kimlerin açtığı henüz bellirsiz ama belli ki hınç almaya yeminliler. Bunu da eğlenceli bir şekilde yapmaktalar. ben girdim ve bir sürü film izledim. gerçekten de "bunlar da film " dedirtiyor insana.
Elmas Arus ve Haluk Arus'un yönetmenliğini yaptığı, Romanlar üzerine kapsamlı bir belgesel. Film, geçtiğimiz nisan ayında istanbul film festivali'nde gösterilmişti ve bundan sonra da bir çok festivalde karşımıza çıkacak gibidir.
"Eski ama hâlâ kullanılmakta olan tabire göre, dünyanın yetmiş iki milletinin yanında Romanlar "yetmiş iki buçukuncu" milleti oluşturuyor. Buçuk, kendisi de Roman kökenli olan Elmas Arus ile eşi Haluk Arus'un Türkiye'nin yedi bölgesine yaydıkları, otuz sekiz ili kapsayan, Romanlar üzerine yapılmış kapsamlı bir çalışma. Belgesel Çingeneleri, Türkiye'nin her yanındaki Romlar, Lomlar ve Domların yaşamları, kültürel farklılıkları, sosyal düzenleri, gelenekleri ve kendi aralarındaki çelişkilerini, sosyal, kültürel ve ekonomik açmazlarını anlatıyor."
Bilal Bay, Engin Behlül ve Mert Okter'in katılımıyla Eskişehir'de güzel bir gösterim olmuştur. "Kafayı kırmış bir kişi için, -bir kişiler için- eskişehir'e geldik" diyerek, film dağıtımlarından tutun da festivallere kadar bir çok konuda ateş püskürüp, alternatif çözüm yollarından bahsedip durdular.
Bir çoklarının bok attığı ama Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz gibi sinemacıların filmlerini montajladığı programdır. Piyasaya aldanmamak lazım, yarın öbür gün cs5 diye bir şey gelir! (geldi) Piyasanın a.ına koyar sonra o bok atanlar baştacı eder bu 10 numara programı.
Türk sinemasının "Plan Sekans"ı keşfettikten sonraki keşfi olan "belgesel ve kurmaca arası" türünde! bir yerlerde bulunan, ne tam belgesel ne de tam kurmaca olan film.
Görüntülerinin baştacı edildilmesine karşın benim hem sinemada hem dvd'de flu izlediğim, Cep telefonu kamerasına bile güzel fotoğraf veren Karadeniz'de Feza Çaldıran'ın ekstra bir şey yakalayamadığını, Nuri Bilge Ceylan'ın Karadeniz'de film çekse orayı görüntü anlamında nasıl osurtturacağını düşünmeme neden olan ancak ve ancak ilk film kontenjanından sıyırılabilen ve Onur Saylak'ı keşfettiren filmdir.
Nasıl bir güçse artık, bu film, festival festival dolaştı, bazı yerlerde ödül bile aldı. istanbul Film Festivali'nde izlerken salonda Nuri Bilge Ceylan'da vardı, Aslı Özge utandı mı utanmadı mı hala merak ediyorum. Sorun biraz da böyle filmlerin çekildikten sonra bunların itin götüne sokulmayarak onlara rahatlık verilmesinde. Böyle kötü filmleri rezil eden bir mekanizmanın oluşması lazım, bu adamlar böyle rezilce filmler çekip rahat rahat dolaşmamaları lazım, festivallerin tutarlı olmaları lazım ancak nerde onlarda o göt, onu bırakın ödüller alıyorlar baştacı ediliyorlar.
Bu film belgesel olarak başlanıp daha sonra" ulan biz bunu kurmaca yapalım" denilmiş ve bu hale getirilmiştir, dolayısıyla sadece bu sebepten bile ahlaksız bir filmdir.
Festivallere kendini pazarlamayı başaran ve böylece gösterimler ödüller filan kazanmasından kaynaklı gazla yanılgıya düşünlerce iyi sayılabilecek ancak esasında beş para etmeyen Atalay Taşdiken filmidir. Kültür bakanlığından destek bile almıştır, utanmaz adamlar. Öyle utanmazlar ki bu utanmazlar ahh bu utanmaz arlanmazlar, filmi Berlin'de bile göstertmeyi başarmışlardır.
Filmlerinde çok fazla anlam aramaya kalkışmamak lazım zira kendisi de şöyle demiştir "Sizden hiç bir zaman anlamanızı istemedim. Yalnızca duyumsamanızı istedim." buna benzer bir lafı Andrei Tarkovski'de söyler.
Beni, bir yandan bilgisayarla uğraşıp ancak ikinci monitörden göz ucuyla izlemeye iten gözlük kabı. Evet, gözlük kabı. Film olmasın bunların adı. Film başka bir şey.
