oldu bu sanki
243 (ilaç gibi)
sekizinci nesil yazar 1 takipçi 26.27 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    6 saat belgeselden sonra ihtiyaç duyulan anlatıcı

    1.
  1. 50 karakter sınırına takılan aslı "6 saat belgesel izledikten sonra hayatta bir anlatıcıya ihtiyaç duymak" olan durum.

    planet earth diye bir belgesel var. çekilmiş en iyi vahşi doğa belgeseli. high definition, çekimi 5 yıl sürmüş.. mükemmel bir eser. neyse efendim ben bunun altı bölümünü tek günde art arda izledim.. izlemez olaydım amk. beynime işlemiş belgesel. ekmek almaya gidiyorum, dönerken bir bakıyorum mahallenin gencoları birbirine girmiş. yandaki abiye soruyorum mevzu ne diye. kız diyor. hah işte o anda anlatıcıya (bkz: david attenborough) ihtiyaç duyuyorum.

    "çiftleşme dönemi gelen gencolar yılın belirli zamanlarında dişileri etkilemek için tehlikeyi mücadelelere girerler." falan.
    ya da "kazanan erkek bütün dişileri alırken kaybeden çiftleşme dönemini sap olarak geçirir."

    metrobüse biniyorum mesela.
    "göç zamanları büyük topluluklar halinde topluca hareket ederler. bu aylar süren ve çok tehlikeli bir yolculuktur."

    başbakanı dinliyorum.
    "sürünün lideri iktidarını korumak için her şeyi yapabilir."

    adam tutacağım artık. sürekli yanımda gezip belgesel anlatıcılığı yapacak.
    2 ...
  2. lovers eyes

    1.
  3. mumford and sons grubundan çok çok güzel bir parça. insanın içini açıyor lan bu adamların yaptığı müzik. güzel yani baya güzel.
    şurada başarılı bir canlı performans var



    ahanda sözler;

    Well, love was kind for a time
    Now just aches and it makes me blind

    This mirror holds my eyes too bright
    I can't see the others in my life

    Were we too young? Our heads too strong?
    To bear the weight of these lover's eyes.
    'Cause I feel numb, beneath your tongue
    Beneath the curse of these lover's eyes.

    But do not ask the price I paid,
    I must live with my quiet rage,
    Tame the ghosts in my head,
    That run wild and wish me dead.
    Should you shake my ash to the wind
    Lord, forget all of my sins
    Oh, let me die where I lie
    Neath the curse of my lover's eyes.

    'Cause there's no drink or drug I've tried
    To rid the curse of these lover's eyes
    And I feel numb, beneath your tongue
    Your strength just makes me feel less strong

    But do not ask the price I paid,
    I must live with my quiet rage,
    Tame the ghosts in my head,
    That run wild and wish me dead.
    Should you shake my ash to the wind
    Lord, forget all of my sins
    Or let me die where I lie
    Neath the curse of my lover's eyes.

    And I'll walk slow, I'll walk slow
    Take my hand, help me on my way.
    And I'll walk slow, I'll walk slow
    Take my hand, I'll be on my way.

    And I'll walk slow, I'll walk slow
    Take my hand, help me on my way.
    And I'll walk slow, I'll walk slow
    Take my hand, I'll be on my way.

    La la la, La la la, La la la, la la
    La la la, La la la, La la la, la la
    0 ...
  4. rüzgarlı pazar

    1.
  5. istanbul'da rüzgarı eksik olmayan bir köprü üzerinde kurulan pazarın eşrafının hayatlarından parçalar sunan bir mustafa kutlu öyküsüdür.

    mustafa kutlu öyle samimidir ki karakterlerin her birini benimser; her birini tanır, bilirsiniz.
    1 ...
  6. las vegas a gidip ütüldüm diyen kumarbaz

    1.
  7. taso kumarbazıdır. rulet masasında bilye oynar, blackjackte gözleri futbolcu kartlarını arar. blöf yapamaz. elinde iyi olduğunu düşündüğü bir kart varsa çaaat diye masaya vurur kazandım diye bağırır. masada kucağına oturmaya çalışan kızlara "yaaa giiiiiit" der. büyüyememiştir.
    1 ...
  8. kara remembers

    1.
  9. bear mccrearynin inanılmaz gaz parçalarından bir tanesidir. piyano, kodo (tahminimce), elektro gitar falan coşturur. battlestar galacticada yamulmuyorsam 4. sezonda çalar. `
    0 ...
  10. orucu işe tutturmak

    1.
  11. bu da ramazanın idrakine varmadan varamadan tutulan oruç türlerinden bir tanesidir.

    sahura uyanır yemeğini yer yatar, sonra kalkar işe gidersin. iftara 40 dakika kala evde olursun. yemeği yer pert olur günü bitirirsin.

    bunlarda türevleri

    orucu bilgisayara tutturmak
    orucu uykuya tutturmak
    orucu denize tutturmak
    orucu sözlüğe tutturmak
    orucu uyku ve sözlüğe tutturmak
    0 ...
  12. girit in fethi

    1.
  13. her şey i. ibrahim'e bir ziyafet masasında, babası giritli bir devşirme olan kazakzâde kâzım paşanın sofrayı şenlendirmek amacıyla söylediği "bütün giritliler yalancıdır ve ben bir giritliyim." sözünden sonra başlamıştır.
    0 ...
  14. winamptan müslüm baba dinlerken ctrl x yapan adam

