Şehir toplumu olma yolundaki ülkelerin bireylerinde sıkça rastlanan problemleri konu almış Mendes. Şehir toplumunun en belirgin özelliği olan "birey olma" bilincine erişilmesiyle aile-birey arasındaki dengenin bozulması ve kendini gerçekleştirme yolunda atılan adımların, geleneksel özellikleri bünyesinde fazlasıyla barındıran toplum üyeleri ile ters düşmeyi ve "anormal" "sorunlu" olarak algılanmayı beraberinde getirme sürecini çok içten bir dille yansıtmış.
Bu geçiş sürcindeki toplumun bir bireyi olan April'ın kendinden ve hayatından beklentilerinin çok yüksek olmasından kaynaklanan huzursuzluk ve mutsuzluklarını, hayatının ona yetmeyip farklı bir yerde farklı ve "mutlu" olacağı(nı zannnetttiği) bir yaşama başlamak istemesini, bunun için elinden geleni yapması ve tüm engelleri ortadan kaldırmaya çalışmasını, bu uğurda eşiyle verdiği mücadeleyi ve eşiyle bu süreçteki ilişkilerini, başaramayınca da "içindeki umutsuz boşluğu" deneme-yanılma yoluyla doldurmaya çalışmasını çok etkileyici bir şekilde tasvir etmiş yönetmen ve tabii ki performansıyla da Kate Winslet.
Türkçe adı 'Yağmurdan sonraki soluk ayın öyküleri' olan, 1953 yılı yapımı, bir Kenji Mizoguchi filmi.
16. Yüzyıl Japonyasından sosyal manzaralar sunan siyah-beyaz filmde, şiir gibi görüntüler mevcut. iç savaş ortamındaki iki çiftin öyküsünü anlatan film, doğunun gizemli dünyasına bir pencere açmıştır.
''türban tak ama evinden dışarı adım atma diyoruz, bizi türbana karşı sanıyorlar '' söylemine bir de "türban kadını toplumdan tecrit etme aracıdır" söylemini ekleyerek samimi olmadıklarını da ortaya koyuyorlar.
yurdum insanının halinden anlamayan, "ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler" zihniyetindeki insan söylemi olabilir ancak.
Zira o halk pazarından giyinen olarak aşağılanan insanın karnını bile doyurabilecek parası yoktur ülkemde, kalkmış sezon sonu indirimini bekle deniyor, sezon sonunda bile mağaza yüzü görebiliyor mu acaba o insanlar diye düşünülmeden.
"sözlük yazarlığı adı altında henüz tam manasıyla oturmamış kişiliğinden sebeple ona buna hakaret eden, demokrasiyi bir anlamda küfretme özgürlü gibi garbage bir manaya gelecek biçimde anlayan ve uygulayan, sakat bir düşünce yapısının ürünü, hakaret ile eleştiriyi birbirinden ayırt edememeyen, bunun sonucunda da etik olmayan var edişlerde bulunan, yani iflah olmaz bir hakaretkolikler olan, haklı bir tepkinin kendilerine karşı savrulduğu, haksız bir yazar türüdürler, tüm bunlardan sebeple çok da ciddiye alınmaması, onlarla yüzgöz olunmaması gereken varlıklar bütünüdürler." şeklinde başlık sahibinin kısaca yaptığı tanıma aynen katılıyorum.
Şehir toplumu olma yolundaki ülkelerin bireylerinde sıkça rastlanan problemleri konu almış Mendes. Şehir toplumunun en belirgin özelliği olan "birey olma" bilincine erişilmesiyle aile-birey arasındaki dengenin bozulması ve kendini gerçekleştirme yolunda atılan adımların, geleneksel özellikleri bünyesinde fazlasıyla barındıran toplum üyeleri ile ters düşmeyi ve "anormal" "sorunlu" olarak algılanmayı beraberinde getirme sürecini çok içten bir dille yansıtmış.
Bu geçiş sürecindeki toplumun bir bireyi olan April'ın kendinden ve hayatından beklentilerinin çok yüksek olmasından kaynaklanan huzursuzluk ve mutsuzluklarını, hayatının ona yetmeyip farklı bir yerde farklı ve "mutlu" olacağı(nı zannnetttiği) bir yaşama başlamak istemesini, bunun için elinden geleni yapması ve tüm engelleri ortadan kaldırmaya çalışmasını, bu uğurda eşiyle verdiği mücadeleyi ve eşiyle bu süreçteki ilişkilerini, başaramayınca da "içindeki umutsuz boşluğu" deneme-yanılma yoluyla doldurmaya çalışmasını çok etkileyici bir şekilde tasvir etmiş yönetmen ve tabii ki performansıyla da Kate Winslet.
Şehir toplumu olma yolundaki ülkelerin bireylerinde sıkça rastlanan problemleri konu almış Mendes. Şehir toplumunun en belirgin özelliği olan "birey olma" bilincine erişilmesiyle aile-birey arasındaki dengenin bozulması ve kendini gerçekleştirme yolunda atılan adımların, geleneksel özellikleri bünyesinde fazlasıyla barındıran toplum üyeleri ile ters düşmeyi ve "anormal" "sorunlu" olarak algılanmayı beraberinde getirme sürecini çok içten bir dille yansıtmış.
Bu geçiş sürcindeki toplumun bir bireyi olan April'ın kendinden ve hayatından beklentilerinin çok yüksek olmasından kaynaklanan huzursuzluk ve mutsuzluklarını, hayatının ona yetmeyip farklı bir yerde farklı ve "mutlu" olacağı(nı zannnetttiği) bir yaşama başlamak istemesini, bunun için elinden geleni yapması ve tüm engelleri ortadan kaldırmaya çalışmasını, bu uğurda eşiyle verdiği mücadeleyi ve eşiyle bu süreçteki ilişkilerini, başaramayınca da "içindeki umutsuz boşluğu" deneme-yanılma yoluyla doldurmaya çalışmasını çok etkileyici bir şekilde tasvir etmiş yönetmen ve tabii ki performansıyla da Kate Winslet.
mustafa kemal atatürk ün en büyük eserinin yirmi birinci yüzyılda karalara bulandırılmaya çalışıldığından dem vuran kişi, aynı zamanda "Türkiye halklarının hayalleri" gibi ifadeleri de kullanmaktadır.
demek ki neymiş görmek istediğini gören, bununla da kalmayıp millete de aynı şeyi görmesi için dayatma uygulamaya çalışan kişi söylemiymiş.
insan haklarından dem vurmalarına rağmen aslında farklı inançlara karşı hazımsız olan ve insan haklarını sadece kendileri için isteyen bünyelerin oluşturmak için çaba sarfettiği sözde sorunsaldır; bir dine inanan insanların inançlarına ve fikirlerine yapılan saygısızlıktır; her fırsatta kendini medeni ve hümanist göstermeye çalışanların ne kadar örümcek beyinli olduğunun en somut kanıtıdır.