ayrılıktır. ilk zamanlarında dünyanın sonu gelmiş hissi verirken, birkaç yıl sonra omuzlardan kalkan koca bir yük hissine dönüşür. epey beklemesi gerek ama.
ayrılıktır. ilk zamanlarında dünyanın sonu gelmiş hissi verirken, birkaç yıl sonra omuzlardan kalkan koca bir yük hissine dönüşür. epey beklemesi gerek ama.
o kadar uzağa gitmeye lüzum yok. uludağ sözlükteki entry yüzünden ifade veren yazar da vardır. zira sözlüklerde savcılıktan talep geldiği sürece kabak gibi meydanda olan ip adresiniz adminler tarafından verilir. üstelik bu hususta size bilgi de verilmez. eve tebligat gelince bilginiz olur ancak. böylelikle de adliye yolu görülür. nereden mi biliyorum? neyse.
geçmiş olsun dediğim, sivri dillerinizi tutmadığınız sürece sizin de her an başınıza gelebileceğini itina ile belirtmek istediğim durumdur. siz en temizi sözlüklerde klavye oynatmayın.
şu an bu yazıyı kuaförden çıkmış tipik türk kızı edasıyla yazıyorum. saçlarım bozulmasın diye boyun fıtığı olmamın yanı sıra, suratımda taşıyamadığım kadar fazla makyaj olması da canımı sıkmıyor değil. bir de takma kirpik mevzusu var ki ilk ve son deneyimim oldu. neyse konu bu değil.
henüz idrakine varamadım büyümüş olduğumuzun. muhtemelen o evlenene dek de farkına varamayacağım. ilk adım diye adlandırılan söz merasiminin hazırlıkları bunlar. hoş sadece ben değil, o da farkında değil ne yaptığının. kuafördeyken ara ara gözüm takıldı ya da bilerek izledim onu bilemiyorum. alık alık bakıyordu etrafına ve hiçbir zaman sahip olmadığı kapris huyuna bugün bile sahip değildi. aksine sanki gelin olan o değilmiş gibi ha bire çevresiyle ilgileniyordu. ben suratımdaki 3 kilo makyaja dehşet içinde bakarken, benimle ilgileniyor kuaföre komutlar veriyordu.
-bu böyle olmadı. arkadaşımın istediği tam olarak bu değildi. şuradan ayırsanız daha iyi olacak. yok öyle değil şöyle. beğendin mi? beğenmediysen değiştirelim. bekleriz vaktimiz var daha.
bunları benim söylemem gerekirdi zira gelin olan oydu. ancak fıtratında vardı ilgilenmek, yardımcı olmak. aksini yapamıyordu "gelin" dahi olsa...
berbat bir gece geçirmiş ona anlatmamıştım. sevgiliden ayrıldım mı ayrılmaya mı karar verdim tam bilemiyorum şimdi. karışık her şey. bulanık ya da. anlatmadım ama o anladı. anlatmak zorunda kaldım ben de. o koşturmacanın arasında benimle ilgilenip dinlemek için ekstra çaba harcadı. dedim ya fıtratı...
tam 21 yıl öncesinde tanıdım onu. ikimiz de mavi önlüklerin içinde kaybolmuş "la şimci bizi kim sikecek olummm" diye ürkek bakışlar fırlatırken okulda. 21 yıl sonra aynı bakışlara sahiptik bugün konumumuz farklı olsa da. ağlamayacağım lan niye ağlayayım ki. en azından bugün tutmam gerek kendimi. hem evlense de biz yine kopmayız değil mi?
hayatımda çok az insanın kalbinin temizliğinden emin oldum. çok az insana tereddütsüz "iyi" sıfatını layık gördüm. değişmez, değişmeyiz değil mi?
birbirimizin yüzüne bakıp söyleyemediğimiz o kadar çok şey var ki geçmişte kalan. o kadar çok çaba harcadık ki ayağa kalkabilmek için. birimiz sendelese diğeri dik durdu ki, aynı anda çökmeyelim. çökersek kaldıracak üçüncü bir kişi olmayacaktı zira. ben çok fazla dua etmem, kibirden midir utancımdan mı bilmem. ancak bugün saçımdaki o koca aletlerle savaşırken dua ettim en içten halimle. allah en az 21 yıl daha ayırmasın bizi. sendelersem tutarsın sen beni...
besin zehirlenmesi yaşayan zatlara hiç ama hiç önermeyeceğim zıkkımdır. bunca yıllık tiryakiyim. ilk kez bu kadar zararını görüyorum. bağırsakları çalıştırma etkisi ile besin zehirlenmesinin sonuçlarını karşılaştırınca nirvanaya ulaşacaksın genç. ben bi kusup geleyim.
