benim de dahil olduğum gerizekalılar topluluğudur ve hatta bazı gerizekalılar oturup bir sene çalışır; fakat doğru çalışma yöntemi bu değildir, verimli çalışma şu şekilde olur:
sınavın cumartesi günü olduğunu varsayalım:
1-cuma günü sabah 5 gibi kalkılır, namaza gidilir.
2-namazdan gelinir, gül kokulu esans sürülüp sağlam bir kahvaltı yapılır.
3-sınava girecek uzaktaki arkadaşlar aranıp, ahde vefa edilir.
4-öğlen olduğunda namaza gidilir ve tüm cemaatin göreceği şekilde camiye yardım yapılır.
5-cemaatten arkadaşlarla buluşulup hoca efendi dinlenir, gerekirse ağlanır!!!
6-akşam yemeği yenir ve ajansı almak için internete girilip samanyoluhaber açılır.
''hahahahaha yine kaçırdın aşkım'' diyerek kahkahalar attı.
Ulan bir türlü yakalayamamıştım sik kadar fareyi. Önce delikten kendini gösteriyor, biz herhangi bir tepki göstermezsek cesaret buluyor biraz daha çıkartıyor gövdesini ama çok küçük de olsa bir tepki gösterirsek hemen geri deliğine kaçıyordu.
Çocukluğuma dayalı bir korkusu vardı farenin bende. Mersin'de yaz aylarında sokakta bile karşılaşabiliyordunuz farelerle, sıcaklık gölgede 45 derece ama tabi çocuğuz o zamanlar siklemiyoruz sıcak soğuk.
Mahallenin bizden yaşça 3-5 yaş büyük soytarı abisi ''koşun lan kıstırdım mınakoduğumun faresini'' diye bağırdı. Biz de hemen koştuk tabi, gerçekten de kıstırmıştı fareyi. Fare her tarafı beton olan küçük bir deliğe girmişti, kaçacak yeri kalmamıştı, bizim soytarı abi de eline bir değnek almış fareyi bir o köşeye bir bu köşeye kovalıyordu. Baktım kaçacak yeri yok farenin ''abi öldürmesek mi'' dedim. O da bana dönüp ''öldürmeyelim de ilerde anamızı mı siksin'' dedi. Anlayamamıştım, anlattı:
''olm bu fareler gittikçe büyüyorlar hiç ölmüyorlar, en sonunda da fil oluyorlar''dedi, ardından da ekledi: ''sen hiç fil gördün mü hayatında'' dedi. Birkaç defa televizyonda görmüştüm gerçekten de çok büyüktüler. ''tamam abi o zaman hemen öldürelim'' dedim. Sen öldürebilir misin memcos?'' diye sordu. Cevabım netti: ''anasını bile sikerim''
Yıllar geçti tek çalıştığım ofisin yan duvarlarına koruma amaçlı ahşaptan korumalık yapılmıştı, eskimiş ahşapların içinden her daim ya fare sesi ya da envai çeşit böcek sesi gelirdi. Farelerin büyüyünce fil olmadığını artık öğrenmiştim ama yine hafif bir korku vardı bende farelere karşı, onları her gördüğümde filler aklıma gelirdi.
Öğleden sonra olmuştu ofiste tek başıma çalışıyordum, sevim aradı, sesini duyunca özlediğimi anladım. ''napıyorsun memcos çok sıkıldım gelsene'' dedi. Ben de işimin daha çok olduğunu onun gelmesini söyledim. O gelmeden işleri bitireyim de sevdiceğimle rahat rahat muhabbet edeyim dedim kendi kendime.
Sevim sevgilimdi. Orta boylu kızıla boyanmış saçları ve laf aramızda biraz tiki diye tabir ettiğimiz kızlar sınıfına giriyordu, maddi durumu çok iyi değildi ama yemek yemez marka giyinir, aşk-ı memnu izler, how l met your mother çok kafa dizi yhaaa tavırlarında gezer, kendine güvensiz biridir fakat konuşmalarına bakınca burger king'lerdeki şeflerden hiçbir farkı yoktur. Ben bunları biliyordum ama sevim'i bana çeken ismi gibi sevimli bir hali vardı yoksa ben de çekmezdim onu, ama işin açığı seviyordum sevim'i.
Sevim geldi ama hala işleri bitirememiştim, bir boynuma sarılıyor, bir bilgisayarın mouse'uyla oynuyor, işi bitirmemi engelliyordu, ikna ettim;15 dakika bekle işi bitireyim rahat rahat muhabbet edelim'' dedim. Oturdu bir kenara işimi bitirmemi bekliyordu ki birden bir ses yükseldi sevimden ''ayyyyyyyyyyyy fare aşkım, sen daha öldüremedin mi bunu'' diye bağırdı. Hemen yerimden fırladım içimden ''şimdi senin ananı siktim mınakoduğumun faresi'' dedim ve ofiste yerleri temizlemek için kullandığımız fırçayı çıkarıp fareye doğru yürüdüm, fareden korktuğumu sevim'e belli etmeyerekten; ama fare deliğine kaçalı çok olmuştu, yakalayamadım, o arada sevim:
''hahahahaha yine kaçırdın aşkım'' diyerek kahkahalar attı.
Fareye daha çok sinirlendim, sevdiğim kızın yanında rezil etmişti beni, elimde uzun sapıyla fırça, deliğin başında beklemeye başladım ama nafile ne gelen var ne giden tekrar yerime oturdum. işimi de çabucak bitirip muhabbete daldık sevdiceğimle , tabi muhabbet yine aynıydı ''ne zaman terfi edeceksin memcos, ne zaman doğru dürüst bir işin olacak, biz ne zaman evleneceğiz'' sorular hep aynıydı sadece değişen cevaplardı ''biraz daha sabret canım müdürle konuştum geçen hafta bir cevap verecek, ben olmasam bu işyeri dönmez, benim değerimi biliyorlar'' gibisinden cevaplar veriyordum, o tatmin olmasa da tatmin oluyor numarası yapıyordu anlıyordum çok fazla sabredemezdi ama yapacak hiçbir şeyim yoktu, elimden bir şey gelmiyordu ama onun da benden bu iş ve maaş meselesi yüzünden yavaş yavaş soğuduğunu seziyordum.
