmiştir.
tiksinir çünkü, kendine kızgınlık taşımaktadır, nasıl inandım! diye...
sebep, 11 eylül misali bir yere varmak ise ergenekon muammasıyla rastlaşacağız.
ee onunda hasadı yapılırken iş nereye varacak diye kaygılanmamak elde değil.
haa bi de, 11 eylül misali bir yere varılacaksa bu millet 17 fidanını değil 17 bin fidanını da teslim eder tsk'ne.
amma ve lakin sonu bilinmez bir yolda hesapsız ilerleniyorsa, değil 17, değil 5-3, 1'in dahi hesabı fena sorulur. kul sormazsa sahibi soracaktır. amenna...
notumsu: musa'nın hızır ile yolculuğundaki halini yaşamama gücünü göstere(bile)nlere imreniyorum.
iki kişinin beraberliğinde yaşanan ilklerin günüdür.
tanışma, birlikteliğe karar verme * , sözlenme, nişanlanma ve evlenme gibi günler, bir çift için özel günlerdir.
bu ilk günlerin yaşandığı günler muhteşem anlarla dolu muhteşem günlerdir.
de... bu tarihi alınan günlerin sene-i devriyeleridir zor olan.
muhteşem kılan heyecanlı anlar hatırlanarak heyecanlar tazelenmek istenir.
hatırlamazsan karşındaki için bittiğinin resmidir.
sorar hatırlatma adına ve sen en yanlış cevabı verirsin... gözden düştüğün andır.
-hayatım, bu gün ne?
-çarşamba
....... sessizlik......
bir şeyler ters gidiyor! na na na naaaa....
göz göze gelirsin... "hadi bil(e)me de göreyim seni" bakışlarıyla çarpışırsın.
insan beyni bu, saniyenin 1/1000 hızla ilerler impuls, değerlendirmeleri yapar ve efektör organ faaliyeti başlar.
-eeeh yani canım, geçen yıl salı idi, nasıl unutacağımı düşünürsün...! bizim günümüz, düğün günümüz...
kalkılır kucaklanıp öpülür, sıcak teması bertaraf etmenin adına (!) atlatılmıştır da, ne kadar yıl yaşlanılmıştır artık...
özel günü hatırlamayı "geçtin" diyelim...
ya hediye aldın mı?!
bunu dramatize etmeyi düşünmüyorum.
burada canımı sıkan tek şey kadınların sadece günü hatırlayıp hediyesini bekleme şeklinde gösterdikleri davranıştır. sanki sunak yerine koymaktadır kendini. hediye verilerek takdis edilmeyi beklerler. sanki adamın evliliği kendisi demek... artık ne mana ise bana o kadar manasız gelen davranış şeklidir.
sormak lazım...
sen, partnerin ve evliliğiniz...
evlilik sen mi oluyorsun ki; niye kutlanmayı beklersin.
evlilik ne kadar sensen, o kadar da "o" dur.
notumsu: bazıları bu eleştirime; en güzel hediye "ben"im imasıyla pişkince gülümserler... evlilikte kendilerini hep "veren" konumuna "koyulmaktan" memnun, "alma"nın tadına varamadan yaşarken...
günlerden ne olduğu, yaşayan insan için önemlidir. o gün olanlar vardır. önceki günde olmuşlar, sonraki günde de oldurulacaklar vardır. hayat devamlılıktır ve beklentiler gerçekleştikçe gün başarılı sayılır. ki yaşamanın mânâsı bulunur.
kendinin farkına vardığı an, düşünülüyor muyum sorusu aklına geldiği andır. nefes alma işini dilindeki ismi tekrarlamak için yaptığını farkeder. sanki solukla değil de ismi tekrarlayarak nefeslenmekte gibidir.
günlerin geçip gitmekteliğine değil de, sadece neden vuslata eremeden geçmektedir diye dertlenmektedir.
dilindeki kelime bir isim. bir isim olmaktan çıksın da, göreyim, duyayım, hissedeyim ister. öyle bir kuvvetle ister ki, engel tanımaz. hedefe kilitlenmiştir. varış an meselesidir.
varış vuslat olur elbet, hissiyatının muhatabı da aynı hissiyat içindeyse. yükseliş söz konusudur o vakit...
