beyin devreleri yanan sözlük yazarları'nın sindirim sorunları nedeniyle dışkıları kana karışmış ve bu nedenle beyinleri birbirinden komik başlıkları sözlüğün orta yerine derc etmektedir.
biri mause'u çeker, onunla hakim olmak ister excel'de yapılan ödeve, projeye vs. diğeri klavye'den kısa yol tuşlarıyla kopyalar yapıştırır..
mause boşta kalmaya görsün, öbürü uzanır alır hemen, diğeri klavyeyle yetinir.
ikisi aynı anda aynı şeyi yapmaya çalışır, güya takım olacaklar, iş daha da gecikir.
o anki atmosferi pek yaşatamadım ama neyse, kimin başından geçmedi ki böyle bir olay?.
kurtuluş savaşı'nda gücümüz yetseydi de oralar da vatan topraklarına katılsaydı kimsenin batumlu öyleyse gürcü öyleyse hristiyan düzeysizliğine düşemeyeceği gerçeğini yansıtan başlıktır.
ah atam ah, izinde olmakla övünen gençliğin kaleminden akan cehalete bak.
üstelik sen de selanik'ten geldin değil mi atam?
selanik halkının kaçta kaçı yunan?
yoksa atam, yoksa atam!!
oh my god, nerede benim cumhuriyetim temelim kazanımlarım..
ekmek gibi su gibi, evrim teorisine gerçeklik kazandıracak hayata dair iç burkan detaylardan kopup gelen ispatlardır.
afilli cümle yok sözlük, teorik kafalar anlamıyor..
bir tanesi başıma geldi, anlatmadan edemeyeceğim:
geçen gün ne zamandır hiç görmediğim hıdırcan'ı gördüm okulda, görmez olaydım..
insanlıktan çıkmış, adeta hayvana dönüşmüş!
nasıl kas nasıl kas, kasım kasım kasılıyor dedikleri.
ulan dedim -buraya dikkat- hayvan gibi olmuşsun, ne kadar çalışıyorsun bunun için? diye sordum.
4 ay oldu başlayalı demez mi! **
o an kafama dank etti *, işte dedim evrim! dedikleri bu olsa gerek.
biz * boşuna ara formlarla uğraşıyoruz.
adam 4 ayda bildiğin hayvan olmuş, tersine evrime de kanıt.
-düzüne de kanıt aslında, konu evrim olunca tersi düzü farketmiyor.-
neyse nerede kalmıştık,
4 ayda adam öldü mü ki bunun insanlıktan hayvanlığa geçişine dair bilimsel bulgular fosilleşsin? -milyarlarca yıl lazım bunun için adam 4 ay diyor!-
aslında öldürmek lazım bunu evrim hayrına, çok da kıskandım adamı, biz göremedik ama bizden sonraki nesiller içün "bakın atalarımız zaman zaman nasıl hayvanlaşıyordu" diye national geographic'te yayınlansın.
sonra aklıma kuyruk sokumu, apandis, bademcikler falan geldi.
bazı arkadaşlar aldırıyor bunları, meğer hiç bir fonksiyonları yokmuş.
öyleyse evrime kanıttır bunlar dedim. *
söz gelimi kuyruk sokumu, bir zamanlar kuyruklu bir hayvan olduğumuzu *
bademcikler de kabuklu yemişten bu hale evridiğimizi göstermez mi? *
gerçi bademcikler bazen işe yarıyor ama olsun, alınınca da ölmüyoruz ya. *
bu entry yarım kaldı sözlük, daha evrimini tamamlayamadı.. *
Herifçioğlu hâlâ "başbakanın bile tahmin edemediği seçim sonucu bilemedik, ölelim mi yani" diye kambura yatıyor... Onları bu nedenle eleştirdiğimizi sanıyor.
Sanıyor mu, işine öylesi geldiği için lafı mı saptırıyor, okuyucular karar versinler.
Biz sizi yalan yazdığınız, gerçekleri çarpıttığınız, amigoluk ettiğiniz için eleştiriyoruz makarnalar!
Yıllar önce bir PKK üyesinin bana telefonda dediği gibi, "çoluğun çocuğun vardır, onlara da sana da yazık olur", ölme tabii...
istifa falan da etme sakın, enayiliğin lüzumu yok. Oray Eğin'in dediği gibi, sizin bu işi bırakmanızı, eve gidip çiçek sulamanızı beklemek saflık olur. Basını bilmemek olur.
Ne bırakması, tam tersine, yanlarına "ikinci kümeden takviye" bile alıyorlar!
Bir özür borçları var, biz onu bekledik.
Gerçek özür tabii, "morardım, rengimi açmaya gidiyorum" diye lafı gırgıra boğup bir süre ortalıktan kaybolmak, döner dönmez de kaldığı yerden kendi bildiğini okumaya devam etmek değil...
