öncelikle çok afedersiniz bir am olacak (kadın olduğunun garantisini verebilmek adına), sonra da seveceksin, bu kadar. ha eğer evlenilecek kadın değil de evlenilecek erkek arıyorsan o zaman ilk maddenin olmasına da gerek yok.
3 senedir urlada yaz okuluna kalan bana çok da yabancı gelmeyen durum. yaz okulunda okuldan çıkıp denize gitmek, anadolunun bağrındaki bir üniversitede dersten çıkıp evde sıkılmaktan daha güzeldir diye düşünüyorum.
ben birçok yazarın aksine filistinle ilgili şarkısıyla değil de bir rammstein şarkısı ile tanıdım bu ablayı (bkz: frühling in paris). sesinin temizliğine, berraklığına hayran olmuştum. sonra naci en palestina, bin el wedyen falan baya baya dinlemeye başladım. ortadoğudan çıkan en tatlı, en güzel ve en özgürlük dolu seslerden birisi olabilir.
uludağ sözlüğe girmeyeli uzun zaman oldu, yazdığım ya da daha doğru ifadesiyle hala yazabildiğim tek sözlük burası. ara ara bu başlığa girip neler yazılmış bakıyorum ki şu idioteque sevgisini paylaşabileyim birisiyle. hayatım bu şarkıyla geçti benim, konuşacak kimsemin olmadığı zamanlarda bir coverının altına "anyone wanna talk about idioteque?" yazan insanlarla yaptım en samimi sohbetlerimi. çok güzel şarkı be. başka tanım gelmiyor aklıma. çok güzel işte.
yıllarca bir şarkıyı dinlemenin beni dünyada en mutlu eden şey olduğunu düşündüm. sıkılmadan yaptığım nadir şeylerden birisiydi, öyle ki 10 yıldır dinleyip sıkılmadığım şarkılar var hala dolusuyla. ama bir şarkıyı dinleyememenin keyfini unutmuştum. yolda giderken iki tuş ile istediğim şeye ulaşamamak da en az ulaşmak kadar keyif veriyormuş. üzüyor da aynı zamanda, neden dinleyemiyorum diye düşünüyorum, suratımda salak bir gülümseme ile. gülümsüyorum, çünkü biliyorum şarkıyı, kafamın içinde en güzel gitarları, hiç duyulmayan el çırpmaları duyuyorum. bir anda aynı şeylerin, bire bir aynı hislerin belli başlı duygularda da kendisini gösterdiğini farkediyorum. dinleyememek, görmemek, duymamak hiç önemli değil. o şarkının, benim tarafımdan dinlenmek isteyip istemeyeceği aklımın ucundan geçmiyor. bütün bu duyguların, patlamaların toplamına o herkesin koyduğu 3 harfli ismi koymuyorum. alfabedeki 29 harfin, 10 rakamın bütün kombinasyonlarının hissettiklerimi açıklamaya yetmeyeceğini biliyorum. aslında bir şarkıya da bir kuşa da bir insana da duyduğun hislerin hepsinin birbirinin aynısı olduğunu biliyorum.
dinledikçe, okudukça kalbim sıkışıyor. muhafazakar kesime aitmiş gibi gösterilir ama bana kalırsa okumayı bilen herkesin boğazında düğümler bişeyleri. rahmetli sacit onan o güzel sesiyle vurgulaya vurgulaya okudukça ister istemez insanın gözünden bir damla yaş akıyor zaten. böyle aşklar var mı acaba diyorum, acaba gerçekten bir insanı böylesine bir şiir yazacak kadar sevebilir mi diye düşünüyorum sürekli.
açma pencereni, perdeleri çek:
monna rosa, seni görmemeliyim.
bir bakışın ölmem için yetecek;
anla monna rosa, ben oteliyim...
açma pencereni, perdeleri çek.
bir bakışı ölmem için yetecek bir canan da bulacak mı beni incir kuşlarının bakışında? kısacık hayatımız var zaten o hayatı da o cananı arayarak mı geçireceğiz? daha da vahimi, bulabilecek miyiz?
şu şarkıya benim kadar, yani benim kadar olmasa da seven bir kişi vardı tanıdığım o da eski sevgilimdi. anlayamıyorum bazen bir insan nasıl sevemez bu şarkıyı? nasıl her gece dinleyip boşluğa düşmez? nasıl bir gece bu şarkıyla ağlayıp sonraki gece huzuru yine bu şarkıda bulmaz? belki de ben çok takıntılıyım ama bana kalırsa bütün takıntımı da hakedecek kalitede ve etkide bir şarkı. gönül isterdi ki sözlükte de obikaç kişi olsaydı sırf şu şarkı üzerine saatlerce konuşabileceğim.
tanım: insanda inanılmaz derecede bir takıntı haline gelebilen şarkı.
