istabul'un bir pazar sabahı daha canına okuyacak eğlence imiş. spormuş. adı da çok güzel hani!!!
spor dediğin köprüden yürüyerek geçmek midir diye sormak lazım. nedir bu birilerinin sürekli spor adına halka işkence etme sevdası!
chp dir. kabak tadı vermeye başlayan ve onyıllardır sınırlı sayıda oyun üzerine çıkamayan yönetimlerin kendi aralarında kabak tadı veren çekişmeleriyle meşhurdur. halkın bu partiyi iktidar olamamaya mahkum etmesindeki hikmet de bu kurultay denen çekişmelerle açığa çıkmaktadır. yiyin birbirinizi efendiler, ne yaparsanız yapın yeter ki bu millete musallat olmayın!
akşam gazetesinde yayınlanan röportajda sağlık bakanı recep akdağ'ın ideolojik söylemlerle eleştirilerde bulunduğunu belirttiği türk tabipler birliği için yaptığı belirtilen değerlendirmedir. bence çok yerinde bir tespit.
"muayenehanesi olan ya da özel hastanede çalışan bir hekimin bizi neoliberal politikalar uygulamakla suçlaması ya da sosyalizmden bahsetmesi abesle iştigaldir. Önce muayenehaneni kapat gel, öyle tartışalım. Hem vatandaştan ameliyat için 5 bin lira para alacaksın hem de sosyalist olacaksın. Sevsinler sizin sosyalizminizi!"
Turkcell ve Vodafone isimli GSM firmalarının Somali için gönderilen yardım SMSlerinden ücret alması hadisesidir. aynı zamanda bugün gazetesinin haberinin başlığıdır.
Halkımız Somali'ye SMS ile yardım ettiğini zannederken bu yardımlardan ek gelir elde etmeyi hedefleyen vampir kapitalizm anlayışının ortaya çıkması ibret verici bir durumdur. Kendilerine bu konuda baskı yapılmadıkça halkın en temiz duygularıyla, Ramazan'da iftar sofrasına oturduklarında televizyon haberlerinde karşılarına çıkan Somali'li açlıktan bir deri bir kemik kalmış kardeşlerine yardım gayretini bile ticari gelr fırsatı olarak gören bu firmalara tepki gösterilmesi gerekir. Sorarsanız sosyal sorumluluk projelerine katkıda bulunduklarını söyler dururlar. Onlarda da heryerde kendi logoları reklamaları vardır. Gerçek sorumluluk böyle zamanlarda ortaya çıkıyor.
chp'den milletvekili yapılmasına rağmen (kendi başarısı değildir, oylar şahsına değil partiye verilmiştir. nihat doğan ya da ajdar olsa o da seçilirdi bu durumda. dolayısıyla milletvekili yapılmıştır.) tutukluluk halinin devamına karar verilmesine veryansın edenlerin milli iradeye darbe iddialarına karşı hatırlatılması gereken, 17 Mart 2008 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yazdığı yazıda Mustafa Balbay'ın kullandığı ifadedir.
tabii ki konu kendi tutukluluğu değil ** muhtemelen nefret ettiği ve onu devirmek için plan yapan darbecilerle kanka olduğu iktidar partisine açılan kapatma davasıdır.
yargı elbet yanlış yapar ve milli iradeyi temsil etmez. ama işinize gelince böyle gelmeyince farklı konuşursanız bu da sizin nasıl bir kişi olduğunuzu gösterir. eminim insanlar bu duruma uygun sayısız tabir bulacaktır ve hiçbiri de hoşunuza gitmeyecektir.
iktidar partisinden bir belediye chp'li diye birilerine bu şekilde farklı muamele yapsa, ya da sadee chp'li okul müdürü var diye otobüs falan vermeme durumu olsa kemaldaş medya grubunun tüm gazetelerine manşet olur. hiçkimse bu durumu inkara kalkmasın.
belediye otobüsüne binen öğrenci halkın arasına karıştı diye gocunuyorsa kimbilir oy verme yaşına gelince ne söyler ne yazar!
