halil sezai paracıkoğlu'nun seni bana yazmışlar isimli dizide karşılaşılan şarkısı.
sesinde bir şeyler var bu adamın, dinle diyor, hüzünlen diyor, heeeey gidi hey diyor.
bir rüzgar esti içinde aşk var sandık
eskilerden bir şeyler aldık
sonrasında bu ne biçim bi fırtına
kendi kendime düşündüm oturdum da
kime ne yaptım anlattımsa
sorduğum öteki bana
ne anlatsam ne söylesem boş
tarif edilmez duygulardayım
uzun bir yola çıksam arkamda bıraktıklarım
ve bütün pişmanlıklarım
olmaz
biraz hüzün aldım
biraz yalnızlık çaldım
biraz da gözlerinden ihanet
ahhh
biraz öfke kattım sana
biliyorum biraz aldatıldım
sonunda bozdum nihayet
bi rüzgar esti içinde aşk var sandık
eskilerden bir şeyler aldık
sonunda bu ne biçim bir fırtına
kendi kendime düşündüm oturdum da
kime ne yaptım anlattımsa
aşk savaşında her şey mübah
yurdum insanının (ben de dahil)anlıyorum ama konuşamıyorum gibi klasik sorunuyla cebelleştiği lisan.
eğer konuşamıyorsanız "yabancı müzik dinle, yabancı film/dizi izle çok yardımı oluyor" gibi akraba tavsiyeleriyle karşılaşmanız mümkün.
ortaokul, lise, üniversitede hazırlıkta derken yaklaşık 5 sene gördüğünüz ingilizce eğitimiyle şu an şakır şakır konuşmanız gerekirken, sistem gereği her sene "hadi hooop en baştan" düşüncesiyle cümle bile kuramıyoruz.
evet, anlıyoruz fakat konuşamıyoruz. bu nedenle iş de bulamıyoruz. işimiz olmadığı için cebimizde de paramız yok. paramız olmadığı için de dil kursuna, yurtdışına falan da gidemiyoruz.
böyle bi kısır döngü globalizminin içindeyiz. böyle globalleşmenin falan da aq ben.
cüzdanınızda vesikalık fotoğraf ararken sevgilinin yazdığı 03.05.2011 - 04:35 tarihli ve saatli mektubu bulmak.
bulmak sorun değil de, ayrılık sonrası ve tam da hazmetmeye çalışılan bi dönemde buluyor olmak işin iç burkan kısmı.
ankara'nın soğuğunda, elinden gelenin en iyisini yapmış ve hayatımda aldığım en güzel hediyeyi seçmiş bi adamın yazdığı satırlar bunlar. kenarındaki kağıt parçaları onun elleriyle temizlenmiş.
çok büyük laflar etmiş. lafının arkasında da durmuş.
ama olmayınca olmuyor. ki bu da insanoğlunun hayata dair yaşadığı en iç burkan detaydır.
bünyeler arası değişkenlik gösteren ruh, kalp, beyin hali.
başlangıcı ile dünyalar senin olur, bitişi ile dünya başına yıkılır.
tepkimesi, kişiler arası farklılık gösterebilir. sırf bunun için suçlanabilirsin.
muhakkak bi yerde bitmesi gerekir. çünkü bok gibi bir şeydir. ağzına sıçar. gereksizdir.
mantık neyine yetmiyor ki?
itiraf ediyorum; acıktım.
aç değilim sanıyodum. ta ki "sözlük yazarlarının itirafları"nı, "sözlük yazarlarının iftarları" olarak okuyana kadar.
bunu yaran yanlış okumalara da yazabilirdim ama canım buraya yazmak istedi.
son demlerimi yaşıyorum. karşımda su içen adamı dövmek istiyorum. o da yetmezmiş gibi yaktığı mangalın kokusu burnumuza gelen adamın ağzını burnunu kırmak istiyorum.
2 adım ötemdeki denize girenleri ise kınıyorum.
yapmayın arkadaşım, yapmayın kardeşim!
az önce ikinci kez izlememe rağmen "tesadüfen" farkettiğim bi ayrıntıyla yüzümde tebessüm oluşturmuş ömer faruk sorak filmi.
son sahnede koşan iki çocuk. çocuklardan biri kız biri erkek.
erkek olanın soyadı cast yazısı akarken farkediliyor. günsür.
çocuk, ali günsür. mehmet günsür'ün oğlu. enteresan bi şekilde hoşuma giden bi ayrıntı oldu bu.
duygusal olabilirim evet.
bi de müslüm gürses'in söylediği "aşk tesadüfleri sever" de dinlenesiymiş.
istanbul'da bulunan, dünyanın en eski kulelerinden biri. 528 yılında inşa edilmiş. istanbul boğazı ve haliç'i rahatlıkla kuşbakışı görebileceğiniz eşsiz mekan.
27 yıllık ömrüm boyunca, bana en yakın ama en uzak olan kule. çevresinden her geçtiğimde iç geçirmeme rağmen bi türlü fırsat bulup da gidemedim. gitmeye her teşebbüs ettiğimde de başıma muhakkak bir şey geldi.
ve buna rağmen hala gitmek istiyorum. inşallah bir gün, neden olmasın?
kendi elleriyle (ya da ayaklarıyla) küme düşemeyen takımın bazı taraftarlarını; "acaba fener de juve gibi küme düşer mi?" düşüncesine gark eden olay.
ama olayda sadece aziz yıldırım değil trabzonsporlu ve eskişehirsporlu yöneticiler de mevcut.
bir de "iddia" denilen bir şey var gözünüzden kaçan. idda değil, yani sürekli mal gibi oynadığınız o oyun değil; iddia. üşenmezsen anlamı nedir diye açıp tdk'ya sorar öğrenirsin.
bu arada futbolda şike iddiası demişler ya; yanlış. 5'te 5 yapan bi takımın muhakkak voleybolda da basketbol da da şike yaptığı aşikardır! voleybolda dünyaca geçerliliği olan başarılar kazanmış falan bunlar kesin şike sonucu gerçekleşen şeylerdir.
olay sonuçlanmadan adam asmayın. bu olay türk sporu için bir karadır. yoksa sen türk değil misin?
sharapova'nın çığlıklarına daha fazla dayanılamayıp zapping yapılan, sonrasında da sözlük sayesinde şampiyonun kvitova olduğu öğrenilen senenin wimbledon final karşılaşması.
bbc gibi ntv spor da sharapova çığlıkları için özel bi donanım geliştirse, maçı insan gibi izlesek, her haykırışta kendimizden geçmesek, küfür etmek zorunda kalmasak.
gırtlağına tükürdüğüm.