1963 yılının karlı bir Şubat günü Ankara'da doğdu. Ama memleketini soranlara Sıvaslıyım diyor. Lise 1. sınıfa kadar öğrenimini Ankara'da Altındağ'da sürdürdü. Mersin Teyfik Sırrı Gür Lisesi'nden mezun oldu. Üniversite öğrenimini !980 Askeri Darbesi nedeniyle tamamlayamadı. ilk şiiri Altındağ'daki Çalışkanlar Ortaokulu'nda sınıf arkadaşlarıyla birlikte hazırladığı bir duvar gazetesinde yayımladı. 20 yıllık bir şiir serüveninin ardından ilk şiir kitabı "Canıma Değmez Hayat" adıyla Ütopya Yayınları tarafından 1999 Aralık ayında yayımlandı. 1986 yılında Ankara'da bir gurup şair ile birlikte Yeni Şiir adlı dergiyi yayımladı. 10 yılı aşkın bir süre çeşitli gazetelerde muhabirlik ve editörlük de yapan Balcı, halen bir gurup arkadaşı ile birlikte kurduğu Virtüel Yayınlarının, yayın koordinatörlüğünü sürdürüyor.
Şiir ve yazılarının yayımlandığı bazı dergiler şunlar; Defter, Edebiyat ve Eleştiri, Ütopiya, Varlık, Karşı Edebiyat, Temmuz, Cumhuriyet Dergi, Yeni Şiir.
1951 yılında istanbul'da doğdu. Ankara Fen Lisesi'ni bitirdi. iki yıl Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde öğrenim gördü. Daha sonra tıp öğrenimini yarıda bıraktı. istanbul'da Boğaziçi Üniversitesi ingiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Yurtdışında sinema ve televizyon yönetmenliği üzerine eğitim yaptı.
ilk şiiri 1973'te Yeni Dergi'de yayımlandı. Militan ve Devrimci Savaşımda Sanat Emeği dergilerinin yazı kurullarında görev aldı. 1960 sonrası toplumcu şiirin ikinci kuşak şairleri arasında yer alır.
ayı çalan ellerim.
yeltenirken.
aya çalan göğüslerine.
masa üstünde.
mumu eskitiyordu zaman.
haylaz bir çocuğun.
ezberinden okuduğu şiir gibi.
virgülsüzdü.
yakalayamadığımız.
o AN
Hiçbir sanat yoktur ki sanatçı için özel bir duyarlılık, özel bir seziş, özel bir bakış biçimi gerektirmesin. Bunun bir başka anlamı şiir yazabilmek için şair olmanın, resim yapabilmek için ressam olmanın, tiyatro yapabilmek için tiyatrocu olmanın bir zorunluluk olduğudur, insanlar genelde sanatçıyı sanat yapmakta üst yetenekleri gelişmiş olan insan diye düşünmezler, doğuştan ya da başka bir yerden özel yetenekleri olan (özel yetenekleri zaten varolan) insan diye düşünürler. Sanatçı dünyaya hazır gelmiş bir kişi değildir, sanatçı olarak dünyaya düşmüş ya da gönderilmiş biri değildir. Bilincimiz eğilimlerimize göre gelişir, dünyayla ilişkilerimizin niteliğine göre gelişir. Şair olmak da böylesi bir gelişimin sonucudur. insanın önce kendini şair kılması gerekir. Şiir yazabilmek için şair olmak bir zorunluluktur. Şiir yazmak da şair olmak için zorunluluktur. Öyleyse şiir yaza yaza şair oluruz ve şair olduğumuz zaman ya da şair olduğumuz için şiir yazarız.
Bu bize ustalığın özel bir duyarlılığa ulaşma olduğunu gösterir. Şair elinde şiir yazmak için olanaklar bulunduran insan değildir, tüm bilincini şiir yönünde oluşturmuş insandır. Bilincimiz bir şair bilinci olduğu zaman şiirimiz gerçek şiir olacaktır. Bunun bir başka anlamı şairliğin bir yaşam biçimi olduğudur. Şairliğin bir yaşam biçimi olması kişinin şairliğini ona buna kanıtlamak için çeşitli acaiplikler yapması, boynuna kırmızı fularlar takıp kendini kasa kasa yürümesi gibi işlemleri gerektirmez. Tersine, tüm gerçek sanatçılar gibi gerçek şairler de sıra insanlarıdırlar. Şair olmak herşeyden önce şairce algılayan olmak demektir, daha sonra şairce bileşimler yapan olmak demektir. Genelde sanılır ki şair bir anlam yakaladığı zaman onu ustalığıyla şiire dönüştürür. Hayır, hiç de öyle olmaz, şair bir anlamı şairce yakalar. Evet, önce fikir vardır, sonra bu fikirden çeşitli yaratma süreçleri boyunca gösterilen çabayla yapıt oluşur. Ancak bu şiir dışı bir fikrin şiire çevrilmesi, şiire dönüştürülmesi anlamına gelmez. Şimdi fikri bulduk, tamam, eh bunu biz ağır ağır şiire dönüştürelim, şairce söylemeye başlayım, ona şiir giydirelim, onu şiire uyarlı kılalım. Şairin, gerçek şairin yaşamında böyle bir deneyle karşılaşamazsınız.