"sözlükte neden birini tanıyasın ve tanıdığın birilerinin olduğu yerde nasıl rahat yazasın ki?" sorularıyla beynime tecavüz eden cümledir. bir yerlerde yazıyor olmanın amacı ki bu yerlere sözlükler de dahildir. gerçek hayatta konuşamadığın yahut söylemek isteyip de söyleyemediğin türlü kelamları kusmaktır. he başka amaçlar güden zatlar elbette olacaktır. onlara amaçlarıyla kolaylıklar diliyorum. lakin kişisel tercihim, samimiyet kurmadığım ve tanıdık herhangi bir zatın olmadığı yerde yazmaktır. kasmadan, acaba okuyunca ne düşünür demeden, rahatça yazmak...
bittabi belirli bir süre yazdıktan sonra okuyanlar tarafından mesajlar alınacaktır. mesaj butonu yanıp sönecek, akabinde gidişatını yazarların belirleyeceği bir muhabbet başlayacaktır. ancak muhabbetin "tanıdık" kıvamına gelmeden sonlandırılması en makbul olan davranış biçimidir. vesselam.
sattıkları köri soslu tavuk sandviç sayesinde 3 gündür serum-iğne ve ilaç tedavisi görmeme sebep olan kurumdur. tedavim hala sürüyor ancak iyileştiğim ilk anda kendileriyle bizzat görüşeceğim. azıcık bekleyin öfkem daha da büyüyor efem.
daha önce yaşamamış olanlar için bizzat yaşadığım deneyimleri aktarayım ki benim gibi geri zekalılık yapıp zehirlenmiş vaziyette 2 gün geçirmesin yazar arkadaşlar.
-pazar akşamı gayet adı şanı bilinen bir cafede tavuklu sandviç yedim. daha önce hiç zehirlenme vakası yaşamadığımdan yazın dışarıda tavuk yememek gerektiğini de düşünemedim.
-pazar gecesi hafiften midem bulanmaya başladı ama zaten hassas bir midem olduğundan önemsemedim.
-pazartesi sabahı işe gitmek için uyandım ki başım dönüyor. dayanıklı bir bünyem olduğundan bunu da önemsemedim. sonra biraz kustum mide yanması arttı. lakin yine de önemsemedim.
-sonraki aşama ki bu en kötüsüydü. sıtma başladı. çok sıcak bir hava olmasına rağmen iş yerinde kıyafet üzerine hırka giydim yetmedi bir de battaniye aldım. yine de titreme geçmedi.
-eve geldiğimde titreme hali iyice arttı. ateşim yükseldi ve soğuk ter dökme hali hasıl oldu. 6 saat boyunca titredim ve terledim.
-sabaha doğru uykudan mide ağrısı ve kramplarla sıçradım. ben hala soğuk algınlığı diye düşündüğümden yine önemsemedim. iki günü böylece geride bıraktım.
-salı sabahı tüm geri zekalı hallerime dayanarak işe gitmeye karar verdim. banyoya girdim. etraf karardı banyonun ortasına yığıldım. kaç dakika öyle kaldım bilmiyorum. gözümü açmamla kusmam bir oldu. kusunca az biraz rahatladım. aynaya baktığımda zombi filmlerine başrol olmaya hak kazanmış haldeydim. sürünerek annemin yanına gittim "beni hastaneye götür" dedim. gerisi yine karanlık.
