hala bir forma reklamı olmayan son şampiyon. gerçi artık ona da gerek kalmadı (bkz: 4 ağustos 2010 fenerbahçe young boys maçı). formaya Fenerbahçe Sağolsun yazsalar yeridir.
kritik olayına falan girmeyeceğim. diyeceğim şu ki izleyin bu filmi en az bir kez. pişman olmayacaksınız. şu hayat denen zamazingo da, yaşam denen muallakta gidip gelirken, koşuştururken insanlar unutuyorlar çoğu şeyi, hatta kendilerini de. dalıyorsun hayat keşmekeşine, çark dönüyor sen de dönüyorsun. mesela sabahtan akşama kadar çalışıyorsun bir miktar para için. zaten hep toplama kampları gibi görmüşümdür işyerlerini. sabah köleler servislerle getirilir buralara. akşam da tabiri caizse suyu çıkmış bir halde bırakılır ait oldukları yere. ertesi gün ve ondan sonraki gün ve ondan sonraki gün devam eder; sonu yoktur. servislere hiç gözünüz takıldı mı bilmiyorum ama özellikle akşam iş dönüşü bir göz gezdirin; yorgun, bitkin, duyguları körelmiş ve onu heyecana getiren tek şeyin fenerbahçe, galatasaray veya başka bir takımın galibiyeti olan insanlar göreceksiniz, görüyoruz ve ne yazık ki bizde o güruhun içindeyiz. işte bu film herkesin öyle ya da böyle bir hayat yaşıyor olduğunu, mutluluğu kovaladığını (çoğu kez yanlış yerlerde) ama mutlu olma olgusunun yakınlarda hemde hiç umulmadık bir yerlerde olduğunu hissi veriyor insana.
final sahnesi de bitiriyor olayı haddızatında: "mutluluk paylaştıkça güzeldir". evet küçük hem de çok küçük şeylerle mutlu olabilir insan ama mutluluk asıl paylaştıkça güzeldir.
nerde bir pis iş var deniz üzerinden yürütülen bir bakarsın gemi panama bandıralı. hani çoğu film ve hatta bazı oyunlarda (gta) uyuşturucu kaçakçıları, tetikçiler hep haiti den çıkarya; bu gemilerde denizlerde bu nama sahiptir. ayrıca mütemadiyen kaza yaparlar. deniz kazalarının yarısından fazlasında da bu gemiler baş rolü oynar. bir bakmışın karaya oturmuş, bir bakmışın arıza yapmış bir köşede yatıyor üç beş aydır. velhasıl-ı kelam uzak durulmalıdır panama bandıralı gemilerden.
belki de bu kızdır. sizi bilmem ama az önce ki bu haberi gördüğüm andır sağlam bir sille yedim gaipten. anladım ki denizden çıkmadan suyun kıymeti bilinmeli. neyse memleketi kurtarmaya devam, tayyibi getirin bana ...
*BU ŞiiR; Savaşta annesi ve babası katledilen, işgal sırasında atılan bir bomba ile bacakları kopan IRAK'lı bir çocuğun, ABD emperyalizminin işgalini yöneten General Tommy FRANKS'e haykırışıdır.
özünde sünnettir o eylem. sünnetin ne olduğunu bildiğinizi varsayaraktan ve başbakanında çakıyı taşıma sebebinin bu olduğunu umaraktan şöyle bir sosyal mesaj verip huzurlarınızdan ayrılmayı yeğliyorum. anlaşılan bu taşın pardon çakının altından fazla malzeme çıkmayacak, aramaya inanmalı insan ... *
"bu filmler bu gün bitmeden en az bir kaç kez izlenecek ancak o zaman dışarı çıkıp arkadaşlarınla 9 aylık oynayabilirsin. tamam mı? hmmmmm !..." tarzında emrivakivari başlık. e şuna izlenilesi desende be güzel kardeşim ne sen hatalı konuma düşsen ne de biz ayar avcıları seni sobelesek. ha?
bu ülkede provakatörlerde salak ben onu anladım bu olay aracılığıyla. a benim amsalağım madem bir provokasyona girişiyorsun eli yüzü düzgün adama benzeyen(adam değil adama benzeyen) üniversite öğrencisi tipli bir dingili yolla oraya. o ne lan öyle haitili uyuşturucu kaçakçısı gibi.
edit: adamın uyuşturucuyla da bir geçmişi varmış yeni bir uç örnek bulmalı. hah "o ne lan öyle 2. sınıf zenci filmlerinden fırlama her sözüne hey dostumla başlayan ve her dem sorun çıksın istemeyen fakat asıl sorun bizzat kendisi olan kötü, pis, kaka adamlar gibi".
pek takip etmem kendisini ama şans eseri rast geldiğim 7 nisan yani bugün yayınlanan şu yazısını ayakta alkışlamışımdır. gerçi bunları yazan çokta karşı taraf yine aldırış etmiyor ya. basit bu kadar mı karmaşık yapılır? ihtiras, ben merkezcilik bu derece mi zirve yapar? neyse her şey olacağına varır. okuyun; yazı aşağıda !
