türün devamını sağlamaya çalışan insan topluluklarının aşırı tüketimi engellemek için uydurduğu ahlak hikayelerinden biridir oruç. sadece islam'da veya araplarda olan bir ayin değil... sümerler'de bile var. "sürü doysun diye insanların aç kalması" olarak özetlenebilecek bir hikayeleri de vardı lakin şu an hatırlayamıyorum adını ve detaylarını.
cengizhanın "büyük yasası"nda da bu tip şeylere rastlıyoruz mesela. "çok su içmeyin, iyi değil", "suyu kirleten asılır", "kıyafetiniz iyice kirlenip eprimeden onu yıkamayın" diye emirler var... neden var? kıtlıktan elbette. eksik olanı kutsayıp bu eksik olan üstünden ahlak kuralı yaratma eğilimi her toplumda var. ve toplumlar gelenekselleştirdikleri şeyler üstüne düşünmekten vazgeçer -bence. bu sebeple yiyecek aşımız, içecek suyumuz da olsa yemeyip içmemeyi iyi bir şey sanmaya devam ediyoruz.
aç kalmak ve susuz kalmak insan bünyesi için hiçbir zaman faydalı olmamıştır, hiçbir zaman da faydalı olmayacaktır. faydalı olmamasını bir kenara bırakalım, 12-13 saat susuz kalmak bir kere en baştan zararlıdır. manyakçadır.
aç kalan vücut alarma geçip yağ depo etmeye başlayacaktır. damar tıkanıklarının en büyük sebeplerinden biri vücuttaki yağlanmadır malumunuz. sabahın köründe yemek yeyip uykuya dönme meselesine girmeye hiç gerek yok zaten. anlamsızdır. bunun zararını tartışmaya gerek yok... özellikle yazın ortasında saatlerce susuz kalmak, vücudun devamlı terleme yapmaya çalışması ve bunun neticesinde kaybedilen su, sağlığımızı vücut ağırlığını değiştirecek derecede etkiler.
ha insanlar ille sağlıklı yaşamalı diye bir şey mi var? hayır. ama bu tip ayinleri sürdürmeye kararlı insanlar bu ayinlerin mantığını temellendirmeye çalışmaktan vazgeçip konuyu kapatmalılar bence. "oruç tut sıhhat bul" kafasından bahsediyorum... ya da "namaz aynı zamanda bir sağlıklı yaşam yoludur" zihniyetinden. mantıklı temellendirmeler değil bunlar. "inanıyorum, sorgulamıyorum ve bana ne denmişse ben yapacağım, karışmayın arkadaş" demek dahi bunların hepsinden daha mantıklı.
nöt: bira da sağlıklıdır. yeter ki yüce yaratıcı FSM'nin buyruklarını göz önünde bulundurarak tüketin. şüphesiz o her şeyi sizden iyi bilir.
Saçma bi' söz lan.
Babam denizden çıkacak, ben de elini kolunu kemirmeye kalkışacağım? O ne öyle anaokullu gibi? Gerçekten çok malca bir tablo. Hem zaten babamın denizden çıkagelmesi başlı başına saçma bir eylem. Korkarım lan denizden babam çıksa. Ben elimde birayla ehe mehö karı kız keserken sahilde, bir de bakacağım denizden babam çıkıyor. Hulk gibi bir şeye benzetirim bi' kere o an ben babamı. Tırsarım, heyecan yaparım, götüm atar. Babam çıkıp ne yapacak mesela? Bu da çok önemli bir mevzu. Denizden çıkan baba kendisini yemeye kalkışan moron evladına nasıl bir tepki vermeli? Bunu tartışmamız lazım bizim günümüz Türkiyesinde, boş işlerle uğraşıyorsunuz! Çıkıp ne yapacak? "Nabıyon lan ayı, elin kolun rahat dursun!" mu diyecek? Tabii o virgül falan koymaz o an oraya, noktalamaya dikkat etmeden, bir çırpıda sıçacak içimdeki hevese. Yoksa o da beni mi ısırmaya çalışacak? Lan benim tenim çok hassas yav, hemen morarır, valla çok pis tafra yaparım öyle bi' şey olursa. Dişini mişini kırarım lan. Sloganın da