gizemli bir ilişkiye ifade eden ikilidir. öte yandan matematik üstadı mhp lideri devlet bahçeli'nin ileri matematik bilgisi gerektiren denklemlerinden basittir. şöyleki:
taraf gazetesinin kemal bey'in seçim değerlendirmesi ile ilgili haberinin başlığıdır.
kendi ismiyle girdiği 3 seçimi de üstüste kaybetmiş bir siyasi olduğuna vurgu yapılmış.
seçimlerde aldığı sonucun ardından kemal kılıçdaroğlu'nun yaptığı değerlendirmedir.
bu sözleri sözcü gazetesine verdiği röportajda ifade etmiştir. meydanlarda recep beyi oradan indireceğim, dişlerini sökeceğim diye oy isteyen bu şahıs şimdi %30 oy oranının bile altında kalıp parti içinden bile başarısızlıkla suçlanmasına kılıf uydurmaya çalışmakta fakat yine başarısız olmaktadır.
bir an için mhp'nin oylarının tamamının chp'den gittiğini varsayalım, iki partinin oy toplamı eder %38,9, yani koltuğundan indireceğini söylediği rakibinden hala 11 puan geride.
bu nasıl bir kılıf uydurmadır böyle. kemal bey sen bizi hep böyle güldür emi.
chp dir. kayseri büyükşehir belediyesi ile ilgili iddialarına mahkeme kararıyla web sitesinde tekzip yayınlamak zorunda kalmıştır. kemal bey'in çakma dürüstlük şovları türk siyasi tarihinde bir ilke daha imza atmasına sebep olmuştur.
kemal bey'in cem uzanvari vaatlerini yerine getirmek için gerekli ekonomik kaynakları nereden bulacağı sorusuna verdiği "ben kılıçdaroğlu yum bulurum dersem bulurum parayı" cevabına başbakan tarafından verilen yanıttır. kısacık genel başkanlık kariyerinde cem uzan ve cem yılmaz'ı bünyesinde cem eden komik ötesi bir siyasetçiye verilmiş ayar niteliğinde bir cevaptır.
--alıntı--
"Kaynağın ne, planın ne, projen ne diye sorunca bize diyor ki "iktidara
gelelim ondan sonra görürsünü" karşılığını verdiklerini anlatan Erdoğan,
"Bunları sorunca bize diyor ki; "Benim ismim, şu". Biz sana ismini sormadık ki,
onu biliyoruz, planın, projen, kaynağın ne onu söyle, yok söylemiyor. "Benim
adım, şu" Sürekli adını söylüyor. Senin adın karın doyurmaz, vaat karın doyurmaz,
umut tacirliği karın doyurmaz, millet popülizmden yıllar boyunca yaka silkti.
Böyle uçuk vaatlere de asla prim vermeyecek, yeni maceralara fırsat tanımayacak.
Ben buna inanıyorum" dedi.
cem uzan ve cem yılmaz karakterlerinin farklı özelliklerini bünyesinde cem ederek * siyasi vaatler noktasında uçuşa geçen kemal bey'in böyle plansız programsız atmaya devam ederse yakında ortaya koyacağı muhtemel vaadidir.
başbakanı milletvekili listesini kendi hazırlıyor diye eleştirip hemen ardından kendi hazırladığı blok listeyi kurultayda delegelere dayatan, vaatlerinin para kaynağı sorulduğunda ise herhangi bir somut ve mantıklı açıklaması olmadığı için "Benim adım Recep Tayyip Erdoğan değil, Kemal Kılıçdaroğlu, parayı bulacağım diyorsam, ben parayı bulurum." cevabı veren komik ötesi siyasi. chp delegeleri gerçekten partilerini iktidar görmek istiyorlarsa bu şahsı "madem para bulmaya adın yetiyor o zaman ssk'yı batırmasaydın zamanında" diyerek havuzlu villasında emekliliğini geçirmeye göndermeleri icap ederdi.
