lisans sonrası 2 yıllık tecil hakkım 26 haziran'da bitmekte. ve ben süreç hakkında bir şey bilmiyorum. askerlik şubesine gidip sorayım dedim ama ismimi başa yazar 27 haziran'da askere gönderirler nemelazım diyerekten buraya yazayım dedim.
öncelikle, yüksek lisans için öneri almak istiyorum. böyle kolay girelebilme ihtimali olan bir okul. veya pahalı olmayan garanti özel okullar var mı? ikamet istanbul.
diyelim ki uygun yüksek lisans programı çıktı. en iyi ihtimalle eylül'de olacak kayıtlar. o vakte kadar askere alınma ihtimali var mı?
bedelli askerlik çıkmasa bile en azında 2-3 yıl daha ertelemek adına, tecrübesi olan abi ve kardeşlerimden önerilerini beklerim.
nuri bilge ceylan. bence türkiye'nin psikolojisi en bozuk adamı. böyle film yapılır mı abi. biz şurada küçük şeylerden mutlu olan gariban insanlarız. filmden sonra insanın yaşama sevinci kalmıyor valla. filmi gerçeklerden kaçmak için izliyorsanız sakın bu filmi izlemeyin. şöyle kısaca tahlil etmek gerekirse, öncelikle bana göre bir zamanlar anadolu hem görsel olarak hem de hikaye bağlamında çok daha iyiydi kış uykusu'ndan. ancak kış uykusu'ndaki dialogların ve psikolojik çözümlemelerin dünyada eşi benzerine rastlamak zor. ben kelimelerle değil görüntülerle konuşuyorum diyen birisinin filmine benzemiyor pek. başka birinin filmi gibi. nuri bilge bu filminde adeta elinde kör bi bıçakla deşiyor karakterlerini en derinlerine kadar. hem izleyene hem karaktere acı çektirmekten zevk alıyor adam. yani o kadar insanın önünde tabiri uygunsa psikolojik otopsi yapıyor. üstelik daha ölmemiş olanlara.. ve bunu alnının akıyla da başarıyor. bir iki sahne vardı ki unutulmazlar arasına girmiştir.
filmin son kısmında süha bey'in sarhoş olduğu öğretmen levent'in aydın'la olan anlaşmazlığını gösteren sahne mesela, mükemmeldi. ilk kısımdaki aydın ve necla'nın tartışması filmin zirve noktasıydı.
necla karakteri mesela, sinema filmlerinde çok zor bulunan birisi. romanlardan fırlamış gibiydi. tema itibariyle ise örnek aldığı tarkovski'ye en yaklaştığı film bu, şayet temayı doğru anladıysam tabii. doku olarak uzak'a çok benzese de onun kadar kötümser değil bu sefer. bi de söylemeden geçemiyicem, filmin kurgusu çok kötü. filmin ilk kısmında hep necla ikinci kısmında hep nihal var. biraz harmanlasana be güzel abim. illaki vardır bi anlamı ama boğuluyor insan otuz dakika aynı sahneyi izlemekten. oyunculuklara gelince mükemmel. hepsi çok gerçek. adamlar rol yapmamış kendilerini oynamışlar sanki. nadir sarıbacak çok büyük oyuncu. neyse dostlarım kısacası film güzel.. her ne kadar hikayesiz de olsa, geçen hikayelerin hepsi geçmişte yaşanmış da olsa izlenesi bi film. zaten psikolojik de olsa bir otopsiyi üç buçuk saat boyunca izletmek kolay değil. burdan nuri abi'me selamlar. haa bi de bu sefer filmde müzik var. geçen bi ara uğramıştı yanıma, çay içmeye. dedim nuricim arada müzik neyim koy şu filmlerine. olmuyor böyle kuru kuru diye. sağolsun düşünmüş. unutmamış beni.
reha erdem'in film yönetmenliğine ara verip yıllarca reklam yönetmenliği yaptıktan sonraki ilk uzun metraj filmidir. bana kalırsa kosmos'dan sonraki en iyi filmi budur. yıllarca bir yerde para bulsam acaba ne yapardım sorusuna verilmiş en güzel 2 saatlik seyirlik cevap. ayrıca taner birsel'in ne denli önemli bir oyuncu olduğunu idrak etmek için kesinlikle izlenilmesi gereken film.
bu filmi izledikten sonra danny boyle'un shallow grave filmini de izlemeniz şiddetle tavsiye olunur. danny boyle'un zekası apayrı tabii.