    ?.
  15. bilgisayar çağının jiletçisidir.
    7 ...
  16. mega machine

    1.
  17. insanı her an ikame edilebilir bir parçası yapan yani değersizleştiren, gelişen geliştikçe karmaşıklaşan sistemlerin geneline verilen isim*. asimov'un galaksiyi düzenleyen vakfı, orwell'ın partisi, sendikalar, partiler topluca içine akın ettiğimiz tarafını tuttuğumuz, savunduğumuz uğruna başkalarına zarar verebileceğimiz, uğruna methiyeler yazdığımız, düşmanlarını hicvettiğimiz, zamanımızı hayatımızı alan, hep gri olan hiçbir zaman hayatın renklerini yansıtamayan çünkü bizim olmayan, bize ait olmayan, eğreti duran, bir zaman sonra içinden çıkılamadığında kurtulunmadığında ya kaşarlaştırıp duyarsızlaştıran yahut kusma isteğiyle beraber intihar fikrini kafaya sokan, bizim adımıza konuşup, bizim adımıza ölüm emirleri veren. yaşatmayan. öldüren. organik olmayan mekanik işleyişe sahip, canlı olmayan, ölü olan her sistem mega machinedir. işleyişe önem veren, nasılına önem vermeyen, amaç yolunda araçları feda ettiren, her yolu yürünebilir kılıp vicdanı hiçbir yolun yolcusu yapan sistemler.

    ağız dolusu hayat dolu küfürlerle alayının amına koyayım.
    1 ...
  18. stubborn love

    1.
  19. bir the lumineers parçası. şarkı ayrı güzel, klip ayrı güzeldir. ven vi vör yang oo ooov *

    She'll lie and steal, and cheat, and beg you from her knees
    Make you think she means it this time
    She'll tear a hole in you, the one you can't repair
    But I still love her, I don't really care

    When we were young, oh, oh, we did enough
    When it got cold, ooh, ooh, we bundled up
    I can't be told, ah, ah, it can't be done

    It's better to feel pain, than nothing at all
    The opposite of love's indifference
    So pay attention now, I'm standing on your porch screaming out
    And I won't leave until you come downstairs

    So keep your head up, keep your love
    Keep your head up, my love
    Keep your head up, keep your love

    And I don't blame you dear for running like you did all these years
    I would do the same, you'd best believe
    And the highway signs say we're close but I don't read those things anymore
    I never trusted my own eyes

    When we were young oh, oh, we did enough
    When it got cold, ooh, ooh we bundled up
    I can't be told, ah, ah, it can't be done

    So keep your head up, keep your love
    Keep your head up, my love
    Keep your head up, keep your love
    Head up, love
    Head up, love
    Head up, love
    Head up, love
    2 ...
  20. lover of the light

    1.
  21. mumford and sons grubundan yürek paralayıcı bir şarkı ahanda sözleri

    And in the middle of the night
    I may watch you go
    There'll be no value in the strength
    of walls that I have grown
    There'll be no comfort in the shade
    of the shadows thrown
    But I'd be yours if you'd be mine

    Stretch out my life
    and pick the seams out
    Take what you like
    but close my ears and eyes
    Watch me stumble over and over

    I had done wrong
    you built your tower
    But call me home
    and I will build a throne
    And wash my eyes out never again

    But love the one you hold
    And I'll be your gold
    To have and to hold
    A lover of the light

    Skin too tight
    and eyes like marbles
    You spin me high
    so watch me as I glide
    Before I tumble homeward, homeward

    I know I've tried
    I was not stable
    And flawed by pride
    I miss my sanguine eyes
    So hold my hands up -- breathe in, and breathe out

    So love the one you hold
    And I'll be your gold
    To have and to hold
    A lover of the light

    And in the middle of the night
    I may watch you go
    There'll be no value in the strength
    of walls that I have grown
    There'll be no comfort in the shade
    of the shadows thrown
    You may not trust the promises
    of the change I'll show
    But I'd be yours if you'd be mine

    So love the one you hold
    And I will be your gold
    To have and to hold
    A lover of the light

    So love the one you hold
    And I will be your gold
    To have and to hold
    A lover of the light
    0 ...
  22. yaz gelince sapıtan karıncalar

    1.
  23. bizim evde var bunlardan. her yaz sıcakların patlamasıyla beraber böyle süpürgeliklerin kenarında balkonda falan gördüğümüz ufak, şirin, sevimli ve sayıları makul seviyede olan siyah karıncalar bazen sofra geç kalkınca vb. hallerde rızıklarını bulup evlerine götürürler bazen de hiçbir şey bulamazlar ama yine de şükrederler ve ortalıkta fazla dolanmadan kaybolurlardı. herkes sınırını bildiği sürece ev halkıyla karıncalar arasında barış ortamı hakimdi. valide karıncalara dikkat etmemizi söyler onlarda hadlerini bilip olmadık yerlere gitmezlerdi.

    ta ki bu yaza kadar. her sene patlayan sıcak bu sene bokunu çıkarınca karıncalara da bir haller oldu. saykolaştılar hayvancıklar. ramazan sebebiyle sofra belirli saatlerde kurulup belirli saatlerde toplanıyor. ortalıkta bir şey kalmıyor. ama bu durum karıncılar için hiç de iyi değilmiş anlaşılan. sapıttılar. normalde çok börtü böcekle arası çok iyi olan bir aileyiz. ama geçen gün sahurdan sonra yatağıma dalan operasyon ekibi uyurken boynumu ısırmaya kalkışması her şeyi değiştirdi. ulan ekmek kırıntısı peşinde koşan hayvanlar artık nasıl çaresiz kaldıysa insan yemeye başlamışlar. baya bildiğin koparıp götürmeye çalıştılar lan. böyle şey olur mu. şehirde yaşıyorsun sen afrika çöllerinde değil. insan yiyeceksen afrika çöllerine git. önceden makul seviyede olan sayıları da azımsanmayacak şekilde arttı.

    velhasıl anlaşmayı bozdular ve en sert şekilde karşılık görecekler..
    4 ...
  24. potinbağ teoremi

