tabi, elin avrupalısının çocuğu muhteşem bir ortamda yetiştiği için, her gün farklı kıyafetler giyebiliyor ama bizim türkiye'de işler öyle olmuyor.(muş)
Şöyle bir durum da var. hani diyoruz ya zengin-fakir ayrımcılığı olacak diye, yok durumu olmayan ailelerin çocukları ezilecek diye. Durumu iyi olan ailelerin çocukları he rşekilde kendini belli ediyor zaten. Ha formanın üzerine giyilen bir hırkanın, kapüşonlunu markası bile etkileyebiliyor bu durumu; ki okul yönetimi de karışmıyor genelde bu duruma. o fakir ailenin çocuğunun giydiği ayakkabıyla, zengin ailenin çocuğunun giydiği bir olmayacaktır. yani durum şu, formalar kaldırılsa da kaldırılmasa da bu fark çok açık gözükecek.
kaldı ki, o formalara verilecek parayla gidip çok da güzel pantolonlar, tişörtler alınabilir. bir forma takımı, toplam 100 liradan aşağı olmuyor yani. sene olmuş 2012, hala bazı okullardaki çocuklar sanki devlet memuruymuşlar gibi kravat takıyor. bu.
Geçen gün, akıllı tahtanın üzerinde attığı adımlarla sınıfı "bip bip bibibiip bip bip" seslerine boğan sevimli hayvan. Tüm sınıf Noluyor lan?!? olmuştuk. Vestel tararfından üretilen dokunmatik televizyonlar, sinek bacağına duyarlı diyebiliriz yani. *
bunun, google türkiye'nin istediği bir şey olup olmadığını bilmiyoruz. belki de fazlasına izin verilmiyordur. çengelli iğnenin mucidi için günlerce uğraşılan logonun yanında, bu gerçekten türkiye için bir hakarettir.
Şu günlerde sıkça artan hadise. 29 Ekim'de de böyle olmuştu, bugün de öyle oldu. gerçekten bu gibi milli bayramlarda sosyal ağları, sözlükleri, forumları yasaklıyorum kendime. Dört bir yanımda, atatürk özlemiyle ilgili gönderiler görmek isterken, gördüğüm sadece -bir şekilde bağlayarak- ak partiye hakaret oldu. Atatürk ile tayyip karşılaştırmaları, tayyibe laf sokmalar, ak partiye küfür etmeler...
"bak atam, ne hale geldi ülke üh ühü hüh"
"atam recep çok kötü akparti çok bok ühühühü"
"atam ülke çok kötü laiklik elden gidiyor ühühühü"
lütfen, bırakın artık. milli bayramlarda, anma günlerinde, siyaset yapmayı. atatürkle tayyibi, belki kılıçdaroğlunu, obamayı karşılaştırmayı. Öyle bir karşılaştırmanın amacı ne olabilir ki? Bu dünyaya, onun gibi bir insan daha gelmeyeceğini bilmiyor muyuz? Ne peki bu milli bayramlardaki ak parti zıtlığı? Ya da başka bir parti, hiç umrumda değil. Türkiye'deki siyaseti doğru bulmuyorum. Ama her özel günde de böyle şeylerin yaşanmasından "bıktım" bakın en yakın örneği, 29 ekimde yaşandı, malumunuz ulus meydan savaşı'nda. Gerçekten de, hep söylediğim gibi, türk insanının %60ının aptal olduğunu da böylece görmüş oldum, tekrar tekrar.
Öncelikle, şu konuya değinmek istiyorum. Kesinlikle hiçbir partinin tarafını tutmuyorum, türkiyedeki tüm siyasilerden de nefret ederim zaten. Sizin bu polislerle alıp veremediğiniz nedir? Nedir söyleyin? Polis, kendi fikri, düşüncesi, yapmak istediği ne olursa olsun, kendine verilen görevi yerine getirmek zorundadır, böyle bir gerçek var. Onlara denmiş ki, buraya insan sokma. O kadar. Peki çok değerli türk vatandaşı ne yapıyor? istanbulda Cumhuriyetin 89. yılını kutlayabilecekleri onlarca yer varken, valiliğin 1 hafta öncesinden yasakladığı ulus meydanını seçiyor. Neden yasakladığı hiç önemli değil, bomba ihbarı alındığını, gerginliklerin yaşanabileceği, canların yanabileceğini söylediler. Oraya ısrarla giren vatandaşı görüyorsunuz. Neden peki? Neden o kadar yer varken, kutlamanın yasaklandığı bir yer seçiliyor? Peki oraya o insanlar girseydi, tahmin edildiği gibi de bir bomba ihbarı, saldırı vb. şey çıksaydı, sizce valiliğin durumu ne olurdu? O kadar insanın canı? Sokma dendiği halde, vatandaşları oraya sokan polisin hali ne olurdu peki biliyor musunuz? Mesleğinden edilirdi, ekmek kapısı kapanırdı. Kendilerine denileni yapıyorlar, tek suçları (?) bu. Peki gelin, bakalım medya bunu nasıl yansıtmış.