Gözlük kabı! bittikten sonra da salak bir arkadaşın odaya girip "abi, sonu nasıldı ya off yok böyle bir şey" söylemini hatırlıyorum.
ilk filminden Jarmusch'un limitlerini gösteren Chris Parker'lı bu çok sıkı film New York Üniversitesi Tisch Sanat Okulu'ndaki (Tisch School of the Arts) tez jürisi tarafından "tam bir vakit kaybı" olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. John Lurie filmin müziklerini yapmakla beraber ilk uzun metraj oyunculuk deneyimini de yine bu filmde yaşamıştır.
Kesinlikle dehaydı. Yaptıklarıyla ilk filmini çekecek olanlara cesaret veren, vefatıyla birlikte "Bozkırda Deniz Kabuğu" adlı filmi yarım kalan sinemacı. O da yolu açanlardandı.
Jim Jarmusch'un başyapıtı. Düşük bütçeli bağımsız filmler için yol açmış ve onlara model teşkil etmiştir. Öyle bir film düşünün ki; mümkün olduğunca az şey söyleniyor ve hemen hemen hiç bir şey olmuyor. 90 dakikalık süresi plan sekanslara bölünmüş durumda ve bu sekansların büyük kısmında olabildiğince az hareket var.
Jarmusch, elindeki filmleri kullanarak arkadaşlarıyla 30 dakikalık "The New World"u çekmiştir. Daha sonraysa entresan yerlerden destek bulup The New World'e 2 bölüm daha ekleyebilmiş ve "Stranger Than Paradise"ı tamamlamıştır... Cennetten De Garip.
1973 izlanda doğumlu yönetmen. 1999 yılında Danimarka Uluslararası Film Okulundan mezun olmuş ve mezuniyet filmi Lost Weekend'i çekmiştir. 2003 yılında ilk uzun metraj filmi Noi Albinoi'yi, 2005 yılında Voksne Mennesker(Tutunamayanlar)ı, 2009'da ise "The Good Heart"ı çekmiştir. Ayrıca kendisi, Noi Albinoi filminin müziklerini de yapan Slowblow müzik grubunun da bir üyesidir.
Çakma (bkz: Nuri Bilge Ceylan) " (bkz: Selim Evci)" nin altı-üstü her yanı bomboş filmi. Yaklaşık 30 festivale filmini sokturtabilmiş ama ödül alamamıştır. Gücü o kadar demek, ilişkileri ancak filmi göstermeye yetiyor. ikinci filminde azmeder 40 festivalde gösterttirir filmini, 1-2 tane de ödül alır.
" (bkz: Uzak)filminin görüntüleri bok gibiydi" diyen görüntü bilirkişisi!
Ayrıca, "Görüntülerin Bok Gibi Olup Olmadığı Bilirkişisi" olarak "Görüntülerin Bok Gibi Olup Olmadığı Merkezi" adında da bir labaratuvarı var. Burda çok çeşitli testlerden geçen filmler "Bok Gibi Görüntü" damgasıyla sahibine iade ediliyor.
Bir filmi çekmenin, kaç potansiyel yönetmen varsa, o kadar çok yolu vardır. Açık bir form bu. Zaten ben şahsen birine ne yapacağını, nasıl yapacağını söylemeye hayatta kalkışmam. Bence bunun birine şu dine inan, buna inanma demekten farkı yok. Siktir et. Kişisel felsefeme aykırı -ki bu felsefe de 'kurallar' silsilesinden çok bir kılavuz gibidir. Bu yüzden, şu anda okuduğunuz 'kuralları' kafanıza takmayın, sadece kendime yazdığım notlar sayın bunları. Herkes kendi 'not'larını kendi yazmalı, çünkü bir işi yapmanın hiçbir zaman tek bir yolu yoktur. Ve eğer biri çıkıp da size bir işi yapmanın tek yolu olduğunu söyleyecek, kendi yolunu dayatacak olursa ondan hem fiziksel hem düşünsel olarak olabildiğince uzağa kaçın.
Kural 2: O Hıyarların Yolunuza Çıkmasına izin Vermeyin.
Size yardım edebilirler yahut etmeyebilirler, ama sizi durduramazlar. Filmleri finanse edenler, dağıtanlar, tanıtımını yapanlar ve gösterime sokanlar yönetmenler değildir. Yönetmenlerin onların işine burunlarını sokmasına izin vermezler, dolayısıyla siz de onların filmi nasıl çekeceğinize dair dayatmalarda bulunmasına izin vermeyin. Etrafta her zaman sırf zengin olmak, ünlü olmak ya da yatağa atacak birilerini bulmak için film işine girmek isteyenler vardır. Genellikle, George W. Bush'un göğüs göğüse muharebeden anladığı kadar sinemadan anlar bunlar.
