yıllardır galatasarayı tutuyordum. sonra bir gün 4 sene okuduğum eskişehir'in takımının, eskişehirspor'un bir maçında tribünde trompet çalan yaşlı bir amcaya kaydı gözüm. ulan molierac dedim kendi kendime, UEFA kupasını aldığımız gece bile şöylesi gönülden bi coşku yaşayabildin mi dedim. cevab veremedim. tuhaf bir boşluk vardı içimde. sanki bana ait olmayan bir futbol takımını, sırf çağımın gazıyla bana dayatıldığı için tutar gibiydim. ne istanbul'da yaşamışlığım vardı, ne de galatasaray lisesinin kantininde çay içmişliğim.
futbolcusu artist, yöneticisi artist, okulu elitist ne ulan bu dedim. istanbulun takımını tutmak da neyin nesi olum dedim. istanbulda adam mı yok dedim. sikmişim gücünü, yemişim yıldızını kupasını diyip otuz saniye içinde ait olduğum şehrin takımını tutmaya karar verdim.
ve var ya, hayatımda ilk defa parası neyse bayılacağım kombine kartın, düzenli gideceğim maçların, üstüme geçireceğim formanın, alkışlayacağım futbolcuların ve dahil olacağım o züper taratarların heyecanıyla futboldan bu kadar zevk alacakmış gibi hissediyorum kendimi.
sanki bir eskişehirsporun trompetli amcası, bir de ben varım gibiyim.