***
Hava o gün kapalıydı, ben ise bir yandan sevim'i ve geleceğimizi düşünüyor bir yandan da işlerimi bitirmeye çalışıyordum, derken sevim aradı birden mutlu olduğumu hissettim ve sesini duyar duymaz da özlediğimi anladım; ama sesi hiç de benim sevim'imin sesi gibi değildi, zaten hemen de konuya girdi, ''memcos ben artık yapamıyorum ya evlenelim, ya da ayrılalım'' dedi.
Dur bi Dakka amk mantık hatası var bu cümlede ayrılalım diyen insan evlenelim demez, evlenmek isteyen ayrılmaz. Bu nasıl cümle lan hem de benim sevim'im söylüyor bu siktiğimin devrilmiş cümlesini.
''peki sevim evlenelim o zaman sen de haklısın çok uzattık meseleyi'' dedim.
Tabi sevim yapıştırdı soruyu:
''üç kuruşluk maaşla nasıl evlenelim memcos'' dedi. ''biz birbirimizi seviyoruz sevim, para nasıl olsa bulunur'' dedim, Olmadı ikna edemedim. Son kez bir çabayla ''dur sevim müdürle konuşayım durumu açık açık anlatayım halden anlar belki'' dedim. O da bana''yükselse ne kadar yükselir Allah aşkına memcos'' dedi. Belli''ya ayrılalım ya evlenelim'' derken aslında ''ayrılmak istiyorum'' diyordu.
Sordum:
-Açık açık konuş sevim ne istiyorsun?
+sen bana cenneti verebilir misin memcos ?
-biraz duraksadıktan sonra-
+cenneti veremem belki ama cehenneme gidiyorsak beraber gideriz.
-kelime oyuna yapmam memcos bana olmuyor işte sen de görüyorsun.
* * *
Hiçbir şey olmamış gibi işime kaldığım yerden devam ettim, o arada ofisteki fare deliğinden çıkmış etrafa bakıyordu, elimdeki telefonu fareye doğru fırlattım hemen içeri kaçtı.
Allah'ım bu nasıl bir acıydı tek sevdiğim kadın ''ya evlenelim ya ayrılalım'' diyor, ''evlenelim'' diyorsun türlü bahaneler uyduruyor.
Bir saat kadar tek başıma oturdum ofiste, herkes çıkmıştı işyerinden bir tek ben kalmıştım, ben de çıkıp tekel büfesine gittim bir bira aldım gazete kağıdına sardırdım, küçükken bira içenlere sırf o gazete yüzünden özenirdim, sonra ''ulan ne özenti adamım ben böyle'' deyip kendi kendime kızdım. Tekel büfesinden 10-15 metre uzaklaştıktan sonra tekrar tekel büfesine dönüp bir de marlboro aldım, normalde Winston soft içerdim ama marlboro bir nevi kızgın olduğum zamanlarda kendime kıyak yapmak anlamına geliyordu. Tekrar ofise döndüm, nefes alamıyordum göz göre göre sevdiğim gidiyordu avuçlarımdan, ne yapacağımı şaşırdım, telefonu elime alıp fanatik Galatasaraylı Ersoy abimi aradım ''ne oldu memcos'' dedi. Durumu en ince detayına kadar anlattım ve sonuna ekledim ''ben onsuz yaşayamam abi'' dedim. O da bana ''ne kadar sevdin sen memcos'' dedi, sesimi çıkaramadım değer biçemedim sevgime, sonra tekrar sordu ''galatasaray kadar mı memcos?'' dedi,''galatasaray kadar abi'' dedim, tek ölçüsü galatsaraydı Ersoy abimin, biraz üzücü fakat gerçekçi konuşurdu Ersoy abi. Ve anlattı bana:
''memcos bak şimdi siz ayrıldınız ama acıyı sen çekeceksin o değil, kadınlar eski sevdiklerini üst üste koyarlar ama erkekler yan yana, erkekler hepsine ayrı bir değer biçer ama kızlar yenisini bulana kadar''dedi ve ekledi ''sakın ağlama, erkekler ağlamaz, sadece montunu alıp dışarıya sigara içmeye gider'' dedi.
Beynimden vurulmuşa dönmüştüm, Ersoy abim acı konuşur ama doğruları konuşurdu, ne dese ilerde karşıma çıkardı, kabullendim.
***
Sevim'den ayrılalı üç ay geçmişti, terfi etmiştim, artık evlenecek kadar para kazanabiliyordum hatta daha da fazlasını. Sevim aradı: ''memcos sensiz olmuyor, sensiz olduğum günlerde senin değerini bir kez daha anladım'' dedi. siklemedim, telefonu kapattım.
Telefonu kapatır kapatmaz fare kendi deliğinden dışarı çıkmıştı bir süre onu izledim, daha sonra dışarı markete gittim, bir kilo tulum peyniri aldım, fare deliğinin girişine 100 gram kadarını koydum, diğer gün geldiğimde hepsi bitmişti, hepsini yemişti farem, artık daha da çok besleyecektim onu, çünkü büyüyünce fil olacaktı benim farem.
O an hayatın anlamını anladım, tek anlamı vardı hayatın:para-para-paradise
öğleden sonra olmuştu, iş başımdan aşkındı, yeter amk sikecem yapacağınız işi deyip kendimi dışarı attım.
nereye gideceğimi kesinlikle bilmiyordum, tek amacım iş yerinden biran önce çıkmaktı. işler sarpa sarmıştı, muhasebe departmanına yeni alınan volkan iyi biriydi ama işini doğru dürüst yapamıyordu. bende daha ilk günden bağırıp çağırıp işten soğutmak istememiştim. aslında hep böyledim ben, birilerine içten içe kızar ama ona belli etmez, kendi kendimi yerdim, yine öyle yaptım. tam kapıdan çıkarken güvenlik görevlisi ve yaşı benden bir hayli fazla olan zeki abiyle karşılaştım, normalde her kapıdan geçtiğimde selam verirdim ona. gözgöze geldik ama selam vermedim. kapıdan 10-15 metre uzaklaştıktan sonra bir şey unutmuş gibi yapıp hızlı adımlarla odama yöneldim; amacım, tekrar dışarı çıkarken zeki abiye selam vermekti. kapıdan tekrar çıkarken tekrar karşılaştık. ''napan be zeki abi'' dedim. o da ''sağol memcos'um sen napan, moralin bozuk duruyor nereye böyle'' diye sordu. ''hiç be abi şöyle bir dolaşacam, bunaldım abi'' dedim.