Polis, cumhuriyetini kutlamak isteyen vatandaşlara, biber gazı sıktııı. -kanal d
Eline türk bayrağı alanı dövdüleeer -haber türk
Twitterda, tumblrda, faceebookta onlarca şey söylendi ki, bu konu hakkında. Türk polisine lanetler edildi, hakaretler edildi. O polis sayesinde, gece yataklarında rahat uyuyor türk milleti, neden bunu görmek istemiyorsunuz?
Ayrıca, eğer ulus meydan savaşındaki görüntüleri daha dikkatli izleyiniz. Her kanalın yayınlamadığı bir görüntü de var. Vatandaşlar polisin birini el geçirip, yaka paça dövüyor, tekmeler atıyor. Mesleğini yapan, belki de kimseye zarar gelmesin diye uğraşan polis. Tazyikli su ve biber gazına gelecek olursak. Geçenlerde gördüğüm bir tweet di sanırım: yakında akepe zili çalıp yüzümüze biber gazı sıkacak
Değerli arkadaşım. Sorun çıkarmak, ortalığı yaygaraya vermek istemediğin sürece kimsenin sana biber gazı sıktığı yok. O kadar vatandaşın oraya girmesi yasaklanmış bikere. Polis de bunun emrini almış, peki sen bu kalabalığı başka nasıl yatıştırabilirsin? O insanlar istanbuldaki 41384132 meydandan birinde, güzel güzel yürüyüşlerini yapsalar, Cumhuriyetimizi kutlasalar, kim onlara gelip bayrak açtığı için gaz sıkacak? Cidden bunun böyle olacağını düşünecek kadar aptal mısınız? Bir kere, insanlık haklarına aykırı olurdu bu, çevre düzenini bozmayacak şekilde, uygun bir topluluk istediği yerde toplanabilir. Ama sırf yine kendilerine gelecek bir zarardan endişe duyularak yasaklanan bir meydana, sırf inadına, yaygara çıkarmak adına gitmek, elinde türk bayrağı ile polise karşı çıkmak, amaç ne bunda? Cumhuriyeti böyle mi temsil ediyorsun sen gerizekalı? Bu ülke, hepimiz bir bütünüz, polisimiz, askerimiz, doktorumuz. Bense bu yapılanlarda Ben mantıklı bir şey göremiyorum açıkçası. Kılıçdaroğlunun yaptığını ise, ayrı bir tarafta yargılıyorum. O da gidip milletin arasına karışmış. Tayyip desen, zaten koltuğunda oturmuş, Samanyolu haberi izliyor. Dediğim gibi, tük siyasilerinin büyük çoğunluğundan nefret ediyorum. Gerçek anlamda, tek bir siyasi gelmiştir bu türkiyeye, Mustafa kemal Atatürk. Bu kadar. Bir de, tüm bu olayları atatürkün adını kullanarak, kendilerini cumhuriyetin bekçisi sanarak yapanlar var. Ne diyeyim ben.. Ah atam, adın altında yapılanları görsen. Kemiklerin sızlıyor biliyorum. Huzur içinde yat.
Hiç olmazsa, türkiyenin yarısının oyunu alıyor diyoruz. Düşünsenize, ak parti karşıtı biri olsun, ve bu oran da %80'e çıksın. 10 insandan 8'i akepeli. O zaman? Lan bu ülke akepe ülkesi olmaz mı? Kalkıp gitmek düşer o birisine de. ah ah.