1- tabii ki filmin son sahnesi. bence bundan daha iyi bir son yapılamazdı.
2- gemideki kaçma kovalama sahnesi çekilmiş en iyi gerilim sahnelerinden kesinlikle.
beni uzun zaman sonra orgazma ulaştıran filmlerden birisi.. öyle laf olsun diye değil bildiğin beynim tam anlamıyla orgazm oldu. sinemanın ne denli gerçek -belki de en kıymetli- bir sanat olduğunu ispatlayan şaheserlerden. kesinlikle izlenmeli.
özellikle meleklerin bir oto galeride lüks bir bmw'nin içinde oturup karşılıklı gün içinde ne yaptıkları bizim eski meleğin enfes diyaloğu:
yağmurun altında şemsiyesini kapatıp kendini ıslanmaya bırakan bir kadın yolcu. öğretmenine eğrelti otunun topraktan nasıl çıktığını anlatan bir öğrenci. buna şaşıran bir öğretmen. varlığımı hissedince saatine dokunan. kör bir kadın. böyle ruhani bir şekilde yaşamak, sonsuza dek her gün insanların arasına karışmak çok güzel. hayaletliği ispatlamak. ama bazen bu sonsuz, ruhani varlığımdan sıkılıyorum. sonsuza dek her şeyin üstünde süzülmek istemiyorum, üstümde bir ağırlık hissetmek istiyorum. içimdeki sınırsızlığı kaldırıp, beni toprağa bağlasın. her adımda ya da rüzgar esintisinde, her zamanki gibi "daima" ve "sonsuza dek" değil. kağıt oynanan bir masaya oturmak, selamlanmak. bir baş işareti yeter. şimdiye kadar katılmış olsak da bu göstermelikti. aslında geceleri boks maçlarına göstermelik olarak katıldık. sonra göstermelik olarak balık tuttuk. sofralarda göstermelik olarak oturduk, orada yedik ve içtik ama göstermelik. kuzular kızarttık ve şarapları beklettik. dışarda çöl çadırının yanında, hepsi göstermelik. hemen bir çocuk yapıp ağaç dikmek istiyorum demiyorum. ama uzun bir günden sonra, philip marlowe gibi eve gelip, kediyi beslemek güzel olurdu. ateşinin çıkması, gazeteden parmaklarının boyanması, sadece ruhsal olarak değil, gerçek bir yemekle beslenmek. bir boyun veya kulak çizgisinden etkilenmek. yalan söylemek, istediğin kadar. yürürken iskeletinin de beraber geldiğini hissedebilmek. her şeyi bilmek yerine, tahmin etmek zorunda kalmak. "ah"... "oh".."ah" ve "yo" diyebilmek. evet ve amin yerine. evet. bir kere de olsa kötülükten heyecan duymak. geçen insanlardan dünyanın tüm kötü ruhlarını ve şeytanlarını alıp, onları dünyaya saçabilmek. yabani biri olmak. ya da en sonunda masanın altında, ayakkabılarını çıkarabilmeyi hissetmek. ya da parmaklarını oynatabilmek. yalın ayak, böyle. yalnız kalmak, oluruna bırakmak, ciddi olmak. ancak, ciddi kalabildiğimiz ölçüde yabani olabiliriz. bakmaktan başka bir şey yapma. topla, kanıtla, doğrula, koru. ruh olarak kal. mesafeli ol, sözüne sadık kal.
sonra; filmin başında, ortasında ve sonunda geçen peter handke'nin müthiş şiiri:
derenin ırmak olmasını isterdi, ırmağın sel,
bir su birikintisinin de deniz olmasını.
çocuk henüz çocukken çocuk olduğunu bilmezdi.
her şey yaşam doluydu ve tüm yaşam birdi.