zeki abiye de selam verme görevini tamamladıktan sonra artık dışardaydım ama nereye gideceğimi kesinlikle bilmiyordum; ama ayaklarım bana inat ve kendinden emin bir şekilde ilerliyordu. köşedeki büfeye gittim gündüz gündüz bir bira aldım gazeteye sardırdım küçükken bira içenlere sırf o gazete yüzünden özenirdim, sonra ''ulan ne özenti bir adamım ben böyle'' deyip kendime kızdım. yine 10-15 metre uzaklaştıktan sonra tekel büfesinden geri dönüp bir de marlboro aldım; normalde winston soft içerdim ama marlboro bir nevi kızgın olduğum zamanlarda kendime kıyak yapmak anlamına geliyordu.
biraz daha yürüdükten sonra kendime bira içecek yer aradım. ulan amk gündüz gündüz de görecekler ayyaş zannedecek millet diyerek de kendi kendime söyleniyordum. ara sokakta bir yerde küçük bir park gördüm oldukça da eğilmiş yaprakları neredeyse yere değecek olan bir ağaç, benim tam aradığım yer dedim kendi kendime. hemen ağacın altındaki banka oturup biramı açtım. aslında tam olarak park denemezdi bulunduğum yere sadece bir tane kaydırak vardı, o kaydırakta da kayan bir kaç küçük. anneleri de parkın kenarında oturup onları izliyordu. ara sıra ''yavaş kay kızım, koşturma oğlum'' gibisinden uyarılarda bulunuyordu ama çocukların dinlemediğinin kendileri de farkındaydı.
bi ara gözgöze geldik çocukların annesiyle bana iğrenerek baktıkları belliydi. aslında hak vermedim değil onlara öğlen saatinde elinde birayla biri her ne kadar masumane de olsa çocuklarını izliyordu. rahatsız olmasınlar diye arkamı döndüm bir tane de sigara yaktım. sonra kendi kendime ''ulan yaşım kaç oldu, evlensem şimdiye benim de çocuklarım olurdu'' diye iç çektim; ama olmazdı ki şu ana kadar tek sevdiğim kadın olan meltem, vermişler biz o zamanlar züğürt gezerken jandarma okullar komutanlığı'ndan yeni mezun bir astsubaya, işi var sonuçta demişti annen iki sene doğuda yaşarsın sonra batıda evinin hanımı olurmuşsun. oldun mu lan meltem evinin hanımı oldun mu? ulan bak yine aklıma geldin sikicem artık sen gittikten sonra kan pompalamaktan başka bir boka yaramayan siktiğimin kalbini. en rockcı zamanımızda arabeske bağlattın bizi. ulan okul da bitmiş 8-10 ay bekle belki biz de girecez işe, ulan daha 22 deydin evde de kalmamıştın. hıı tabi sen öyleydin anneni kıramazdın. gerçi ben işe girdikten sonra annen ayak yapmış, memcos gelip istese verirdim, severim iyi çocuktu demiş, ama meltem sen de bilirsin annen beni hiç sevmedi, peki sen sevdin mi lan meltem? cevap belli amk sevmedin, sevsen gider miydin? giderdin giderdin, çünkü kıramam ben annemi derdin.
sen gittikten sonra ben hiçbir bok yapmadım meltem, şarkı da dinlemedim seni hatırlatmasın diye ama eski bir kitapta buldum geçmişimizi bizim çocukluğumuzda yazılmış, sanki bize yazılmış.
--spoiler--
Sülün abla senin kıymetini o astsubay bilmez
Perdenin aralığında görmedi ki seni
Evlendiniz sen de lök diye soyundun
Kostüm zorlama ışık berbat
Hiçbirşey sahiden olmuyor
Ama bizim filmimiz öylemiydi seninle
Yatardık sotaya pencerenin önüne
Ürpertir soğuk gece şehvet neyse işte
Senin odanın ışığı yanar
Nasıl çapkın yüzlük bir ampul
ilk gülme efekti belirir gecede
Hemen susturulur kıkırdayan bizzat gece tarafından
Bir an kaybolur odanın kırsalında
Oyalanırsın on saniye kadar
Derken bir dönersin ki bizim perde aralığına
Allahım sutyen katına!
Ve sülün bir beyaz sutyendir ergenlik çağımın adı
Hani senin astsubayın görmediği bile
Hani o gerdek karanlığında alelacele çıkarıp
Yastığın altına tıkıştırdığın
Ben sende kadın meselesini sevdim biliyor musun?
Şimdi bırak bu ayakları diyeceksin
Ama samimi söylüyorum
Senden öğrendim tenimde kadın ne iş yaparmış
Eyvah dedim ben şimdi hep bundan isterim
Eteği de mi çıkardın
Yok canım bu kadarına dayanmaz
Uzayan sokağın abazanları
işte düşleri de gerçeği de öldürecek kadar soluk
Ve bir son yazısı kadar sevimsiz gecelik
Örttü meselenin üstünü.
Yani demem o ki sülün ablam
Biz bilirdik kıymetini
Astsubaya verdiler o başka
Bir fiyakayla geldiler seni istemeye
O zaman sıteyşın reno yeni çıkmış
Bagaj kısmında çocuk taşımak marifet o zaman
işte besili papyonlu bir yeğeni oraya çıkarmışlar
Sen de bizim arabanın kafa sallayan köpeği ol misali
Gittin netice
Sıteyşın bir kederle
Bir daha ne senin kıymetin bilinir
Ne de biz yatabiliriz herhangibir kişiyle
Senin beyaz sutyenin olmadan...
--spoiler--
nedense okudum, okudum hep bunu okudum belki de yazandan çok daha fazla okudum. fanatik galatasaraylı ersoy abimin ''ulan ben galatasaray'ın uefa maçını hakan şükür'den daha fazla izledim'' dediği gibi ben de hep bunu okudum.