Şu son günlerde, apple kızdıracak cinsten bir reklam yaparak gözüme -nedens girmeyi başaran firma. reklam çok önemli. bence.
reklamda nokia'nın apple'la dalga geçme konusu ise şu. nokia, apple iphone'ların iki renkle sunulmasını çok sıkıcı ve itici buluyor. kendi lumiaları rengarenk tabi. reklam videosunda da yine iphone sırasında bekleyen insanlardan birinin aklına muhteşem bir fikir geliyor, falan filan. alın işte video: http://www.chip.com.tr/vi...one-5-li-reklam_2895.html
haber ise burada: http://www.chip.com.tr/ha...na-cok-kizacak_36273.html
cehapenin akpartinin her sözüne karşı çıkmak gibi bir durumu var, evet. ama bazı durumlarda da, artık birbirlerine sataşmayı bırakmaları gerek. bu da öyle bir konu.
--spoiler--
Yaz biterken, yazın tatlı akşamüstüleri, yerini soğuk, gergin, bunalımda bir havaya bırakıyor. sonbahara doğru hava ergenliğe giriyor, bunun acısını biz insanlar çekiyoruz. Bense hangi mevsimi daha çok sevdiğim sorusunu cevaplama isteğimi çoktan kaybettim. cevapsız sorulardan biriydi o.
Geçen hafta bu yeni mahalleye taşınalı bir yıl oldu. ben bu bir yıl içerisinde gerek zaman olmayışından, gerekse meraksızlıktan mahalleyi keşfe çıkamadım. tek bildiğim yer, evle ana yol arasındaki yol, bir de servisi beklediğim yer ve çevresi. caminin yanında bekliyorum servisi, tam köşede. aşağıya doğru ise bir yol iniyor. benim dün akşamüstü canım sıkılmasaydı, belki de yolun sonundaki parkı hiç keşfedemeyecektim.
Akşamüstü keşfime saat 4te başladım, zaten parkı görünce içimde oturma isteği oluştu, böylece mahalle keşfi de başlamadan bitmiş oldu.
Klasik bir mahalle parkıydı burası. üst kısmında zamanla kırmızı boyası dökülmüş, paslanmış demirleriyle bir çocuk parkı; alt kısmında ise çoğu zaman mahalle kadınlarının oturup çekirdek çitlediği, dedikodu yaptığı oturaklardan oluşan, kadınlar parkı. en azından ben öyle tahmin ediyorum, yerdeki çekirdek kabuklarına bakarak. tabi ara sıra telefonlarından arabesk rep açıp, oturağın oturulan yerine ayaklarını koyup, yaslanılan yerin üstüne oturan ergenlerin mekanı da olabilirdi burası. emin değildim. Neden oturulan yere oturmadıklarını ise bir gün içlerinden birisine sorup, iyi bir dayak yiyeceğim ya neyse.
6gen şeklindeki üstü kapalı oturakların hepsi boştu. parkta da hiç çocuk yoktu. terk edilmiş gibiydi sanki park. neyse, bu da benim işime geliyordu zaten. en köşedeki en temiz görünen oturağa oturdum. Ah gerçekten ne kadar da keyifli bir yerdi burası. Ergenliğe girmiş doğanın depresif, bulutlu havasına baktım. çoğu insanın içini karartan bu hava, beni daha çok düşünmeye, gerçek hayatla daha çok yüzleşmeme olanak sağlıyordu. Sessiz sokaklar. evlerine çekilmiş insanlar. Eserken tüylerinizi ürperten rüzgar. dokunsanız ağlayacak bulutlar. tam benim havamdı bu. sanki korkunun fiziksel biçimiydi. hava durumunu sunan kadının yarın hava korkulu olucak demesi gibiydi. O an kitabımı yanıma almadığım için çok kızdım kendime. burada çok güzel okunurdu haa. yok yok. oturamazdım ben böyle. bi kere girmiş aklıma. dayanamdım da sonra zaten, eve kitabımı almaya gittim. 2 dakikalık yol, nolucaktı yani?
En son okuduğum kitap, yatağımın başucunda duruyordu. Aldım kitabımı, bir de buz dolabından probis aldım, atıştırmalık. az sonra ulaşacağım nirvanadan şimdiden haz duymaya başladım. yuppiydi hayat artık benim için. evden dışarı çıktım. park yoluna koyuldum. tam parkın girişinde duruverdim istemsizce. bakakaldım öyle.