"Biz yanlış yaptık, parti amigoluğu gözümüzü kararttı, gerçekleri görmemek için direndik, kendimizi de sizi de kandırdık, bir daha yapmayız" diyeceklerdi...
Tepkileri, "ay ben ne özür dileyecekmişim ayol, hiç içimden gelmiyor vallahi kardeş" düzeyinde kaldı.
Böyle durumlarda zeytinyağı gibi üste çıkmak en kurnaz yoldur. En iyi savunma da saldırıdır. Nalıncı keseri gibi kendine yontmak zaten yaşama biçimleri. Pişkinliğe vurmak gelenek. Haklı çıkana hakaret etmek de zavallılığın kalesi.
Fakat ilk şoku atlattılar.
Baktılar ki patrondan tık çıkmıyor, genel müdürün dibi onlardan kara, okuyucuda da "hesap sorma kültürü" yok, rahatladılar. Bizim gibi birkaç çıkıntıya da ya "o benim muhatabım olamaz" der geçersin, ya da "okumuyorum ki, haberim yok" ayağına yatarsın, mesele kalmaz. Belki kenar mahalle kızlarını üstümüze saldırtabilirsin, o da bizi ırgalamaz.
Hesap sormak bir yana, okurları, pardon, müşteri kitleleri, tam tersine onlardan aynı zırvaları hiç sapmadan sürdürmelerini bekliyorlar. Çünkü görevleri halkı aydınlatmak değil, yürek soğutmaktır.
Böyle olunca da, her gelen müşteriye "seni mesut edeceğim" diyen fahişeden farkları kalmaz.
Önlerinde beş yıllık uzun bir dönem var, 2012 seçimlerinde gene rezil kepaze oluncaya kadar çizgilerinden taviz vermeyeceklerdir. Üstelik bunu "tutarlılık" diye pazarlayıp aferin bile alacaklardır.
Dozu da arttırıyorlar: Deniz Baykal'ı günah keçisi ilan ettiler ama yerinde taş gibi oturduğunu ve kımıldatamayacaklarını gördüler, şimdi kimisi Melih Gökçek'e küfür etmeyi deniyor ama bunun Ankara dışında yaşayan hiçbir okuyucunun umurunda bile olmadığını göremiyor garibim... Görüş alanı Ankara belediye sınırlarını aşamıyor ki, nasıl görsün?
Bir kısmı da Abdullah Gül'ün önünü kesmeye (böylece "iyi sıhhatte olsunlara" göz kırpmaya), Tayyip Erdoğan'a Türkiye'yi nasıl idare edeceğini anlatmaya soyundu.
Yüzde yirmi oy aldılar, yüzde seksenlik konuşuyorlar!
Aman öleyim möleyim demeyin makarnalar... Allah hepinizi 2017 seçimlerine de, 2022 seçimlerine de erdirsin.
Sakın kalemlerinizi de torunlarınıza hediye etmeyin, yazmayı sürdürün.
Siz olmasanız kime güleceğiz, Cem Yılmaz kendini tekrarlıyor, Yılmaz Erdoğan sütre gerisine çekildi, Levent Kırca'nın eski havası yok, Metin Akpınar çok kilo aldı, Perran da uzun süredir evinin kadını oldu, ortalıkta komedyen kalmadı.
22 Temmuz ertesinde mutasyona uğrayarak... "Uzlaşmacılar" olarak ortaya çıkan familyayı eskiden beri tanıyoruz aslında. Ama "niteliklerini" yeniden test etme açısından tek bir soru yeter... "27 Nisan muhtırasına demokrasilerde yer var mı? "
Onların uzlaşma dedikleri... Zaten 27 Nisan muhtıracılarıyla anlaşmak.
"Uzlaşın... "
Kimle?
"Muhtıracılarla. "
Galiba...
Türkiye'de "özde cumhuriyetçilik" dedikleri bu... Halkın iradesini hiçe saymak.
***
Uzlaşmanın ferasetinden söz edenlerin...
Herhangi biri de...
Allah rızası için...
Kalkıp, göstermelik de olsa şu 27 Nisan müdahalesini eleştirsin.
Bu, söz konusu bile olmuyor.
Tek kale maç oynayacaklar...
Halk yüzde 46.6 oranında bir irade de beyan etse...
Golü demokrasi kalesine atacaklar.
Neymiş?
Uzlaşmaymış.
Peki, bir kere de siz...
Halkla uzlaşmayı denesenize.
Ama siz...
Apoleti ve silahı olmayanlarla "uzlaşmazsınız" değil mi?
Hiç utanmanız yok mu sizin gerçekten...
