2 yıllık adalet meslek yüksek okulunu iyi bir ortalamayla bitir.
Dga sinavinda iyi bir sonuç al (80 turkce 80 matematik. Aslinda sorular gayet kolay ama süre sıkıntısı çıkarabilecek bir sınav)
Dgs puanına göre de açıklanan kontenjanlardan bir hukuk fakültesine yerleş.
1. sınıf hukuk fakultesi öğrencisisin. Hayırlı olsun.
Yol yapacak makineleri yakarsın.
işçileri kaçırırsın.
Sonra kış gelir o yollar kapanır.
Diyarbakır'ın Lice ilçesinin bilmem ne köyünün bilmem ne mezrasında bir kadının doğumu yaklaşır.
Askeri helikopter hamile kadını Diyarbakır devlet hastanesine yetiştirir.
20 sene sonra o çocuğa silah verir, o askere karşı kışkırtırsın.
Ne kadar şerefsiz olduğunu anladın mı şimdi?
Islamiyetin kuruluşu ve yayılışı ile ilgili bir kitap okumayan, zerre kadar bilgisi olmayan, ahkam-ı şeriyye'ye dair en ufak bir bilgi kırıntısından mahrum, facebooktaki ateizm sayfalarına aklının iplerini kaptırmış bir zavallının hezeyanlarını dinlediniz. Şimdi reklamlar.
8 sene sonra altina entry girilen başlık. Kindarlığım üzerimde yine demek ki. Ekşide başlığın bundan 3 gün sonra açıldığını görmek ve copy paste yapmakla suclanmak huzun verici tabi.
Hiç kelime ezberlemeden 98,75 aldığım sınavdır. Usage (kullanım) temelli bir sınava dönüşmüştür. Dili ezberlemeye değil, kullanmaya (reading, writing, speaking) bakın.
yeni nesil sevişgen ve abaza yazarlardan dolayı en az 2009 tarihli entrylerini okuduğum sözlük. sol frame'in içine * sıçmışlar resmen. bilgi içerikli başlık oranı yüzdelerden bindelere düşmüş, belden aşağı, manasız ve lüzumsuz espriler almış başını yürümüş. artık birinci, ikinci nesilleri geçtim, dörtler beşler bile görünmez oldular. nerede bir entry görsem, yazarı ya 7. nesil ya 8.
kaliteli yazarlar elini ayağını çekti diye mi kalite düştü; yoksa kalite düştü diye mi el ayak çekmeye başladı yazarlar.
yaklaşık iki senedir okuyucu olarak bile giriş yapmadığım sözlüğe döndüğümde gördüğüm ilk şey bu. genellikle yeni nesillerin ** açtıkları başlıklar, o başlıkların altlarına girdikleri entryler sözlüğün kalitesini 2 yıl öncesinin çok gerisine taşımış. girilen entrylerin pek çoğunda en ufak bir bilgi parçası bile yok insanın işine yarayan. espri anlayışı desen hep belden aşağı, seviye yerlerde sürünüyor. sol frame'e baktığım zaman gördüğüm başlıklar ise içler acısı. ya aç karnına oral seks yapamayan kadın, tuvalete tek başına gidebilen kızlar, her gün vajina görmekten bıkmayan jinekolog gibi absürt tespitler içeren başlıklar, ya da fetoş'un sümüklü mendilleri, deniz baykal'ın video kaseti gibi sözüm ona siyasi başlıklar..
anlaşılan o ki, adı inci olan ama midye kabuğu kadar değeri olmayan diğer sözlüklere özenen genç yazarlarımız var aramızda. toplumsal yozlaşma, siyasal yozlaşma derken sözlüksel yozlaşmayı da yaşattılar ya bize daha ne diyelim.
Peşin Edit: Eski günlerin hatırına eksilerinize katlanırım ulan.
pek çok kereler "beş yüz deyz ov samır" diye okunduğuna şahit olduğum film. Arkadaşlar lütfen sayıları türkçe okuyup kalanını ingilizce okumayalım. lütfen ama.
