iyi değildir. sonu hazindir. can sıkar çünkü ne dediğini anlamaz. can acıtır çünkü kelimelerini tartmayı henüz öğrenememiştir. boğar çünkü her bir şeyi üzerine alınır. çok konuşur çünkü kendini ifade etmeyi beceremediğinden kendi de ne saçmaladığını anlayamaz. çok özür diler çünkü gerçek bir ergendir.
gerçek anlamda kaçınılmalı. ruh sağlığı ve psikoloji bakımından...
karanlıkta yatağın altından çıkan elin bacağını tutma ya da bıçak vb aletleri ayak bileklerine sallayıp kesmek.
evet hala o çığlık sahnelerinde kaldım ben.
kullanmadığı sürece dişi olduğu konusunda şüphe duyulan kadınlara nazaran kullanıldığında da -aha kaşara bak la diyen dallamaların bütünlüğüyle az ve öz kullanması gereken kadınlardır.
muhtemelen sadece tek bir tarafı uzundur. malum kel olan bölgeye doğru tarandığında kellik ortadan kayboluyor. nasıl bi kafa bu ya. nasıl bi düşünce. gerçi o psikolojiyi de anca onlar bilir de... neyse
kıyafetleri bazen tek bir şey ya gösterir ya da yerin dibine sokar. yani demem o ki;
topuklu ayakkabı olsun kıyafete çok takılmayın! dinleyin beni siz.
güvenilen kişinin (arkadaş, dost, sevgili) söylediği yalan boyutundan sonra oluşan boşluk durumu. boşluğa düşen siz değilsinizdir aslında içinizdeki ona karşı olan bütün hisler bütünüdür.
''ergendir ne yapsa yeridir.'' söylemi açık ve net olarak açıklar tabi.
bakışlarındaki bulanıklık zihinlerine de yansıdığı için kendilerini sexy boyutuna ulaştırmak amaçlı düştükleri küçük durum.
ve sonrasında da insanlar bakınca;
-aa öküz bakıyorlar ama yaaa ayıp. derler.
hey gidi koca salaklar.
bu kahveyi oluşturan kedinin en kaliteli kahve çekirdeklerini yedikten sonra midesinde fermantasyon aşaması tamam olabilir fakat çekirdeklerin hiç bir zarar görmemesi ve mide asidi ile süre gelip parçalanmaması bana hep ilginç gelmiştir. tatmadım fakat mesleğim adına önüme sürülürse bir yudum alabilme olasılığım var kalite kontrol olarak. başka bir şekilde zevk için içme olasılığım yok. net!
dünyada daha ne iğrenç şeyler üretilip yeniliyor aslında bu bana çokta abartı gelmedi açıkçası. fakat % 100 gereksiz diye düşünüyorum.
elif şafağın firarperest adlı kitabında geçen ve bir bölümünde oluşturduğu yazıdır.
açıklamaz yetmez okunulasıdır aslında. fakat der ki;
-tek başına bir kaç cümleye bedeldi kelimeler. eskiden harfler daha mı kıymetliydi? bir mektup yeterdi aylar süren ayrılıkların sessizliğini kapatmaya. *tek bir yemin yeterdi aradaki mesafeleri azaltmaya. artık hiçbir şey o kıvamda değil...
...
insan yaşamaktan değil yaşayamamaktan yoruluyor.
muhteşem bir üslupla açıklayıcı bir şekilde anlatmış o insanoğlunu.
''çilek'' vardı bir ara. bir çok bebekte duymuştum. ne gerek var yahu bu kadar da abartıya. çilek dedikçe ben o kıza hep yiyecekmiş gibi bakarım. hemcins olsam bile. *
bir de renk isimleri koyanlarda var. pembe gibi...
ulaşmak için yol kenarındaki uçurumlardan insanın ödü kopar. bir de dardır o yollar. otobüsle falan da çıkılabiliyor ve nasıl izin veriliyor anlamış değilim. düştük düşeceğiz gibi...
fakat ulaştıktan sonra o heyecana değiyor. muhteşem doğa, arnavut kaldırımları, tertemiz havası, evlerin sıralanışı, şarapların sıralanışı ve ''al beni al beni'' diye bağrışmaları falan. severim orayı ben ohh miss.
-yüksek yastıkla uyuyamamak. başka seçenek olmasa bile yastıksız yatmayı tercih etmek.
-horlayan insana uyarıldığı halde devam ediyorsa şiddet uygulamak.
-sözlük ortamında ve kompozisyon yazarken hariç aslında noktaları her zaman çift kullanmak. ve bunu takıntı haline getirmek.
-sakızı şapır şupur çiğneyen kim olursa olsun ondan soğumak ve kalbini kırmak.
-dışarılar da sevgilinin aldığı çiçek ile yollarda dolaşamamak.
saat 5 civarında... güneşli bir hava fakat ilk baharın başlarında... mutfaktayım. hiç bir yerden destek almadan gözlerim kapalı açık pencerenin önünde sessizliği dinlerken, esen rüzgarın tenime dokunup saçlarımı dalgalandırdığı an da arkamda hissettiğim nefes... ben hep varım dercesine elime dokunan el...