"internet medyasının 'foto galeriyle ' imtihanı " adlı haberiyle omurgasızlığını iyice tescillemiş gazete. "ölümlerde bile foto galeriyle tık kovalayan internet sitelerinin hedefi ne? sorusunun izini sürdük " diyor haberde. oysa radikal, oscar pistorius cinayet işlediğinde "ampute atlet pistorius sevgilisini öldürdü " adlı bir foto galeri yayınlamadı mı? bu nasıl bir hafızasız gazeteciliktir, bu ne tür bir ikiyüzlülüktür? siz okurla dalga mı geçiyorsunuz?
hemen bitiveren en uzun nbc filmi. hikayesinin peşinden elli kilometre yol tepiyorsunuz. muazzam bir görseli var. iç anadolu'nun kuş uçmaz kervan geçmez bozkırında çoğu gece vakti geçen bir film yapmak bir tür delilik olsa gerek. bir nbc filmine en az benzeyen nbc filmi. öyküye kaptırıp gittiği için adeta bir 'tür filmi' izliyorsunuz. afiş bile tür filmi afişi gibi. bu nedenle kafamı en çok karıştıran nbc filmi. acaba diyorum kendi kendime film klasik nbc filmlerindeki gizemli derinlikten yoksun mu kalıyor?
--- spoiler ---
tıpkı 'klasik otopsi' (bunu kendileri diyor) sekansında olduğu gibi her şey açık seçik ortaya seriliyor, karakterlerin iç dünyalarına otopsiler yapılıyor. güzel bir kurgu manevrasıyla estetize edilmiş, doktorla arap'ın hislenip içlerini döktükleri, doktorun 'şairin dediği gibi' diye başlayıp alıntı döktürdüğü sahnelere hiç alışkın değiliz.
--- spoiler ---
oyunculuğunu beğenmemekle birlikte asker temsili (bu akademik kelimeye nbc kızabilir) tıpkı komiserin yemekteki ete yaptığı yorum gibi: on numara. asker de bir memur.sinemada mahsuncu asker yalakalığına kapak olsun.
herbişey birbiriyle bağlantılıdır anafikri etrafında dönen ve dönen ve dönen hem bilimkurgu, hem tarihi, hem polisiye, hem komedi, epikten ziyade didaktik film. bir eserin anafikre sahip olması iyidir ve önemlidir, lakin anafikri derinleştirmek gerekir, çorbaya çevirmek değil.
mesaj verme konusunda zorlasa mahsun kırmızıgül'le yarışacak. sonmi'nin geveleyip durduğu fikir iyice sinirlerimi bozdu: "hayatlarımız bize ait değildir". direnişçi gurubun lideri olacak güya, ne bu yaşamı yadsıyan hıristiyan nihilisti laflar?
aksiyondan değil, çok hikaye anlatma derdinden mütevellit fazla hızlı temposu ve sinemada konuşan görgüsüzler yüzünden bazı şeyleri kaçırdığınızı düşünürseniz üzülmeyin. kaçırmadıklarınızdan fazlası yok onlarda. yaşamın sırrını verdim verecem (oysa yoktur öyle birşey) vaadinin ardından benim içtiğim bira sende gaz yapardan başka birşey çıkmaz. kafa da yapsın dersen sonmi bacı demiş bi kere: "our lifes are not our own"
ismiyle çelişkili bir biçimde mülkiyete özcü bir biçimde yaklaşan roman. şöyle ki, anarşist gezegen anarres'te bir bebek diğer bir bebeği iterek "benim" der "benim güneş", "hayır senin değil" der bakıcı kadın "sahip olamazsın sadece kullanabilirsin."
burada benim aklıma iki tane soru geliyor: bir bebek güneşi sahiplendiğine göre mülkiyet insanda iç güdüsel hatta apriori midir? le guen'e göre evet. ikinci soru bir bebek "benim" kelimesini mülkiyetin olmadığı bir dünyada nasıl öğrenebilir?
suçüstü yakalanmış kadın müzeden nasıl kurtuldu? en ufak bilgi kırıntısı yok. öyle böyle yakalanmadı hem de.
tek göz bir anda beliriveriyor. nereden geldin nasıl geldin adamalarla ilişkin ne? birkaç cümleyle anlatılıyor sadece oysa geçmişlerini "görmeliydik", sinema bu.