kemalizm adı altında faşizmi savunan ve hatta bir kısmı kendisini sosyalist/komünist olarak tanıtan kişi veya grupları tanımlayan ifade. bu tanımlamanın kemalizmi atatürk'ü sevmek ve onun izinden gitmek kabul edenlerle alakası yoktur. *
en belirgin örnekleri yumurtacı halkevleri yapılanmasıdır. tüzüğünde atatürkçü olmayana aramızda yer yok diyen, sosyalist/komünist olduğunu savunan ama aslında sadece kendi gibi düşünmeyenleri faşizan yöntemlerle susturmaya çalışan bu zavallı oluşumun şakşakçısı tkp, chp içindeki tek parti dönemi sevdalısı bazı kişiler*, cuntacıların sivil uzantısı gibi davranan add vb. diğer yapılanmalar da bu gruba girer.
cehalete peşin cevap: iktidar partisi yanlısı, şakirt vb. tanımlamalar bana uymaz. hitler de stalin de faşisttir. kavga etmiş olmaları onları da takipçilerini de masum kılmaz.
80lerde yapılan bir sinema filminden uyarlanan televizyon dizisinde senaryonun başlangıcı olan tecavüz sahnesinin, sadece bu sitedekilerin değil milyonlarca insanın diline dolanması, insanların o sahneyi ilgiyle izleyip değerlendirmesi ve izleyemeyenlerin internette izelemek için çaba sarfetmesi ile ortaya çıkan iğrençliktir.
tecavüz şerefsizliktir, namussuzluktur. bunu sanat adına savunmak ya da ekranda sürekli soyunup duran bir artist kadının bacağını biraz daha izlemek adına alkışlamak da iğrençliktir. bu nasıl bir kokuşmuşluktur ki insanlar tecavüz gibi iğrenç bir olayı bir derbi maçında son anda gelen ve skoru belirleyen bir golü tartışır gibi tartışıyor ve yorumlar yapıyor.
siz böyle yapadurun çocuklar tecavüzü normalleştirip içselleştirsinler büyüklerine baka baka. sonrasında daha sık okursunuz 3. sayfa haberlerinde bu icraatları merak etmeyin.
yazık içine düştüğümüz bu duruma, yazık geleceğimize.
hastaneye gitmek için kendisini durduran müşteriyi kısa mesafe olduğu için almak istemeyen ve bunun için de trafiği bahane eden taksicidir. yaşanmış olaydır. ilk ağzıdan dinledim ve bu şerefsizliğe içimden küfretmek istedim. hastaneye bebek götüren bir çifte bunu yapan adam üstüne allah'ın gönderdiği rızkını tekmeleyerek kendisine verilen nimetleri haketmediğini göstermiştir.
anayasa hukuku profesörü mustafa armağan'ın star gazetesinde 18 eylül 2010'da yayınlanan ve demokrasi kabızlarına her zamanki akademik üslubuyla çok nefis bir ayar verdiği yazısıdır. hayır çıkmadığı için bir tarafları şişen birtakım sözde demokratların tutarsızlık ve komikliklerini apaçık yüzlerine vurmaktadır.
--alıntı--
Geçen hafta yapılan referandumda yurttaşların çoğunluğunun anayasa değişikliklerine onay vermesi karışık duygulara yol açtı. Bu sonuca sevinenler olduğu gibi, elbette buna üzülenler, hatta bunu içine sindirmekte zorlananlar da oldu. Aslında, bu "hazımsızlık" tezahürleri 12 Eylül referandumu sonrasına özgü de değil. Sonucu bu taifenin gönlüne yatmayan her seçimden veya oylamadan sonra karşılaştığımız standart manzara bu.
Bunlara bakarsanız, gerçekte bu referandumdan % 58 "evet" oyu çıkmış değil. "Evet" oyları aslında % 50'nin altındadır; çünkü, onlara göre, sandık başına gitmeyen yurttaşların oranı % 30'a yaklaşmış olduğuna göre, bunlar da anayasa değişikliğine "hayır" demiş olmaktadırlar. Ne yaratıcı bir keşif değil mi?...
