kesin bir yerlerde bir mallık yapmış olmanın tezahürüdür. farkına varıldığında pişmanlıkla birlikte bir eblehlik de zuhur eder ki... değmeyin işte o vakit.
üst üste bilmem kaç kere dinlendiği halde 'tamam tamam bu son. bi kere daha dinleyeyim sonra uyucam.' dedirten ama bu lafın üstüne yine defalarca dinlenen şarkı.
ritüeli ise şöyle: sigaranın dumanını içine çekiyorsun, ciğerlerde bi süre bekletip 'You show me love, you show me love. You show me everything my heart is capable of' derken bırakıyorsun. sonra 'There my heart goes again
In your arms i' m falling deeper' bölümünde bi nefes daha... bi bakmışsın saat olmuş gecenin bi yarısı.
uyuyabilirsen, buyur uyu artık zaten. neyse bi sigara daha...
teyzenin anne yarısı olduğu bilinmektedir. 5 yıl sonra amca da baba yarısı olacaksa, görümcenin yaşı eltinin kaçta kaçıdır? (dedeyi 3 alınız.) şeklinde bir yaş sorusuyla karşılaşırsam artık şaşırmayacağım problemlerdir.
yaş problemlerinin daha detaylı bir anlatımı için (bkz: ömür törpüsü)
teoman'a ait muhteşem ötesi şarkı. insana 'eğer bir şarkı yazsam kesin bunu yazardım' dedirten.
bence sarkının içinde iki dua ve bir de önemli soru gizli. şöyle ki:
tüm kaybolanlar, kaybolmuşlara
rastlarsa zamanın birinde(amin)
...
yaşam sevincin duruyor mu
hala içinde?(evvet)
...
bir uyansam, uyansam, uyansam uykumdan(amin)
kıvanç tatlıtuğ'u her ne kadar hazzetmesem de; mert fırat'ı solda sıfır bırakmış, oyunculuk anlamında çok şahane bi performans ortaya koymuş olduğunu söylemeden duramayacağım. ve fakat film biraz 'garip'. ne olduğunu anlamadan filmin ilk yarısı bitiyor. insan neye ağladığını anlayamadan, 'birazdan film bitçek bi toparlanalım, gözler kıpkırmızı çıkmayalım şimdi burdan' diye düşünmeye fırsat vermeden de bitiyor. hülasa gidip izlenir ama öyle de 'çok bi şey' olmayan film.
felsefenin saçma olduğu pek tabi iddia edilebilirdir. fakat bunu temellendirmek gerekir. neymiş efendim düşünüyorsa varmış demek, felsefeyi saçma bir disipline indirgemek için yeterli değildir. hatta komiktir. ya da daha açıkçası bu düşünme biçimi -ki biçim bile değil- kişinin saçmalığının tescilidir.
felsefe hakkında böyle bir eleştiride bulunabilmek için genelinde 2500 yıllık felsefe tarihine hakim olmak gerektiği gibi, özelde de descartesın kartezyen felsefesini, tıpkı kendi adını soyadını bilir gibi bilmek gereklidir. yani çok kitap okumuş olmak gereklidir. ama gerçekten çok kitaptan bahsediyorum. 10 tane falan değil anlatabiliyor muyum? üstelik bu kitaplar bilmem kaçıncı sınıf aşk romanları falan da değil. ciddi imgelem ve muhayyile gerektiren kitaplardır. bunları okuyup, kavrayıp, hala felsefenin saçmalık olduğunu iddia eden birileri olursa, bu konuyu tartışmak elbette ki zihin açıcı olacaktır. ama ciddi argümanlarla temellendirilmiş bir eleştiriden söz ediyorum. bazen -tıpkı şimdi olduğu gibi- karşılaştığımız cinsten komiklikliklerden değil.
zopzor bir matematik sorusunu şööle kısaca bir bakış attıktan sonra 'hmm, şimdiii' diyerek çözmeye başlayan ve kaşla göz arasında 'evvet' diyerek doğru cevabı bulan insanlar. bi kere de bulamayın ya. bi kere de toplama hatası, çarpma hatası ne bileyim bikaç işlem hatası neyin yapın ya. bi kerecik...
konuşabilecekken, bilinçli olarak konuşmamayı tercih etmek. yani bir tercih meselesi susmak.
öyle sanıyorum ki susanların, konuşanlardan daha fazla sözü var. söyleyebilecekken söylememeyi haklı çıkaracak nedenler elbette vardır ama,susmak haksızlık yapmaktır. susmak, büyük haksızlık yapmaktır.
formasyon eğitimi kapsamında son sınıf öğrencilerinin sahip oldukları ünvan. ünvan dedim ama bilemiyorum tabii ki durum 'ünvan'lık bir şey mi? gitmedik, görmedik, yaşayıp; hissetmedik henüz...
fakat stres ve gerilim yaratan bir durum olduğu pek açık. 24 saat öncesinden gömleği ütüleyeyim, çizmeye kemer çanta uydurayım, etek mi pantolon mu giyeyim hengamesi bir tarafa; acaba öğrenciler nasıldır, acaba danışman öğretmen insanı hayattan soğutacak potansiyele mi sahiptir sorularını sordurup, uykuların kaçmasına sebep olmazsa, gel burdayım.
he editör oldun da neyin editörü oldun acaba ben çok merak ediyorum!
facebook denen o zımbırtıda 'ayyy çok yoruldummm, çok yorucu bi iş günüydü' demek ne demek yaa. yorulduysan git, yat, uyu, zıbar. yorgunluk falan yok bence.
bütün gün editörlük yaptım dediğin eminim iki tane kıçıkırık, kıytırık yazı okumuşsundur. şurda virgül olsa iyi giderdi falan demişsindir. neyin yorulması! yorulsaydın para verseler fecebook'a girip de ilgi bekleyen o iletiyi yazmazdın. ilgi manyağı, egosu şişmiş, lepiska saçlı, sıska ve çirkin şey!
ayyyyyy onca yıl en yakın arkadaşımdın bi de yahu. ayyy nefret ettim şu kendini beğenmiş ilgi manyağı hallerinden. ne gereksiz laflar ettirdin bana burda. ooof of!
he bi de derya'ya yüzücü kardeş dedikten sonra, hayat okyanusunda köpekbalıklarıyla yüzmenin mesele olduğunu, kendisinin * bu konuda çok iyi olduğunu söyleyip; oradan da che'ye bağlanması yok muuu? gül gül öldük
klasik mantığı solda sıfır bırakacak mantıktır. hatta klasik mantığı var yaaa, ona çarpıp, beşe bölüp ne bileyim bilmem kaç tabanında logaritmasını alıp integralini de akşam yemeği niyetine yiyebilecek bi mantıktır.
hele niceleme/yüklemler mantığı kısmı insanı ışık hızıyla hayattan soğutabilir. tam bir baş belasıdır. bir hafta ara verirsin çalışmaya hadi hooop baştan almak gerekebilir her şeyi. ad değişmezleri, yüklemler, söylem evreni, yorumlama anahtarı vs derken mahallenin delisi olma potansiyeli arttırabilir insanın.