Karşımda duruyorlardı. Birbirlerinden hoşlandığını zanneden, soğuk havaya inatla sarmaş dolaş sarılmış, iki genç, oturağımda oturuyordu. arkaları bana dönüktü. oğlan elini kızın beline dolamıştı, kızın da bir eli çocuğun omzunda. diğer ellerini de önlerinde buluşturduklarını tahmin ediyordum. Çaktırmadan öpüşüyorlardı, bence sevişiyorlardı. günün birinde de böyle çaktırmadan ölüp gideceklerdi. kimsenin de umrunda olmayacaktı. sırf üzerinden zaman geçti diye, değerlenecekti bu anlar, anı adını alacaktı.
Gıcık olmuştum bu ikiliye. Ha ne var yani ne gidin evinizde öpüşün yani sevgilisi olan var olmayan var? Kaldı ki, benim yerime oturmuşlardı. niye ki? Koskoca dünyada, sevişmek için neden benim mutlu olacağım bir yeri seçiyorsunuz ki? Sizin mutluluğunuz daha mı değerli yani?
istemiyordum bu yılışıkların keyfimi bozmasını. biraz sonra kalkar giderler, düşüncesiyle tatmin etmeye çalıştım kendimi. oturdum onların arkasındaki oturağa. bekledim. gitmediler. elimde olsa gidip onların olduğu çardağa oturacaktım, tam önlerine. dik dik bakacaklardı suratıma. ne diyeceklerdi ki? Gir buradan, sen buradayken sevişemiyoruz Bu ya da buna benzer bir şey söyleyeceklerdi, ya da mahcup bakışlarla kalkıp gideceklerdi. tabi, ben böyle bir şey yapabilecek cesarete sahip miyim? değilim. onların hemen arkasındaki çardağa oturarak zaten kendimce büyük bir cesaret örneği sergilemiş oldum. zaten arkaları dönük olmasa, oraya da oturamazdım.
Biraz sonra parka iki çocuk girdi. yüzleri kapkaraydı. sahi, neydi onları böyle yapan? genetik bir şey olduğunu sanmıyorum, akşama kadar sokakta oynamaktan olsa gerekti. pislikten mi yani? güneşten mi? bilmiyorum. ne zaman böyle bir çocuk görsem, ileride seri katil olabileceğine karşı şüphe oluşuyordu içimde. çocuklar ceplerinden çıkardıkları bir şeylerle, parkta oynamaya başladılar. dikkat etmedim.
Bizimkiler hala sevişiyordu. bir yandan da saçma sapan sevgi sözcükleri savuruyorlardı ortalığa. sessiz konuşuyorlardı, bir şey anlayamıyordum. iki çocuk da bir şeyler söylüyordu, ama garip bir şekilde bunlar beni hiç rahatsız etmiyordu. SAnki hepsi, bu ortamın olması gereken birer parçasıymış gibiydi. Keyfim büyük oranda kaçmış olsa da, kitabımı huzur içinde okuyordum. Bir süre sonra, önümdeki çiftin de, benim de bakışlarımız, reflex olarak çocuklardan yana döndü. biri diğerine Amuğaa goyum serkaan diye bağırıyordu. önümdeki çift biraz rahatsız olmuşlardı sonunda. Huzurlarının zedelenmesi sadistçe hoşuma gitmişti. Çocuğun serkana niye öyle bağırdığını anlayamamıştım. benim de önümdeki çifte öyle bağırasım gelmişti. içimden: amuğa goyuum gitsenize yaaa!
Bıkmıştım artık. hava da kararıyordu. oturduğum yerde iki büklüm olmuştum, oturan yerlerim ağırmaya başlamıştı. benim oturduğum yer kuş pisliğiyle doluydu, üstü açıktı, yerde de çekirdek kabukları vardı. önümdekilerin oturduğu -benim- yerim ise tertemizdi. salaklar. sinirlendim. probisimi yedim. kitap okuyamıyordum artık. Kalktım ben de sinirle. Parkın çıkışına doğru yürüdüm. tam evin yoluna koyulmuşken, çiftin yerimden kalktığını gördüm. ulan dedim. neyse. zaten artık oturamazdım oraya. götlerinin ısısından sıcacık olmuştur oturdukları yer. zaten artık bana aitliğini kaybetmişti o çardak. Sinir ve hayal kırıklığı içinde eve yürümeye devam ettim.
--spoiler--