kendi içerisinde semantik didiklemesini yapmak lazım. "Denizden babam ancak ve ancak çıkarsa onu yerim, yoksa ilişmem, aramız iyidir" mi demek isteniyor; "denizden ancak ve ancak babam çıkarsa onu yerim, başka bir ürün tercih etmiyorum" mu demek isteniyor; yoksa "keşke denizden babam çıksa yav, ne güzel yerim kendisini" hayalleri mi kuruluyor? Buraya dikkat, iki de çay. Bu mesele iyice karışık bir hal almaya başlıyor. Denizden çıkma ihtimali olan avantürcü, sergüzeştşinas, maceraperest, serüven meraklısı, enerjik bir baba var bi' kere elimizde... ve bu babanın çocuğu kendisini yemek istiyor (balık baştan kokar azizim, öyle dota böyle level). Elimde iki çay var, hadi biri bana diyelim, öteki kimin? Dikkat de dağıldı gitti zaten, kaldım iki çayla. işin kötü tarafı iki elim de dolu olduğu için ikisini de içemiyorum. Bira da çişimi getirdi, saldım salacağım. iyi de kızlar hani? Deminki sarışın iyiydi yaa, üff, al, lafa tuttular kızları kaçırdım. Lafa tuttu kızları ibneler, ben de kaçırdım. isteyince vermedi çünkü dayısı. Gidip diklendim "ulan sen kim oluyorsun, bu kızın anası babası yok mu?" dedim, "Heyt!" dedim, "Hoşt lan puşt!" deyince niyetlerinin ciddi olduğunu anlayıp kızı vereyim bari dedim. Baktım çünkü niyetleri gayet ciddi, gönül eğlendirme amaçlı değil dayı efendi. Verdim dayıya kızı, evlendiler. iki de çocukları oldu, çocuklardan birinin gözleri ensesinde çıktı. "Ee" dedim, "ensestin zararları..." Çok geçmeden ensede bir uyuşma hissettim, enseste baktım, gayet muntazam duruyordu yerinde. Sonra yeniden enseme gitti elim. iyi de elim ilk kez gidiyordu enseme? Her neyse, enseste yöneldim. Oha! Ne ara lan? Yok öyle bi' şey, enseme yöneldim. Pardon, ensest denize girdi, ense olarak çıktı, ben kendisini enseleyip yemeye kalkıştım ve olaylar gelişti...
Amacı ve dayanakları herhangi bir insanın kendi aile üyelerine ve akrabalarına karşı takınabileceği tavırla sınırlı olacak olan oluşumdur. Kimsenin bu güruhtan öyle üstün zihinsel melekeler ya da akademik kuramlar beklemediği aşikar... O halde? Siktir edin, bi' köşede takılsınlar. (şu anda otobüste aslan belgeseli izliyorum, onlar da aynı şekilde örgütlenmiş)
muhtemelen insanın yaşama, yaşama alanını koruma ve neslini sürdürme isteğiyle alakalıdır; ama insanın neslini sürdürme çabası çok da skimdedir -o ayrı mevzu.
sadece fransa'nın değil, tüm avrupa'nın sorunudur. fakat halk hükumetlere güveniyormuş... yapılan araştırmalar ve tutulan istatistikler şuradan takip edilebilir:
ot işlenmişi daha makbul olan türden bir şey olsaydı, örneğin tütün gibi, çoktan yasal olmuştu zaten. ha nedir mesele?
kenevirden süper kağıt yapılır (kağıt üreticilerine ve onlara ağaç/selüloz veren şirketlere dikkat [keneviri her yere ekersin, ağaç her yerde olmaz, zor büyür]).
kenevir tohumundan elde edilen "kuru" dediğimiz şey alkol ve sigaradan daha az zararlıdır (alkol ve sigara üreticilerine dikkat).
bu "kuru"da yoksunma hissi yoktur; yani eroin, kokain gibi sentetik uyuşturucularla alakası yoktur.
yine bu "kuru", aynı sebepten dolayı, bağımlılık yapmaz, yapamaz.
bi' de kendileri hafif derecede stimülandır. bazı bünyelerde kafayı değiştirir; devlet ve şirketler için, bu bakımdan da zararlıdır.