-6 saat müşahede altında kaldım. 3 adet serum 2 adet iğne ve bir avuç ilaç aldım.
bitti sandınız değil mi? asıl işkence bundan sonra başlıyor. zira 2 gün boyunca zehirlenmiş vaziyette olağan hayatına devam etmeye çalışan gerzek bedenimin zehri kusması gerekiyordu. 3'er dakika aralıklarla tuvalete gittim. kesinlikle abartmıyorum 3 dakika. bir gün içerisinde üşenmeden saydım, 29 kere tuvalete gittim ve su sıçtım. vücut su kaybettikçe tansiyon da sıfırlandı. sürekli ilaç ve iğne takviyesi aldım. hala almaya devam ediyorum. ardından 2 serum daha yedim. onlar biraz düzeltti gibi ama tuvaletle bağım hala kopmadı. bilinç kaybı, halüsinasyon , olayları hatırlayamama durumuna hiç değinmiyorum bile.
örneğin müşahede altındayken bilincimi kaybedip serumlu kolun üzerine yığılmışım. akabinde damardaki iğne yamulmuş ve damardan kan fışkırmış. annem beni düzeltmeye çalışmış vs. ben bunları hatırlamadığımdan sonradan kolumdaki devasa morluğa ve şişliğe anlam veremeyip hemşirenin beceriksizliğine küfrederken annem mevzuyu anlattı. kesinlikle hatırlamıyorum bunları. bugün zehirlenmenin üzerinden 3 gün geçti ve hala iyileşmiş değilim. doktorun dediğine göre 4 gün iyileşmek için asgari zaman dilimi imiş. hatta ben deliymişim ki zehirlenmiş vaziyette iki gün geçirip işe gitmişim. çalışmışım. epey dayanıklıymış demek ki bünyem...
zehirlenme vakası yaşamamış olanlar için;
-deli gibi titriyor ve ateşiniz gözlerinizden fışkırıyorsa soğuk algınlığıdır deyip beklemeyin.
-bacaklarınız titriyor ve kaslarınız istemsiz hareket ediyorsa yorgunluktandır demeyin.
-mide bulantısı, yanması ve ağrısı çekiyorsanız derhal doktora gidin.
-ve zehri atana dek hiçbir ilaç ve besin ishale çare olmayacak bunu kabullenin.
haşlanmış patates, galeta, şeftali suyu, muz dahi yeseniz ishal ve kusma hali vücuttaki bakteri ya da ne zıkkımsa bitene kadar çare olmayacak kusma ve ishale. sike sike çekeceksiniz bu çileyi. boşaltımı sağlayan organlarınız pert olacak ama yine de çekeceksiniz. velhasılı kelam her türlü sağlık sorunu yaşadım. böbrekten tutun mideye kadar her türlü sıkıntıyı çektim. ancak böyle bir çile çekmedim. ilk kez allahım canımı al da kurtulayım dedim. ölümü istiyorsunuz ötesi berisi yok. şimdi ben allah kimseye yaşatmasın diyeceğim, ancak yazıyı okuyup hala yaşamamış olanlar abarttığımı düşünecek. o yüzden inanmıyorsanız yaşayın lan deyip tuvalete gidiyorum. ühü.
facebook'ta ismin başına tc eklemek bir fikir değil, fikirsizlikten meydana gelmiş bir koyunluktur. fikir, zihni yorarak ve çözüm yolu arama gayreti ile hasıl olur. çözüme ulaşmak için eylem yapılacaksa, önce bir sıralama izlenir. sorun nedir? tabeladan tc ibaresinin kalkması. peki bu soruna nasıl tepki verilir? bu ibareyi kaldıran kişi ya da kurumlara karşı çıkarak. karşı çıkma hali nasıl olmalıdır? bir mail, bir dilekçe, bir dava, bir protesto ile belki. hani hem bedeni hem de zihni yorarak.
burada kızılan yahut aşağılamaya iten şey fikirler değildir. kifayetsiz eylemlerin sonuçsuzluğuna rağmen koyunluğa devam edilmesidir. istenilen şey sonuca ulaşmak değil de sadece ses çıkarmak ve tarafını belli etmekse amenna. ancak sonuca yönelmeyen eylemlere fikir demek de abestir.
şimdi bu ibareyi isminin başına ekleyen zatlara şu soruyu yöneltsen eminim ki hepsi "uff işim var yha" diyecektir.