    1.
  25. potinbağ teoremi, ne kadar bölünürse bölünsün, maddenin temel olarak nitelendirebileceğimiz bir parçasının olmadığını, hiçbir parçanın diğerlerinden daha vazgeçilmez olmadığını, “bütün”ün birbirileriyle örülü olayların devingen ağı olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. bu bağlamda, teorem, “üstün ırk,” “üstün ulus” vb. kavramları altüst etme potansiyeline sahip. ve tabii buna bağlı olarak da “en zeki,” “en çalışkan” vb. gibi kavramların telmihlerini de. üstünlerin dorukta yer aldığı piramitler, koniler yerine herkesin merkezden eşit mesafede durduğu daireler ve küreler. “madde”yi, yeryüzündeki yaşamın bütünü olarak yorumlamamız halinde sadece insan ırklarının değil, milletlerin değil, tüm canlı türlerinin birbirlerinin yaşamlarıyla örülü birlikteliklerini gözetmek durumundayız. hiçbir ulusun yaşam biçiminin diğerininkinden daha temel, dolayısıyla daha vazgeçilmez, dolayısıyla daha “üstün” olmadığını teslim etmek durumdayız. 21.Yüzyılda kendinden giderek daha çok söz ettirecek olan “küreselleşme” eğiliminin köklerini de burada buluyoruz. (alev alatlı)
    0 ...
  26. birlikte evrim

    ?.
  27. birlikte evrim veya eş evrim biyolojide iki veya daha fazla canlı türünün, birbirlerinin evrimini karşılıklı olarak etkilemesidir. daha kapsamlı olarak tanımlamak gerekirse, "biyolojik bir canlının veya organik bir nesnenin, ilişkili olduğu diğer organik obje veya objelerin değişmesi ile kendisinde de değişimlerin baş göstermesidir". (vikipedi)

    konunun uzmanı birinin daha ayrıntılı ve anlaşılır şekilde anlatmasını umarak darwinsel evrimin dünya düşüncesindeki hakimiyetine meydan okuyan birlite evrimi burada bırakıyorum.
    0 ...
  28. manuel castells

    1.
  29. sanal alemin ilk büyük filozofu olarak nitelendirilen, çağımızın mümtaz düşünürlerinden biri (the wall street journal ve the guardian) sosyal bilimci.

    üç ciltlik the information age: economy, society and culture eseri mevcuttur. daha türkçeye çevrilmemiştir sanırım.
    1. cilt: the rise of the network society
    2. cilt: the power of identity
    3. cilt: end of millennium

    teknoloji devrimi sonucu oluşan enformasyon çağının ekonomik ve toplumsal dinamiklerini inceler; şehir sosyolojisi üzerine çalışmaları vardır.

    edit: kitapçıda gördüm enformasyon çağı eseri türkçe'ye çevrilmiş.
    0 ...
  30. the piano guys

    1.
  31. değişik bir grup adam. müziklerine -youtubedan başka- tam olarak nereden nasıl ulaşacağımı bilemedim. ama harika işler çıkarmışlar. cidden harika. tahminim amaçları klasik müziği kitlelere sevdirmek. yani tahminen diyorum.. belki amaçları bu kadar yüce olmayabilir tabii *
    ama... neyse önce bir dinle sözlük.. sonra karar ver.. benim inanılmaz hoşuma gitti..



    edit: ahahaha charlie brown'ın müziğini yapmışlar

    http://www.youtube.com/watch?v=typdqpel8bi

    vaaay
    http://www.youtube.com/watch?v=Ry4BzonlVlw
    6 ...
  32. swat ekibiyle kız istemeye gitmek

    1.
  33. olabilecek en sıradışı kız isteme yöntemlerinden bir tanesidir. helikopterlerle kız evinin üstüne gelinir. ipler sarkıtılıp ekip aşağıya doğru kayar. elbette anne ve baba da bu ekibe dahildir. ama onların elinde çiçek ve çikolata vardır. geri kalanlar tam donanımlı askerlerdir. kapı kırılıp ''freze!!!!'' diye bağırılır.

    hele bir de kız tarafı direniş gösterirse olay daha da süperleşir..

    -go go go go!!!
    -cover me, cover me!!
    -sis atma o.ç.* (bu araya karışmış)
    -man down! man down!!

    -we need backup!!
    -medicine here!!

    gibi diyaloglar falan olabilir.

    en sonunda telsizden şöyle bir anons geçer

    -kızı aldık. dönüyoruz (ingilizce yazamadım şimdi call of duty'de bu yok *)
    -roger that

    helikopterler yeni doğan güneşe doğru ilerler..
    35 ...
  34. kendini jiletleyen dostoyevski hayranı

    1.
  35. yeraltından notlar'ı, suç ve ceza'yı okuyup gaza gelen ''fyodor babaaa!!!'' diye trans halinde göğsünü jiletleyen okuyucudur.
    4 ...
  36. cumada ön saftaki yere kim geçecek belirsizliği

    ?.
  37. aslı cuma namazında ön saftaki boşalan yere kim geçecek belirsizliği olan durum.

    güneş tepeye geliyor. karga ikinci posta bokunu yiyor. memurlar öğle tatiline girmek üzere. ben daha yeni uyanmışım. rüyamda iki arkadaşı ormanda teletabi olarak görmüşüm (ciddiyim bu rüyayı gördüm) seksek falan oynuyorlar yosun tutmuş sık ağaçların arasında, ortalık karanlık, ağaçlar o kadar yüksek ve sık ki güneş ışığı girmiyor onlardan. arkadaşların yüzleri bir garip göbeklerinde tüplü televizyon ekranı var anasını satayım.. ben de onları izliyorum. izlediğimi görünce beni de yanlarına çağırıyorlar böyle sevecen bir şekilde. siktir lan gider miyim. ormanda iki manyak teletabi fantezilere girişmiş beni de yanlarına çağırıyorlar. kaçıp gidiyorum amuo goyim.

    neyse sonuçta kafam bi milyon kalkıyom ''lan!?'' diyerek. yurdun koridorunda bir arakdaş bağırıyor ''beyler hadi lan cumaya'' diye (allah razı olsun o arkadaştan) gitmeyeyim karnım çok aç, bir yemek yesem aslında, lan sanki hoca yoklama yapacak düşünceleriyle gidip gitmemek arasında uyku mahmuru takılırken yoklama yapılır da hoca değil başka biri yapar o yoklamayı diyerek abdest almaya kalkıyorum.

    camiye gidiyorum ama nasıl gidiyorum sen sor. yolda iki defa ölüm tehlikesi atlatıyorum. damperli kamyonun şoföründen iyi küfür yediğimi sol kulağımın çınlamasıyla anlıyorum.

