yeniden merhaba diyen ücra şiir'in basın bülteninden.
Ücra şiir dergisi, dört yıllık aradan sonra yeniden yayımlandı. Dergi, iki aylık olarak yayımlanmış olup ilk sayısında şiir-dil arasındaki ilişkiyi gündemine alıyor. Logosunu Serkan Işın'ın hazırladığı dergide Celal Soycan, Osman Erkan, ilhan Kemal, Enes Özel, Mehmet Mümtaz Tuzcu,Derya Vural, Murat Üstübal, Bülent Keçeli, Sinan Ulakcı, Liman Mehmetcihat, Hasan Karayel, Yavuz Altınışık, Hayriye Ünal, Mitat Çelik, Nazmi Cihan Beken, Evren Kuçluve Saba Kırer yazı ve şiirleriyle yer aldılar.
Dergiye istanbul, Ankara, Mersin, Adana, Bursa, izmir, Konya, Antalya ve izmir'deki kitapçılarda ulaşılabilecek.
Ücra'nın giriş yazısı aşağıdadır:
Herşey Akarken…
Hiçbir akış var olduğu an’ın dışında var olamaz, tekrar edilemez. Akma eylemi kendi biricikliğinde ve ön görülemezliğinde gerçekleşir. işte ilk Ücra deneyimi de böyle bir geri dönülemezliği çağrıştırıyor. ilk Ücra dönemini fetişleştirmektense onu özgün bir kayıt ve birikim olarak algılayıp, tekamüllere ve etkileşimlere açık yeni bir süreci deneyimlemeyi deneyeceğiz.
ikinci dönem bir tekamül Ücra dönemi. Ve bu dönemin herkesin kendi Ücrasını kayıt altına alışının dışında ben- öteki arasındaki sınırları yıkmaya katıldığı bir süreç olsun istiyoruz. iletişim, ilişki ve içsel olgunlaşmaların şiir adına yoğunlaştırıldığı bir dönem… Bu amaçla, sanat ve edebiyat türleri, daha özelde ise şiir türleri arasındaki ilişkilenmeleri görme olanağına kavuşalım istiyoruz. Böyle bir olanağı içerdiği için yeni Ücra döneminde Saba Kırer’in Kesitler adlı çalışmasını dergi sayfalarında okuma şansına sahip olacağız. Yine bu amaçla, farklı şiir anlayışlarına sahip sıkı ve etkin şiirlere dergide yer vermeyi düşünüyoruz.
Ücra, yeni dönemde zaman zaman bazı dosyalar hazırlayacak. Biz, değerli arkadaşlarımızla kendimizi zora koşup, hemen ilk sayıda ilk dosya konumuzla karşınızda olmayı yeğledik. Şiir ve dil arasındaki çekici ama gerilimli ilişkiyi değerlendireceğiz birkaç sayı boyunca…
Ücra yeni dönemde görsel şiirin ve teknolojik- dijital şiirin olanaklarını ve sorunlarını da sorgulamaya çalışacak; görsel şiirin neliği üzerine düşünmeye, tartışmaya başlamadan şairlerimizin görsel şiirlerini yayınlamayı uygun bulduk görsel şiirin bizzat kendisini sorunsallaştırabilmek adına. Ücra elbette bir görsel şiir dergisi olmayacak ama görsel şiire gösterdiği özeni derginin logosundan da anlayacak okurlar. Ücra’yı iyi bilenlerden biri olan Serkan Işın’ın Ücra’nın genel yapısını göz önüne alarak hazırladığı logo, görsel şiir olarak kurgulanışıyla şiir dergiciliğinde bir ilk olma özelliği taşıyor. Serkan Işın’a emeği ve katkısı için teşekkür ederiz.
Ücra interaktif ve dinamik bir dergi olacak; internetin, google tanrısının yatay aktifliğinin getirdiği tehlikeyi hem yüzey hem de derin yapıda bertaraf edeceğiz! Mümkün olursa, diğer dergilerle bazı ortak çalışmalar da gerçekleştirmek istiyoruz.