Şairin tüm sezgileri, tüm algılayışları, tüm bakışı şaircedir. Esin gelip şiir bir taslak olarak kendini ortaya koyduğunda şiirsellik zaten belli bir ölçüde gerçekleşmiştir. Şair esinini şairce yaşamıştır, bu esin ona sözü şairce söyletmiştir. Ancak şair bundan sonra şiirini daha da şiir kılabilmek için çaba gösterecektir. Çünkü şair her ne kadar bir takım yetkinliklere, ustalık diyebileceğimiz kazanımlara ulaşmış kişi de olsa her şiirinde yeni bir yaratma çabasının içinde duyacaktır kendini. Şair olamamış bir kişinin uğraşa didine bir fikri biraz ya da biraz daha şiirsel kılabilmesi elbette olasıdır. Ancak şair nitelikleri kazanamamış bir kişinin ha deyince canını dişine takıp üst düzeyde bir şiirsel yaratıyı gerçekleştirebilmesi olası değildir. Ancak, böyle böyle şair olunduğu da doğrudur. Bunun için de en azından kişinin neyin şiir olup neyin şiir olmadığını bilecek kadar görgülü olması gerekir. Şiir olmayandan şiir olana doğru geçiş bir tür khaos'dan bir tür kosmos'a geçiş olduğuna göre kişinin en azından khaos'un nerede bitip tosmos'un nerede başladığını bilecek kadar bir duyarlılığı olması gerekir. Bu duyarlılık olmadığı zaman kişinin kendini çok yetkin şiirler yazan gerçek bir şiir ustası saymaması için hiçbir neden yoktur. Böyle bir kişi neyin şiir olduğunu neyin şiir olmadığını bilemediği için alt alta sıraladığı sözcüklerin bir şiir gücü ortaya koyduğunu sanabilir. Bu düşünmeyi bilmeyen kişinin bir iki kavramı yalapşap bir araya getirdiğinde büyük bir düşünce üretimini gerçekleştirdiği duygusuna kapılmasına benzer. Pek çok kişi üç kuruşluk bilgiyle bilgelikler üretmeye kalktığında ürününün niteliğini kavrayamamanın verdiği dağınıklıkla kendine hayran düşünür tipi çizebilmektedir. Şair olmadığını bilemeyen şair belki de dünyanın en zavallı insanıdır. Şiir piyasasında şair olmadan av yapmaya çıkmış insan bir ahlaksızdır, bir işbilirden başka bir şey değildir. Pekçok kişi para gücüne şair olur. Şair olmadığını bilmeyen şair ne kadar acınasıysa şair olmadığını bile bile şiir piyasasında av yapmaya çıkmış şair o ölçüde dayaklıktır. Ancak bu dayaklık adam şiirsiz şiirini para kuvvetine ya da başka bir şey kuvvetine pazarlamakta direndiği zaman tekkeyi bekleyen çorbayı içer yasasına göre hatta birinci sınıf şairler arasında yerini alacaktır. Bu yüzden adı şaire çıkmış, antolojilere geçmiş pekçok şair'in şair olmadığı ortadadır.