    camide müezzin değişmiş. normalde genç bir müezin var sesi çok güzel. o kalitesiz mikrofonların bile katledemediği bir ses var adamda. ama o genç gitmiş ve yerine gelen, büyük ihtimalle altmışından sonra şu secdeyi bir ziyaret edeyim diyen alınlı bir amca, değme death metal gruplarına taş çıkartacak bir sesle iç ezanı okuyor. allahım sen sabır ver. neyse en sonunda bitti. amcanın tüm cemaatin kulağını helaline almasından duyduğu hoşnutluk yüzünden okunuyor. görevini ifa etti artık huzur içinde ölebilir.

    hoca artık tekrar etmekten ve cemaatin dinlemesinden biraz bıkmış sesi ile ''cemaat safları sıklaştıralım. aralarda boşluk bırakmayalım. öylesi daha evladır'' diyor. dinleyen yok. herkes takılıyor kafasına göre. hani zorlasam en arka saflardan en öne safa kadar gider hocanın sarığını kapar kaçarım. o kadar yani.

    neyse biraderovski geçtik allahuekber diyeceğiz. ön saftaki amca doksanıncı dakikada gol attı ön safa gitti.. ve işte artık binbir duygunun, hissin, düşüncenin bir anda yaşanacağı zamandayız. o boşluk ne yamandır. insanı nasıl mal boku gibi durdurur öyle. o boşluk dolana kadar arka saftakiler rahat etmez. önce bir belirsizlik olur. kim geçsin kim geçsin. sonra ''ulan kimse geçmiyor ben geçeyim bari'' diyen bir iki cevval müslüman kımıldar. aynı anda ikisi de geri çekilir. sonra yine kimse geçmez. bu sefer de tedirginlik baş gösterir. hoca fatihayı bitirecek öndeki safta hala boş yer var. en sonunda saftakiler düşünce yoluyla anlaşarak en yaşlı olanın oraya geçmesini kararlaştırarak başka bir amcayı arkasından su dökerek ön safa yollarlar. yine bir cuma vakti cuma namazında oluşan gerilim yine geleneksel yollarla çözüme kavuşturulur..
    0 ...
  38. özgür ol bu bir emirdir

    ?.
  39. liberalizmin zorbalığıdır. tüm dünyanın kendi doğruları doğrultusunda düşünmesini isteyen turbo kapitalizmin insanların zihinlerine zerk ettiği virüstür. bireysel özgürlüklerin sınır tanımamasını ister. ve özgür olmayanlara, isteseler de istemeseler de, özgür olmaları için yardım eder. herkes özgür olmalıdır. kendisine sınır koymamalıdır. elinin erişebildiği her şeyi yapabilmeli, kendini kısıtlamamalıdır.
    sınır ''diğer kişinin özgürlüklerinin başladığı yer'' gibi muğlak, müphem, kaypak bir sınırdır. insan ''başkasına karışmadığı sürece (!)'' kendini ne yaparsa yapsındır.

    bize sunulan liberalizm aklımızı kurutmamızı telkin eden bir pezevenkten, düşünme yetimizi şişenin içinde kaybetmemizi söyleyen bir şarapçıdan farklı değil.
    biz de, eksik olan özgürlüklerimiz yalnızca bunlarmış gibi, konuşuyoruz.
    ateşli bir şekilde savunuyoruz.
    nasıl da ahmağız allahım. bize sunulanı hiç düşünmeden yutmaya hazır yığınlarız.
    sunulan neymiş, kaynağı neresiymiş, nasılmış, uyar mı uymaz mı hiç düşünmüyoruz.

    reddediyorum bu özgürlüklerin bir kısmını. alkolik olma özgürlüğümü reddediyorum mesela. yalan söyleme özgürlüğümü reddediyorum.. bunlar gibi beni aşağıya çekecek ne kadar özgürlüğüm varsa reddediyorum. istemiyorum özgür olmak. bedensel hazlarımın kölesi olmak istemiyorum. dayatmayın bana televizyonlarla, internetle, iletişim araçlarıyla ''özgür ol!!'' sloganını. o sizin kendi çıldırmışlığınız. istemiyorum ben. eğer erdemli biri olmam için önümde engelse özgürlüklerimden feragat ediyorum.
    1 ...
  40. if i had a heart

    1.
  41. bir fever ray şarkısıdır. çok güzel bunalım anlarını hatırlatır bana çünkü şarkıyla tanışmam şu sahne ile olmuştur.

    http://www.youtube.com/watch?v=u1jvxqpg-rs
    3 ...
  42. bebek görünce bastırılamayan saçmalama isteği

    1.
  43. hangimizin başına gelmedi ki bu olay. hangimiz ağzını yüzünü yamultmadı ki, dilini çıkarıp olabilecek en saçma sesleri çıkarmadı ki bebek karşısında.. bilumum toplu taşıma araçlarında yaptığım gözlemlerin sonunda kadın erkek, yaşlı genç, türk kürt laz çerkes, herkesin ama herkesin ortak problemi olarak gördüğüm bir durumdur efendim.

    peki bu araştırmaya nasıl başladım..
    günlerden bir gün babamla metrobüs ile söğütlüçeşme tarafından ayvansaraya gitmemiz gerekti. babamı birazcık tanıtmam gerekirse adanalı, sert bakışlı, sert tipli bir insandır. gençlik zamanlarında hızlı ülkücülerdenmiş zaten. şimdiki sivil toplum örgütlerinin eylemlerini falan izlerken ''eskiden böyle miydi biz hööt dedik mi millet kaçacak delik arardı'' diyor zaman zaman. fazla anlatmıyor o günleri zaten ''herkes silahlıydı diyor'' ''ya vuracaksın ya vurulacaksın'' diyor ''kandırıldık. bir nesili heba ettiler'' diyor.
    daha fazla bir şey anlatmıyor. günahı sevabı boynuna.