çocuklar parkta oynamaya devam ediyorlardı, onlara doğru döndüm, aralarına yeni çocuklar da katılmıştı, ulan o da neydi yeni katılan çocuklardan birinin saçları aynı seninki gibiydi. ulan meltem şimdi düşünüyorum da ben senin en çok saçlarını severdim, ben senin saçlarını severken sen gözlerini kapatırdın. allah'ım bundan daha büyük bir mutluluk var mıydı? ulan bizim kızımız olacaktı be mini etek giydirecektik, kendi kendine oyun oynarken eğilince bezi görünecekti, ulan en büyük mutluluğumuz bu olacaktı ama sen gittin netice de verdiler astsubaya.
şimdi daha net düşünüyorum da ben senden çok senden olacak kızımızı seviyormuşum. saçları seninki gibi olacaktı bir nevi senin 1 /20 küçültülmüş halin. her şeyiyle senin kopyan olacaktı. şimdi bakıyorum da feysbuk'a kızın olmuş ama aynı babası şerefsizim sana hiç benzemiyor, saçları kıvırcık babası gibi. hııı hiç öyle mutluyuz pozu vermeyin feysbuk'ta, duydum aranız bozukmuş, gerçi banane meltem onu siz düşünün, ya da ne bileyim astsubay düşünsün. astsubay demişken doğu görevi bitti mi senin astsubayın, batıda evinin hanımı oldun mu?
bugün bir çocuk parkında karşılaştım kızımızla sevgilim, saçları aynı seninki gibiydi.
senin kıymetini vallahi de billahi de ben bilirdim be meltem ama astsubaya verdiler o başka.
o değilde doğu görevi bitti mi? Batıda evinin hanımı oldun mu lan meltem?
sabahtan akşama kadar telefonun başında bekletir insanı.
yemek yerken bile sofraya telefonla otutturur adamı.
mutsuzluk yüzünden rahatça okunuyordur, gerginlik diz boyu.
sadece içmek istersin ama içince de kendine güvenemez aramaktan korkarsın.
inat eder aramaz, aklından geçirirsin belki de hiç aklına gelmiyorumdur diye.
ders çalışamazsın, yemek yiyemezsin iştahın kesilir, feriştahın sikilir.
kendini aciz, muhtaç gibi düşünmeye başlarsın.
ama aramayacam diye de inat edersin.
tam unuttum dediğin bir anda aklına gelir.
mesaj sesiyle bir umut kaplar beynini, hızlıca telefona sarılınır.
mesaj:haftsonu vodafonlularla konuşmaya ayda ortalama 7,9 tl ödüyorsunuz. sadece ek 1,1 tl ödeyip, haftasonu şebekeiçi 2000dk almak için haftasonu yazıp 7580e gonderin.
isyan edersin allah'a dur ulan ben arayacam dersin ama gurur ağar basar arayamazsın.
sonra yine içki gelir aklına, içersin, içersin, içersin.
içerken bir mesaj daha gelir telefonuna, yine heyecanlanırsın.
mesaj:değerli müşterimiz xxxxxxxxxx nolu internet hattınız ödenmemiş 141.75 tl faturasından dolayı kapanmıştır. ödemenize takiben hattınız açılacaktır.
ağzına sıçar bu mesaj, yutkunursun elinden bir şey gelmez.
iyice damara bağlarsın birden hayallere dalıp yaşadığın güzel günler gelir aklına, sırıtırken yakalarsın kendini, birden silkinip kendine geldiğinde gerçekle başbaşa kalır, ağlamak istersin ağlayamazsın.
içkinin de artık sonları gelmiştir yeni içki alacak para zaten yok, mutsuzluktan yorgun beden uyumak ister, kaçmak için gerçekten.
içki bir dikişte bitirilir ve yatağa uzanılır uyumak için, kendi kendine hayal edersin şimdi bir mesaj gelse de dünyanın en mutlu adamı olsam.
tam uykuya dalacakken bir mesaj sesi gelir kulağına hayal mayal, ulan saat gece 12'yi geçti bundan sonra operatör mesajı gelmez dersin, kalkıp bir hırsla telefona koşarsın.
mesaj:xxxxxxxxxxxxxxxx nolu kartuş kartınızdaki toplam 32.74tl puanın 10.41tl'sinin geçerliliği 19/12/2011 de bitiyor. puanlarınız silinmeden harcamayı unutmayın!
bu sefer hakkaten küfür edersin mavi markasına da kıvanç yavşağına da artık mavi'den alışveriş yapmamaya karar verirsin.
ve kendini uykunun kollarına teslim edersin.
gece birdenbire uyanırsın alkolden mide bulanmakta, idrar torbası baskı yapmaktadır.
bir hırsla tuvalete gidip hemen geri gelmeyi ve yatmayı düşünürsün.
öyle de yaparsın ama yatmadan önce ışıklar sönünce bilekberi'nin kırmızı ışığının sana göz kırptığını görürsün.
vodafone'da ttnet'e de mavi'ye de küfür edip mesaja bakmadan yatarsın.
sabah kalkıp kendine kızarsın, beni bu hale sokan kıza neden hala aşığım dersin.
biraz aklı başındalıkla ''unutacam artık yeter ben güçlüyüm'' dersin.
çıkıp balkona derin bir nefes alırsın, sağlam bir kahvaltı yaparsın.
daha önce hiç yapmadığın halde gidersin gazete alıp gelirsin.
bir neskafe üçü birarada alıp marlboro'yla içersin.
melodini sikim ya el yelil, yelil yelil...doğum gününde bu arapça parçayı çalmayanı sikiyorlardı. hatta bi keresinde neyse..
* hediye olarak evden biblo veya az kullanılmış mendil götürülürdü.
* yaş pasta alınmaz evde yapılırdı, hatta çoğu zaman yaş pasta değil kek yapılırdı, kek kalıpları modaydı o zamanlar.
* mutlaka doğumgünü partisinin bi yerinde duygusal bir dans müziği açılır ve çekingen çocuklar utandırılırdı.
* hoşlanılan kıza artislik yapmak için saçma sapan hareketlerle rep yapılırdı.
* yine o zamanların modası makarino* çalınır ve saçma sapan figürlerle klibindeki el kol hareketleri taklit edilirdi.
* kolayı içmeye alışık değildik tabi ya da o zamanlar kolada asit fazlaydı çünkü kola mutlaka burnumuzdan gelirdi, ya da ne bileyim biz içmesini bilmezdik.
