otuz yapraklı gül anlamına gelir. iskender pala'nın kitab-ı aşk adlı kitabında da anlatıldığı üzere ebubekir efendi'nin sevgilisine verdiği tiryandafila isminin esin kaynağıdır ve aynı zamanda bu kızın kardeşinin ismidir.
rastgele uzunluktaki bir bilginin belli uzunluktaki bir bilgiye (128 bit, 160 bit, vb) eşleştirildiği fonksiyonlardır. bu fonksiyon temel olarak iki koşulu sağlamalıdır. bir verinin hash değerini hesaplamak kolay olmalı ve hash değeri verildiğinde bu değeri veren bilgiyi hesaplamak zor olmalıdır.
(bkz: tek yönlü fonksiyon)
128, 192 veya 256 bit anahtarla 128 bit bilginin şifrelendiği standarttır. Des'in güvensiz olduğu anlaşılınca 2001'de blok şifreleme standardı olarak kabul edilmiştir. Ayrıca,
(bkz: aes)
murat çelik'in her çarşamba çıktığı bar. her ne kadar murat çelik'in sahne aldığı zamanlar ortamın içkisiz olduğu söylense de barın bir kenarında murat çelik'i dinleyen ve içmeyen tayfa otururken hemen yanıbaşında biz murat çelik'i dinlemeye gelmedik dercesine oturan grup gayet de biraları da götürmektedir.
ayrıca beyoğlu'nda 'istiklal cad. balo sok. no:14' adresinde bulunan bar. ya da taksim meydanından istiklal caddesi boyunca tünel tarafına gidilirken sağda bulunan halkbankasının yanından giren sokakta bulunan bar. çınaraltı bar'ın bitişiğidir ayrıca.
boğaziçi üniveristesi elektrik-elektronik mühendisliği bölümü profesörlerindendir kendisi. çalışanlara ve öğrencilere karşı takındığı tavrı, hal ve hareketleriyle 'patron' lakabını edinmiştir. kimi zaman dersindeki bütün öğrencilere çay söyleyecek kadar 'baba'dır, kimi zaman da karşısındakilere "bunu da mı bilmiyorsunuz?" diyip aşağılayacak kadar düşüncesizdir. yine de sevilen insandır bölümde.
unutmadan eklemek gerekir ki kurtlar vadisi'ndeki deve tuncay karakterine benzerliği de gözardı edilemez.
boğaziçi üniveristesi elektrik-elektronik mühendisliği bölümü profesörlerindendir kendisi. görünüşüne bakıldığında bir profesör olduğu asla anlaşılamaz. yemekhanede tabaklardan yemek artıklarını toplayan insan olarak tanınmıştır çoğularınca. bu artıkları biriktirip evde beslediği kedilerine yedirdiği de rivayetler arasındadır. kedi sevgisi hırsızlık damgasını da yedirmiştir ayrıca bu profesöre. http://www.sabah.com.tr/2004/04/21/gnd101.html
kedi sevgisinin yanı sıra, köpeklere inanılmaz derecede düşman olduğu da ayrıca gelen bilgiler arasındadır.
ilköğretim türkçe kitaplarında okuma parçalarının ardından kelimelerin dili adlı kısımdan sonra gelen bölüm. içeriğini parçayla ilgili sorular oluşturur.
herşey iyidir, güzeldir de şuan şuna şaşarım. nasıl bir bölüm başlığıdır abi bu? "okuduğumu anladım ama cevap falan vermiyorum" demek hiç mi aklımıza gelmemiştir acaba. çocukluk işte, deyip geçiyorum bunu da...
ilkokul türkçe kitaplarından bir bölümdür.
öğretmen her ne kadar bir sonraki güne ödev olarak verse de okuduğumuzu anladık mı cevap verelim kısmı yapılır bu bölüm geçiştirilir. ya da ertesi gün ödevini tam yapan birinden aynen geçirilir.
bir diğeri için:
(bkz: düşünelim anlatalım yazalım)
boğaziçi üniversitesi elektrik-elektronik mühendisliği bölümü profesörü.
alanında gerçek manada iyi olmasına rağmen ukala tavrı ve adeta sonradan görmüşlüğüyle birçok öğrencisinin sinirlerini bozmuştur.
bölüm tarafından kendisine verilen odasının kapısını tamamen açıp tee bölüm koridorunun sonundan duyulacak şekilde klasik müzik dinleyen hocadır ayrıca.
boğaziçi üniversitesi elektrik-elektronik mühendisliği bölümü öğretim görevlisi.
bölümünün sayılı bayan hocalarından olup an itibariyle mesleğinin daha ikinci senesindedir.