    neyse efendim (efendini yiyim) kendi kendime laf attım lan * metrobüste gidiyoruz. ayaktayız tabi. oturabildiğimiz görülmüş şey değil. hep dolu amına koyim. yanı başımızda arabasının içinde bir bebek var. annesi yanı başında ilgileniyor onunla. ve bebeğin varlığımızı fark etmesiyle müsabaka başlıyor.

    başta büyük mücadeleler verdim bebekle göz göze gelmemek için. dışarıya bakıyorum. sağa sola bakıyorum. çaprazımda duran hatunu kesiyorum. telefonla oynuyorum. durakları sayıyorum. ama yok arkadaş. ben ilgilenmedikçe lanet ufaklık mutluluk kahkahaları atmaya devam ediyor. çekim gücünü artırıyor. yav resmen ''boşuna uğraşma tatlım, eninde sonunda buraya geleceksin'' diyor.

    sonunda kendimi zeynep adlı bebeğin oyuncağı olarak ''büüüöüüğğ büüüöüüüğğ kimmiş bu? kimmiş bu? hanimiş zeynep hanimiş ufak zeynep'' derken buldum.

    hadi ben neyse.. genç yaşımda (22) tecrübesiz, aklı biraz havada biriyim. ya babama ne demeli. babam (... kaçtı lan. hassiktir babamın yaşını unuttum. ulan kaç doğumluydu..) yılların ülkücüsü, ağır abisi, sert bakışlı, sert mizaçlı adamı pammık şekere döndü iki dakikada. ulan sanırsın ben direk böyle doğmuşum da adam hiç bebek görmemiş. o nasıl saçmalamalar. o nasıl sesler öyle. utandım lan. kız da gülmeye başlayınca camı kırıp otoyola atlayıp elimde direksiyonla çocukluğumuzdaki gibi kendi kendime kobra takibi oynayasım geldi.

    sonuçta bu olayın genç dimağımda açtığı yarayla ''sadece ben mi acaba?'' diye düşünerek bebek gören büyükleri incelemeye başladım. ve sonunda yalnızca benim ve babamın değil herkesin kanayan yarası olduğuna hükmettim. bebekler ses çıkarmaya başladı mı en yakındaki büyük (yaş, cinsisyet, ırk ne olursa olsun) yavşamaya başlıyor. ne karizma bırakıyor ne ağırlık. hemen yılışık biri oluyorlar. ama suç bizde değil. kesinlikle bebeklerde.
    benim bebeğim böyle manipülatif bir sosyopat olmayacak. gayet ciddi, adam akıllı, ne istediğini bilen bir bebek yapacağım. doğar doğmaz smokinle gezecek çocuk.
    5 ...
  44. leyla ile mecnun romeo ile juliet arasındaki fark

    1.
  45. aslı leyla ile mecnun ve romeo ile juliet arasındaki farklar olan, benim gözümde muhteşem, objektif bir bakış açısıyla gerçekten ilginç bir bülent akyürek yazısı. okuyun lütfen. ve rica ediyorum hemen vurmayın. biraz tartın düşünün. gerçekten ne idik ne olduk. aşk ne idi biz onu nasıl düdüğe çevirdik diye bir sorun ey talipler, ey aşıklar..**
    leyla ile mecnun çöldedir. ayakları toprağa basar. mecnun leyla’yı görmek için k...afasını kaldırdığında allah’ı görür.

    romeo, jüliet’in balkonunun altındadır. yani, ona seranatlar yaparken kafasını kaldırdığında allah’ı değil jüliet’i görür.

    romeo, her yerde jüliet’i anlatır, aşkını pazarlar. mecnun leyla’sını sayıklayıp avamın ayağına düşürmemek için çöle çekilir ve ceylanlarla filan konuşur. yani aşk bizi sarhoş ettiğinde tek başına çölde, odamızda, evimizde kor olmayı, yanmayı, başkalaşmayı öğretir.

    aşk şiirlerine ve duygusallığa olan kızgınlığımın temelleri budur aslında. delikanlıca birini sevemeyen ve yüreğini aşkına mezar edemeyen basit insanlarla yaşıyoruz. aşk, eskiden olgunlaştırırdı şimdi çocuklaştırıyor, hırçınlaştırıyor.

    şimdi kızlarımıza söylüyorum: size şiir yazmayan, saçını taramadan yanınıza gelen ama namazlarını tam olarak kılan yiğitleri önemseyin.

    romeo ile jüliet aşıkların markasıdır, leyla ile mecnun ise aşkın…

    çöle çekilmek, toza toprağa karışmak, göz önünde değil allah’ın huzurunda acı çekmek, tövbe etmek, pişman olmak doğu’nun hamurudur.

    çok istediğimiz, alamadığımız, ulaşamadığımız şeyler cennetle aramızdaki çizgidir. işi hırsa dökenlerin, gurura kapılarak aşk intiharları yaşadıklarına şahit oluyoruz. aşkın faşizminde hep intihar gizlidir.

    kızlarımız bilir… aşkından sulu sepken gezen, aciz, iş göremez olmuş erkek iticidir. islam’a göre kadınla erkek eşit değildir. öyleyse aşkından kadınlaşan bir erkeği kadınlar nasıl sevsin? namazlarınızı kılacaksınız, çocuklarınıza analık yapabilecek birini allah için sevip isteyeceksiniz, evlenip gideceksiniz, bu kadar!

    evlenmeye karar verdiğinizde evlilikten çok şey beklememek gerekiyor. çünkü bir evlilikte 150 kişinin mutluluğu söz konusu yani böyle bir şey mümkün değil. yetmiş beş kişi kız, yetmiş beş de erkek tarafından, etti yüz elli! mutluluk hayali mümkün değil!

    allah’ın emri olduğu için evleneceksiniz, ümmet müslüman bir iki çocuğa kavuşacak, tüm mesele bundan ibaret.

    herhangi bir pastanede oturunca yan masadan şu cümleleri duyarsınız: “bizimkisi farklı olacak askıımm…”

    ne farklı olacak? niye ki? oğlanın askerliğini, iş bulmasını bekleyeceksin, pastanelerde plan kurup bozmaktan kavgalar başlayacak, yaş ilerleyecek… ben, en ulvi aşkların mobilya mağazasında koltuk takımı seçilirken bittiğine bizzat şahit oldum neyi farklı olacak?

    kadın, erkek birbirine karıştı. roller çatışıyor. dünya tersine döndü. kadınlar taksi sürüyor, erkekler bulaşık yıkıyor.

    romeolaşma sürecinden kurtulup aklımızı başımıza almalıyız. romeo denince aklımıza “erkek” gelmiyor.

    bizim leyla bile jüliet’e koca olur anasını satayım, var mı ötesi?

    amerika’nın islam topraklarını işgal etmesinde kompleksler yatıyor. hiçbir zaman yaşayamadıkları aşkların yaşandığı çölleri bombaladılar.

    her çöl bir “leyla”dır.

    her “leyla”nın namusu bizlerden sorulacak.