insanlar zor bir işi gerçekleştirmektense onun sahtesini aceleyle yapıp ortaya koymayı yeğliyorlar. Gerçekten şair olmak zor iştir. Bir şair duyarlılığı kazanmak için canınızı dişinize takacaksınız, bu duyarlılığı kazanmaya başladığınızda da şair olmayan şairlerin öldürücü oklarından korunmaya çalışacaksınız. Gerçek sanatçı (ki çok az sayıdadır) gerçek olmayan sanatçılar yığınının öfkesini çekecektir. Sorun bir yetenek ya da deha sorunu olmaktan önce bir çaba sorunudur. Gelgelelim, hiç de tembellik kaldırmayacak bir alan olan sanat alanında daha çok tembeller iş tutarlar. Örneğin tiyatro hem kuramsal bilgiyi hem uygulama etkinliğini gerektiren bir sanat alanı olmakla tiyatrocuyu geniş çapta yükümlü kılar, öyle ki tiyatrocunun tiyatro düşünmekten başka bir işi olmaması gerekir. Zaten gerçek sanatçı tam anlamında adanmış kişidir. Tiyatro alanına baktığınızda orada tiyatronun ne olduğunu bilmeyen insanlarla karşılaşırsınız. Bu insanlar tiyatroyu rol kesmek olarak aldıklarından her çabalan acılı bir gülünçlüğü ortaya koyar. Bereket tiyatronun alıcıları da aynı düzeydedir de tiyatro yaratıcısıyla tiyatro izleyicisi arasındaki ilişkilerde pek sorun çıkmaz. Hatta düzey düşüklüğü bir avantaj olarak iş görebilir. Bu bütün sanatlar için geçerli bir durumdur. Şiir için de geçerlidir. Şairi tiyatrocuyla kafa kafaya vermiş olarak bir meyhane köşesinde hoşafa dönmüş bir biçimde bulabilirsiniz.
Şair de öbür sanatçılar da güçlerini yalnızca ve yalnızca sanatlarına uyarlı kıldıkları, sanatın koşullan çerçevesinde geliştirdikleri bilinçlerinden alabilirler. Alkolün ya da entrikanın sağlayacağı güç kişiyi sanatçı yapmaya yetmeyecektir. Sanat alanında her zaman kötü satıcılar ve kötü alıcılar vardır. Bunlar yaratıcı düzeyinde de izleyici düzeyinde de bilincini estetik hazza ulaşma yönünde geliştirememiş kişilerdir. Sözde sanatçıların ürünlerini sözde izleyiciler tüketirler. Gerçek sanatçı da gerçek izleyici de az sayıdadır. Gerçek sanatçı kötü izleyiciye ters gelir. Gerçek izleyici de kötü sanatçıya ters gelir. Sanat alanında her yaratıcı kendi izleyicisini bulacaktır, kendine uygun izleyiciye kavuşacaktır. Sanatçıya göster izleyicini söyleyeyim ne olduğunu diyebiliriz. iyi sanat gerçek bir yetkin bilinçle gerçekleştirilmiş sanattır. Onu üretmek de tüketmek de zordur. Demek ki şairin ilk işi şair olmaya çalışmak olacaktır. Şiir yazmakla şair olmayı birbirine karıştırmayalım.
1955 istanbul doğumlu. Moda ilk Okulu, Kadıköy Kız Lisesi ve Mimar Sinan
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi mezunu. Türkiye Yazarlar Sendikası üyesi.
ilk şiiri lise çağlarında 1972'de Kadıköy'ün Sesi'nde yayınlandı. Şiirleri Kıyı,
Kuzey Su, Şiir Defteri, Detay, Şiir Ülkesi, Vurgu, Varlık, Türk Dili, Güzel
Yazılar, Ay Sallanıyor, Şiirce, Şiir Atı, imgenet, Antoloji.com, vb. de yayınlandı.
ESERLERi
UMUT PAS TUTMAZ, şiir kitabı, Dayanışma Yayınları: 36, Türkçe, 64sayfa,13x19.5, Ankara, Eylül-1984,1.Baskı.
ŞiiR AYAKTADIR, şiir kitabı,Mayıs Yayınları,şiir dizisi: 5, Türkçe, 80 sayfa,13x19.5, Ankara, Nisan -1985, Birinci basım
BiR UZUN YOLDA, şiir kitabı, Saypa Yayınları, Şiir dizisi no:6,Türkçe,120 sayfa,12.5x19, Ankara,Ekim-1996, ISBN:975-7279-56-0,Birinci baskı.
AŞK FESLEĞEN KOKAR, şiir kitabı, KiS Yayıncılık,Türkçe,88sayfa,13x19.5,Ankara, Mart-1999,Birinci basım.