2006 yılından bu yana, boğaziçi üniversitesi elektrik-elektronik mühendisliği bölüm başkanlığını üstlenen profesör. lisans eğitimini ve master programını da yine boğaziçi üniversitesi'nde tamamlamıştır.
elektronik devreler dersini dahi insanı sıkmadan anlatabilen bu hoca, alanında gayet başarılı bir profesördür.
tanım gereği, anneanne ve babaannelerimizin vakitlerinin çoğunu üzerlerinde harcadıkları dantellerin yapımında kullanılan ipin üzerinde yürüyen adamdır.
halat denilen orta kalınlıktaki ipin üzerinde yürüyen insan sayısı az değildir. aşağı yukarı her sirkte mevcuttur bunlardan.
ancak söz konusu cambaz normal bir ipin üzerinde değil, dantel ipinin üzerinde yürüyeceğini iddia etmektedir.
ilk duyduğumda tabii ki inanmadım. "hadi ordan, kim dantel ipinde yürüyecek kadar deli olabilir ki?" dedim. daha sonraları da intihar etmek istiyordur belki diye geçirdim içimden.
gösteri günü geldi çattı. izleyenler arasında ben de vardım. gösterinin ilk başlarında orta derecede dikkat çekecek akrobatik hareketler sergilendi. seyircilerden sürekli alkışlar yükseliyor, ıslıklar bir türlü susmuyordu. birkaç evcil hayvanın şirin şovunun ardından beklenen vakit geldi.
sahneye bir eleman girdi ve sahne boyunca yere ince, beyaz bir ip uzatıp gitti. ardından gösteriyi sunan sunucu "ve işte karşınızda... dantel ipinde yürüyen adam... " diyerek cambazı sahneye davet etti. davet edilen adam sahnenin bir ucundan girdi, yerde serili olan dantel ipi üzerinde yürüyerek sahnenin diğer ucundan çıktı. ardından seyircilerden alkış almak için bir de selam duruşunda bulundu.
herkes dumurdu. adam dantel ipinde yürümüştü. kimse dantel ipi yerde iken yürüyeceğine dair birşey söylememişti. yani ortada yalan yoktu.
her insan başına gelenlerden birşeyler çıkarabilir. bense bu hadiseden şunu çıkardım: "ne olursa olsun, iyi dinle, dinlediğini iyi kavra ve beklentilerini bu çerçevenin dahilinde tut. yoksa büyük hayal kırıklıklarıyla karşılaşabilirsin... "
sözleri aşağıda mevcut olan hareketli bir phil collins parçası:
I need love, love
oh, ease my mind
and I need to find time
someone to call mine
my mama said
you can't hurry love
no, you'll just have to wait
she said love don't come easy
but it's a game of give and take
you can't hurry love
no, you'll just have to wait
just trust in a good time
no matter how long it takes
how many heartaches must I stand
before I find the love to let me live again
right now the only thing that keeps me hanging on
when I feel my strength, oh, it's almost gone
I remember mama said
you can't hurry love
no you'll just have to wait
she said love don't come easy
it's a game of give and take
how long must I wait
how much more must I take
before loneliness
will cause my heart, heart to break?
no, I can't bear to live my life alone
I grow impatient for a love to call my own
but when I feel that I, I can't go on
well these precious words keep me hanging on
I remember mama said
you can't hurry love
no, you'll just have to wait
she said love don't come easy
well, it's a game of give and take
you can't hurry love
no, you'll just have to wait
just trust in a good time
no matter how long it takes, now break!
now love, love don't come easy
but I keep on waiting
anticipating for that soft voice
to talk to me at night
for some tender arms
hold me tight
I keep waiting
oh, till that day
but it ain't easy
(love don't come easy)
no, you know it ain't easy
my mama said
you can't hurry love
no, you'll just have to wait
she said love don't come easy
it's a game of give and take
you can't hurry love
no, you'll just have to wait
she said love don't come easy
it's a game of give and take...
üstad necip fazıl'ın onlara olan sevgisini "dokuz yaşında ata bindim ve yalan olmasın, bir daha inmedim." diyerek ifade ettiği atlar hakkında yazdığı kitaptır.
bu kitapta üstad, atların fiziksel özelliklerinden ziyade müslüman türk milletinin tarihte çok yakın dostu olan atların felsefi yönünü kaleme almıştır.
hayat bilgisi deyince yanlış anlaşılmasın. artık ilkokulda ders olarak okutulan hayat bilgisinden istese de kalamıyor öğrenciler zira.
burada adı geçen hayat bilgisi, içeriğini hayat okulumuzda öğrenmemiz gerekenlerin oluşturduğu hayat bilgisi.
kalmak kelimesine gelince...