* velhasıl kelam 90'lar iyiydi ama şu şarkı olmayaydı daha iyiydi o değilde sevmiyosun ama coşturuyor amınısikim.
evet yanlış duymadınız bir ankaragücü galatasaray maçı sırasında bu adam galatasaray'ın bir şutu sonrası bu kelimeyi sarfetmiştir. bende ölü ölmüştür, yangın yanıyor diye dalga geçmiştim.
varan 2: mustafa sarp ayhan akman barış özbek muhteşem üçlü bence
evet yanlış duymadınız ironi yapıyor heralde dedim, konunun üzerine gittim, yok efendim bildiğin ciddi adam.
varan 3: (geçen sene) ikinci ligteki takımım mersin işallah süper lige çıkar dedikten 10 dakika sonra mersin-tavşanlı linyit maçı sırasında linyit'in golüne deliler gibi sevindikten sonra. nasıl koydu ama mersin demişliği vardır.
varan 4:muslera bu sene 9 gol yedi, serkan kırıntı'lı hiç gol yemedi, serkan kırıntılı daha iyi kaleci ben sonuca bakarım dedi. evet yukarıdaki cümleyi umarsızca kullandı. ben de gerçekler acıdır abi ama baklava? neyse...
varan 5: biz sizden büyüğüz olm maradona'yı canlı canlı izledik biz dedi. tabi ben de şaşırdım. vay be abi gerçekten mi dedim italya'ya mı gittin sırf onun için dedim ve malesef yanıt şu oldu. 'yok olm trt'de izledim, o zamanlar tek kanal vardı bilmezsiniz siz' dedi. ben sustum, başka çarem kalmamıştı.
ek notlar:
1)halısaha maçlarında hep kaptan havasında takılır, talimatlar yağdırır ama malesef takımın en kötü oyuncusudur ve gözlükleri olmadan net göremediği için devamlı faul yapar. bunu üzerinde siz faul derseniz, cevabı hazırdır: 'sen hiç lugano'yu izlemedin heralde?'. ben de özür dilerim abi derim barışırız.
2)(dünya kupası zamanlarında) akşam gelin eve bizde izleyelim maçı der. biz de abi bira ısmarlarsan geliriz deriz. o da gereksiz bir özgüvenle; tabi olm misafirimsiniz biralar benden der. evinde yaklaştığımızda nezaketen ararız abi bir şey lazım mı diye sorarız. tabi cevap hazırdır. yavv 7-8 tane bira alsanız süper olur der. mejburen alır evine gideriz. asıl bomba sonra gelecektir: ''yav kusura bakmayın gençler ben digitürk'ün bu ayki faturasını yatırmayı unutmuşum der ve maç yatar.
3) herhangi bir halısaha maçı sonrasında ''sikecem oynadığınız topu bir daha sizle maç yapanı siksinler'' der evet her halısaha maçından sonra mutlaka der bunu ama bir hafta sonra herkese feysbuktan mesaj atar. mesajda aynen şu yazmaktadır ''nasıl gençsiniz siz amk bir halısaha maçı ayarlayın da yapalım ''.
4)futbol erkek oyunu oğlum der ve rakibine sert dalar ama maçın sonlarına doğru kondisyonu iyice düşünce ''biraz sakin oynayın olm gerçek maç mı yapıyoruz sanki'' der.
özet:cok acayip sey abi, abi diyorum çünkü benden yaşlısın. sesin çok yüksek çıkıyor, biliyorum ki sesinin bu kadar yüksek çıkmasının sebebi futbol adına bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. benim sesim bu kadar yüksek çıkmayacak bunu da böyle bilesin. söz futbola gelince oynamayı çok iyi bilirsiniz, plajlardaki 5 yaşındaki çocukları kendi kendine spikerlik yapıp hagi hagi diyerekten çalımlamayı çok iyi bilirsin. sizin mahalle takımında kaptanlık yapmış olan iki zibidinin bana önemli lafları vardır. ayağıma topu aldığımda o küçük çocukları çalımlarken kendimi bir başka mutlu addediyorum diyen mahalle kaptanlarınız olmuştur ve bana sayılar veriyosun, isim de veririm, merak edenleriniz vardır belki. bu adama sözlükte alkış tutanları da ayrıca kınıyorum. çünkü bu çocuklara çalım atanları, kalkıp da alkışlamak öyle zannediyorum ki o da ayrı bir insanlık suçudur. bakınız burada bir gerçeği bir kenara atamayız, ben burada çok not aldım ama bu notların hepsini cevaplayacak fırsatım yok. fakat ben buradan sadece size iki söz söyleyeceğim. bir bir bir sözümü kesmeyin. futbolu kitabı 6. madde çalım atmayacaksın diyor. burada o küçücük çocuklara çalım atma var. iki bakın bu da çok enteresan roberto baggıo: cok acayip sey'in barbarlığı zalimliğinde çok ötesinde bir şey, eski bir futbolcu. bunun yanında sizin mahallede top koşturan mahmut abi: bir türk gazetesi bulvar'da şunu söylüyor: haydut bir futbolsever olduğunu söylüyor.
son olarak sana da çok teşekkür ediyorum, benim için de bundan böyle geleneksel bursa halısahalar bize dar zirvesi bitmiştir daha da bursa'ya gelmem, bunu da böyle bilesin. siz entry yazdırmıyorsunuz 25 entry girmişsin. 12 entry girmişim olmaz!!!
24 eylül cumartesi günü saat 16:00'da mersin tevfik sırrı gür stadında oynanacak maçtır. mersinimiz ankaragücü ve antalyaspor deplasmanlarından sonra ilk iç saha galibiyeti için sahaya çıkacaktır.
yohh başlık yanlış değel ben öyle açtım. ayştaynlık yapmayın sikerün.
birden kendime geldim noluyor bir kız gider diğeri gelir dedim kendi kendime. sabah dinç uyandım, yataktan kalkar kalkmaz bir iki vücut hareketi yaptım evet bugün onu unutmaya kararlıydım.
yüzümü yıkadım hatta kahvaltıda hiç sevmememe rağmen ballı süt içtim hani şu sağlıklı yaşıyom diye hergün içen gerenksiz adamlar gibi, balkona çıktım güneşli güzel bir hava filmlerdeki gibi ellerimi iki yana açıp ciğerlerime oksijen doldurdum. sonra ohh be hayat ne güzel amk kendine yaşıyacaksın birader, her şeye üzülürsen 40 yaşında çökersin dedim.
evet ulan bugün farklı bir gündü.