-kardeşim biz ülkenin böyle ufak görünen ayrıntılarla yok edileceğine inanıyoruz. iş bu sebepten bir araya gelip çözüm yolları arıyoruz. öncelikle falan saatte falan yerde toplanalım ve çözüm arayalım. sonrasında belki dava açılır ya da taksim'de toplanılır. henüz bunlara karar verilmiş değil. ancak mücadele etmeliyiz.
yöneltin bunu o zatlara. bakın bakalım ne diyecekler.
"uff işim var gelemem sinemaya gitcem yha"
işte ben buna kızıyorum. gülşen şarkılarıyla coşuyordun dün lan. biri facebook'ta bu olayı yaymasa, haberin bile olmayacaktı durumdan. belki hala da yoktur. hani haber de izlemezsin ki sen. vatan için kafa dahi yormazsın. ne siyasetten ne ülkeden haberin var. tc yazdın ya görevini yerine getirdin tabi. amk gerizekalısı ya. zorla sövdürüyorlar insanı.
bugün gördüğüm, önce ne olduğunu anlayamadığım lakin sonrasında bilgi sahibi olduğum durumdur. her zamanki gibi sessiz kalıp bu kısa dönem cengaverliğini uzaktan izleyecektim. ne dahil olacak, ne de tepki verecektim. ancak listemde gördüğüm bir zat şunu yazmış duvarına;
-isminin başına tc yazmayanlar bir zahmet oç yazsınlar.
bunu görünce inceden gerildim tabi. cümlenin ve çıkışın vasatlığı biraz gülümsetse de, yine de gerilmeme engel olamadım. salon ağzımı kenara bırakıp tepkimi vereyim istedim.
lan kifayetsiz muhterisliğinize sıçarım. ne bok yiyorsanız yiyin klavye başından lafım yok. isterseniz vatanı kimseye vermeyiz diye böğürmenin akabinde gülşen'in yeni klibini paylaşın aynı duvardan. inanın kimse sorgulamaz ne çelişkinizi ne de tuhaflığınızı. ancak bu tür tuhaflıklara katılmayan şahıslar hakkında kendinizce yargıya varıp hakaret etmeyi yeğliyorsanız, o vakit sosyal paylaşımınızı bir tarafınıza sokarlar. saldırıdan muaf girişimi öğrendiğiniz vakit, belki o çok sevdiğinizi iddia ettiğiniz vatan refaha kavuşur. pelte beyinler sizi.
uzun bir ara sonucunda aynı istekle izleyemediğim dizidir. araya soğukluk girmişse tabi. sezonun yayınlanan ilk bölümünde beklediğimi pek bulamadım. hızlı bir giriş yapamasa da, belki ilerleyen bölümlerde adrenalin yükseltme özelliği açığa çıkabilir.
sözlük yazarlarının benzediği ünlüler başlığına bakıp bakıp "lan ben niye hiçbir ünlüye benzemiyorum" ezikliğini yok eden oyuncudur. tabi ben bunu bugün öğrendim sevgili sayesinde. ismini dahi bilmezdim. ki ismi de bir garipmiş. bilsem de unuturdum. o değil de o aptal diziden hatırladım sıfatını sonradan. yazık kim ısrar ettiyse oyna diye.
biraz berguzer korel'e biraz da sıla'ya benziyor sanki.
bunlara sahip değilse aşık olmayın ona. aşık olup da kızı mutsuz etmeyin. zira bu özelliklere sahip değilse, mutsuz olması kaçınılmazdır. afalladın değil mi? dur açayım mevzuyu.
kız dürüsttür. her şeyi olduğu gibi anlatır. anlatmak zorunda olmadığı mevzuları dahi anlatır. lakin bu dürüstlüğü her tartışmada canını yakacak koz olarak geri döner ona.
işi okulu ya da her ne yapıyorsa sadece onunla meşguldür. bunların dışında kalan tek hayatı, sevdiği kişi ile yaşadıklarıdır. mecbur kalmadıkça karşı cinsle konuşmayı tercih dahi etmiyordur. az konuşuyor, az gülüyordur. ailesi, yakın dostları ve sevgilisi dışında hiç kimseye "kendisi" olmuyordur. basit yaşamayı, basit olmayı, sıradanlaşmayı ve çoğunluğa uymayı zorlama ile değil, kendi isteğiyle reddediyordur. lakin yine de yeterince güvenilir olamıyordur onun nazarında.