şunu da söylemekte fayda var: kafayı kıracak adam her türlü kırar. örneğin konya'da bu ot dediğimiz peygamber müridi çok olan, mübarek bir şahıs. fakat gelin görün ki bu müritlerin kafası bok... o kötü. nerede ne kadar apaçi varsa bunun camisinde. iş böyle olunca pek güzel tablolarla karşılaşamıyoruz. ha bu apaçileri bu hale getiren nedir? onu bilemem. "dur ben serseri olayım, bi' de güzel ota vurup ona buna abuk subuk hareketler yapayım da bi' içim açılsın" mı demişler? nayn.
islamın her fırsatta, her yerde çalışmayı, mülkiyeti ve zenginliği övmesi ile ilgilidir. Tarım toplumunun da en belirgin özelliği budur. Mal mülk sahibi olup doğal yaşam alanını genişletirsin... Genişletemezsen halihazırda genişletmiş bir eril kuvvetin sağ kolu olursun; o da olmazsa sağ kolunun sağ kolu olursun...
"Çalış!" E tamam; peki kimin için çalışayım? Ağa için, patron için... Öyle olmak zorunda en azından. Yoksa çalışmak bu kadar çok övülmezdi. Kişi kendisi için veya en azından kendi sınıfından (işçi sınıfından) insanlar için çalışacak olsa öyle aman aman çalışmaya ihtiyaç duymayacaktır. Temel ihtiyaçları gidermek öyle çok zor olmasa gerek. Bu kadar çok çalışmanın altında bir kral, bir padişah, bir ağa veya bunlara benzer bir şey olmalı. Neden? Çünkü sağ kolsun sen. Sağ kolun sağ kolunun sağ kolunun sağ kolusun ya da... O yüzden iyi çalış, çok çalış ki en üsttekinin rahatı kaçmasın. Onun rahatı kaçarsa çıkar çatışması doğrudan yaşam çatışmasına döner ve kas gücünün ön planda olduğu ilk döneme geri sararız.
Peki ne fark eder?
Hiç.
Bir grup diğer gruba nazaran daha baskın olmayı sürdürür.
Peki şimdi ne oluyor?
Aynı şey...
Fark?
Daha politik, daha cici, daha sakiniz.
Hmm.
Yani yaşama yöntemi bakımından ilk halklarla eşit seviyede ilkeliz.
Hani din bize inkişafı, ilerlemeyi, doğanın vahşi kanunlarını yenmeyi vaat ediyordu?
Etmiyormuş o zaman. Doğanın kanunlarını politik tabanda, başka "tarzlara" uyarlamak ilerlemek değildir, insanlık da değildir. Şu ahlaki bir vurgu olarak öne sürdüğümüz "insanlık" ve "ilerleme" bu kişiler-arası ve -doğal olarak- gruplar-arası çatışmanın yok edilmesiyle gerçekleşecektir. Yaban hayata, bu mücadele bakımından aykırı olamadıkça ahlaktan, eşitlikten ve insani değerlerden söz etmenin bir alemi yok...
Bu da olmayacak gibi duruyor...
O yüzden mına koyim ideolojinin, dinin, kuramın, insani değerlerin ve vicdanın... size bi' şey olmasın.
(Kötü bitirdim lan)
o kadar büyütülecek, derin anlamlara sahip, tarihin ta ötesine geçebilecek bir hitabe değildir. bir tractatus değildir yani, abartmayın mına koyim.
özetliyorum:
----------------------------------------------------------
Ey Türk Gençliği!
----------------------------------------------------------
Uşaklar, az bakın hele...
----------------------------------------------------------
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
----------------------------------------------------------
Özgür ol, rejimi koru.
----------------------------------------------------------
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir.
----------------------------------------------------------
Üstteki emri önemse.
----------------------------------------------------------
istikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.
----------------------------------------------------------
Sağdan soldan rejim düşmanları çıkacaktır.