Dünyanın dört bir tarafına ve Türkiye'nin her bir noktasına okullar açmış; bu okullar bulunduğu bölgenin en kaliteli okulları arasında yerini almış, yarışmalarda, buluşlarda, projelerde, olimpiyatlarda binlerce madalya kazanmış.... falan falan falan. Bu hikayeleri geç azizim; dünyaya, bilime, insanlığa bir katkısı var mı sen onu söyle.
17 Temmuz 2009. Güneş kızıllaşmaya başladı bile. Yani iki günden az kaldı sigara yasağına.
Başta çok karşı çıktım. Devlet büyük bir çelişki içerisindeydi çünkü. Hem çuvallar dolusu vergi alıyordu tütün mamüllerinden, hem de neredeyse ülkenin yarısında içilmesini yasaklıyordu. Tam "Madem yasaklayacaktınız satmasaydınız, kardeşim!" diyecekken, kafamda parlayan bir ampulle içine düştüğüm karanlık fikirlerden kurtuldum. Devlet aslında doğru olanı yapıyordu.
En yakınımdaki insanların sigara içilen kapalı mekanlarda yaşadıkları sorunlara şahit oluyordum. Pasif içicilerin sağlık durumlarının bazen tiryakilerden ble daha kritik olmasına ne demeli peki? Tüm paketlerin üzerinde koyu, siyah puntolarla yazılan "Sigara içmek size ve çevrenizdekilere zarar verir." ibaresi artık anlam kazanmaya başlamıştı. Sigara, evet, bize zarar veriyordu; kendi sağlığımıza, kendi sorumluluğumuz altında zarar veriyorduk; fakat iş başkalarının sağlığını tehdit etmeye gelince, hiçbir insan hakları sözleşmesi durumu izah etmeye yetmiyordu.
Peki hükümetler tarafından yasak koyulacak kadar ciddi bir mesele haline gelen bu sigara da neyin nesiydi? Vakt-i zamanında pipoyla içermiş insanlar tütünü; lakin, savaş esnasında sivri zekalı bir Fransız askeri pipo bulamadığı için kağıda sararak içivermiş tütünü ve hiç farkına bile varmadan sigarayı keşfetmiş. işte o günden sonra yaygınlaşmış sigara tüketimi. içindeki sayısız zehre karşın, tiryakiler o günden beri emzik gibi ağızlarından düşürmemişler sigarayı.
Sahi insanlar neden bu kadar fazla sigara içiyordu? "Bağlanmak" tek başına yeterli miydi sebebini açıklamaya? Sanmıyorum... Çünkü tiryakinin her zaman bir sebebi vardı içmek için. Üzüldüğü zaman örneğin, sadık bir dost oluveriyordu sigara. Her nefeste dumanına yükleyip üfleyiveriyordu dertlerini, fakat aslında her nefeste ciğerlerine yeni dertler çektiğinin farkında bile değildi. Veya sevinçliyken keyfine keyif katıyordu yaktığı bir sigara, halbuki sevinci kara dumanların gölgesinde kalıyordu, habersiz. Yemekten önce pek iyi olmazdı ama içilirdi; fakat yemekten sonra mutlaka yakmalıydı bir tane. Kahvenin yanında, çayın yanında, suyun yanında... Hele sigaraya zam geldiği için kederlenip sigara içenleri ayakta alkışlamalıydı. Peki, bahanesi bu kadar çokken, yasaktan başka çaresi var mıydı sigaradan kurtulmanın?
Çok büyük bir önyargı vardı aslında sigaraya karşı: Bir başlayan bir daha kolay kolay kurtulamaz. Zor diye hemen vazgeçmek mi gerekirdi? "Zamanında bağlandık içiyoruz, şimdi de o bize bağlandı bırakamıyoruz." demek büyük bir çaresizlik örneği değil miydi? Aslında çözüm belliydi: Bırakmak. Akıl sahibi bir insan mı daha güçlüydü, yoksa en uzunu 10 cm. olan bir tütün sarması mı? Tabi ki insan daha güçlüydü, ama yanlış düşünüyordu. Yavuz Bahadıroğlu bir konferansında "Sigara içmeden yazamayacağımı düşünüyordum." diyordu; fakat geçirdiği kalp ameliyatı sonucu sigarayı bırakınca farketmişti sigarasız da yazıldığını. işte böyle yanılıyordu insanlar.