o'nunlayken ikinci bir kimliğe yahut yüze asla ihtiyaç duymamıştır. yakın arkadaşlarına yahut çevresine ne söylediyse hakkında, yüzüne de aynı şeyi söylüyordur. düşüncelerini bile dile getiriyordur. mecburiyet olmadığı halde...
tüm bunlara rağmen o, mutsuz etmek için elinden geleni yapıyordur. gerekçesi de "aşık" olmasıdır. zira pek seviyordur ve sevdiğinden yapıyordur bunu. rica ediyorum aşık olmayın. o üç özelliğe sahip olmayan hatuna aşık olmayın. böylesi ikiniz için de daha makbul olacaktır.
-bıktım ben bundan artık.
-neyden bıktın?
iç ses: bak şimdi siktir et diyecek.
-boşver siktir et.
-heh bunu diyeceğini biliyordum. ikinci kez soruyorum neyden bıktın?
iç ses: he yav he diyecek.
-he yav he ondan.
-bunu diyeceğini de biliyordum. yine soruyorum neyden bıktın?
-keyfine bak sen boşver.
-ya sabır. ya madem söylemeyeceksin niye başlatıyorsun mevzuyu?
-sadece şunu diyorum. moralimi bozmana müsaade etmiycem artık.
-sabır... söyleyecek misin artık neyden bıktığını?
-ne taktın ya her zamanki konuşmam.
-...
kelimeler kifayetsiz. intihar edecektim sinirden ama imanı tehlikeye atmayayım dedim. türk kızı triplidir derler ya sizin genellemenize sıçarım. benim çilem neymiş arkadaş. yukarıdaki diyalogda sabreden bensem, o genellemeye sıçarım. kol gibi.
öylesine amaçsızca girdiğim sınavdır. çalışmadım hatta bir kez bile test çözmedim. öyle kendimi denemek için girmiştim. cevaplarımı kontrol ettiğimde, aylardır hazırlanan bir arkadaşımla hemen hemen aynı puanı aldığımızı gördüm. evlat, işin sırrı ne biliyor musun? raaad ol ya. beyin bedava.
o değil de stres olmayınca hakikaten daha iyi sonuçlar çıkıyormuş ortaya. bileydim azıcık çalışırdım.
bugün üç tanesi ile aynı anda muhatap oldum. değişik bir kitledir. genellikle fotoğraf çekerken bu hale bürünüyor olsalar da, ruj sürmenin hemen akabinde de bu eylem gerçekleşebiliyor. ben bugün bunu gördüm. kabilenin 3 üyesi elime iphone bilmem kaçı tutuşturup fotoğraflarını çekmemi istediler. bileydim ortaya çıkacak manzarayı, kabul eder miydim hiç. ağzım dilim tutuleydi ver çekem diyen dilim lal oleydiii.
neyse karşıma dizildiler. ortada duran, bu işin üstadı olmuş belli. yerine geçer geçmez dudaklar malum şekli aldı. ben daha bunun şokunu atlatamadan, yancıları da aynı şekle büründü. öylece kaldım. elim varmadı, anı ölümsüzleştiremedim.
-e hadi çeksene yeaa. nasıl görünüyoruz?
-kedi götünü görmüş yaram var zannetmiş.
-efendieam?
-kedi götü diyorum, gördün mü hiç?
-uff ne diyorsun yaa hadi çek.
-kedi götüüü de.
-ahaha peynir değil mi o?
-yok aslında peynir değil o. ingilizce cheese deyince dudaklar gülümseme moduna geçiyor. hani kelimenin dudaktan çıkma şekliyle alakalı biraz da. ancak türkçe karşılığını söyleyince ağızlar açılıyor "pey" derken. yani aslında aynı şey değil.
-efendieam?
-kedi götü de hadi çekiyoruum. sadece götüü desen de dudak istediğin pozisyonu alacak aslında. götüü de çekiyorum.