aylardır yazmıyorum sözlüğe, çok uzun bir süre sonra girip hemen itiraf kısmına yazmamın sebebi şu an içimi dökecek kimsemin olmaması. evet ben de ottan boktan sebeple ayrılanlar familyasındanım artık. deli gibi sevmiyordum belki ama yanındayken mutluydum, eğleniyordum, geçirdiğim zamandan keyif alıyordum. olmadı bitti sözlük, elden gelen bişey yok. dönüp ben seni hayatımda istiyorum desem hallolucak her şey ama olmuyor. bunu yapmak gelmiyor içimden.ona gel demektense oturup küçük bir kız çocuğu gibi ağlamak, boş boş ağlamaktan ağrıyan gözlerle tavana bakıp radiohead dinlemek daha çekici geliyor. bilmiyorum be sözlük hayat çok zor değil ama çok karmaşık orası kesin. hayatı geçtim kendi düşündüklerimiz bile onları tam manasıyla yorumlayamayacağımız kadar karmaşık. uzun lafın kısası 1 yılımı geçirdiğim insandan ayrıldım ve son sigaramı gündüz mutluyken içtim..
isveçli, küçüklüğümüzde kolunu çevirip dinlediğimiz müzik kutularındakiler kadar tatlı, şirin şarkılar yapan fakat şu an dağılmış müzik grubu. özellikle e 18 ve Nattöppet ,nsanın hayatında mutlaka dinlemesi gereken şarkılardır.
izmir yüksek teknoloji enstitüsünde 19-20 ekim tarihlerinde yapılacak robot yarışmasıdır. birçok kategoriye ve benden duymuş olmayın ama yüksek meblağda ödüllere sahiptir. robot yapımıyla ve programlamasıyla ilgilenen herkesi bekleriz efendim. şöyle de bir tanıtım sitesi vardır:
ona aşkım demedim daha hiç.. aşık mıyım bilmiyorum zaten, evet yanındayken mutluyum, gözlerine bakmayı çok seviyorum ama eksik birşeyler var. ben zaten bu eksik şeyleri düşünürken bir de gece eski sevgilimi gördüm rüyamda ve işler iyice sarpa sarmaya başladı. napıyım nediyim bilemiyorum sözlük. gidip ona sarılsam mı yoksa hiç hayallerini yıkmadan, onu daha sonra daha fazla kırmadan uzaklaşsam mı bilmiyorum. ve son olarak da bir paket sigaramı 40 km uzakta unuttum ve yeni paket alamıyorum. var halimi sen düşün büyük uludağ sözlük
filmin beni en çok etkileyen iki sahnesi vardır; ilki şu çok ünlü expectations/reality sahnesinden önce kameraya karşı konuşması beklenen baş oğlanın konuşamayıp sadece yutkunması, ikinciside toplantı sırasında eline sevgililer günü kartını alıp olayı "her şey bize yalan söylüyor" a getirmesidir. bilmiyorum ama filmin geri kalanı zaten insanın ebesini düzerken bu sahneler yıkıp geçiyor beni. ayrıca film sayesinde regina spektor u tanımış oldum soundtrack i hazırlayanlara da burdan teşekkür ediyorum.
grup gündoğarken zaten çok güzel yazmış ama mehmet erdem versiyonundaki hafif blues esintisi şarkıyı en azından benim gözümde efsaneleştirmiştir. yıldızların altında bir salıncağa uzanıp kulaklıklardan bu şarkıyı dinlemek insana yaşayabileceği en huzurlu anları yaşatır.
home adlı şarkılarını youtube da bir videonun arka planında çalarken farkettim ilk olarak ve saatlerce dinledim o gün. diğer bütün şarkılarını tek tek dinlemek istiyrum şu anda. insanın içini huzurla dinginlikle dolduran bir grup havası var.
beni her zaman mutlu etmeyi başarabilmiş tek şarkıdır şimdiye kadar. ilk olarak bir fransız müzik kanalında şans eseri dinlemiştim 5 sene önce filan. o günden beri ne zaman canım sıkıldsa, ne zaman gülümsemek istesem bu şarkıyı dinlerim. her türlü ilaçtan daha güzel etkisi var insan psikolojisine.
burslu okuduğum özel lisenin fiyatının bu sene 26 milyar olacak olması durumudur. eğer kendi çocuğum olursa o 4 senede liseye vereceğim parayla çocuğa iş kurar eline meslek vermiş olurum. az para değil 100 milyar ediyo yani.
edit: ben mezun olurken yani 4 sene önce 15 milyardı okulun ücreti. sorsan enflasyon %3..
insanları sevgilim bile olsa isim soyisim olarak kaydeden bir insan olarak bana saçma gelen eylem. iki sene sonra lakapları filan unutunca görürsün ebenin a.ını yani.
gece gece akla gelmesiyle bünyeye tekrar oldboy u izletecek olan bestedir. filmin önemli kareleriyle o kadar özdeşleşmişdir ki filmi düşünmeden şarkıyı dinlemek imkansızdır benim için. ha bir de şöyle bir versiyonu vardır ki jazz sevdirir insana:
aşık mıyım değil miyim bilmiyorum ama bildiğim bişey var sözlük. o lisedeki kızlarla konuşamayan özgüven yoksunu ezik adam tamamen silinmiş. bunun yanında biraz götü kalkıklık da gelmiş bana tabi. her neyse bir haftadır mutluyum, daha adını koymadım (koymadık) ama mutlu olmaya devam edicem gibi duruyo. tabi şu kalkık götüm yeniden kalkmaya başlamazsa.