SOSYALiST MÜCADELE ETiĞi, Kollektif yay,Türkiye Ortadoğu Forumu Vakfı, Sosyal Bilimler, Politika,Siyasi Bil.,Türkçe,336 sayfa,13.5x21, istanbul,Kasım-2001,1. baskı
1968 istanbul-Üsküdar doğumlu...Deniz iş ilkokulu'nda okuma yazmayı öğrendi. Sonra bir yıllığına karma yapılan Üsküdar Kız Lisesi'nde Ortaokulun birinci yılını okudu.. 80 darbesinde çok sevdiği okulundan tüm hemcinsleri gibi Cumhuriyet Lisesi'ne sürüldü ve Ortaokulu Cumhuriyet çocuğu olarak burada bitirdi. Liseyi Kabataş Ticaret Lisesi'nde tamamladıktan sonra 86-91 yılları arasında Marmara Üniversitesi'nde işletme okudu. Selimiye Kültür Dostları Derneği kurucu üyeliğinde bulundu. TBKP-SBP ve ÖDP üyelikleri ile 'Neler oluyor bu ülkede?' sorusuna cevaplar aradı. Hala bulabilmiş değil..
1977 konya dogumlu süleyman demirel universitesi sosyoloji bölümünde lisans ve selçuk universitesinde yüksek lisansını tamamladı. Felsefe ögretmenligi ve yöneticilik yaptı ... bu aralar piskoloji danışmanlıgı yapmasınaramen "bir mısra daha soylesek dunya duzeliçek" mısrasına takilarak şiir çalışanı olarak kendini tanıtmaktadir......
yazarın yayınlanan eserlerı
Köyümüz Sivas ilinin Divriği ilçesine bağlı, Divriği’nin 14 km batısında Sivas-Divriği karayolunun Mursal yol ayrımındadır. Divriği’yi yeşil Divriği yapan yeşil ovanın başında, sırtını dağlara dayamış eski adı ODUR yeni adı KAYABURUN olan güzel bir Anadolu köyüdür.
Oldukça geniş mera ve tarım alanı bulunan köyümüzün doğusunda Güresin ve Kavaklısu (Armutak), batısında Karaağaç, Dumluca, kuzeyinde Güneyevler (erşin) , güneyinde Karasar ve uzunkaya (Pağram) köyleri vardır.
Köyümüzün şu an ki yerleşim yeri Ermenilerin yaşadığı yerleşim yeridir. Ermenilerden ve Rumların köyün bahçeleri civarında yerleştikleri kilise ve eski kalıntılardan anlaşılıyor. Şu an ki köy halkımızın büyük bölümü, 1. dünya savaşı sonunda Tunceli, Erzurum, Hasankale, Varto yöresinden 1919 yılında Sivas’ın Kaldı köyüne oradan birkaç aile Ulaş’a diğerleri Divriği Odur köyüne yerleşmişlerdir. Odur köyüne gelindiğinde 8 ila 10 ermeni ailesi yaşıyormuş. Köyde günümüze kadar oturan aileler bulunmaktadır. Diğer bir bölüm köy halkı Zara’ya bağlı KARABEL yöresinden gelmiş ahali köyü ve insanları ise dönemin Gımılı Paşa diye anılan kişisi tarafından eski sahibinden satın alınmış ve köy halkı (Divriği’de Leventgillerden Kirveler yardımı ile) Divriği’ye, oradan da Odur’a 1927 yılında yerleşmişlerdir. zobu köyünden gelen birkaç ailede Odur’un mezrası olan yanlışkeş (karayakup) yerleşmiş sonra bir takım imkansızlıklar yüzünden Odur’a yerleşmişlerdir. Ermenilerin Odur ve civarında yaşadıkları köylerden şehirlere göçmesi ile Divriği’liler bu köylerin ekilebilir sulu tarım alanlarını kendi aralarında bölüşmüşlerdir. Hala da ekilir alanların büyük bölümleri köylülerimiz tarafından kullanılmaktadır.
1980 li yıllara kadar 90 hane olan köyümüz yaklaşık 500 kişilik bir nüfusa sahipti. 1953 yılında köyümüze okul yaptırılmış, okur yazar olan şukru efendi tarafından eğitim verilmiştir. Okulumuz tarım ve hayvancılığın çöküşü ile artan işsizlikle beraber 1989 dan sonra hızlı göçle beraber öğrenci bulamaz duruma düşmüş, 1994 yılında kapanmıştır. Son yıllarda üniversitelerde okuyan gençlerimizin sayısının artması köyümüzün onuru haline gelmiştir. Köyümüzün kara yolu bağlantısı asfalt olup istanbul ve Ankara derneklerimizin köy halkıyla bütünleşen yardımlarıyla (devletin katkıları dahil) kanalizasyona kavuştu.Divriği’de oturan köylülerimiz tarafından kapanan okul binası hizmet evine dönüştürülüp düğün ve cenaze yemeklerinde masa sandalye ve tabldot tabakları alınarak köyün hizmetine açılmıştır. Kaymakamlık tarafından etrafı tel örgülü bir futbol sahası yaptırılmıştır. Elektriği kapalı su şebekesi ve otomatik telefon santralıyla her evin telefonu vardır.