-uf çekme bırak!
öyle çok yanıyor ki canım. sığındığım ve inandığım tek varlık umarım bu denli yakar onun da canını. ilk kez bu denli içten diliyorum bunu. ilk kez merhametten ve sevgiden bu denli sıyrılarak diliyorum. yaradanın adaletine her zaman inandım ve her zaman da karşılığını gördüm. bu sefer yürekten istiyorum, ne olur aynı hayal kırıklığını ve acıyı yaşasın o da. son nefesini verene dek ettiğim ah üzerinde olsun ki anlasın neye yol açtığını.
cehalet örneği bir kelamdır. cennette "nefis" yoktur. sevişme eylemi de nefis olmadan vuku bulması imkansız bir eylemdir.
cennette huri ve gılmanların olacağı ayetlerle bildirilmiştir. hatta cennette evliliğin de olacağı bildirilmiştir. lakin aynı zamanda cennette nefsin olmayacağı da bildirilmiştir. orada vuku bulacak birliktelik yahut evliliğin nasıl olacağı ise açıkça bildirilmemiştir. hiçbir ayette "sevişeceksiniz" denilmemiştir.
dünya, cennetin suretidir. aslının nasıl olacağı ise kati bir şekilde açıklanmamıştır. velhasılı kelam bilinmeyen ve açıkça nasıl olduğu söylenmeyen bir eylem için namaz kılınmaz. bunun böyle olduğunu sanan aklı evvellere de selam eder suretlerle mutluluklar dilerim.
islam dininde sevap olandır. ağırdır ve gerçekten göt ister. "erkek" olmayı gerektirir öncelikle. hiç kimseye kulak asmadan, geçmişi yadırgamadan sahip çıkabilecek kadar erkek...
ama adı "orospu" olmuştur ya bir kere. yadırgar her "namuslu" geçinen bu durumu. niye? çünkü para karşılığı yapmıştır bu işi. öte yandan;
-ay aşkım bana pırlanta aldı.
-öncekiyle anlaşamadık yenisi bana araba aldı.
-ay hiç sorma o yatakta hiç iyi değildi hem yeni sevgilim bana elmas kolye aldı.
-ihihih ay ondan da ayrıldım yenisiyle nişanlandım nişan hediyesini bir görsen...
-uff attım nişanı yenisiyle evlencem şimdi. yüz görümlüğü olarak yakut yüzük istedim.
-amaan boşadım gitti. yeni koca adayım bana ev aldı.
bunlar sorun değildir mesela. zira para değil "hediye" alıyordur bedeninin bedeli olarak. bununla evlenilebilir sorun olmaz. pehey dünya!
"babaannen ölmüş" tür bazen.
"deden ölmüş" tür sonra.
"bitti" dir belki.
"kısmet değilmiş" olur ara sıra.
"beni hayal kırıklığına uğrattın" dır en ağırı.
"ben sana söz vermedim" dir en afilli yalanlardan.
noktadan sonra gelir bu duraksama hali. eğer virgülün akabinde gerçekleştiyse, noktanın habercisidir bilesin.
son 2 yıldır hafızam benden bağımsız işliyor. hatırlamıyorum birçok şeyi. bazen yıllar öncesini bazen de bir gün. biliyorum silinmez hiçbir şey beyin denen mükemmelikten. lakin, nasıl oluyorsa gizliyor kendini.
sonradan fark ettim ki hatırlayamadığım tüm o şeyler çökkünlük olarak dönüyor bana. bir şarkı, bir kelime, bir mimik, bazen de bir görüntü ile.
-bu şey değil mi? şey olmuştu hani. ama bu çok kötüydü sanki. evet, kötü bir şeydi, neydi ki.
cümlesi dökülüyor dilimden. donuyorum sonrasında. hatırlayamadıklarım azap oluyor zihnime. kötü olan ne varsa unutuyorum birer birer. artık iyi şeyleri de bahşetmiyor bana zihnim. sadece yaşanan tüm şeylerin içindeki herhangi bir unsur dibe çekiyor beni. batıyorum gün geçtikçe. eskisi gibi düşünemiyorum, hoş eskisi gibi de değilim zaten. eskiden neydim onu da bilmiyorum. şu an olduğum kişi değildim ondan eminim.