Ücra’nın yeniden yayınlanmaya başlayacağını duyar duymaz şiirleriyle, yazılarıyla ve büyük bir coşkuyla destek olanların gösterdiği ilgi Ücra’nın gerçek ödülüdür; bu nedenle herkese teşekkür ederiz. Şiirin bakir topraklarında akmaya devam!
23 Mart 1963'te istanbul'da doğdu. istanbul Üniversitesi ingiliz Filolojisi’nden 1985'te mezun oldu. “Echo” adlı şiiri 1994 yılında, Bursa'da, Kemal Atakay tarafından seminer konusu yapıldı. Şiiri ilk kez “Adam Sanat” dergisinde, Mayıs 1986'da yayımlandı. O tarihten bu yana şiirleri çeşitli dergilerde yayımlanmaya devam ediyor.
söz konusu eşitlik elbette kadın ve erkek'i tek tipleştirme değildir bu olsa
olsa formel mantık olur
sözünü ettiğimiz kadın'ın yaşadığı toplumsal eşitsizlik, ezilmişlik ve çaresiz bırakılmışlığıdır, karşı çıkmamız gereken şey de budur. yani
insanın insanı ezmesi.
osmanlıca bir yazı dilidir, konuşma dili değildir. bu nedenle çeviri yerine transkrip'i kullanırız. arap alfabesinin latin alfabesine çevrilişi, misal.
şer'i ve örfi kurallara göre karar veren yargıdan sorumlu kişi. önceleri merkez teşkilatından atanırdı.
osmanlı devletinde en üst düzeyde bulunan yargıç ise kazasker'dir. yani kadı asker. kaz asker olarak söz edişimiz arapça harflerin z ve d harflerinden kaynaklanmaktadır.
kadı'lar (bkz: kazasker)'e bağlıdırlar
modern zamanlarda çocuğumun annesidir anlayışı ile eski eşe dönüş aslında hangi anlayışı işaret eder? 'kadın'ın kendinden bağımsız yalnızca analığıyla ifade ediliş biçimi elbette primitif bir 'erkek' ve 'kadın' modelini akıla getirmektedir. burada kast edilen güdüsel olarak neslin devamını sağlama amaçlı bir doğurganlık değildir muhtemelen. ancak okur algısında yarattığı anlam bakımından çarpıcı bir örnektir.
mogolistan'ın dünya sinemasına armagan ettiği genç sinemacı b. davaa "sarı köpegin yuvası"nda binbir güçlükle şehirden alınan naylon tasın süt kazanına düşmesiyle nasıl bir anda kazanın dibinde eridiğini göstermektedir, bir karede. kadının büyük bir beklenti içinde elde ettiği tas yitip gitmiş bununla da kalmamış evin temel geçim kaynağını sağlayan süt kazanının dibine eriyen naylon yapışmıştır.
sonsuzluğa uzanan bozkırda çadır-ev hayatının mükemmel bir gösterimi olan belgesel-kurgu film bu evde-tabii aslında hayatımızda- "naylon"un nasıl bi "şey"e sahip olduğunun açımlanması bakımından önemli bir işaret sunar.
elbette yazının hakikatiyle, hayatın hakikati farklıdır. ama bu farklılık "sahtelik" içermez, içermemelidir. mesele:
"süt kazanına düşen naylon tas"
meselesidir, aslında. önceleri mika, melamin ve giderek naylona dönüştürülen eşyalar, hayatlarımızın birebir göstereni de olmuştur, bir bakıma.
a.ş.k. plastikleşen bir hayatın kısaltması olabilir mi?
öpüşme kişisi yalnızca fiziki bir aktivasyonu yerine getirmek için öpüşüyor olsa da aktivasyonun geregi göze fazla ışık gideceğinden göz yine doğal olarak kapanacaktır. zaten öpüşürken gözü etrafta fır fır dönen kişi de duygusal bir yaşantı birlikteliği görülemeyeceğinden nihai çıkarım: bir "öpüşme" isteşliğinden söz edilemez.