-----------------------------------------------------------
Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. istiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! işte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
------------------------------------------------------------
Gün gelir de bu rejim düşmanları artistlik yaparsa ağızlarını burunlarını kır. Nerede, nasıl bir durumda olursan ol; hiçbir hesap-kitap yapma, git dal. Osmanlı kafasındaki adamlar olur da memleketi yine ingilizlere paslamaya kalkışırlarsa "Ben türküm, yüce milletim uleeeyn!" de ve dal.
Şimdi ben burada başımıza bela olabilecek o iktidar sahiplerini engellememizi ve bunu nasıl yapacağımızı söyleyen herhangi bir cümle göremiyorum; bu yüzden bu hitabeyi çözüm üreten, çözüm gösteren ve bu sayede ileri görüşlülüğü yansıtan bir hitabe olarak göremiyorum.
adam bildiğin kendi yaptıklarını anlatmış. osmanlının o zamanki durumundan bahsedip "ahan bunlar ilerde de olabilir ha, dikkatli olun olm" demiş.
nedir lan bu kadar önemli olan? tamam biz de biliyoruz memlekete girip elimizi kolumuzu bağlamaya çalışan heriflere karşı çıkmak gerektiğini. bundan başka ne söylüyor?
hiç.
yani abartılacak bir tarafı yok bana kalırsa. yok ileri görüşmüş, yok yücelik-ululuk falan...
"Bir siyasi davayı zorla kabul ettirmek için karşı tarafa korku salacak, cana ve mala kıyacak davranışlarda bulunan kimse, yıldırmacı, terörcü, tedhişçi, terörist."
aynı zamanda "slav kadınları özgürlüğü verir, sen de onlara özgürlüklerini verirsin; bırakırsan bir ay bekler, gelmezsen yolunu değiştirir... slav kadınlarına git." diye öğüt veren insandır.
saçma sapan bir cümledir. "bizden olmayan bizden değildir" demek kadar a priori olarak zorunlu ve bu yüzden dile getirilmesi anlamsız bir cümledir. senden olmayan zaten senden değil ve bu sebeple senin tarafından değersiz görülmek zorunda... o yüzden "neyin tribindesin?" derler adama, dedim.
"ülkülü insan boktan farkı olmayan bir varlıktır"
al ben de böyle diyorum. nasıl olsa bok atmak bedava... at atabildiğin kadar... böyle abuk subuk, temelsiz cümlelere kanarak adam dövelim, kafa kıralım.
ilk yumruk meselesi her zaman tutmaz; bence önce atılan ilk yumruğa karşı savunmanızı nasıl yapacağınız ve karşıdakinin dengesini nasıl bozacağınız daha önemlidir. adam döverken mühim olan üstte olmaktır neticede... devirdikten sonra girin, dalın istediğiniz kadar.
islamiyette miktarı sınırsızdır. tek sınırı "islama yardım etmek"tir ve bu yardımın alt-sınırı, tanımı falan belli değildir. zekat vermek de islama yardımdır, zekatı verir geçersin... sınırlı mı oldu şimdi mülkiyet? nayn.
ayrıca bugün gökten indiğini zannettiğimiz ve gün be gün kutsal suyla yıkayıp durduğumuz nişan, evlilik, vatan, millet, devlet, bayrak, aile, namus gibi kurumların da temelidir.
proudhon'a falan hiç ilişmeden şöyle de denebilir: mülkiyet bir grubun diğer gruba nazaran baskın olma çabasıdır -veya çabanın soucudur. (hayatta kalmak için diğerlerini ez! yaşam alanını artırıp koru!)
hepsi aynı yere çıkar, tartışmalar teorilerin konuyu açıklayış ve sunduğu çözüm farklılıklarından kaynaklanır.
fakat bana kalırsa sorun mülkiyetin ne ve nasıl olduğundan ziyade bu gruplar arası baskınlaşma mücadelesini neyin engelleyebileceğidir.
her sabah aynı saatte aynı yere, aynı yoldan, gidip her akşam aynı saatte aynı yere, aynı yoldan, dönmek zorunda olan ücretli kölelerin kendilerini iyice özgür zannederek gık çıkarmamaları için altlarına sokuşturulmuş arabalarını, insanların doldurması gereken şehir merkezlerinin en mühim ve en değerli unsuru haline getirme uğraşısının sonucudur.