çinli yardımcı kadın çok zayıf bir karakter. olsa ne olmasa ne dedirtiyor.
--- spoiler mı değil mi belirsiz---
sene itibari ile dış kullanıcı için günlük 2 tl dir. hem de kitap başına. bu son derece önemli bir bilgidir ey okur. çünkü üyeysen bu kütüphaneye kitap ödünç aldığında ne uyarı maillerinde ne de geciktiğine dair bilgi maillerinde ücretle ilgili bir bilgilendirme yapılmaz. web sitesinde ceza 50 kuruş olarak görünür ki doğru değildir. girişinde darbenin cübbeli kanadının komutanı ihsan doğramacının fotoğrafı olan kütüphanenin yine doğramacıgil bir zihniyetle yönetildiği açıktır.
mahsun filmi. iki filmiyle sömürücülüğünü tescillemiş, galasında haluk bilginer'in bitirmeden çıktığı mahsun filminden ne hayır gelir? new york'da beş minare ne çirkin bir film adıdır? toplumsal mesaj vermekten yırtacaksın yine o pankart sandığın perdeyi. sanatçı değilsin, hatta bir sanatçı ne değilse sen osun. sanatçı yaşamının içindeki düğümlerden kendisine yol açmak için sorular sorarak ilerler, yaratmak böyle olur. senin gibi bak bu böyle böyledir bunun doğrusu budur diyerek değil. seyirciyi ap tal varsayıp bilgiçlik taslamaktan başka bir şey yapmıyorsun. film yaparak çok büyük bir hata yapıyorsun git parti veya dernek falan kur - ne o havalı gelmedi mi yoksa
aslında islama aykırıdır. eğer muhammed zamanında diş macunu olsaydı eminim kendisi günde 5 vakit emrederdi: kolaylaştırınız güçleştirmeyiniz. diş fırçalamak orucu bozmaz, kokuyu da epeyce engeller.
gittikçe daha çok yayılan hatadır. akp asla demokrat değildir. olabilecek kapasiteden ve kökenden yoksundur. akp'ye demokrat demek commodore 64 e windows yüklemeye çalışmak gibidir.
başbakanın epey yakın bir zamanda trabzon'daki linççi kitleye açıkça destek vermesi en önemli örneklerden biridir. yapmaya çalıştığı anayasa değişikliği de sadece bir iktidar değişikliğidir çünkü özü itibariyle 80 anayasasını korumaktadır, sadece gücü askerin elinden almaya kalkar ama demokrasi falan getirmeyecektir. eski yapıyı korumaktadır.
yıllar önce "demokrasii bizim için amaç olamaz,ancak ilmi anlamda araç olabilir" diyen başbakan bu yolda kararlılıkla ilerlemektedir. şimdi demokrasi deyip durmalarının sebebi budur, yargıyı ellerine geçirince göreceğiz hep beraber kaypaklıklarını. zygmunt baumann demiştir: "avrupa'nın en kaypak kesimi müslümanlardır, hak özgürlük isteriz diye veryansın ederler; o hakkı alınca da başkasınınkine göz dikerler"
edit:tabi baumann'ın müslümanlar derken tüm islam alemini kast etmediğini cemmatçilik vurgusu yaptığını vs.
çarpıtma ve bilgisizliktir. darwin böyle çökecek olsaydı yüzyıl önce çökerdi. her şeyden önce darwin insan maymundan geldi dememiştir: şimdiki maymunla atalarımız ortak demiştir. daha uzak olmakla birlikte atalarımız tüm memelilerle ortaktır. bunun kökeni de tek hücreli canlıya gider. bu ortak ata her geçen gün bulunan fosillerle ispatispat ispatlanır. bu ispatlar kuran da veya diğer kitaplarda yazılanlara açıkça terstir: adem ile havva yoktur hala kabul etmek istemediğiniz şey evrim teorisinin gözlenebilir ispatlanabilir bir bilim olduğudur. böyle gerzekçe çürütmeye kalkmadan önce adam gibi öğrenmeyi deneseniz şu evrim teorisini de hasta etmeseniz adamı.