Kural 3: Prodüksiyonun Görevi Filme Hizmet Etmektir.
Filmin görevi prodüksiyona hizmet etmek değildir. Ne yazık ki sinema dünyasında durum neredeyse hep tersine işliyor. Film bütçeye, programa ya da işin içindekilerin CV'lerine güzellik olsun diye yapılmaz. Bunu anlamayan yönetmenler, ayak bileklerinden ağaca asılmalı, sonra da onlara dünyanın neden başaşağı göründüğü sorulmalıdır.
Kural 4: Film Yapmak işbirliğine Dayalı Bir Süreçtir.
Sizinkinden daha güçlü bir zihni, daha iyi fikirleri olabilen insanlarla çalışma şansınız olacak. Onların başkalarının işine değil, kendi görevlerine odaklanmalarını sağlayın, yoksa işin içinden çıkamazsınız. Ama birlikte çalıştığınız herkese eşit ve saygılı davranın. Ekip çekimi yapabilsin diye trafiği durduran bir yapımcı asistanı sahnedeki oyunculardan, görüntü yönetmeninden, yapım tasarımcısından yahut yönetmenden daha az önemli değildir. Hiyerarşi, egoları şişenler yahut kontrolden çıkanlar içindir, bir de askeriyedekiler için. Birlikte çalışmayı seçtiğiniz insanlar, eğer seçimlerinizi doğru yaptıysanız, filmin kalitesini ve içeriğini, tek bir aklın kendi başına hayal edebileceğinden çok daha yüksek bir seviyeye çıkarabilirler. Eğer başkalarıyla çalışmak istemiyorsanız, gidin resim yapın, kitap yazın. (Yok eğer boktan bir diktatör olacağım diyorsanız, sanıyorum bugünlerde politikaya atılsanız yeter...)
Kural 5: Hiçbir şey Orijinal Değildir.
ilham uyandıran ya da hayal gücünüzü kamçılayan her şeyden çalıp çırpın. Eski filmleri yiyip yutun, yeni filmleri, müziği, kitapları, resimleri, fotoğrafları, şiirleri, rüyaları, rastgele duyduğunuz konuşmaları, mimariyi, köprüleri, sokak levhalarını, ağaçları, bulutları, nehirleri, gölleri, ışığı ve gölgeleri yiyip yutun. Eğer bunu yaparsanız, çıkardığınız iş (ve yaptığınız hırsızlık) otantik olur. Otantiklik paha biçilmezdir, özgünlük diye bir şey ise yoktur. Hırsızlığınızı gizlemeye tenezzül etmeyin -hâtta canınız isterse herkesin gözüne sokun. Her halükârda, Jean-Luc Godard'ın ne dediğini hiçbir zaman unutmayın: 'Bir şeyi nereden aldığınız değil, onu nereye götürdüğünüz önemlidir.' "
Önden süslendirilip iyi film algısı yaratılıp piyasaya sürülmesinden dolayı Recep ivedik'den daha da ahlaksız bulduğum film. Ülke sinemamızda Bir Vavien yetiyor olumlu konuşmak için. izleyicinin düşük beğenisiyle çok fazla alakalı olarak karşımıza çıkan kötü üretimler artıyor, belli kişilerin elinde üretilen saçma sapan filmler her gün türüyor, izleyici bunları sıkıştırmadıkça, itin götüne sokup çıkartmadıkça, dizilerden dolayı zikilen algılarıyla film izleyerek vasat filmlere ne güzel film dedikçe de bu böyle devam edecek. Vavien ancak alt limit olsun, lütfen.
"...Bir yönetmen yapmak istediği filmin senaryosunu kendisi bile yazmış olsa, geçen bir zamandan sonra aynı konuyu, aynı şekilde nasıl düşünebilir? Sinema özgürlüktür.Senaryo değiştirilmek için yazılır. Sinema bir sanat olayıdır. iyi sanatçının hangi dönemde çıkacağını kesin olarak hesaplamak çok güç bir olay. Türkiye'nin şartları değişebilir, ama gene de çok kötü filmler çevrilebilir. Bu çok görünen bir olaydır. Ölmüş bazı tanımlamalar üstünde durmadan dönüp dolaşmanın hiç bir gereği yok. Sinema toplumsal bir olay olduğu kadar da kişisel bir olaydır. Sinemaya en ağır zincirleri vuranlar, onun gerçek, esrarlı, şiirsel yanını göremeyenlerdir..."
Ayrıca, (bkz: Zeki Demirkubuz), C Blok filmini Alp Zeki Heper'e ithaf etmiştir.