trafik sorununun çözümünü sağdan, soldan, her bir yandan alt-üst-yan-çapraz geçitler yaparak bulduklarına inanan pek değerli "yöneticilerin" ve "şehir planlama müdürlerinin" kafa yapısını anlamak için uğraşmak insan sağlığına zararlıdır.
muhafazakar toplum örneklemelerinin ilk konularından biridir.
kendisi 70 tonluk götünü zar zor kaldırıp yürürken ya da 90 tonluk göbeğini arabasına zor sığdıran gavatının* yanında yürüme özürlü misali "taşınırken" bisikletli bir kız görüp "tövbe istağfirullaaah, bu bisikletli kızları hiç anlamıyorum" diye şekva eden bu tip "karıları" veya kızsızlıktan gebermiş, amsızlıktan ölmüş olduğu için kim, nerede, ne zaman, nasıl, ne sebeple domalırsa domalsın götünden alev, gözünden fişek fışkırtan yurdum "heriflerini" anlamak için çaba sarf etmeye ve bu işlerin etiyolojisini sermeye hiiiç lüzum yoktur.
dünyadaki tüm dinler ve bu dinlere mensup dindarlar en doğru düşünenin ve en iyisini bilenin kendi dinleri -dolayısıyla kendileri- olduğunu düşündüğü için "onların iyiliği için", "erkeklere verilen sorumluluk daha büyük olduğu için" gibi mantık bakımından tutarsız ve neredeyse geçersiz sebeplerle savunulan zorbalıktır.
önce bu "iyi"nin ne olduğu tanımlanmalı. ayrıca bu "sorumluluk"la bu "iyi"nin arasındaki bağ da açıklanmalıdır.
körpecik zihinleri cehennem ateşleriyle, odun-kömürle, "allah yakar"larla doldurmanın ve böylece onları "iyiliğe" erdirmiş olmanın savunulacak hiçbir tarafı olmadığını düşünmekle birlikte, bunun çocuk pornosu çekmekten farksız olduğunu iddia ediyorum.
bana kalırsa kendisine böyle "öcücülüklerle" seçim şansı bırakılmamış bir "bacı" yahut bir "evlat" yeryüzünde yapılabilecek en büyük ahlaksızlıkla karşı karşıya kalmıştır. ahlaksa alın bu da ahlak; ahlaksızlıksa alın bu da ahlaksızlık...
hayır bir de bunlar yetmiyormuş gibi, en başta söylediğimi tekrarlıyorum, bu tip savlamaların peşinden "kadınlara verilen değer", "erkekle kadının arasındaki fıtrat farkı" falan filan diye zırvalanması hiç hoş değil. bi' kere fıtrat dediğin şey, senin kafanda oluşmuş/oluşturulmuş bir şey. fıtrat falan diyeceksek işin aslına bakalım o zaman? bilim genetik yapıdan bahseder ve bu genetik yapı "kadın köleleştirilmeye müsaittir, onlara erkekler sahip çıkmalıdır; kadın yönetilmelidir" falan demez. her ne kadar kadın fiziksel olarak daha geride kalmış gibi dursa da dünyada yaşamış veya yaşayan birçok anaerkil kabile ve hatta toplum vardır.* genlerimizi genetik araştırmalar belirleyemedi ama binlerce yıl öncesinden kalma sosyal yaşantılar ve bu yaşantıların yaratılmasında söz sahibi olanlar şak diye belirledi... vay annesini ula. erkeğin kadın üstünde yönetme "hakkı" varmış. vay annesini.
ama bence herifler* bu olayı güzel yürüttüler. kendilerini emperyalist bakımdan çok kuvvetli görüyor, tebrik ediyorum. türklere, gürcülere, lazlara kadar götürdüler bu kafayı. vallahi bravo, billahi bravo. hadi türkleri bir kenara koyalım da arkadaş, sen bir gürcü kadınını ya da bir laz "karisinu" o hale getirmeyi nasıl becerdin? hoş hala bir gürcü ya da bir laz kadınına gidip "seni alırım ama kapanacaksın" demek pek kolay değil, ağzına sıçabilir, o ayrı konu...