ülkenin geriliğini gösteren videodur. başka (gelişmiş)ülkelerin bayrakları da var orada hiçbir(ya da çoğu) lider vay efendim benim bayrağım niye yerde demiyor, çünkü böyle bir ilişki kurmuyor daha önemli olan şeyler var: bizzat insanın kendisi gibi. alt tarafı bayrak lan bu basit bir simgedir aslında. ama siz aşırı anlamlar yüklerseniz içeriği gizleme gibi son derece önemli bir işlev getirirsiniz o ayrı tabi. dini, dili, ırkı, bayrağı simgelerinin ötesine bakalım yiyosa: içeriğe yani.
üst düzey filmler yaptığındandır. mesela woody allen "2001'i izlediğimde bir sanatçının benden ne kadar ötede (far more) olduğunu anladım" demiştir.
2001: A Space odyyssey, 1968 yılında yapılmıştır, bir yıl sonra aya giden astronotlar dünyadakilere gördüklerini "2001'deki gibi" diyerek ifade etmişlerdir. 2001 yapıldığında dünyanın uzaydan nasıl göründüğü bilinmiyordu. ayrıca film -kemiği uzay gemisine dönüştürerek- 4 milyon yıl ile sinema tarihinin en büyük zaman sıçraması sahnesi içerir: yaratıcılık. film uzay atmosferindeki devrimci yeniliklerle yıldız savaşları'nın yapılmasını sağlamıştır: lucas
Spielberg "hiçbirimiz onun kadar iyi film yapamadık" demiştir. vizyona girip de olay olmayan bir kubrick filmi yoktur. kendisini asla tekrar etmemiştir. shining sinema tarihinin en büyük korku filmidir. barry lyndon'da nasa'dan mercekler alarak tek bir mum ışığında çekimler yapmıştır. film dönemin resimlerinin canlanması gibidir. öyle ki baudrillard "barry lyndon kusursuz bir filmdir, o bir tarihi film değil bir simülasyondur, ondan iyisi yapılmamıştır yapılamayacaktır" demiştir. warnerbros sadece kubrick filmlerine sınırsız para ve sınırsız zaman vermiştir:akıl alır gibi değildir. her filmi birer başyapıttır.
bir dehanın elinden çıkma filmler olduğu için filmlerindeki zirveyi herkes anlamaz özellikle popüler sinemadan başka bir şey bilmeyen alt kültür zihinler.
öncesinde rekor küçüldüğü, sadece dış kaynak girişleri ile gerçekleştiği (bundan sonra da böyle olacak), istihdam yaratmadığı ve ihracatta büyüme olmadığı için martavaldır.
matrix hissiyatı uyandıran film. rüyadaki dünyayı yaratana bu filmde de mimar deniyor mesela. cobb'un karısıyla birlikte yarattıkları, genç kızın pek bir hayran kaldığı gökdelenmanyağı dünya çirkinlikten yıkılıyordu. üçüncü katmanda fischer'ın babasıyla konuştuğu sahne 2001'in finalindeki mizanseni anımsattı bana - sadece zemin siyahtı burada.
şehri döndürüp kendi üzerine katladın da ne oldu? biçimsel olarak yetkin bir teknolojiye sahip olmak bunu sonuna kadar kullanmak ayrı bir şeydir, ortaya bütünlüklü bir estetik çıkarmak ayrı. inceptionı ikincisini başaramamış bir film olarak hatırlayacağım.
film felsefi bir metne sahip değil, kimisi var sanıyor olabilir ama alabildiğine arkaik kalıp metinlerle dolu. filmin yenilikçi hiçbir özelliği yok, kimisi yine var sanıyor olabilir ama proppun rus halk masallarında kalıbını çıkardığı hollywoodun kendini bildi bileli kullandığı bir anlatıya sahip: kahramana bir görev verilir bunun için yola çıkar, aynı zamanda da kendisini ilgilendiren sorun ve çelişkilerle yüzleşir vs.vs.