Şimdi yapılacak tek bir şey kalıyordu. Bu güzel yasağı fırsata çevirmek. Ne kadar çok yerde yasaklanırsa, o kadar az fırsat olurdu sigara içmek için. Azalttıkça azaltmak da tiryakiye kalıyordu artık. Günde 3 paket içen bir tiryaki bile, önceki gün içtiği sigaradan her gün bir tane eksiltse, çok değil iki ay sonra ciğerlerine çektiği oksijenin keyfini sürmeye başlar. Ee o kadarını da yapamayacak değiliz ya. insanız sonuçta, akıl sahibi...
evet sevgili uludagsozluk izleyenleri.. başlık mahşer yeri gibi adeta... sıçan sıçana... artık gerçekten dayanılmaz bir hal aldı burası. gelişmeleri aktarmaya devam edeceğiz. sendeyiz Birand...
kişisel tercihtir. kimine göre güzeldir kimine göre değil. sahi neydi güzelliğin kriterleri? var mıydı öyle bi şey? belli ölçüler, belli renkler, belli duruşlar ?
Vezirov ailesinin soyu, 18. asrın Karabağ Hükümdarı ibrahimhali Han'ın nüfuzlu vezirlerinden biri olan Mirza Alimehmedağa'ya dayanır. Yusuf Vezir, 12 Eylül 1887'de Şuşa'da dünyaya gelir. Babası Meşedi Mirbaba Iran, Orta Asya ve Türkiye'yi gezmiş; Fars ve Türk dillerini mükemmel bilen, edebiyatla ilgili bir kişidir. Genç yaşta servetini tükettikten sonra Ağdam'da bir attar dükkanı açarak şifacı olarak çalışmaya başlar. Oğlunun eğitimi ile bizzat meşgul olup ona Farsçayı ve en zengin şekliyle Türkçeyi öğretir.
Yusuf Vezir 1904'te Rusça eğitim veren Şuşa Fen Mektebi'nde eğitim görürken, hayattan şikâyetlerini dile getirdiği Jaloba adlı ilk şiirini yazar. Ayrıca küçük yaşlarda resim ve karikatür çizme¬ye başlar. Bu dönemde amcaoğluyla beraber Fokusnik isimli karikatürlü aylık bir dergi çıkartır ve yeteneğiyle çevresinin dikkatini çeker. 20. yüzyılın ilk yıllarında Bakû'ye gelir, Baku Fen Lisesi'ni bitirir, sonra da bugünün Ukrayna'sının başkentinde bulunan Kiev Üniversitesi'nin Hukuk Fakültesi'nden mezun olur.
Kiev'deyken yayınlanan birçok eserinin arasında Melik Memmed adlı meşhur çocuk masalı (1911) dikkat çeker. Kiev'deki öğrencilik hayatı; yazarın edebi verimliliği, toplumsal meselelere duyarlılığı ve milli duygusunun şekillenmesi açısından önemli bir dönemdir. Kiev'de bulunduğu sırada buradaki Azerbaycanlı öğrencileri çevresine toplayarak Türk Ademi Merkeziyye Fırkası Müsavat'ın Kiev şubesini kurar ve bu şubeye başkanlık eder. Daha sonra, yeni kurulan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti'nce Ukrayna'ya diplomat olarak atanır. Görevi Azerbaycan'ın Rus siyasi platformunda tanınmasını sağlamaktır. Y. Vezir; Rusça, Almanca ve ingilizceyi mükemmel konuşan başarılı bir yazar, üstelik de aktif bir siyaset adamıdır. 1909-1915 yıllarında birçok roman ve hikâyesi basılır. Yusuf Vezir yabancı dilleri bildiği için 1918'de Azerbaycan Dışişleri Bakanlığında Protokol Şefliği yapar. Sırasıyla Ukrayna, Almanya ve Türkiye'de çalışır. istanbul'da diplomasiyle meşgul olmanın yanında Azerbaycan Edebiyatına Bir Bakış ve Tarihi, Coğrafi ve iktisadi Azerbaycan adlı kitaplarını yayınlatır.