    “leyla”nın öcünü almadan “mecnun” olamayız. olsak olsak “romeo” oluruz. şimdi “bu yazı nereden başladı nereye gitti?” diyeceksiniz. belki de sırf bunları söylemek için yazdım baştaki paragrafları!

    bilmiyorum !

    bülent akyürek
    2 ...
  46. obskürantizm

    1.
  47. bilmesinlercilik olarak adlandırılır.
    bilgi güçtür. ve bilgiyi elinde bulunduranlar (zümre, kesim) bu gücü kaybetmek istemezler. bilgiyi elinde bulunduranların, diğerlerinin ona erişmesini zorlaştırmak, imknasızlaştırmak istemesine obskürantizm denir. tahrif edilmiş hristiyanlığın ortaçağda yaptığı örnek olarak tam oturur. yahut zamanında ülkemizde binlerce kitabın yasaklanmış olması misal olarak verilebilir.

    peki gerçekten herkesin ulaşabileceği bir konumda mı olmalı yoksa değerini bilecek bir kısım insanların tekelinde mi olmalı. itikadımca ilmin zekatı vardır ve bilgi paylaşılmalıdır. paylaşıldıkça toplumun ve onun kucağındaki aydınların ufku açılacak, düşünceye daha çok önem verilecek ve toplum içinde bulunduğu aksiyonel ve fikirsel kabızlıktan bu şekilde kurtulacaktır; ancak her konuda herkesin bilgilenmesi yanlış, yıkıcı aynı zamanda sığ yorumlara sebep doğurabilir. bu yorumlar zihnimize giydirilmiş deli gömleklerini çıkarmak amacıyla giriştiğimiz kapıları açalım furyasının ters tepmesine deli gömleğinin yanında bir de beynimize saçma sapan kementler, kancalar atılmasına neden olabilir..

    tartışmaya açık bir konu. ancak kesin bir şey var ki o da kitaplardan korkmamamız gerektiğidir. cemil meriç'in dediği gibi kitaptan değil kitapsızlıktan korkmalıyız.

    ukteci: açelya ''bilgimi saklamak suç mu?''
    7 ...
  48. annenin gücü

    ?.
  49. annelerin ara sıra sergiledikleri karşı konulamaz, önüne geçilemez, muazzam gücüdür.
    şöyle bir örnekle açıklayayım ki neyden bahsettiğimiz tam olarak belli olsun.
    dayımlar geçenlerde misafirliğe gelmişti. yengem, kuzenlerim, biz falan güzel bir ortam var. lakin valide sultan kendini biraz rahatsız, halsiz hissetmekte, mutfakta yengemle beraber yemek hazırlamaktadırlar.

    o ara ben dayım babam ülke meselelerine, teker teker, rekor sürede, çare bulmakta, darbelerin önüne geçmekte, israili haritadan silmekte, pkknın kökünü kazımakta, politikacılara dürüstlük dersi vermekteyiz. ama bunlarla yetinmeyip spora da el atıyoruz. galatasaray ile fenerbahçeyi şampiyonlar ligi finaline çıkarıyoruz falan. tabi bu kadar mühim meseleyi bu kadar kısa sürede çözmek baya bir efor sarfetmemize neden oldu. acıktık yani. babam az önceki devlet başkanı havasını üzerinden atamadan mutfağa seslendi; ki keşke yapmasaydı. bu kadar elim sonuçlar doğuracağını bilse yapmazdı zaten. ama işte insan ne yaparsa kendine yapıyor. ''yemekler daha hazır olmadı mı?'' yengem cevap verdi ''birazdan hazır olacak enişte'' meğersem o ara annemin başı falan dönmüş yengem onunla ilgileniyor.

    neyse babam ve dayım ''ya eskiler böyle miydi, bizim annelerimiz şöyle maharattı. vay efendim biz yapsak daha hızlı olurdu vs. vs. vs.'' çirkinleşmeye başladılar yani. ve sözlük yazarları, kıymetli hazirun inan ki acıkmış bir devlet başkanının ekşimesinden daha çirkin bir şeyi zor görürsün. böyle laf atmalar, şikayetler devam ederken valide sultan bir anda odaya girer ve onunla beraber bir güç odayı doldurur.