existenz, martix, avatar, inception vs. bütün bu filmler konularını aynı temelden kuruyorlar: her şey zihinsel süreçlerle gerçekleşiyor. kahramanların bu hali filmin seyircilerinden farksız. herkes her şeyi oturduğu veya yattığı yerde yapıyor. aksiyonun tavan yaptığı bu filmlerde kol emeğini tamamen bitirmiş daha doğrusu kafa emeğine çevirmiş durumdalar. bilgi toplumunun gişe filmleri, bedenimizi hor görmemiz yönünde bir ideolojik alt metin kuruyorlar.
iyi olduğunu sanan bir film daha. kaba sol zihniyetin nefes'i bile diyebilirim. belli ideolojilere dayanıp film yapmak ve bu filmlerin duruma göre festivallerde veya gişelerde prim yapıyor olması beni çok rahatsız ediyor.
bu konuda bir kaç şeyi önce açıklığa kavuşturmak isterim. siyaset bilimlerinde her şey ideolojidir denir. ideolojiye hayır demek bile bir ideoloji, ben politikadan uzağım demek bile politiktir. aşık olma biçiminde sıçma biçiminde ideolojiktir. benim eleştirdiğim şey filmlerde ideolojilere yaslanmaktır. buradan prim yapmaya çalışmaktır. sadece pahalı görsel efekte yaslanmak gibi bir şey değil midir bu? film estetiğinin, soru sorma, böylelikle yeni bir şey söyleme potansiyelinin bu uğurda harcanması değil midir?
zaten bizim amacımız savaş karşıtlığı yapmak deyip geri kalan her şeyi savsaklamış bir film gitmek. öyle ki kaç kere yakaladım hatırlamıyorum genel çekimlerde sokakta yürüyen insanlar kameraya bakıyorlardı -ki bu çamur gibi filme en küçük örnek. bütçen sınırlı anladık ta bunu neyle açıklarsın? savaş karşıtlığı da yap savaştan acı çekiyorsan özellikle yap. bunu satmaya kalkma ama yemem. asfalt izlettirdi bol bol. para verdim sinemada izledim ben bu filmi, bana da kendine de yaptığı saygısızlık değil mi? bana yaptığını affederim, kendine yaptığını ne yapacağım? sanat falan değil bu. propaganda yapma bana, slogan atma. sokakta yapacağın şeyi sinemada yapma. hep o yerin dibine soktuğun hollywood'dan daha çirkinini yapıyorsun. beyazperde o gördüğün, pankart değil.
iki dil bir bavul filmini, belgesel kategorisi olmasına rağmen, kurmaca dalında yarıştıran festival. aynı hatayı altın portakal da yapmıştı. tahminim nuri bilge ceylan filme altın koza'yı verdikten sonra oldu bunlar. nuri bilge'nin seçimini anlarım, çünkü yanlış bilmiyorsam altın koza'da belgesel gibi bir kategori yok. iki dil bir bavul belgeseldir ama.
türkiye'nin en önemli festivallerinin düştüğü duruma bakın. tür ayrımı bile yapamıyorlarken özerk bir beğeniye sahip olabilirler mi?
2. altın bamya ödüllerinde süt'ün erkek karakterini aday göstererek çirkin, dar ve sığ zihniyetini de göstermiş ödüldür. faşistler ve bunun farkında değiller. adı üstünde yusuf üçlemesi'nin ikinci filmi süt. erkek anlam ve aksiyonun merkezindeymiş böylece cinsiyetçi imiş. dahası erkek karakter kadınları olumsuzlama ve nesneleştirme üzerinden kuruluyormuş. yusuf'un hayatından kesitler izliyoruz diye mi?
yedi kocalı hürmüz, ayrı bir felaket, ayrıca onlar için ayrı bir çelişki, kadın her şeyin merkezinde erkekler nesne, tabi, benim değil (çok şükür), onların bakışına göre. ama ikiyüzlüler, roller değişince sesleri çıkmıyor bu sefer. bu nasıl bir hastalıklı bakıştır, aklım almıyor.