şimdi... şebnem ferah'ın hoşçakal şarkısı çalıyor geride. bu şeydi, neydi? bir de öyle ağlasam ki nefesim kesilse sonunda. biri bana beni hatırlatsa sonra. sen buydun, bak aslında bunları yaşadın. sen aslında düşünebiliyor ve hissedebiliyordun dese. sonra sarılsa ciğerlerimi patlatana dek. sarssa beni... kendine gel dese. ama bilmese kendimi ne zaman hangi olaydan sonra kaybettiğimi.
bu cümleyi annemden iki kez duydum. birincisinde hala keşke dediğim "sigara" alışkanlığımı annemin öğrenmesiyle dile getirildi. haklıydı... zira ben kokusuna bile tahammül edemeyen bir zat idim. annem de böyle bilirdi.
ikincisinde ise hayatımın en büyük hatasıydı. ona da hala keşke derim. annem yine haklıydı. lakin beni sahip olduğum keşkeler değil de bu cümle daha çok yaraladı.
anneme sık yaptığım eylemdir. sorularıma vereceği cevaplar kaş ve göz işaretlerinden ibarettir. uzun zamandır namaz kılarken böyle anlaşırız kendisiyle. eğer sorduğum sorunun cevabı "hayır" ise, kaşlar yukarı kalkar. evet ise gözlerini kapatır. geçenlerde yine soru sorma ihtiyacım hasıl oldu. gittim yanına.
-kadın anam süzgeç nerede bulamadım
-velaaddaaaliin (sinirlenince vurgu yapılır harflere. onun nidası bu.)
-kombinin altındaki dolapta mı? kaş kalktı orada değil. fırının üstünde mi? yok bu da değil.
çaydanlığın olduğu rafta mı? kaş çok kalktı kızıldı. e nerde bu sıçtığım.
-esselaamü aley... senin zıkkımın çıksın. mundar ettin namazı. münafık! cehennemin dibinde süzgeç!
-e sen bozdun namazı, ben mi boz dedim. hem cehenneme giderken süzgeci niye alıyorsun yanına te allam.
gereksizdir. neticede "yazma" eylemi biraz da konuşamadıklarının yansımasıdır. rahatlamak için yazar insan, hiçbir amaç gütmeden sadece rahatlamak. zira dilden çıkmaz zihne tecavüz eden düşünceler. bir şekilde çıkması lazımdır ama...
he illa ki sevgili öğrenmek istiyorsa da sorun değildir. zaten zihninin en minik noktasına kadar seni bilmeyen, tahmin edemeyen zatla yaşanan şey ilişki değil zaman geçirmektir. "gizlenen" ler düşünceler değil de eylemler ise, o ilişkiden bi bok olmaz.
kasmaya ne hacet. ver nickini hatta şifreni. girsin görsün amacının sadece yazıp rahatlamak olduğunu. he bunu yapmaya götün yemiyorsa, amacın yazmaktan ziyade... neyse ben bir şey demiyorum.
özenle belirtiyorum ki gereksizdir. sevgili hayatının her alanına dahil olmak zorunda değildir. özel olan bir şeyler mutlaka kalmalıdır. lakin güven eksikliği yaşıyorsa karşıdaki zat, ilişki o aşamayı hala geçemediyse, bakıp görmesinde de bir sakınca yoktur.
şimdi şöyle bir şey var. kezban diye yaftalanan ve sürekli eleştirilen hatunlar ne hikmetse pek şanslı ve mutlu oluyorlar. kezban olmayan ve "aman huzur olsun sevgi olsun yeter" diyen hatunlar ise olağanca şiddetle hırpalanıyor ve mutsuz oluyorlar (ediliyorlar). bu durumda sizin kezban yaftanıza sıçar, tez zamanda kezban olma çalışmalarına başlarım.
yürüyün gidin lan. he yukarıdaki paragraf da tıpkı bir kezban beyninden fırlamışcasına sırıtıyor bana. çalışmalara başlamışım haberim yokmuş meğersem.