"mutluluk mavi çocuk oynardı bahçemizde" kim demişti sahi, yine geçip giden günlerde yaşanmış bi şey değil mi bu, aslında şimdi içinde bulunulan durum bir hüzün değil mi, yani bir hüznü anlatma değil mi bu mutluluk dizeleri?
bakmak değil, kesmek değil, kesişmek değil, bakışmaksa!
başlangıçta ara ara, gizliden gizliye, etraftan hatta kendinizden bile çekinerek şöyle bakışıp kaçışmlar, göz kaçırmalar, bi an dokunmak gibi, bi tüy var da yok gibi, ilk hal, ilk yaz, ilk gençlik, baharın ilk günleri, uçuşmalar, hafif hafif mide krampları, su çiçeği çıkaran bir çocukta gözlerinin içine bile su çiçeğinin atması,göz akında kızarmalar, bi şeyleri hayal etme, hayalen yanında olma, aynı yastıkta, tv. karşısında kıvrılmış, öyle, öyledir mi bilmem bazen bunu bile bilmeyiz...
mutluluk yalnızca yaşanıp bittikten sonra varlığı anlaşılan bi şeydir... yoksa şu an hangimiz dolu dolu mutluyuz diyebiliriz, öyledir, geçip giden zamandan kalan hâlâ ışıyor olsa da yüzlerce yıl önce sönmüş bir yıldızdır?
mutluluk tutmak isteyip tutamadığımız, tuttuğumuz anda da elimizden kayıp giden bir yıldızdır. göz kırpıyor olsa da yüzlerce yıl önce sönmüş bir yıldızdır.
bir de kitaplarda cinsi ayrıma gitmek, artık hakikaten işimiz zor demektir. hayatın her alanında yaşanan cins ayrımcılığına son vermek amaçlanırken şu kitap eril, bu kitap dişil gibi roman, şiir, öykü ya da deneme kitaplarının ayrımını yapmak, okurları-bir okur, okurdur- kadın okur olarak yaftalamak, hangi kriterlere göre yapılmakta ve ne kadar sağlıklı bir bakış, bilmem, bilemem!
adı üzerinde insanı beklentiye sokan akşamdır, aklınıza bütün akdeniz kıyılarını getirir. sonra, sonra bakarsınız akşam olmuş
olmuş, olmuş
yoktur bi şey, yani vardır, gitar, ateş, kızlar oğlanlar, küçük bir kadeh şarap, önünüze uzanan altın rengi kumsal ya da bir piriç tanesi kadar beyaz, ışıltılı kumlar yine de yoktur bi şey,
früstrasyon
uğradığınız, derin bi boşluk, iç çalkantı, hani çok içmişsinizdir de midenizde gidip gelen garç gurç
n'bileyim mutlu bir akdeniz akşamı gören var mı?
ben ordaydım.
yeni şeyler söyleme yerine var olanları pastiş çok kolaydır, kopye alışkanlığı, hazır algıya seslenme, pop kültürden beslenme vs.
tabii yaş grubu ve ortak sosyo-kültürel ortamlar da bunu belirginleştirmektedir.
asıl mesele entryler yüzünden ciddiye alınmamaktır, hayıflanmamız gereken durum da bu olmalıdır, yoksa nickler daha çok ironik amaçlı kullanıldığından bir gerçeklikten çok alaysılığı göstermektedir. var olan duruma, durumlara itiraz, bir biçimde ifşa etmek ama yine olgunun kendisi yoluyla ifşa etme amacı taşır. hakikaten nicklerin bir istatiği çıkarılsa o kişilerin yanına yazı yoluyla bile yaklaşılmaması gerekmektedir, kanımca.
asıl olan iyi entryler yazmadır, gerisi laf-ı güzaf.