ya, hissiyatlar karşılıksız ise;
yanan, kavrulan için; aşk ateşinde yanan, kulun aşk ateşiyle dahi olsa, allah katında, ilahi aşkın ateşini yakalamış boyutta sayılır vechiyle düşünüp şanslı mı desek...
yoksa; hiçbir demde mest olamayacak bir leyla, bir mecnun mu olacak da, insanlar nezdinde meczup görüleceğinden, şanssız mı desek...
söyleneni duymayan, anlamayan, ortamda fakat (!) değil...
off...dedirtir aklı başında olana. topla bir kendini. işine bak, hayatına bak, iyi ol, daha iyi ol. hayat bahşedilmiş sana. hayatı onurun ile yaşamalısın. seversin, hissedersin, onsuz olamazsın, falan filan ama yok bu kadarını kabul edemem. sen insansın. onurun olmalı. kendini kapıp koyvermemelisin. bak haline, neydin ne oldun...
değer mi?
duyar mı?
sizce duyar mı bu sözleri, aşk oduyla yanan vücud.
ne diyorsun sen diyen bakışlarla; bendeki hâl gelmemiş başına, ki senin için bir yanım şanslı derken, bir yanım boşa yaşıyor diyor. iyisi mi, şansını al ve onurunla yaşamaya devam et.
notumsu: bu moddaki bir aşk, insanı; "insan var, melekten üstün; insan var, hayvandan aşağı" yaklaşımının ne tarafına çeker sorusuyla beynim karıncalanmakta...
karıncaları yok edip bu yaklaşımın uymadığını düşünsem ve bu moddakiler için "beyinsiz" diyenlere mi katılsam...
bu katılımdan da vazgeçip "zaman her şeyin ilacıdır" düşüncesinde nefes mi alsam!
1865'te yayınladığı bitki melezleri üstüne denemeler isimli eseriyle "kalıtım" biliminin kurucusu (babası) olarak kabul edilmiştir.
Biyoloji biliminde canlılar arasındaki benzerlik ve farklılıkların ortaya çıkmasını sağlayan etmenleri ve bunların kuşaktan kuşağa nasıl geçtiğini inceleyen bilim dalına kalıtım bilimi(genetik)(soyaçekim) denir.
bezelyelerle yaptığı çalışmalarda, aktarılan özelliklerin "faktör" denen birimlerle sağlandığını açıklar mendel. bugün, bu birimlere "gen" deniyor.
notumsu: gen deyip geçil(e)meyecek kadar büyük manalardır. canlının a b c si(dili)ni içerir. insanlık canlının dilini sökmüş ve artık okuma-yazma çalışmalarına geçmiştir. hızla yeni gerçekler ile buluşmalar dönemindedir insanlık.
sağlık sebebiyle tutul(a)mayan orucun hattı zatında alın(a)mayan manevi hazzın verdiği acıyla kavrulmaktır.
notumsu: iftar=zafer ise 29xzafer için bünyenin yaşayacakları düşünülünce kavrulmamak elde midir...!?
..
..
siyah renktir.
girdiği ortama gerçeklik ve oya gibi de güzellik katar.
girmediği zaman bir şeyler eksiktir.
girdiği zaman hayıflanan renkler olur; ne güzel cıvıldaşıyorduk, nerden çıktın geldin şimdi! görmezden geldiklerimizi hatırlatmak marifet mi yani...?
notumsu: tek düze olan her şey çıkmaza götürüyor. bu gülmek te olsa... öyle işte... ağlarken gülecek bir şey hatırlamak kadar gülerken de ciddi bir şeyleri hatırlamak her "an" içinde nefes almak demektir.
..
..
nokta denince aklıma geliverir nedense...
hayatına noktayı koydu denir ya. ondan olsa gerek.
ölüm/nokta, son.
öyle mi?
yani noktadan sonra daha bir şey yok mu, ilerisi yok mu, hareket kabiliyeti bitti mi, yeni açılımlar yok mu artık, bu kadar mı yani?!
yok işte, bu kadar diyenler, hayatın başlangıcı ile ilgili görüşlerden salt olarak somut fikirler içerenleri benimseyenler olacaktır.
hayatın başlangıcının somut fikirler + ilâhi güç olduğunu bilenlerdir "var" diyenler. tıpkı, insanın "var" oluşunun doğum olayı ile başlamadığını bildikleri gibi.
notumsu: noktadan sonrası yok diyenlere, her kitap tek cümlelik olmalı, diyesim geliyor.