tüm umutların tükenmesi.
hayallerin gerçekleşmeyeceğini kavramak.
uğrunda yaşayacak şeyleri yitirmek.
umutları yitirmek.
sonra kişi gün içinde durup duruken ağlarken bulur kendisini. yolda yürürken, yatağa girdiğinde, uyku kaçınca balkonda sigara içerken süzülür gözyaşları. daha sonra, "balkondan, pencereden kendimi aşagı atsam mı ki?" diye düşünür ara ara. aslında düşünmez. sadece bu düşünce zihninde beliriverir. balkona ya da pencereye yaklaşır. aşağıya bakar. ve her seferinde kendi zavallı cansız bedenini kanlar içinde kalmış, parçalanmış şekilde betonun üzerinde dururken hayal ettiğinde bunun son derece korkunç bir trajedi olduğunu düşünür, ağlamaya başlar ve vazgeçer ama bu ölüm düşünceleri onu dürtmeye devam eder.
adını ne zaman okusam duysam beni hafif hüzünlendiren, bana çok güzel anılarımı eski yıllarımı hatırlatan leziz içkidir tabi muhakkak bir içkiden daha fazlasıdır.
neden kendi televizyonumu kendimiz yaratmayalım diyen insandır. bir projektörle istediğin belgeseli, filmi, programı, videoyu izleyebilirsin, hem de istediğin gibi istediğin zaman.
şöyle anlatayım, 1 hafta içinde yetiştirmem gereken 60 sayfalık çeviriden ve bitirmem gereken projeden alıkoydu beni, işimden gücümden uzaklaştırdı, dünyayla irtibatımı koparttı breaking bad. öyle bir şey ki durduramadım. oysa sadece 1. sezonun 1. bölümünü izlemeye niyetlenmiştim. aradan 3.5 gün geçmiş, 3 sezon bitti * çok şükür. şimdi işime gücüme dönebilirim. işte breaking bad öyle bir şey. insanı ele geçiriyor.
2012 yılında gelmesi sabırsızlıkla beklenen bir devirdir.
gökdelenler, yüksek binalar yüzünden gökyüzünü göremez olduk. nereye baksan beton yığınları. doğal gaz, egzoz, fabrika dumanları gibi bilimum ve maximum zehirli dumanlardan, kimyasal atıklardan, kimyasal içerikli besinlerden dolayı kanser 20.yy ın çok popüler bir hastalığı haline geldi. hayır, odam havalansın, oksijen girsin diye pencereyi açıyorum, açmamla kapamam bir oluyor. neden? çünkü odama oksijen yerine atmosferde özgürce salınan zararlı yoğun gazlar giriyor. nefes alıncak gibi değil. alıştık tabi farkında değiliz, nefes aldığımızı sanarak devam ediyoruz yaşamımıza.
stres ve depresyon, onlar da 20.yy ın en en popüler ruhsal rahatsızlıklarından sadece ikisi. obsesif kompülsif kişiler mi ararsınız, paranoid kişilik bozuklukları mı ararsınız hepsi metropollerde.
hergün kavga, kıyamet, huzur yok, insanlar mutsuz, suratlar 5 karış.. adeta caddeler yaşayan ölülerle dolmuş taşmış.
köşedeki bakkala gidecek olsak arabaya atlıyoruz. e haliyle işlemeyen demirin ışıldamayacağı gibi kalp de yeterli kan pompalamamakta, damarlar tıkanmakta, vücut yağ depolamakta, kalp krizi geçirilmekte ya da felç.
bir de müthiş bir tüketim çılgınlığıdır almış başını gitmekte.. o konuyu hiç açmayalım.
eski devirlerde göç eden türkmen yörükler bunu sık sık pişirirlermiş. özellikle sabahları güç, kuvvet, enerji versin ve tok tutsun diye. maliyeti de azdır. aslında bu tatlının kökeni ta buralardandır.
öyle bir an yoktur. öyle bir anın varlığı koca bir yanılsamadır.
kimileri de vardır bir deliyi sever. belki de ondaki bu deli hal ve tavırlardır onu ona çeken.
vurdumduymazdır. karşısına geçip bağırıp çağırsanız tepki vermez, karşılık vermez. durur, sakince sizi izler yüzündeki hafif gülümseyişiyle. gülümsemesi yeterlidir... ve hakaret edersiniz; sakince, bunun güzel bir davranış olmadığını söyler size; ezilirsiniz yerin dibine geçersiniz belki.
arada bir sorumsuzluğu kendisine görev bilir, ne geçmişi düşünür ne geleceği, zaten ona göre herşey olması gerektiği gibidir. kim takar dünyayı, kim takar zenginliği ya da fakirliği. kim takar toplumun insanlara dayattığı tüm o saçma sorumlulukları.