insanın şimdi var olan maymundan geldiğinin sanılması; doğru olanı atalarımız ortak demektir. amerika'nın ingilizler tarafından sömürgeleştirilip hala ingiltere'nin olması gibi bir şeydir bu. züraafaların boynunun ağaçlara uzanmaya çalışarak uzadığının sanılması; tür içinde varyasyonlar vardır, koşullara göre boyu uzun olanlar yaşama ve soyunu davam ettirme olasılığını artırır, yani doğal seleksiyon. mekanizmanın uzun çok uzun zaman içerisinde gerçekleştiğini bir türlü kavrayamamak. güçlü olanın yaşam şansının olduğunu sanmak; uyum sağlayanın demek gerekir. arageçiş türlerinin bulunmadığını sanmak; bütün bir dinozorlar süpersınıfı arageçiş canlılardır. sürüngen ve kuş arası canlı vardır yani. evrim teorisini din gibi dogmalardan oluşuyor sanmak; bilimsel teoriler keşifler sonucu ortaya çıkar, karşı çıkışlar, çürütme girişimleri ve ispatlarla ilerler.
bir edebiyat şaheseri nasıl harcanır, bu kadar yoğun ve derin bir kitabın içi nasıl boşaltılır, örnek film. çok özensiz ve acele çekilmiş, kast müthiş, ama oyuncular tiyatro provası yapıyorlar sanki. 'sinematograf ve tiyatro arasında ikisini de telef etmeyecek bir birleşme mümkün değildir', der bresson. bir köylü öyle mi konuşur? hiç çalışılmamış hiç kafa patlatılmamış. hepsinin haber spikerlerinden daha düzgün türkçesi var.
aynı şekilde sinema ve müziğin arası da, sanılanın aksine, pek iyi değildir. özellikle kısa filmciler ve yeni yönetmenler görüntüdeki zayıflıkları kapatmak amacıyla müziğe başvururlar. daha doğrusu medet umarlar. aynı şey gölgesizler'de de var. öyle yerlerde giriyor ki müzik, atmosfer arabesk bir mizansene dönüşüyor.
bana öyle geliyor ki yönetmen iki tür arasında kalmış. gişe filmi mi yapacaksın, sanat filmi mi? eğer gişe filmi yapmayacaksan popüler trüklerden, klişelerden uzak dur. yok eğer gişe filmi yapacaksan en başta gölgesizler'i seçme.
halbuki roman mucize gibidir. ben kendimi şanslı hissettim önce romanı okudum diye. bekçinin sevgilisine söylediği beni çarpan bir cümle vardır; kendi yoklukları ile ilgili, yok filmde. bir diyalog vardır romanda, filmde o da yoktu.
-yani hayat tekrarlardan ibaret.
-hayır, tekrarların tekrarından.
iyi bir öyküye, kötü bir öykülemeye sahip film. epey zaman oldu izleyeli ama sahnelerin oldukça tutuk olduğunu hatırlıyorum; gülendam'la haydar'ın sohbet ederek yürüyüşleri, gülendam'ın babasının çaldığı müzikte ağladığı sahne. şarkıcı kadınlarla ev sahibinin düetleri. iyi öykülenememiş, sahici olmayan sahnelerdi.
işin beni kaygılandıran kısmı ise, gözleri kör eden ideoloji. eğri oturup doğru konuşalım filmin siyasi boyutunu bir kenara bırakın, daha doğrusu çıkarın; farz edin ki bir aşk filmi olsun beynelmilel veya bir aile dramı, ortalama bir filmden öteye gidemediği herkesin ortak görüşü olacaktır. nefes'in beğenilmesi ile benzer bir durum var burada da.
bir filmi iyi yapan temel özellikler ne de kolay görmezden geliniveriyor ortada daha başka niyetler veya duygular var ise.
belki de en az faydaları kadardır. bilmek için bilmek, kitaptan öğrenmek hatasına düşülebilir. okuduğunuz bir kitabı yaşayarak denetleyemezseniz sırtınıza yüktür.