çocuk henüz çocukken hiçbir şey hakkında fikri yoktu.
alışkanlıkları yoktu
bağdaş kurup otururdu, sonra koşmaya başlardı.
saçının bir tutamı hiç yatmazdı
ve fotoğraf çektirirken poz vermezdi…
çocuk henüz çocukken şu sorulara sıra gelmişti.
neden ben benim de sen değilim,
neden buradayım da orada değilim.
zaman ne zaman başladı ve uzay nerede bitiyor.
güneşin altındaki yaşam sadece bir rüya mı?
gördüklerim, duyduklarım, kokladıklarım sadece dünyadan önceki dünyanın bir görüntüsü mü?
gerçekten kötülük var mı?
gerçekten kötü insanlar var mı?
nasıl olur da ben olan ben olmadan önce var değildim ve nasıl olur da ben olan ben, bir zaman sonra ben olmayacağım…
çocuk daha henüz çocukken ıspanağı, bezelyeyi, sütlacı ve karnabaharı ağzında geveleyip dururdu,
ama şimdi hepsini yiyor, üstelik mecburiyetten değil.
çocuk henüz çocukken bir keresinde yabancı bir yatakta uyandı.
şimdi tekrar tekrar uyanıyor.
bütün insanlar güzel görünürdü, şimdi ise sadece bazıları.
cenneti gözünün önüne getirebiliyordu, şimdi ise tahmin ediyor.
hiçliği düşünmezdi, bugün ondan ürküyor.
çocuk henüz çocukken hevesle oyun oynardı,
şimdi ise ancak yaptığı işle heyecanlanıyor.
çocuk daha henüz çocukken elma ve ekmek yemek yeterliydi.
bu bugün de böyle.
dutlar ellerini doldururdu, bugün ki gibi
taze cevizler buruşuk bir tat bırakırdı ağzında, hala bırakıyor.
çocuk henüz çocukken bir dağın doruğuna vardığında biraz daha yükseğini arzululardı hep,
büyük bir şehir gördüğünde daha büyüğünü isterdi, bugün de böyle bu.
coşkuyla ağaçların dallarına tırmanırdı tepedeki kirazları toplamak için, bugün de böyle bu.
kızarırdı yüzü yabancıların gözü üstündeyken, bugün de bu değişmedi.
sabırsızca ilk düşen karı beklerdi,
bugün de yaptığı gibi.
çocuk daha henüz çocukken
zıpkın gibi bir çomak fırlattı ağaca
bugün hala titrer çomak o ağaçta.
ve tabii, filmin sonunda trapezci kızın söyledikleri:
yalnız ve ciddi değildim hiç. zaten zaman ciddiyetsizdir. hiç yalnız kalmadım ben. ne tek başımayken ne de biriyle beraberken. aslında artık yalnız olmak isterdim. çünkü yalnızlık şu demektir: 'artık bir bütünüm' işte bu gece ben de nihayet yalnızım. tesadüfler artık bitmeli.
yazgı diye bir şey var mı bilmiyorum ama karar verme diye bir ley var. bak biz zamanız şimdi..
hayatı hakkında doğru dürüst bi malumat edinmenin imkansız olduğu, belki de türkiye'nin yaşayan en iyi yazarı.
(bkz: jon richards)'ın yazdığı fizik deneyleri bilim kitapları serisini çevirmiş yazar. iletişim yayınları'ndan okunabilir.
ben gibi bir fizikçi olması üzerine ciddi bi kanaatim var. ne diye fizik kitaplarını çevirsin ki yoksa. hem bizim büyük çaresizliğimiz'de hayatı yere bırakılan bir bilyenin hareketine benzetmiş, fiziğe göndermelerde bulunmuştu.
neyse sanki fizikçi olsa bundan bana ne fayda çıkacak. saçmalık. ama bu adamın yazdığı kitapları ben yazmış olsaydım çıkar her yerde kendimi anlatırdım. belki de bundan iyi bir yazar değilim. neyse. haydin, iyi okumalar sizlere.
ey fakir milletim! aslında seni anlatmıyoruz. sefil ruhlarımızın korkak karanlığını anlatıyoruz. işte onun için sana yanaşamıyoruz. senin yanında bir sığıntı gibi yaşıyoruz. hiç utanmıyor muyuz?
hiç utanmıyoruz.