Divriği demir madenleri ve demir yolu tünellerinde 1980 li yıllarda köyümüzden yaklaşık 40 ila 50 işçi çalışıyordu. Özallı iktidarla Divriği’nin siyasal potansiyelini kırmak için artık bu yörelerden işe kimseler alınmaz oldu. 1986 dan sonra Divriği’lilerin ekmek kapısı olan demir madenlerine Sivas dışından çalışanlar dolduruldu. Divriği madenleri artık Divriğililerin yüzüne kapatılmış, bir bakıma ekmekleri elinden alınmıştır. Köyümüzde 25 adet traktör 15 adet demir cevheri taşıyan kamyon vardı. Divriği’de ki bu kötü gidişat bunları teker teker yuttu ve hızlı bir göç başladı.
Köyümüzün ilk yerleşim tarihi bilinmemekle beraber yüz yıllar evveline ait bir yerleşim yeri olduğu bu gün tarihi kalıntılardan anlaşılmaktadır. Köyümüzün kalesi ve kiliseleri bunların en belirgin örnekleridir. Kale bir yanı dikkaya üzerine kurulmuştur. Kaya üzerinde açılan sığınak ya da odalar, kale üstünden inilen merdivenler, kale üstünde ki taş yapı ve surlar kilometrelerce uzaktan gelen su pörnekleri ve su sarnıçları görülmeye değerdir. Yeni mezralarda ki yer altı kiliseleri kalıntıları, doğa ve insanla savaş verircesine ayaktadır. Yanlızkeş (Kara Yakup) mezrasınaadını veren karayakup zınıskıde seyit babaahı köyünde ahı baba aynı soydan geldikleri söylenir. Odur Köylüleri, birkaç yıl öncesine kadar ot biçimi zamanı geldiğinde, bütün köy insanları olarak Kara Yakuba adaklarla giderlerdi.işlerinin rast gitmesi, ürünün bereketli olması, bir kötülükle karşılamamak için adaklar kesilirdi.
Bugün Odur köyünün yaylaları köyde kalanların büyük baş hayvancılık yaptıkları alanlar haline gelmişlerdir..En önemli uğraşlardan önde gelenler besicilik ve hayvan ticaretidir. Köy halkının en büyük gelir kaynağı ise köyümüzün sulu tarım alanlarıdır.Buralarda üretilen ürünlerle Divriği’nin yazın yeşil sebze ihtiyacının bir bölümü karşılanmaktadır.Küçük taneli kuru fasulye, Divriği’de odur fasulyesi olarak adlandırılmakta, ve ilçenin en meşhur fasulyesi olarak bilinmektedir.
Tarihin derinliklerine fazla inmeye gerek yok. 65 yaşın üstünde ki büyüklerimizin bile bize birer tarihi abide gibi geliyor. Onlardan duyduklarımız, gördüklerimiz ve öğrendiklerimiz bu gün ki yozlaşan kültürel değerlere, yok olan dayanışma ve dostluğa benzemiyordu. Odur köyünde kültürel değerlere, dostluklara bağlı kalınmasının aslında büyüklerimizden kaynaklanan bir temeli vardır. Hiç bitmeyecek olan dostluk örneklerine en büyük örnek ; Ahmet Doğan (Hamo Dayı) ile Hacı Ali’nin dostluğu ve arkadaşlığıdır.Bu dostluk bir ömür sürmüştür. Köyde kız istemelere bu iki kişiyle gidilir, genellikle saygı duyulan bu kişiler sevenleri kavuşturmasıyla bilinirlerdi.