ben meseleyi eski arap toplumlarının yaşayış tarzlarının etiyolojisini yaparak çözebileceğimizi düşünüyorum. kadınlarını neden bu kadar sahiplenmiş ve neden bu kadar aşağılamışlar? sebeplere bakmak gerek... şimdi çıkıp "cahiliye döneminde kızlar gömülüyodu bi' kere taam mıaa?" diyecek biri, eminim. o yüzden şimdiden söylemek lazım:
- bir kızı diri diri gömmekle, o kıza "şunu yapacaksın, bunu yapacaksın, tabii ki de yapacaksın, herhalde yapman lazım, yapmazsan adam değilsin, bunu da yapacaksın, çıkma evden, bu saatte nereye, nereden geliyorsun bakayım sen, öpüştünüz mü, kimmiş o, elledi mi seni, kızlığını mı bozdu yoksa, orospu mu oldun başımıza, kapanacaksın, namuslu bir müslüman olacaksın, namussuz seni" tarzında "bindirmeler" yapmak arasında hiçbir fark yok bana kalırsa. ondan sonra türban yapan kuaför de olur, üstü mekke altı paris kızlar da olur. neyini yadırgıyorsunuz acep?
şimdi kimse kalkıp da bunlar olmuyor diyemez. "kadınlarınızı örtün" dendikten sonra bunlar da olur, daha ötesine de gidilir. adam nasıl örtecek "kadınını"? ister seve seve, ister söve söve...
entelektüel müslümanların ** özellikle izlenimci, kübist ve zaman zaman dadaist algıyı imanına harç ederek ortaya çıkardığı ve iç dinamikleri düşünüldüğünde fazlasıyla çelişkili olduğu görülen eylem.
muhalif sanatın, sanatçının veya doğrudan anarşist bakışın malzemelerini kullanarak bilime, kanıtlara ve dahi bilimsel açıklamalara inanmama gibi tuhaf bir füzyon yaratılmış.
fakat bu bakışlar bilimin kendisine hiçbir zaman doğrudan müdahale etmeye yeltenmedi *. yani kalkıp "sen bunu yaağnış gözlemliyon olm, olmamış" dememiştir kimse. olsa olsa bilimin sanattaki yeri, ne bileyim, bilimin savaş teknolojilerini geliştirmedeki yeri falan tartışılmıştır. bu olay onların kafalarındakinden çok farklı.
"bilime inanmıyorum."
iyi, pekala. ama sen istediğin kadar ayak dire: uçamayacaksın, ışık hızından daha hızlı hareket edemeyeceksin, xx-xy mevzusunu değiştiremeyeceksin, elektronları ters yöne çeviremeyeceksin falan ve filan ve felan... bilimsel bulgulama yöntemlerini reddederek bilimin serimleyip açıkladığı olguları ve olanaklılığı üzerinde tahminler yürüttüğü olasılıkları çürütmüş olamazsın.
nasıl yapıyorsun yani? çok merak ediyorum.
ha bunları görmezden geldiğini ve yer çekiminin olmadığına "inandığını" söylediğinde bu tavrını yadırgayamam; bu konuda yapılacak hiçbir şey yok, "var olsun LSD" deyip geçerim.
ama sırf bulgularla senin tanrı anlayışın ve beklentilerin birbirini zedeleme eğiliminde diye de kalkıp dadacıyı, fovcuyu, anarşisti, mahnocuyu falan işin içine katma. olay tamamen farklı çünkü paşam... uzaktan bakınca olmuyor yani, yaklaşıp göz atınca da yüzüme tükürüyon zaten.
yorumlanıp yordanamaz bir bakış açısı. hayır, bu tarz cümlelerin ardından "kadına verilen değer efenim..." diye zırvalanmaya devam edilmese, o kadar da yorumlanıp yordanamaz bir bakış açısı olmayacak bu.
sanki herifler araba örttürüyor -güneşte yanmasın, rengi atmasın diye...
o nasıl laf la? "kadınlarınızı örtün". vay?
bikauz "güneş yanığı oluyor, tavan atıyor. valla piyasası düşer, sen bilin..."