1920 yılında Rus orduları Azerbaycan'ı işgal edince istanbul'daki görevi sona eren Yusuf Vezir, Paris'te eğitim gören küçük kardeşinin yanma gider. Avukatlık mesleğini bu ülkede icra edemeyince fabrikalarda işçi olarak çalışır, bu arada Paris Haberleri gazetesinde "Şark Mektupları" başlığı altında yazılar yazar. Ali ve Nino'yu da bu dönemde yazdığı düşünülmektedir. Kardeşinin hastalanıp ölmesi üzerine vatan hasreti tahammül edilemez boyutlara ulaşan Yusuf Vezir, Sovyet hükümetinin çıkarttığı genel aftan yararlanarak dilekçe ile Sovyet makamlarına başvurur, Sovyet vatandaşlığına girer ve 1927 Nisan ayında vatanına geri döner.
Viyana'daki Tal Yayınevi'ne Ali ve Nino'yu içeren kalınca bir el yazması bırakarak ortadan kaybolan şık kıyafetli adam da büyük bir ihtimalle, hükümetin izniyle vatanına dönmeye hazırlanan Yusuf Vezir Çemenzeminli'den başkası değildir. Ülkesinde sırasıyla Bakü işçisi gazetesinde redaktör, Devlet Planlama Komitesi ictimai-Medeni Bölümü'nde danışman; Azerbaycan Devlet Üniversitesi'nin Şarkiyat ve Pedagoji Fakülteleri ile Tıp ve Petrol Enstitülerinde Azerbaycan ve Rus dillerinde öğretim görevlisi olarak çalışır.
Rusça-Türkçe (Azerbaycan lehçesiyle) Sözlük'ün hazırlanmasında görev alır. Bu arada en önemli eserleri arasında yer alan Kızlar Bulağı, Talebeler, 1917. Yıl adlı romanlar ile Hazreti Şehriyar isimli komedi eseri yazar. Tolstoy, Turgenyev, Nevarov, Victor Hugo gibi usta yazarların eserlerini Azerbaycan Türkçesine aktarır.
1937 yılında Sovyet yönetiminin, Azerbaycan edebiyat ve sanat dünyasından birçok ünlü ismi tutuklayıp idam ettirmek için düzenlediği "temizleme operasyonu" sırasında işinden atılır. Stalin'e yazdığı mektuba ve Moskova'ya gitmesine rağmen uzun bir süre işsiz kalır. 1938 yılında bir gazete ilanına müracaatı sonucu, Özbekistan'ın Urgenç şehrindeki Horezm Vilayet Pedagoji Enstitüsi'ne baş muallim ve kütüphane müdürü olarak atanır.
1937-38 temizleme operasyonu sırasında sorgulanan bazı entelektüellerin ifadelerine dayanılarak 1940 yılında tevkif edilip Bakü'ye getirtilir. Novkorod iline bağlı bir taşra hapishanesine sürgüne gönderilir. 1943 yılında sürgünde ölür.
tek farkın karma farkı olmadığının anlaşılmasını uman yazar. bir de zeka seviyesi var tabi. sen 40 fırın ekmek daha ye sonra gel di mi ama? o yüzden der ki bu yazar (bkz: aşağılarda hava nasıl?)
90 küsür yaşında ölmeden önceki son röportajında kozmetik ürünlerinin zararlarını saymış, hayatı boyunca da kullanmadığını söylemiş siyonist bir şahsiyet.
(bkz: bana dokunmayan yılan bin yaşasın)
eğer hem lisede hem de üniversitede ingilizce hazırlık okuyorsa şaşılacak insandır. zira ingilizce gibi basit yapılar ve kurallar üzerine kurulmuş kıytırık bir dilin haftada 24 saat ders verildiğinde * rahatça öğrenilebileceği aşikardır. kişinin ingilizceye merakının olmaması, dil zekasının * fazla gelişmemiş olması veya lisenin dil eğitiminn dandik olması muhtemel sebeplerdir.
güzel bir ceza şarkısıdır. "c" ve "e" ve "z" ve "a" kısmı bana black eyed peas in pump it indeki in "bi", "el", "ey", "si", "key", "i", "vay", "i", "di", "pi" to the "i", than to "ey" to the "es" kısmını hatırlatır. *