Kayaburun köyünün istanbul ve Ankara’da olmak üzere iki derneği bulunmaktadır. Ankara ve istanbul’daki kayaburun koyu sosyal yardımlaşma ve dayanişma dernekleri kültürel etkinlikler bayramlaşmalar, yeni neslin bir biri ile tanıştırıldığı geceler, eğlenceler düzenlemektedirler. Kayaburunda düğünler bir başka güzel olur. Sosyal dayanışmanın halayların ve halay türkülerinin güzelliği görenleri imrendirirdi. Damadın sağdıç evine götürülüşü, şapka kaçırma ve sağdıç evinde akşam oynanan orta oyunları hala köy içi düğünlerde devam eden güzelliklerdendir.
1.Kiss Me (Sixpence None the Richer) (3:19)
2. Lose Your Way (Sophie B. Hawkins) (4:03)
3. Feels Like Home (Chantal Kreviazuk) (4:42)
4. Life's a Bitch (Shooter) (3:11)
5. Ready for a Fall (PJ Olsson) (4:31)
6. Stay You (Wood) (3:50)
7. Any Lucky Penny (Nikki Hassman) (4:37)
8. Shimmer (Shawn Mullins) (4:08)
9. London Rain (Nothing Heals Me Like You Do) (Heather Nova) (3:52)
10. To Be Loved (Curtis Singers) (3:55)
11. Letting Go (Sozzi) (4:42)
12. Cry Ophelia (Adam Cohen) (3:50)
13. Did You Ever Love Somebody (Jessica Simpson) (3:54)
14. I Don't Want to Wait (Paula Cole) (5:19
2.1. I Think I´m In Love With You (Jessica Simpson) (3:18)
2. Crazy For This Girl (Evan&Jaron) (3:22)
3. Respect (Train) (3:26)
4. I´m Gonna Make You Love Me (The Jayhawks) (3:42)
5. Givin´ Up On You (Lara Fabian) (4:33)
6. Superman (Five for Fighting) (3:42)
7. If I Am (Nine Days) (4:00)
8. Never Saw Blue Like That (Shawn Colvin) (4:39)
9. I Think God Can Explain (Splender) (3:56)
10. Teenage Dirtbag (Wheatus) (4:03)
11. Broken Boy (Michal) (3:55)
12. Just Another (Pete Yorn) (3:14)
13. Show Me Heaven (Jessica Andrews) (4:20)
14. Daydream Believer (Mary Beth Maziarz) (3:32)
15. Peak (Mojofly) (4:36)
16. Dangerous (Viktoria) (4:50)
17. I Will Win Your Love This Season (G. Toengi) (3:06)
Bir arkadaşımla balık almaya gittiğimizde, arkadaşım kovanın içinde yüzüp çırpınan balıklara bakıp;
-'Bunlar taze mi?' diye sormuştu.
Balıkçı da cevabı hemen yapıştırdı:
-'Yok abla, pil takıp oynatıyoruz'
Biri de tanık olduğu olayı şöyle anlatıyor;
'Bizim oradaki Carrefour´un ilk açıldığı zamanlar. Mağazada anlık indirim duyurularını anons eden kişi şöyle dedi:
-'Pantolonları indirdik, orta reyonda sizleri bekliyoruz.'
kriz içindeki kapitalizmin hem kapitalistleri hem de işçi sınıfını yönetecek yeni bir idareci kadro sınıfı ortaya çıkarıcagı şeklindeki teorisi ile büyük ilgi toplamiştir. Amerikan soguk savaş muhafazekarlıgının en hareketli savunucularından biridir.
(1873-1937 ) avusturyalı marksist filozof.birinci dünya savaşı sonrası avusturya'başgösteren işçi konseyi hareketini en büyük savunucularından.marksizmi,modern pozitivist bağlamda bilimsel sosyoloji olarak kabul etteimek için gösterdigi teorik girişimleri ile tanınmaktadır.
19 Ocak 1946 tarihinde Maçka (Trabzon)'da doğdu. Trabzon Lisesi'ni (1964), Fatih Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü'nü (1967), Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Çeşitli öğretim kurumlarında 29 yıl Türk Dili Öğretmenliği yaptı. Halen Bilkent Üniversitesi insani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Yıllardır, Kıyı ve Bilkent 4 Mevsim dergilerinin sanat yönetmenliğini sürdürüyor.
ilk şiiri 1966 yılında yayımlandı. Şiirleri ve yazıları Doğrultu, Dönemeç, Düşün, Edebiyat 81, Evrensel Kültür, Güney, Hakimiyet Sanat, Karşı, Kıyı, Milliyet Sanat, Sesimiz, Somut, Temmuz, Türkiye Yazıları, Varlık, Yansıma, Yazko Edebiyat gibi çeşitli yayın organlarında yer aldı.