***
Anayasaya göre "cumhurbaşkanını kim seçer? "
Meclis.
Şartlar belli...
Kurallar belli...
ilkeler belli.
Peki neyi, kimle, neden uzlaşmak gerekiyor?
Meşru olanı...
Yasal olanı...
Meşru ve yasal olmayan güç gösterileriyle uzlaştırma çabasındalar.
Cumhuriyetçilik bu mu?
***
Demokrasilerde, temel hak ve özgürlükler saklı kalmak kaydıyla, halkın iradesi geçerli...
Demokrasilerde evrensel hukuk kuralları geçerli...
Demokrasilerde ilkeler geçerli.
"Uzlaşma familyası" bunları bir kenara itme gayretinde.
Üstelik bir de silaha karşı...
Zorbalığa karşı...
Anti demokratik girişimlere karşı...
Demokrasinin uygulanmasını isteyenlere küfür kıyamet var.
Amaç...
Halk sahaya girmesin...
Sözde cumhuriyetçilik olsun...
Statüko eski bildiği oyunu oynasın.
***
Meclis rutininde gidiyordu.
Askeriyenin sözcüsü olarak CHP de görevini yerine getirmekteydi...
Anayasa mahkemesine başvurmuştu.
Sahaya tankı kim soktu?
Muhtıracılar soktu.
22 temmuz seçimleri, halk tarafından kuralların yeniden hatırlatılmasıdır.
"Uzlaşmacı" zevat hem sahaya tank girmesine ses çıkarmıyor...
Hem de 22 Temmuz sonuçlarını görmezden gelmeye çalışıyor.
***
Türkiye’nin sorusu 22 temmuzdan sonra değişmiş bulunmakta.
Soru şu:
"Demokrat mısın? "
Cevabı "demokratım" olanlara da şu sorulmakta:
"Özde mi, sözde mi? "
Özde demokrat isen...
Tankla...
Cuntayla...
Muhtırayla işin ne?
Uzlaşmayla amacın ne?
Kiminle kimi uzlaştırmaya çalışıyorsun?
Demokrasinin kuralları yetmiyor mu?
Halkın iradesi kesmiyor mu?
***
Bir kere de dönüp...
Muhtıracılara...
"Halkla uzlaşmaları" için çağrıda bulunsanıza.
O olmaz, değil mi?
Halkınızla uzlaşmazsınız.
Halkınıza düşmansınız çünkü siz.
Bir de aptal yerine koyup yetmiş milyon insanı... Muhtıracılığı "uzlaşma" diye yutturmaya kalkışıyorsunuz.
Halkın, bir deprem gibi ülkeyi sarsan sesini dinleyin:
"Biz darbecilerle uzlaşmıyoruz. "
Çok istiyorsanız siz uzlaşın.
Aşağılayın kendi halkınızı.
Bakalım, kendi halkınızı aşağılayarak daha ne kadar oturabileceksiniz o koltuklarınızda.
tanım: cumhurbaşkanlığı konusunda uzlaşma ile hedef tekrar ans gibi tbmm'nin açılışına gelmeyip kanalturk'un kokteyline katılacak kadar ideolojik hırslarıyla göz dolduracak yeni bir ismin seçilmesidir.
Uzlaşarak ideal ismi bulacağız
"ideal cumhurbaşkanı, dünyayı da, Türkiye'yi de tanımamalı.
Ne Brüksel'e, ne Diyarbakır'a ne de Washington'a gitmiş olmalı.
Hükümetten gelen atamaları gerekçe göstermeden vetolamalı. Onun bu ilkeli! davranışı sonucu, 500'e yakın kamu üst makamı vekaleten yönetilmeli.
Ülkenin tek Nobelli ismini bile tebrik etmemeli.
Eğer uzlaşma sağlanırsa, böyle bir ideal cumhurbaşkanı bulabiliriz. "
şimdi bunlar "bakın artık biz tarafsız davranıyoruz" ayaklarına seçim bölgelerine doğru geziye çıkıp ısrarla sonuçları çarpıtmaya yönelik ropörtajlar yapıp kendilerini "görmek istedikleri" sonuca dair epey aldatmış, daha sonra gazete köşelerinden yenilir yutulur cinsten olmayan sözler sarfetmiş, bir kısmı özür dilemek zorunda kalmış yazarcıklardır.
bahis konusu olan seçimler 22 temmuzdur ama geriye dönüp bakınca başta 3 kasım olmak üzere seçim sonrasında mütemadiyen şapa oturan kişiler pek değişmemektedir.
yerel bir ifade.
az önce programda izledim, yemek programında, *, bolu- göynük'te kadınlar lezzetli'ye zelletli diyorlar.
dil sürçmesi falan da değil, zelletli de zelletli, hem de defalarca...