Şöyle bir hatırlayalım, Yargıtay Başsavcısı iktidar partisini mahkemeye verince neler oldu?
Aydın Doğan'ın adamları zil takıp oynamaya başladılar. "Hükümet yanlısı" basın da karşı yaygarayı kopardı.
TÜSiAD sustu.
Bunun üzerine "niçin susuyor" gibi eleştiriler başladı.
Bunun üzerine de TÜSiAD başkanı olan Aydın Doğan'ın kızı, kapatma davasına "yarım ağız" karşı çıktı. Çıkar gibi yaptı.
Sonra gene sustu.
Hanımefendinin gerek iş ve yatırım politikaları oluşturmada, gerekse genel politik meselelerdeki tavır alışlarında, babasıyla ve kocasıyla "istişarelerde" bulunup bulunmadığını bilemeyiz.
Dolayısıyla kendisini "babasına sordu" falan diye suçlayamayız. Koskoca TÜSiAD başkanı böyle şey yapar mı?
Ancak, "tırstığı" için suçlarız. Yüksek ve laik burjuvazinin, daha doğrusu "istanbul büyük sermayesinin" organı olan TÜSiAD, korkak davranmıştır. Tavır almakta geç kalmış, gelişmeleri beklemiş, neden sonra da yarım ağız bir eleştiriyle yetinip "sütre gerisine" çekilmiştir.
Hani sanki "maçı kimin kazanacağını bekler" gibi bir hali vardır!
Azıcık malumatfuruşluk edelim: Talleyrand'ı bilir misiniz, ünlü Fransız devlet adamı, daha doğrusu her devrin adamı...
1830 ihtilalinde, sokak çarpışmaları başlayınca, Talleyrand konağının penceresinden bakmış... (Paris gezginleri bilecekler: Rivoli Sokağı'nın, hani Benlux'ten ucuz parfüm aldığınız sokak var ya, onun en başındaki bina, Concorde Meydanı'na çıkarken.)
"Yaşasın, biz kazandık!" demiş. Sekreteri, "biz hangi taraf oluyoruz" diye sormuş.
Talleyrand, "onu," demiş, "çarpışmalar bitince söylerim!"
istanbul sermayesi, iş merkezlerinin pencerelerinden seyrederek, bürokrasihükümet çarpışmasının sonucunu bekliyor.
Kazanana "biat" etmek üzere...
Bu sınıf gerçekten bir burjuva sınıfı olsaydı zaten ne darbe olurdu bu memlekette ne yol kazası...
Karl Marx, 1840'lı yıllarda ingiltere ve Fransa'ya bakmış bakmış, "günümüzde," demiş, "iktidarlar burjuvazinin işlerini halleden birer komisyona dönüştüler" ...
Bizde ya bürokrasi sultasını sürdürmekle yükümlü komisyonlardır (şu meşhur ara dönemler, 1960, 1971, 1980), ya da halkın derin tepkisini yansıtan ve kafa göz yaran bir çeşit "devrim konseyleri" ... (1950, 1965, 1983, 2002 halk devrimleri)... Biri gelir, biri gider...
Bu kavgada Türk burjuvası seyircidir, çünkü burjuva değildir, yalnızca zengindir.
Ah hanımefendi ah, sizler iktidarda olsanız, sıkı mı sizin hükümetinizi mahkemeye versinler? Muhterem pederiniz de alt tarafı bir inşaat ruhsatı alabilmek için memleketi bu kadar vahşice gersin, değil mi efendim?
Bu ülkede doğru dürüst, akılcı kapitalist, çağdaş, özgürlükçü, liberal bir burjuva sınıfı doğduğunu göremeden öleceğim, mezar taşıma öyle yazsınlar.
iyidir bence veda etmek. birde şu yönünden bakalım olaya. veda sadece çok sevilen insanlara edilmez. insan öğrenci iken evde beraber kaldığı, bulaşıkları hep kendine kilitleyen, bencil, üşengeç bir arkadaşına da veda edebilir ve istisnalar haricinde inanın bu veda anında kişinin duruşu o kişiye karşı en saf en insani haline bürünür. bu şu olmaktadır ki o iki insan evladının arasındaki arkadaşlık bağının üzerindeki ufak tefek çer çöp ortadan kalkmıştır. sonuç olarak arkadaş olduklarını tekrar hatırlarlar ve birbirlerine belki de o ana kadar hiç olmadığı kadar içten sarılırlar. bu durum birbirlerine olan bağları daha kuvveti olan kişiler için de geçerlidir. velhasılı kelam iyidir, güzeldir veda etmek, insana insanlığını hatırlatır ...
döneklik üzerinedir. ahmet hakan kişisinin seviyesini alenen ortaya serdiğinden yararlı bir tartışma. malum şahsın olsa olsa orta halli bir sözlük yazarı olabileceğini bol satır atlamasıyla, kinayeden bi-haber bodoslama cümleleriyle, sözcük dağarcığının zayıflığıyıyla ve tüm bunların sonucunda terazinin bir kefesinin dibe vuruşunun aşikarlığıyla ortaya sermiştir.