çarşıdaki çayocağına gidip bir çay söyledim, aldım spor gazetesini okumaya başladım, manşette galatasaray'ın 0-2 yenildiği yazıyordu. fanatik galatasaraylı olan ben buna da üzülmedim ''olsun amk haftaya yeneriz dedim'' hiçbir şey moralimi bozamazdı, sabri'nin kaleyi bulmayan şutu bile. hiç sevmediğim adamlar geldi oturduğum yere ''ooo kardeşim nasılsınız ne zamandır görüşmüyoz dedim ve çaycıya bağırarak ''çay getir abilerine benden'' dedim ve hatta bikaç el göt şakası bile yaptım sevmediğim adamlarla ve hatta biri fanatik fenerliydi cimbom'u eleştirdi, haklısın abi bizim takım tam oturmadı dedim, çok pozitiftim amnskym. askerdeki bir arkadaşım aradı ''memcos para sorunum var yardım et dedi''. yavv kardeşim sorun etme böyle şeyleri ayarlarız bişeyler senin halın keyfin nasıl para mühim değil dedim. hatta kaç para lazım dedim, 50 tl dedi, hesap numaranı gönder 100 tl gönderecem dedim cebimdeki son sigara parasını bilmiyormuş gibi ama olsundu amk o hiç aklıma gelmiyordu her şeyden önemlisi buydu.
evet ulan evet farklı bir gündü.
aradım arkadaşları akşam okeye gidelim lan dedim. gittik. taş çaldım, sayım az ise kola içtim rakiplerime gıcık vererek, sayım fazla ise çay içtim. hayat güzeldi amk hiç aklıma gelmiyordu. okey bitti bikaç muhabbetten sonra eve geldim, evde de her şey iyiydi saçma salak programlar izledim, açtım feysbuktan millete saçma sapan yorumlar yaptım, dürttüm. daha sonra ne var ne yok diye açtım sözlüğü ve ne olduysa o anda oldu amk.
sol çerçevede dördüncü nesil ile ilgili bir başlık. benim de çok önceden dördüncü nesil başlığıyla ilgili bi yazım vardı acaba ne yazmışım diye bakmak için başlık arama boşluğuna dördüncü nesil yazacaktım ki sadece d yazıp donakaldım.sebebi şuydu.
onla ilk tanıştığımızda ismini sözlükte arattım, baş harfi ''d'' ile başlıyordu ve şimdi dördüncü nesil yazmak için ''d'' harfine basınca birden ismini karşımda buldum. her şey başa döndü gerçekle tekrar yüzyüze geldim ve şimdi yeni rakıyla beraber yazıyoruz bu yazıyı.
hiçbir inandırıcılığı olmamasına karşın şakirt abiler tarafından uydurulan cemaate bağlama amaçlı ve daha sonra uyduran kişi tarafından inanılabilitesi yüksek masallardır.
şimdi birgün hoca efendimiz amarikada'ykene amarika başkanı yanıma gelsin diye buyurmuş.
bir haber salmış gelmemiş.
iki haber salmış gelmemiş.
üçüncüsünde hoca efendi kızmış gelmezse sidikliğini bağlarım demiş.
yine haber salmış gelmemiş, hoca efendimiz iki dua okuyup koskoca amarikan başkanının sidikliğini bağlamış mübarek biliyon mu?
ulan yeter be dedim o zamana kadar üniversitede en yakın arkadaşım sandığım adama. hep alttan alan bendim, hani derler ya herkesin bir patlama noktası vardır diye benim ki de gelmişti sanırım.
siktirdi gitti. o daha önce bana patlamıştı ama ben siktirolup gitmemiştim, haklı da olsam alttan alıp tamam abi demiştim. her neyse sorun şuydu herkesle hemen arkadaş olan ben her zaman bir dosta ihtiyaç duymuştum ve bursa'daki son senemde tek dostumu da kaybetmiştim. geriye bakıp suç bende değil deyip de kendi vicdanımı rahatlatmaya hiç çalışmadım, çalışmam da.
ve bunalımla geçen 2 ay okulun bitme telaşı, kpss, yeni bir hayata atılma kaygıları bitiriyordu beynimi. hani en boktan zamanında allah'a daha çok ihtiyacın olduğunu hissedersin ya işte öyle bir zamanda girdi hayatıma sözlük, bir nevi sosyal hayattan kurtulma çabası benimki, çünkü ailemden başka kimseden fayda gelmeyeceğine inanmıştım artık.
dün gibi hatırlıyorum bursa'da hava bozuk sözlüğe girdim zaten 3 senedir üyeydim sözlüğe arada bir girer çıkar kafa dağıtırdım. sözlükte sıkılmış sağı solu karıştırırken zirvebox'a girdim ve geleneksel bursa halısahalar bize dar zirvesini gördüm. daha önceleri de girer bir sürü zirveye kayıt yaptırır ama hiçbirine gitmezdim.
2 gün sonra tekrar girdiğimde sözlüğe mesaj gelmişti
mesaj: yarınki halı* maçına geliyormusun*
birden heyecanlandım anasını satayım o zamana kadar zirveye hep kayıt yaptırır gitmezdim ama onlar da bana hiç mesaj atıp davet etmezdi, dikkatimi çekti. başta ulan ne işim var bunların hepsi birbirini tanıyordur sap gibi ortada kalırım dedim. daha sonra ne olacak amk halısaha maçı gider topunu oynar kimseyle takılmaz gelirsin dedim kendi kendime ve can kodadlı can isimli yazara mesaj attım ''gelirim'' şeklinde. ulan ama nedense heyecanlanmıştım, bir sürü daha önce görmediğimiz adamlarla aynı ortamda olacaktım. acaba nasıl olurdu?
bir gün sonra gittim zirveye fena ortam değildi hepsi hemen hemen benim yaşlarda adamlardı, korkulacak bir şey yoktu taa kiii onu görene kadar. önce kırmızı arabasıyla yanaştı ortama, kimse onla ilgilenmedi sözlükçü değildir diye düşünüyorduk çünkü yaşı bizden en az 10 yaş büyüktü. bize doğru yaklaştı ve o arada şu müzik duyuldu.