Sonuç olarak bu zevat şunu demeye getiriyor: % 42 % 58'den büyüktür. Bu mantık size şaşırtıcı geliyor mu? Malum, aynı takım eskiden de "halkın üçte ikisi AKP'ye karşı" filân derdi. Hatırlayınız ki, o mahut "367 kararı" da aynı mantığın eseriydi.
Şimdi, makullüğün sınırlarını gerçekten zorlayan bu gibi gevelemelerin söz konusu kesimin bağnazca AKP düşmanlığıyla doğrudan doğruya ilgili olduğu açık; ama aslına bakarsanız bunun arkasında daha temel bir tutum yatıyor. O da, açıkça söyleyelim ki, halka güvensizliktir.
Her seçimden sonra mırın-kırın eden bu zevat "demokrasi" söylemini de terk etmediğine göre, bunlar aslında "halksız demokrasi" (!) istiyorlar. Ne var ki, böyle bir şey mümkün değil.
Her seferinde halkın yaptığı tercihin geçersiz olduğuna bizi ikna etmek için "bin dereden su" getiriyorsunuz, ama siz kabul etmek istemeseniz de demokrasi böyle bir şey. Onun için, en iyisi, açıkça "biz demokrasi istemiyoruz" deyin de herkes rahatlasın.
"Hayır"cılıkta "musır ve sabit" olanların bir de şöyle analizler yapıyorlar: Diyorlar ki, ülkenin sahil bölgelerinde yaşayan "açık" ve "ilerici" kesimler bu anayasa değişikliğine hayır oyu verirken, ülkenin "karasal" bölgelerinde yaşayan "muhafazakâr" kesimler ise evet oyu verdiler.
Demek istedikleri çok açık: "Onaylanmasını toplumun cahil-muhafazakâr kesimlerinin bilinçsiz oylarına borçlu olduğumuz bu anayasa değişikliği geri, kötü bir şeydir. Halk aydınlanmış olsaydı bu pakete hayır derdi."
Bu bakışın da halka güvensizlikten, hatta "halk korkusu"ndan kaynaklandığı bir yana, yapılan analizin de hiçbir makul temeli yok. Bir kere, siyasetteki "muhafazakârlık-ilericilik" ekseni, ima edildiği gibi, tahsil ve hayat tarzı farklılığının bir fonksiyonu değildir. Bu, tahsilin ve "çağdaş" hayat tarzının değişime ve demokrasiye direnişi pekiştirdiği ve kurulu düzenin muhafazasını birincil öncelik haline getirdiği Türkiye'de özellikle böyledir. Oysa, siyasette "ileri" pozisyon, tam aksine, cari tekçi ve yarı-otoriteryen statükonun değişiminden yana olmakla ilgilidir.
Öte yandan, ne sahil bölgelerinin hepsi "hayırcı"dır (Karadeniz bölgesi örneği), ne de iç-karasal bölgelerin tamamı "evetçi" (Tunceli örneği). Keza, "hayırcı" sahil kesimlerinin daha eğitimli ve daha açık zihinli olduğu iddiası da empirik olarak araştırılmış ve doğrulanmış değildir. Kaldı ki, belirttiğim gibi, eğitim düzeyinin yüksekliği kişiyi daha açık zihinli yapmıyor. Hatta tam tersine, bunlar kendi bilgi ve görgülerine aşırı güvenlerinden dolayı, daha bağnaz olma eğilimindedirler. Sanıyorum "hayırcı" yazar-çizer takımı kıyı bölgelerinde yaşayanların daha "açık" olduğundan bahsederken, kelimeyi başka bir anlamda kullanıyor olmalılar.
Öyle veya böyle, bir gerçek var ki, demokrasiyi her yerde "avam" ister, seçkin azınlıklar değil.
--alıntı--
.
seçimlerden beğenmediği sonuçlarçıktığında halka hakaret edip aşağılamayı marifet sayan ve bu yolla kendini tatmin eden, demokrasinin d sinden zerre nasibini almamış kitleye verilen addır.
rahibe afişi skandalı ile gündeme gelen chp'nin istanbul il başkanının davranışıdır. chp usulü demokrasinin dışavurumudur. partililere sandık başında kavga tavsiyesini izlemek için: