beşiktaş'ın über kanat oyuncusu olcay şahan mahlaslı kişi tarafından dile getirilmiştir.
aynı açıklamada "Gökhan, Tolgay, Oğuzhan, Mustafa, Ersan, Necip... Hepsini satsan en az 100 milyon kazanılabilir." gibi bir şey de söylemiştir. pişti kafa yapıyor şüphesiz.
ufak bir inceleme ile o piştide yer alan diğer 3 kişi de takımdan gönderilebilir. taklacı güvercinleri koruma birliği lokali bu transferin maddi manevi bedelini karşılayabileceğini düşünmekteyim.
madem ki tek sıkıntın felsefe, bilim yapılamamasında fransızca, almanca buna gayet uygun. ha dur, osmanlıca kelimelerden de faydalanıyoruz felsefe yaparken. Zira o osmanlıca kelimeler arapça ve farsça kelimelerdir.
ayrıca türkçe'den başka bir dili akıcı biçimde bilmeyen birisinin de beyanatıdır. ha ama öğrenemedi, çünkü cumhuriyet ile bir gecede cahil kaldı, bir baktı yok sabah.
önce felsefe yapmak için ortamı oluşturman lazım. inanıyorum ki sartre, foucault, marx gibi düşünürler günümüz türkiye'sinde yaşasalardı muhtemelen darbeci, lobici diye içeriye tıktıracak kişinin beyanatıdır.
bir de mezar taşından ne ara felsefeye adım attın hocam, bir bunu da açıklasın.
Edit: bu arada söylediği şey ile söylemek istediği arasında dağlar kadar fark var. yoksa almanca veyahut fransızca ile türkçe arasında felsefe yapmak için hem kültürel hem de yapısal farklar bulunmaktadır.
öğrenci yerleşkelerinin yoğun olduğu yerlerde öğrenciye ne gözüyle bakıldığının açık göstergesidir.
oturduğum yer pahalı, sözleşmem de bittiği için daha ucuz ve sakin bir yer bakarken karşılaştığım cümle. evi sahibinden bakayım komisyon ödemeyeyim derken herif bildiğin bizi sikmeye oynuyor. evi gittim dolaştım, baktım bayağı güzel, fiyatını sordum, sormaz olaydım.
+abi ev hoş, güzel, beğendim. kira ne istiyorsun?
-öğrenci misin? ailenle mi kalacaksın? bekar çalışan mısın?
+(hay) öğrenciyim abi.
-o zaman 500.
+pahalıymış da öğrenciyim diye herhalde, indirim anca bu kadar oluyor ehehe (gevşek piç)
-yok yiğenim aileye 400'e veriyorum.
+o niye abi, öğrenciyim gelirim daha düşük?
-yiğenim aile en azından senelerce oturuyor, öğrenci dediğin 1 sene doluyor, dolmuyor çıkıp gidiyor, ev boş kalıyor.
+abi burasının nüfusunu %90 öğrenci kaplıyor zaten. kaldı ki apartman iyi ise okul bitene kadar oturuyor oturan adam.
-yok yiğenim, o riske giremem 500. ödemede de kolaylık sağlarım, depoziti taksit yaparım.
+abi eyvallah, sana hayırlı (sikişler) satışlar.
geçenlerde baktım, hala boş duruyor, pezevenge müstehak.
her sene 1 ocakta yeni nesil sözlük yazarlarının gelmesi ile vizyona giren savaşlardır.
yaklaşık 4 senede 4 seri filmi izlemiş bulunmaktayım. araştırdığım kadarıyla 5. nesilden itibaren çekilmeye başlanan bu seri filmleri 10. ve 11. nesil ile aynı tempoda ilerlemekte. ne bir aksiyon, ne bir içerik, ne de yenilik kazanmış vaziyette.
filmlerin hepsinde konular aynı hemen hemen; troll, trollük, pornografi, liselilik, muhafazakarlık, devrimcilik, futbol fanatikliği vs.
serinin devam filmine az bir süre kala 10. nesiller biraz daha sabretmeli, 12. nesil geldiğinde üzerlerindeki yük kalkacaktır. ancak 11. nesiller 1 sene daha beklemeye devam edeceklerdir.
gecenin bir vakti bağıra bağıra tüm apartmanı inleten insan.
kimse inanmasın demiyoruz, kimse okumasın da demiyoruz
işten gelmişim, iş yerinde ebemi ağlatmışlar o derece yorgunum. koltuğa oturmuşum bir yorgunluk sigarası yakayım diyorum ki bir anda beynimin içine nüfuz eden cart sesiyle bir mümin. hayır oku, oku imanının şartı, ama kendine oku be mübarek. yatıp uyuyayım diyorum, belki birazdan sesini alçaltır diyorum, yok.
hayır imansız birisiyim, anladığını düşünmesem de okuduğun için sevinebilecek de birisiyim, ama kendine oku arkadaş.
o saatte başka bir şey yapsa da rahatsız olacak kapasitedeyim.
o saatte imanının şartını bu şekilde yerine getirmen de rahatsız ediyor arkadaş. sen öyle okuyorsun diye imanla dolmuyorum, sen o şekilde okuyorsun diye daha çok sinirleniyorum.
not: hali hazırdaki sinirim de okuyan insana, okuduğu şeye değil.
adamlar 3 saatlik filmi kırpa kırpa 2 saate indirmişler. herhangi pornografik sahne içermeyen -pornografinin ötesinde öpüşme sahnesi bile olmayan- herhalde gereksiz gördükleri diyalogları bahçe makası ile kırparak facia yaşatmıştır gece gece.
hele bir ara frodo'nun shelob'tan kaçıp bayılıp galadriel'i gördüğü sahneden sonra film 1 saat ileriye sardı ki sonra düzelttiler.
metroda, otobüste duyabileceğiniz bir yaşlı insan cümlesidir.
sabahın köründe kalkarsın tek derse gitmek aşkıyla, otobüse yetişmek için kahvaltını yarım bırakırsın, saçı sakalı düzeltmeden evden fırlarsın; otobüsü yakalarsın. kalan tek yere binersin, o bindiğin yer otobüsün gittiği yönün tersine bakmaktır. az ilerideki duraktan muhtemel bir yaşlının otobüse binmesini umursamaksızın oturursun, çünkü eminsindir o yaşlının oraya otururken tribe gireceğini. az ötede duraktan yaşlı biner.
insanlık yapar kalkmaya yeltenirsin "yavrım ben ters gidemiyorum." cümlesiyle rahatladığını düşünürsün ki o sırada ters gidebilen yaşlılar da gelir.
hocu bizim otobüsün yaş ortalaması 40'ın üstünde. otobüste 50 insan varsa 35 tanesi 50 yaşının üstünde.
merhaba üniversite içine tıp fakültesini yapan dost, önünde saygı ile eğiliyorum.
sabah kuşağına katılan 50-70 yaş arasındaki insanları amansız ve umarsız biçimde eleştiren babaannedir.
nedir sabah kuşağını oluşturan programlar?
evlendirme, kaynaştırma, oynaştırma.
csi müge anlı: istanbul.
plastik olmuş kemiklerimize ne iyi gelir doktor? vs...
sabah gözüme vuran güneş ışığıyla uyanmak ben de isterdim. ama gelin görün ki durum öyle değil hacılar, bacılar.
+piii, o adam sana uyar mı be, adam 60 yaşında sen 40 piiiii.
sabaha bu azarla başlamak bir insan evladı için günün geri kalanının hiç olması demektir.
kahve, sigara, babaanne azarı.
evin akşamki yaş ortalaması 58.4 idi. durum bu bizim evdeki. 5 varlık, 4'ü yaşlı insan; 1'i komşu yaşlı teyze, 1'i büyük babaanne olmuş babaanne, 1'i dede olmuş baba, 1'i babaanne olmuş anne, bir de ben. öyle bir geçer zaman ki var onu izliyorlar. zaman öyle geçmiş ki yaş ortalaması olmuş 58.4.
+dul, gel dul. bak kadının eşini kaçırmışlar, vah vah vah dul kaldı zavallı.
türkiye'de örneklerine fazlasıyla rastlanan ergendir.
tikilerden tiksinti duyan, düz insanlardan da sıkılan marjinal bünyenin kitap okuma ve anlamama hevesiyle yanıp tutuştuğu dönemlerden geçerken uğradığı kapıdır. dostoyevski, tolstoy okumaz, çünkü onlar klasiktir, klasikler sıkıcıdır, herkes okuyor, bir bok anlatmıyordur zaten. peki ya farklı(!) olanlarda kim en meşhur? niçe. o zaman "niçe okuyayım lan ben, hea hem klasik de değil, valla niçe okuyayım ben." diye karar aşamasına girilir.
internet aracılığıyla aforizmalarına bakılır. en beğenip anlamadığı (öncesi ve sonrasını bilmediği için, misal "tanrı öldü", hassiktir be rıfat abi) aforizmanın hangi kitabından alıntı olduğuna bakılır ve kitapçının yoluna baş koyulur.
bu kitapta genelde zerdüşt olur. şen bilimi almaz, çünkü "tanrı öldü" popülerdir. o daha bilinmeyen, köşede kalmış aforizmayı sahiplenir. kitap alınır, başlanır okumak için kendini zorlamaya.
niçe'nin hayatı: hemen hemen her kitapta bulunur yazarın yaşamı. son döneminde kafayı yediği de düşünülürse niçe'nin daha bir saygı duyar ergen. Adam düşünmekten kafayı yemiş lan.
giriş: "bu ne lan, dayının birisi yazmış da yazmış niçe hakkında, bir bok da anlaşılmıyor. felsefi terimler, başka başka bakılmadan ezberden yazılamayacak isimdeki abiler. zaten burayı da niçe yazmamış, direk kitaba başlayayım ben" diyerek kitapta 30 40 sayfa atlanarak kitaba giriş yapılır.
kitabın okunma süreci: dayının birisi var, dağdan inip bağdakine öğüt yağdırıyor. hikayeler, mitoslar anlatılıyor. hikayelerde desen zaten giriş, gelişme, sonuç yok. neyse koyayım bir kenara da, arada okurum diye köşeye atılır. kitap evde böylece dokunulmazlığını ilan etmiş, kitaplıktaki *alanında özerkliğini ilan etmiştir.
kitabın güncesinden küçük parça: "bugün 4 gün aradan sonra ergen evden çıktı. dikkat ettim de 4 gün boyunca acayip acayip filmler izledi, anlamadım, kadının birisi bir altta bir üstte, ne biçim film lan, sıkıldım. neyse 4 gündür keyfime diyecek yoktu, ne dokunan var, ne rahatımı bozan. tuttu buz gibi havada yanına aldı beni, gezdirmeye çıkardı götoğlanı. hava buz gibi, yağmur da yağıyor, 80'lik ninenin alnı gibi oldum. en sonunda otobüse bindi. tuttu açtı eteğimi, bir utandım azizim anlatamam. bir de havaya kaldırdı ki göt kapak gibi meydan da. karşıdaki kız nasıl kesiyor, nasıl kesiyor. "vay bee" gibisinden bir hareket yaptı, nasıl utandım, kızardım. sonra neyse ki kız durakta indi, benim de eteği kapattı. sonra kafeye gittik, koydu masanın üstüne benim göt meydanda görünecek şekilde. ulan yapma etme, hafif rüzgar essin hemen yan yatıyorum, pezevenk bana mısın demiyor, hemen çeviriyor. bir kaç kişi geldi, benim hakkımda konuştular, ama ben değilim lan. neyi anlatıyorlar diye düşündüm ilkte, sonra tanrım hakkında konuşmaya başladıklarında anladım. tekrar eve geldik, yine özgürlüğüme kavuştum."
nihilistliğin son aşaması: kitabı, nietzsche yorumlarını okuması zor gelen ergen internette araştırmaya devam eder. nietzsche'nin değerleri yıkmak için nihilizmi sonuna kadar götürmesi olayını "büyük adam, nihilizm falan diyor, nihilizm bir amaçtır o zaman" diye yorumlayan bir başka ergenin yorumunu okuyup, son aşamasını da tamamladıktan sonra artık piyasaya sürülmeye hazır hale geliyor.
karşınızdaki kişiden beklentileriniz üzerine aslında kendinizin yetersiz olmasıdır. *
evde götümü yaymış, müziğimi açmış otururken telefon geldi. zaten dışarıya çıkmak için bahane arayan ben daha da heyecanlanmıştım. arayan arkadaşım yeni bir kızla birliktelik içine girmişlerdi, muhtemelen kızla buluşmayacak ve benle 'pes' atmaya gelecekti. olmadı lan; "hocu kız arkadaşımla buluşacağız da, arkadaşını da getirecek, sen de gelsene." dedi. burun kıvırsam da ilk başta gittim hocu.
arkadaşının annesi ve babası temiz çalışmış ve güzel bir hanım hanım birisini çıkarmışlar meydana. bir de bize bak, üretim zaiyatı. neyse, dinle, tanıştık, hangi bölümlerde okuduğumuzu falan sorduk, nerede oturduğumuzdu derken tak muhabbet bitti. zaten öyle pek konuşan birisi değilimdir, hepten sustum. baktık iki kız kendi arasında sohbet etmeye başladılar, bizde arkadaşla futbol üzerine hararetli hararetli konuşmaya başladık. bir süre sonra onların muhabbeti bitmiş, fakat biz devam ettiğimiz için bizi dinlemeye başlamışlar. sıkılmış olacaklar ki onlarla ilgilenmediğimiz için "yahu siz erkekler futboldan başka bir şeyden anlamaz mısınız?" diye o hanım hanım dediğim kusursuz üretim çıkıştı. "mesela nelerden anlamamızı beklerdiniz?" diye ağız aradım.
+işte ne bileyim, sanat, edebiyat konuşamaz mısınız? varsa yoksa futbol, varsa yoksa futbol.
-pekala konuşalım. adorno göz önüne alındığında, modern dönem sanatı hakkında ne düşünüyorsun?
+adorno ne?
velhasılı kelam mirim, karşıdan beklenti duyduğunuz şeyler hakkında bir birikiminiz olmadan, hele ki futbol konuşuyorlarsa, sakın karşınızdakine giydirmeye çalışmayın.
kız da su gibiydi la. ama ondaki o güzellik, bendeki bu çirkinlik ile; onun şekspir'den sadece 66. sone'nin *sonunu bilmesiyle olmazdı. az daha okumalıydı, ve ben de tekrardan dünyaya gelmeliydim.
--spoiler--
lariviere, evlilikleri süresince kendisine büyük taşlı bir yüzük alması yönünde baskı yapan eski eşi isabelle prevostun garajının önüne 20 tonluk kaya bıraktırdı.
--spoiler--
whitesnake'in saints and sinners albümünde yer alan parçası.
--spoiler--
i'm gonna tell you
what is all about,
why i scream an' i
shout for you.
i've been an' travelled
all around the world,
teasin' lottsa pretty girls
like you.
oh, i feel my heart
beating heavy,
banging like a big bass
drum.
an' all you blue jeans
queens
know exactly where
i'm coming from,
i'm looking for some.
rock an' roll, rock an'
roll,
rock an' roll angels.
rock an' roll, rock an'
roll,
rock an' roll angels.
i can't hide what i feel
inside
tho' i've tried an' i've
tried
i can't fake it.
i get in trouble
everywhere i go,
'cos i can't say no,
i gotta shake it.
oh, i feel my heart
beating heavy,
banging like a big bass
drum.
an' all you blue jeans
queens
know exactly where
i'm coming from,
i'm looking for some.
rock an' roll, rock an'
roll,
rock an' roll angels.
rock an' roll, rock an'
roll,
rock an' roll angels.
(solo)
i feel my heart beating
heavy,
banging like a big bass
drum.
an' all you blue jeans
queens
know exactly where
i'm coming from,
i'm looking for some.
rock an' roll, rock an'
roll,
rock an' roll angels...
--spoiler--
--spoiler--
when i heard the sound of thunder
on the day that i was born,
i was blinded by the lighting
an' baptised in the storm
my father started crying
when he saw what he had done,
but, my mother started praying
have mercy on my son,
he is a child of babylon
i am a child of babylon,
lord have mercy on a wayward son
nowhere to hide, nowhere to run
i am a child,
a child of babylon
when i've fooled around so many times
when i've known it ain't been right,
but, i paint it all in colours
when it really should be black and white
i sail my ship through muddy waters,
try to open every door,
when i saw the seven wonders
it left me wanting more
i am a child of babylon,
lord have mercy on a wayward son
nowhere to hide, got no place to run
i am a child,
a child of babylon
on my day of judgement
i know how it will be,
i'm prepared to meet my maker
with no hope for charity
i'll stand alone and pay the price
for everything i've done,
'cos there ain't guardian angel
for a child of babylon
i am a child,
a child of babylon
i am a child of babylon,
lord have mercy on a wayward son
nowhere to hide, got no place to run
i am a child,
a child of babylon
we will rock you'da yine kendini belli etmiş ama neyse.
edit: bu arada serdar örneğini verecek kişilerin, burak kut'un bohemian rhapsody'i düzgün söylediği gerçeğini de unutmasınlar. bu video bir müzikalden alıntıdır. burak kut kendi konserinde söylemiyor.
izlediğiniz maç, konyaspor, bursaspor gibi yeşil formaya sahip takımların maçı ise ekranda gidip gelen 14 kişi bir de kare bir varlık görmenizi sağlayabilir.
yaz aylarında kinder yumurtadan fırlar gibi fırlayan dizileri kaçırmadan izleyen babadır.
aga bunlara ne sikime gençlik dizisi derler anlamam. yani genç olanlar bunu mu izlemeli? menopoz ve andropoz zamanı için de varsa iyi olur.
Neyse, bu sıcak aylarda, yaz okuluna kaldığım yetmiyormuş gibi bir de babamı çekiyorum evde. yemek için balkona sofrayı hazırladık, babam kucağında 39 ekran televizyon acele ile geldi mekana. televizyonu koymaya yer arıyor, bulamıyor. kuduruyor. sonunda masada otururken izleyebileceği bir yeri buluyor ve basıyor düğmeye. direk fox tv açılıyor. reklam var. bekliyorum değiştirecek diye, değiştirmiyor. kumanda boşta bekliyor. hamle yapıyorum ve kumandanın hakimiyetini alıyorum. başlıyorum hunharca değiştirmeye.
+laaaaaaan, niye değiştiriyorsun andavallı.
-...
+kime diyorum, rahmi alooooooo.
-e reklam vardı.
+çabuk aç, başlayacak şimdi.
-nereyi açayım, ne başlayacak?
+dinle sevgili başlayacak.
hayat eskisi gibi değil artık. gemiler, çiçekler, böcekler, deniz, rüzgar artık eskisi gibi değil. bana ölmek yalan.
türkiye'de yaşayan halkın filozoflara bakış açısıdır. "filozof kimdir? kimlere denir?" açısından halkın bakış açısıdır.
-türkiye'de x anlayışı- şeklinde tonlarca başlık var. bari bu da olsun diye açıyorum. yoksa sikimde değil dünya. şaka lan, dur hele.
aslında başlığı türk halkının yapacaktım, sonra kürtler geldi aklıma. türk ve kürt yapayım dedim. olmadı çerkez var, tatar var, var oğlu var. en iyisi türkiye olsun.
türkiye'de büyük bir kitle (tümevarımın amına olduğunca koymadan) filozof denilince aklına; "dur la iki aforizma bulayım da feyste paylaşayım." cümlesinin içinde bulunan aforizma kelimesinin sahibi, sahibesi olarak görmekte. daha çok modern felsefe, bu arkadaşlar biçilmiş kaftan gibidir. ontoloji, epistemoloji ve bilmem kaç sikik lojiden oluşan görüşler sadece kavramda kalmıştır. daha doğrusu eski metinlerde olduğu kadar sık kullanılmamaktadır.
veyahut hepsinden öte, bir filozofu sadece aklının yettiği yeri kadar değerlendirilir. filozofların magazinsel değer taşıyan hayatları okunur, incelenir ve hemen benimsenir. en basit örneği nietzsche'dir. nietzsche ağladığında okuduktan sonra, nietzsche'yi anladığını düşünen lale ya nihilist olur, ya varoluşçu, ya modernite karşıtı ya da anarşist (bunu da gördüm). bu adamın değer anlayışı hakkında fikri? yok, ontolojik görüş? yok, bilgi görüşü? yok, toplum? yok. sadece tanrı ölmüştür.
nietzsche, bu kadardır. aforizmalarından en vurucularını seç ve paylaş.
türkiye'den filozof çıkmaması gibi sikindirik bir ön yargımız var. niye? çünkü türkiye'den çıkan filozofların aforizmaları vurucu değil, ontoloji hakkında görüş, mantık, değer falan. hiç gerek yok araştırmaya.