    sahneyi benzetmek gerekirse the lord of the rings üçlemesinin ilki olan the fellowship of the ring filminin başında bilbo, gandalf'ı yüzüğü kendisi için istemekle suçladığında gandalf'ın öfkelendiği sahneye benzemektedir. yahut galadriel'in yüzük ihtirası ile imtihan edilmesi sahnesi de olabilir. ama sesi kesinlikle galadriel'in o sahnedeki sesine benziyordu.
    tabi biz bir sorun olduğunu anladık. çünkü dışarıdaki güneş bir anda kaybolmuş ve hava kara bulutlarla kaplanmıştı, dışardan gelen sesler kesilmiş, top oynayan çocuklar, öten kuşlar, çiçekten çiçeğe koşan, siki taşağına denk yaşayan (bu iğrenç benzetmeyi, ikilemeyi artık herneyse onu niye yazdım bilmiyorum) böcekler falan hep susmuştu. ve konuşmaya başladı.
    yine bir film sahnesi ile durumu açıklamaya çalışayım saving private ryan filminin başında normandiya çıkarması sırasında gemilerden çıkan askerlere ağır makineli ile saldırıyorlar, saydırıyorlar ya. hah işte tam onun gibi. kaçamıyoruz. sıkıştık. gidilecek tek yön ileri. sürekli ateş edilmekte. acil yardım sinyali de gönderemiyoruz. neyse efendim ''ben içerde kıvranayım siz burda laf ebeliği yapın, konuşmak kolay gelin biraz da siz uğraşın'' gibi mermilerden kaçmaya kurtulmaya çalışıyoruz ama mümkünatı yok.
    valide sultan bir anda uçan hollandalının kaptanı davy jonesun tayfasına emirler yağdırması gibi komutlar yağdırmaya başladı bize ve inanır mısın az önceki, allah'ın insanlara bir lütuf, bir nimet olarak gönderdiği dünya liderlerinden hiçbirinin emaresi kalmadı. ''sen git fasulyeleri ayıkla'' ''sen markete hemen. şunları şunları alacaksın'' ''sen git soğan, domates doğra''. bir ses, bir harf dahi çıkaramadık sevgili, değerli hazirun. en son kendime baktığımda babam ve dayımla beraber ''bu fasulya iki buçuk liraaaa'' diye taze fasulye ayıklıyordum.

    düzeltme: ulan ben hep iki buçuk lira diye söylüyordum onu. yedi buçukmuş aslında. bu fasulyaaa yedi buçuk liraaa
    1 ...
  50. ulusözlüğe bunun için yazar olmadım

    1.
  51. yeni yazar olmuş bünyenin feryadı.
    abilerim, ablalarım, kardeşlerim 22 sine merdiven dayamış bir üniversite öğrencisi olarak her sene gittiğim yaz okulunun ardından evime geri döndüm ve bir boşluğa düştüm. ramazan ayına denk gelen bu boşluk, gündüz dışarı çıkamamayla beraber iyice sinir bozucu bir hal aldı. kitap falan okudum. ama bütün gün de kitap okunmaz. hani okunur da işte bu aralar pek okuyasım yok.
    neyse geçmişte yine boşluk zamanlarında bir iki sözlüğe kayıt olup yazar olmuştum. yazdım, okudum, birçok yeni şey öğrendim. ama sıkıldım. sıkıldım çünkü gün içerisinde sol frame'i sikip atan yazarlar çok fazlaydı. ağız tadıyla bir şey araştıramıyor, okuyamıyor, yazarları tanıyamıyordum. çünkü her yerde bu troller, istanbul görmüş dördüncü haçlı ordusu neferi gibi barbarlıklarını icra ediyorlardı. sol tarafa baktığım gibi ''amına koyim bu ne böyle'' diyerekten hemen 'güle güle' butonuna uzanıyordum. zamanla iyice tatsız bir hal almaya başladı. kukulu götlü başlıklar, 'yok x'i mi kurtarırsın y'yi mi', vay efendim 01.01.0028 tarihli petrusspor matthiasspor karşılaşması, ''matthiasspor'un amına koyim'' gibi entariler falan. neyse zaten fazla takılmadım. sonra zaten o hesaplarımı iptal ettirdim.
    efendim bu yaza dönelim. dediğim gibi çok sıkılınca bakalım lan şu sözlük ortamlarına yine dedim. yine aynı amk.
    arkadaşlarla oturduğumuzda falan sözlük muhabbeti açıldığında (inciden falan) uludağ sözlük'ün böyle olmadığını söyledi birkaç tanesi. abi orada da istediğin gibi yazıyormuşsun ama abartanları acımadan siktir ediyorlarmış dediler. vay anasını dedim. yani burada yönetim, sözlüğün kumaşını korumak için liberallikten biraz ödün vermiş, yazarların ulu orta sıçıp, bir su dökmeden gitmesine izin vermiyorlar dedim. bu hafif makyavelist yönetici tarzı hoşuma gitmedi değil. çünkü insanın bir üst ve alt sınırı olmuyor sevgili yazar\okur arkadaşım. sen eğer alçalmasına bir sınır koymazsan sürekli bozar yani. bozar bozar bozar. daha bozmaz dersin. yok. gene bozar. ama şükürler olsun ki yükselmesinde de sınır yoktur. adam yazar hem de öyle bir yazar ki bilgisayar başında kıskançlık krizleri geçirirsin; ulan ben niye bu kadar güzel yazamıyorum diye. neyse geldik buraya kayıt olduk. okuduk gereklilikleri. ''20 entari istiyoruz'' diyor, ''adam gibi yaz, türkçe'yi kullanırken özen göster. diğer dillerin ağzına sıç istersen umurumuzda değil'' diyorlar. zaten türkçe'ye olan hassasiyetten dedim ki ''ulan galiba güzel bir ortam var içerde'' yazdık işte bir iki gün. üçüncü gün daha on üç entari girmiş idim ki, telefonuma mesaj geldi. yazar oldunuz, aramıza hoşgeldiniz falan. sağ olsun moderatör arkadaş erkenden şeyetmiş beni. şeyetmiş derken. anladınız.. yalan yok bir sevinç var bende. neyse efendim arabayı hareket ettirmeden aynaları, sağı solu kontrol edersiniz ya, ben de öyle bir kontrol ettim sağı solu. sonra daldım sözlüğe. tüüü noluyo lan burada diye geri çıktım. grup seks yaparken dinlenebilecek şarkılar mı dersin sekizinci nesil yazara cevap atıp kendini düşürmek mi dersin, türbanlı kadın ikinci sınıftır mı dersin... ırkçılığın, ötekileştirmenin, hakaretin, kışkırtmanın paçadan aktığı bir sol frame var karşımda. diyecen yazar olmadan önce görmüyor muydun? sorsan haklısın yani. yok abi işte ben o arkdaşların sözüne güvenerek hemen yazmaya başladım. sol tarafa hiç bakmadım. yazmak istediğim, içimden geçen birkaç konuya getir dedim. sonra yazdım. o kadar. belki içten içe sol tarafın diğer sözlüklerdeki gibi olmamasını istediğim için bakmadım. bilmiyorum.
    yani sonuç olarak beklediğim gibi değil. ama yine biraz daha katlanılabilir sanki. yöneticiler ben sizi kaplan biliyordum burada. saçmalamanın bokunu çıkaranları acımadan gönderin olum. harbiden lan. diğer sözlüklerden bir farkınız olsun.
    6 ...
  52. aynaya tükürmek