insanın yüzleştiği zorluklar ve sıkıntılara daha fazla dayanamayıp hayatının anlamsız olduğuna karar vermesidir. veya, yaptıklarını ve ondan yapması beklenilenleri sorgulayıp hepsinin aslında boş ve gereksiz olduğu kanaatine varmasıdır. ve yahut da, ne yaparsa yapsın artık hiçbir şeyden zevk almadığını anlamasıdır.
ilk bakışta akla gelenlerdir bunlar...
ancak hadiseler göründüğü kadar basit değildir. kalmak kelimesi ifadeye her ne kadar olumsuz bir anlam katsa da aslında hayat bilgisinin son bölümüdür bu. kimilerine göre acı gerçeklerle yüzleşmektir. kendi kendini iflas ettirmesidir, kısaca. tıpkı aklın kendi zayıflığını kabul etmesi gibi...
bugünlerde sıkça duyduğum, hatta kusma derecesinde midemi bulandıran soru veya veryansın cümlesi...
efendim, en baştan şunu belirtmek gerekirse bu cümleyi sarfeden insan kendini gerçek bir solcu olarak tanımlıyor ve kendisi gibi kaliteli solcuların artık kalmadığını, hepsinin beş paraya * kendilerini sattığını savunuyor.
hemen akla kaliteli solculuk nedir o zaman sorusu geliyor. ardından bu sözü sarfedene bakılıyor ve şu karar veriliyor: "sen kaliteli solcuysan eğer, ben değilim arkadaş!"
şimdi, bu kararın verilme gerekçesine gelince, kendini kaliteli solcu olarak nitelendiren şahıs ne siyasetten ne de ekonomiden çakmamaktadır. ona göre solculuk, birinci sigarası içip kahve köşelerinde oturup pişti oynamak, bir hafta boyunca bir taraflarını yırtarak kazandığı parayı bir gecede onunla bununla yemek ve ne olduğunu hiç bilmediği emekçilik davası adı altında toplanan kalabalıklara katılıp polisten sopa yemek...
sonuç; ne diyeyim arkadaş. sen bildiğin ve kendine göre doğru olduğunu düşündüğün yolda devam et o zaman...
bir türk atasözüdür öncelikle...
bekar adamın başına gelebileceklerden bahsetmektedir. şimdi bekarlar bir an durumlarını düşünsünler, bekar olmayanlar da biraz zorlayıp eski günlerine dönmeye çalışsınlar. nasıl bir durum? iğrenç değil mi?
bir it sürekli paranızı yiyor ve bu yetmiyormuş gibi yakanızda da bit var. pekala, bu cansıkıcı durumdan kurtulmanın bir yolu yok mu? cevap "tabi ki var, evlilik".
şimdi de bekar olmayanlar kendi durumlarını düşünsünler, bekarlar da şöyle bir çevrelerine baksınlar. birbirleriyle sürekli münakaşa halinde olan çiftler, eşlerini orada burada çekiştirebilecek seviyede küçülen insanlar, "heyecan bitti, artık olmuyoo..." diye feryat edenler...
tabi ki bu kadar olumsuz manzara içinde insanın içini ferahlatan nadir beraberlikler de olmuyor değil. ancak, istisnalar kaideyi bozmaz denir böyle durumlarda da.
neyse, sonuç olarak yine bir türk atasözüyle konuyu bağlayacak olursak: bekarlık sultanlıktır...
efendim, öncelikle başlığın asıl olması gerekenin "guzellik salonu afislerindeki hatunlarin guzel olması" diyerekten konuya başlayalım.
hepimiz az yada çok * dikkat etmişizdir. güzellik salonlarının afişlerine malzeme olan hatunların yüzde doksan dokuzu resmen güzeldir.
peki, nedendir bu acaba diye hiç merak edilir mi? büyük çoğunluk için hayır. bu çoğunluğun da büyük bir çoğunluğuna göre "başka mesele mi yok üzerinde düşünülecek"dir. kalan kısmı ise "abi, ben güzelliğe bakarım, gerisini salla" der.
oysa durum bu kadar basit midir? kadının vücut güzelliğini kullanarak erkek ve kadınlara yapılan haksızlık ve onları aldatma önemsenmeyecek kadar küçük bir şey midir? kadınlarımız bu reklamlardan etkilenip paralarını ve zamanlarını bu işlerde hiç mi harcamaz. hem de o reklam afişindeki hatun gibi güzel olamayacağını bile bile. erkekler eşlerinin yanında o afişlere gözleri daldığında kafalarına hiç mi çanta yemezler? sorarım size...
bir de bunlardan daha da önemlisi, onemli olan dis guzellik degil ic guzellik midir?