merhaba ben cokacayipsey dedi. evet gerçekten de çokacayipbir şeydi.*
ilerde bu adamın hayatımı değiştireceğini nerden bilebilirdim?
her neyse zirve güzeldi ve ilk tanıştığım adamlar:
can
haricten gazelci
al o zaman yogurdumu da at
tool
kevin
herzamankafamguzel
cokacayipsey
salim ile mikael akerfeldt
pseco
uyeolmadanlinkigoremeyenadam
salca
brghtsde
citrix
bu zirveden sonra bursa zirveleri gelenekselleşti
bursa halı sahalar bize dar part 10 zirvesi
bursa halı sahalar bize dar part 9 zirvesi
geleneksel bursa halısahalar bize dar zirvesi
bursa carrefour cosmic bowling zirvesi
geleneksel bursa halı sahalar bize dar zirvesi
memcos'a jübile düzenliyoruz
kan veriyoruz mutlu oluyoruz zirvesi
geleneksel bursa halı sahalar bize dar zirvesi
mıkta toplanalım zirvesi
mık' ı zengin etmeye kararlıyız zirvesi
bursa halı sahalar bize dar (yaz sezonu açılış) zirvesi
bursa biz bu işi çok sevdik zirvesi
uludağ da mangal yapıyoruz zirvesi
fuleli oyuncular kollektif oynuyoruz bursa ligi
fuleli oyuncular kollektif oynuyoruz bursa ligi
sıradan bir bursa zirvesi
yeter lan halısaha zamanı
bursa hele bir gelin zirvesi
bursa biz daha ölmedik zirvesi
tekelspor vs kazanan takım son maç
napak toplanak mı kanka zirvesi
varsayalım zirve yapıyorum
ankara biz daha ölmedik zirvesi
3 nisan 2011 bursalı liseliler toplanıyor zirvesi
görükle de şarap içiyoruz vol
bursa biz daha ölmedik zirvesi iki
hakan balta'lar toplandık bursa halı saha zirvesi
ve adını hatırlamadığım bir tomar sözlük zirvesi yaptık ve birbirimizle arkadaş hatta bazılarımızla dost olduk.
okul bitip memlekete dönüp ulan biz allah'ın bursa'sında ne yaptık dediğimde aklıma hep sözlük geldi. çünkü unutturmadı sözlük kendini 4 sene beraber yaşadığımız adamlar bir defa aramazken veya işi düştüğünde ararken, sözlükten tanıdığım adamlar kontörü oldukça aradı, sordu, işi düşünce değil en zor zamanımızda aradı. onların başarılarına sevinir, başarısızlığına üzülür olduk. borç aldık, borç verdik, sevdiğimiz kızı anlattık, ağladık, içtik, sevindik, timsah yürüyüşü yaptık, haksız da olsa galatasaray'ı savunduk çünkü hepimiz galatasaraylı'ydık.
100 e yakın insanla yüzyüze görüştük, sevdik, sevildik. kısacası sözlük parçamız oldu böyle de olacaksa her zaman olsun.
3 tanesi benim için daha özel olan(skydancer, tool, pseco) tanıdığım benimle yüzyüze görüşmüş 100 e yakın sözlük yazarına selam ederim. iyiki varsınız.
birkaç kez gözgöze geldik. ben hatuna bakarken 5 yaşındaki küçük kardeşi de bana bakıyordu ama ben pek sallamadım ne de olsa küçüktü anlamazdı bu işlerden, adı berk.
ben bu bakışma olayını biraz daha abartınca bana doğru yürüdü. nedense heyecanlanmıştım, gittikçe yaklaşıyordu kalp atışlarımın hızlandığını hissettim. yaklaştı yaklaştı ve önümde durdu boyu belime kadar anca geliyordu, biraz eğilsene arkadaş dedi evet aynen böyle dedi. daha da heyecanlandım acaba ne yapacaktı?
eğildim
''ne var bizim tükkanda neye bakıyon?'' dedi. nasıl cevap vereceğimi bilemedim. nazlı yar ise uzaktan tebessüm ederek bize bakıyordu. birden ne olursa olsun deyip: ''ablana bakıyorum'' dedim. demez olaydım!!!
lafımı bitirir bitirmez sağ elini yumruk yapıp sol gözüme indirdi. birden doğruldum sol gözüme girmişti yumruğu ve sulanmıştı ağlıyorummuşcasına yaşlar akıyordu. nazlı yarim durumun ciddiyetinde değildi tebessümü kahkahaya dönmüştü. ne yapacağımı şaşırdım hızlı adımlarla eve geldim. aynaya baktım gözüm kıpkırmızıydı ve artık kabullenmeliydim sevdiğimin 5 yaşındaki kardeşinden düpedüz dayak yemiştim.
boşver dedi. internet var, telefon var, uçak var mesafeler artık kısa dedi. bir de bunun üzerine 'küreselleşmenin olumlu yanlarından faydalanmayacak mıyız canım' diye espri yaptı ama onun da gözleri benimki gibi doluyordu.
ilk tercihim olan uludağ üniversitesi ni kazandığımı duyduğumda çok sevinmiştim hemen ona haber verdim o da sevincinden havalara uçmuştu. plan belliydi o mersin üniversitesi'nde okuyordu zaten bir sene önce kazanmıştı benden. hazırlıkta okuyordu, ben de okulu uzatmazsam aynı zamanda bitirecektik okulu, sonrası malum ikimizde iş bulacağız tabi sonra ben askere gidip gelecem ve sonra ömrümüzün sonuna kadar birlikte olacaktık. evet plan buydu, planının işlememesi için de hiçbir sebep yoktu.
mersin'den ayrılıp bursa'ya gitme vakti yaklaştıkça tarif edilemez bir hüzün kaplıyordu bedenimi. 10 gün vardı çocukluğumdan beri ayrılmadığım mersin'den ayrılmaya. hadi mersin'i bırak o'ndan ayrılmaya. gideceğim gün gelene kadar her gün akşama kadar beraber olduk. yine bir mersinli olan mehmet coşkundeniz'in çocukluğundaki mersin'inden bahsederken dediği gibi: '' bisikletlerimize atlar gezerdik mersin'de nereye gittiğimizin hiçbir önemi yoktu, bütün yollar denize çıkardı''. biz de aynen öyleydik mersin oteli'nin önünde buluşuyor daha sonra ayaklarımız bizi nereye götürürse oraya gidiyorduk ki bu gittiğimiz yer genelde deniz kenarında bir çay bahçesi oluyordu. hiç susmadan palanlar yapıyorduk bir ay ben gelecektim mersin'e bir ay o gelecekti bursa'ya, çünkü daha fazlasına o da ben de dayanamazdık.