    1.
  53. amatör, genellikle öğrenciler tarafından çekilen, tematik olduğu varsayılan kısa filmlerin klasik sahnesi. vazgeçilmezi, olmazsa olmazı, bayatlamışı, temcit pilavı yanında sodalı ayranı.. o kadar yani. şimdi sinemaya ilgi duyan bir eleman bir gün sabah yataktan kalktığında aklında kısa film çekmek fikri peyda olur. yalnız fikir sadece dış hatlarıyla bellidir. içi boş bir 'film çekmeliyiz' düşüncesi benliğini ele geçirmiştir. ne yapıp edecek o filmi çekecek, internete verip ünlü olacaktır. hiç olmadı kendi çevreciğindekilere kısa film çekmiş amatör yönetmen havasını verebilecektir. küçük görülecek bir hava değildir bu. kızların verebilite oranlarını yükselteceğini düşünür yönetmencik. her neyse konu, içerik yavaş yavaş belli olmaya başlar. evet evet tahmin edin bakalım film hakkında bir şeyler. eğer entarinin sonunda anlattıklarımın çoğunu şimdiden düşünmüş iseniz sizde öğrenci kısa filmlerine maruz kalmış bir bünyesiniz demektir. bak yine konu dağılıyor. neredeydik. evet konu, işleyiş, kurgu falan filan. tabi ki bir adamın hikayesi olacaktır bu. sonuçta tükürmek bir kıza hiç yakışmaz. onlar tükürmez, burnunu karıştırmaz, osurmaz. osursa bile kokmaz, koksa bile koku böyle çilek kokusu gibi olur. öeehh kendimden iğrendim yemin ederim. adamımızın tabi ki iç dünyasıyla alakalı bir film olacaktır. tematik olacaktır film. yani bir bok anlaşılmayacaktır. belki o yedi dakika boyunca sadece sigara içirecektir adama yönetmen. sonra biz de bunu sanat diye yiyeceğizdir. evet adamın iç dünyasını yansıtacaktır beyaz perdeye. zaten yedi dakikalık bir filmde başka ne anlatabilir ki yönetmenciğimiz. bir bruce willis filmi ortaya koymasını beklemek kirpiden kuğu doğurmasını beklemek olur. kirpinin orospuluk katsayısına göre değişir bu ihtimal.
    siyah beyaz çekilecek, görüntüler kesitler halinde verilecek, hareketlerin devamlılığı olmayacaktır. onun teknik bir adı varsa ben bilmiyorum. aslında bu çekim tarzı güzel ellerde iyi kullanıldığında tatlı bir telaş hissettirir izleyiciye. ama yönetmenimizin elleri hiç de güzel değildir. böyle gülle gibi, kapı tokmağı gibi yumru yumru parmaklar, boğumların arasına kaçmış kıllar, tırnak aralarında hafif bir siyahlık. pis herifin tekidir ama işte adamda dil var hocam. konuşuyor, güldürüyor. yoksa o ilik gibi kızın yanına yanaşamazdı.

    neyse adam uyanır. saç baş dağılmıştır. akşamdan kalma bir hali vardır. gözlerinin altı şişmiştir. sinirli bir yüz ifadesiyle sağına soluna bakınır. sigarasını bulur ve yakar. yataktan dışarı çıkar. pencereyi açıp caddeye bakınır. ve ''bu ne lan, dünün aynısı'' demez. dememelidir. derse kadraja birden yiğit özgür girer ve o afili bıyıklarını burarak ''s. ktir lan pez. venk'' deyip küllükle adamın kafasına vurur sonra girdiği gibi kadrajdan çıkar. çekim ekibi şok olmuştur. bir iki tanesi bu bıyıklının peşine düşer. adamımıza dönelim. az önceki garip bıyıklının tacizi karşısında şok olmuştur. ama o modern ve post-modern zamanların getirdiği en bayık tip olan ıssız ve yalnız adam tipidir. kadıköyde yaşayıp her gün bir hatun değiştirir. sonra çok yalnızım ayağı yapar. tam dayaklıktır aslında. neyse o nihilist olduğu için (burada bir selam çakalım (bkz: the big lebowski)) duruma hemen alışır, yadırgamaz. camdan bakmasını bitiren kahramanımız. yüzünde, günün sonunu şimdiden getirmiş bir ifade ile caddeye götünü döner. ağzında unuttuğu sigaranın külü halıya dökülür. külün halıya dökülmesi yakın çekime alınır. kayıtsız adamımız banyoya doğru gider. giderken yakın plandan uzaklaşılır. odada açık kalmış bir bilgisayar, onlarca bira şişesi, bir ton don, atlet, pantolon, gömlek, bluz, etek?, sütyen!?, tanga!!? noluyor lan. adamımız(!) gececi çıkmıştır. yok lan. onlar eve getirdikleri hatunlardan kalmıştır hep.
    banyoya giren adamımız arkasını bize dönerek açık olan tuvalate ayakta bevletmeye başlar. lan eşşek sıpası ayakta bevletme cinler toplanır oraya hep. neyse lavabonun başına geçen kahramanımız aynaya uzun uzun bakar. yüzünün hatlarını inceler, birbirine karışmış saçına sakalına bakar. kendinden iğrenen bir yüz ifadesiyle aynaya okkalı bir tükürük yapıştırır. sonra arkasını dönüp kapıdan çıkar. kamera hala pis banyoyu çekmektedir. bir anda ortalık kararır ve fin.
    işte budur. adamımız yedi dakikamızı zebil etmiştir ama yapacak bir şeyimiz yoktur. çok hınçlandıysanız hakkınızı helal etmeyin. ama edin lan yazık adama.
    1 ...
  54. © 2025 uludağ sözlük