paspaldır, serseridir işte. traş falan olmaz, saç sakal birbirine girmiştir. beyhude yaşar. " ben böyleyim, beni seveceksen böyle sev ya da çek git" der
seçici değildir. bir şampuan satın alacaksa, raftaki herhangi bir şampuanı alır çıkar. hangi şampuanı aldığı hiç farketmez saçlarını yıkasın yeter. şampuan almasa da olur, vucudunu sabunlarken saçlarına da sürer sabunu. amaç neyle yıkandığı değil, temizlenmektir. şekle göre adam seçmez. insanın temel işlevsel yönleriyle ilgilenir, ruha bakar en kestirme yoldan
patavatsızdır. an gelir öyle bir şey söyler ki... ama bu onun hesap kitap yapmayışından, kendisini doğrudan ifade edişinden kaynaklıdır. nasıl davranmak istiyorsa öyle davranır, durup düşünmez. kırılacaksa kırılsın. alınacaksa alınsın; adamı kendisiyle yüzleştirir. yalan söylemek nedir bilmez. iltifat etmez. güzel kelimelerle kişinin egosunu şişirmez. var olan şeylerin en çıplak halini size sunar.
umursamazdır. yarın ne olacağını düşünmez. sadece yaşadığı güne şükreder. bir sonraki öğünde ne yiyeceğini bilmez, bilemez. o an karnı toksa buna şükreder geçer.
kimilerince mükemmeldir, kimilerince çok eksiği vardır. ne farkeder. o öyledir, aşık olunasıdır, olunur.
çocuklar gibi özgür ve saftır. çocuklar da seçmez, yalan söylemez, iltifat etmez, yarınını düşünmez, ne giydiğini önemsemez, çocuklar delidir.
gün içerisindeki basınç değişkendir. gece ile sabah arasında bir basınç farklılığı vardır. bu nedenle geceleri basınç daha yüksek olduğundan eşyalardan çat çut çıt pat sesleri gelebilmektedir, çok doğaldır.
dişlerimiz de hep geceleri sabaha karşı olan zamanlarda ağrır, basınç farkından dolayı.
haksız bir önermedir. din bir yana dünya bir yana diyen, ibadetini sonuna kadar yapan, sürekli dua eden ammavelakin recmi savunan savunmakla kalmayıp recm edilen bir insanı can çekişirken izlemekten zevk alan ve bunla da yetinmeyip recm eylemine şevkle, zevkle, hırsla katılan bir insan ne kadar iyi bir insandır, sorgulanmalıdır.
ayrıca kendi sistemine uymayan bir insanı sonuna kadar reddeden ve karalayan, psikolojik baskılarla ve yaptırımlarla insanların iradesine müdahale eden ve "o, bu, şu günah, cehennemde yanacaksın" diyerek yüreklere korku salan insanın da iyi bir insan olup olmadığı düşünülmelidir.
iyi bir insan olmak için din değil, vicdan gereklidir.
- bu eve gelen ilk kız sensin.
+ eee! yani?
- bulaşıklara, banyoya bir el atsan. evi de şöyle bir süpürüp silsen tozunu alsan haa bir de yemek yapsan olmaz mı ayşe?
kalemi, silgisi, defteri, çantası, herbirşeysi en az bir gömlek daha iyi olan çocuktur. onun kalemleri renk renktir, silgileri kokuludur. muhtemelen bunlar yurt duşından gelmiştir. beslenme çantasını hiç sormayın. o yaşta ne zengin çocuk, ne de fakir çocuk farkındadır bütün bunların.
dolayısıyla, diğerlerinden hiç bir farkı olmayan çocuktur.
zehra harikalar diyarında(!). normal cocuklar o yaşlarda sokakta ip atlayıp saklambaç oynarken, bizim zehra buhran geçirip antalyalara kaçar. normal cocuklar yaşlarına hitap eden eglenceli neşe veren müzikler dinlerken bizim zehra bach dinler. normal cocuklar rengarenk resimler yaparken, bizim zehra aptal bir dergide yazar(!). normal çocuklar geleceğin fizikçileri, bilim adamları, yazarları, müzisyenleri, sanatçıları olcakken, bizim zehra gece klüplerinden, eğlence ve alışveriş merkezlerinden çıkmaz. yazık ulan zehraya. bence normal çocuklarımız esasen harikalar diyarında.
cok sık taşınan şehir şehir gezenin durumudur. bir türlü adapte olamamak ve gerek de duymamaktır. içinde bulunduğum durumdur. aslında kişi mutludur "heryer, herşey benim ama ben hiçbir yere/şeye ait değilim" modunda takılmaktır. Dünya onundur ama o dünyaya ait değildir. evrenle bütünleşen insanların hissettikleridir. uzaylı oldugunu bilir çünkü uzayda yaşamaktadır. güzeldir. herkes bu modda olsa dünyada mutlak barış olasıdır.