artık bursa'ya gitme vakti gelmişti. daha mersin'den ayrılmadan yanlış bir karar verdiğim kanısına varmıştım. keşke mersin'de mi okusaydım?, şimdi gitmsem mi?, yaptığımız planlar ne olacaktı, bu kadar güçsüz müydüm daha işin başından pes edecektim? elimde köksallar turizm'e ait bilet mersin'in iğrenç otogarı'nda beklemeye başladım. onun gelmesini istememiştim tek başına veda edecektim mersin'e de o'na da. otogardaki yarım saat bekleyiş sırasında otuz defa aklımdan geçirdim vazgeçmeyi ama dedim ya planlarımız, hayallerimiz vardı zor da olsa katlanmalıydık. kalbim sıkışıyordu acıdan ayrıca 1000 km'lik yol nasıl biterdi ya da biter miydi? otobüsün kalkma saati geldi koltuğuma oturdum ve o ara daha iyi anladım hakkaten ''soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçiliyor çocuk olmaktan''. otobüsteki herkes rahattı benden başka, ben sadece onu düşünüyordum. otobüsün kulaklığını kulağıma taktım ve bir ay boyunca yalnız dinleyeceğim türküyü dinlemeye başladım.http://fizy.com/#s/1ajcle
indiğimde bursa'ya kimse karşılamadı beni, kimseyi tanımıyordum ve ben iner inmez bursa'ya sonraki bir hafta boyunca neredeyse hiç dinmeyen bir yağmur başladı bursa'da. nasıl bir şehirdi bu böyle akdeniz'de yetişmiştim ben, biz de kışın bile bu kadar yağmur yağmıyordu. neyse iner inmez aradım o'nu sesi ağlamaklıydı, boşver dedim bak bugün 29 gün kaldı gelmeme. biraz daha konuştuktan sonra bu böyle olmayacaktı yatay geçiş yapacam söz dedim sadece 1 sene dayanalım sonrasında her zaman beraber olacaz söz. ikna ettim artık tek bir amacım kalmıştı yatay geçiş yapıp mersin'e geri dönecektim.
bursa'daki bir ay bir yıl gibi gelmişti bana zaman hiç geçmiyordu ama şimdi bunları düşünmenin zamanı değildi o'nunla vakit geçirmeliydim her dakikasını değerlendirmeliydim, öyle de yaptk zaten kaldığım 4 gün boyunca hep beraberdik ama yine veda vakti geliyordu. boşverdim gamsız oldum bindim otobüse tekrar geldim bursa'ya notları yüksek tutup mersin'e dönecektim.
bir ay daha geçmişti üzerinden artık gelme sırası ondaydı sabah telefon çaldı ve bursa'ya malesef gelemeyeceğini ankara'daki halasının hastalandığını söyledi ankara'da görüşelim diye teklif etti, çok sevinmiştim hem ankara'da da arkadaşlarım vardı hem o'nu hem de arkadaşlarımı görürdüm. ankara'da 10 gün kaldım ve birbirimizi görmediğimiz günlerin acısını çıkarıyorduk o 10 gün içerisinde. 10 gün sonra sınavlarda dolayı mejburen bursa'ya dönmek zorunda kalmıştım ama olsundu sınavlardan hemen sonra zaten mersin'e gidecektim.
seçil uludağ üniversitesi'nin en güzel kızıydı, bizim sınıftaydı. istemeden de olsa seçil'den hoşlanmıştım. kendimi kahrediyordum tüm dürüstlüğüyle tüm kalbiyle beni seven bir kızı düşüncede de olsa aldatmayı kendime yakıştıramıyordum. bu sefer gözden ırak gönülden de ırak olmasındı, bunun üzerine kendi kendime karar aldım seçil'i mejbur olmadıkça bir daha görmeyecektim.neredeyse hiçbir dersi seçil'in seçtiği hocalardan almadım. görmemem gerekiyordu seçil'i. öyle de yaptım bazen derslere girmedim, bazen de sınıfça yapılan organizasyonlara katılmadım, kısaca herkesten uzak olmam dolayısıyla sınıftan birkaç kişi dışında hiç arkadaşım yoktu.
zaman su gibi akıp geçiyordu ilk dönem itibariyle yatay geçiş yapacak puanı elde etmiştim artık beklemem gereken tek dönem kalmıştı ama bu arada bursa'ya da alışmıştım yine de mersin'e gitmem gerekiyordu kararlıydım. bursa'da hava o gün kapalıydı tekefonum çaldı mersin'den bir samimi arkadaş. memcos dedi bırak bu kızı dedi senlik bi kız değil kardeşim bu kız dedi. o an kafamdan kaynar sular dökülmüştü. inanmadım daha detaya girdi. nasıl dedim. biriyle gördüm dedi. arkadaşıdır dedim. arkadaşı yarım saat elele dolaşmaz dedi. belki o değildir karıştırmışsındır dedim. selamlaştık dedi. sustum. o gün belki de şu ana kadar yaşadığım en kötü gündü ama hala inanamıyordum. böyle bir şey olamazdı o yapmazdı, yapsa bile şimdiye kadar nasıl anlayamamıştım. daha dün konuşmuştuk nasıl bu kadar rol yapabiliyordu. 2 saat boyunca sigara içip oturduktan sonra aradım, anlamış olacak ki çok denedim memcos dedi olmadı olmuyor. canın sağolsun dedim bir daha görüşmedik.
o günden sonra ot gibi geçti birinci sınıfım, günün 13-14 saatini uyuyarak geçirdiğimi hatırlıyorum, hep bir kendini suçlama, nefret etme, kendimde hata aramakla geçti bu yıl sömestır tatiline mersin'e gitmedim belki karşılaşırız diye. mersin'den nefret ettim, ankara'dan nefret ettim hep gezdiğimiz yerler geldi aklıma ama boşverdim boşvermeliydim.
her şeyin ilacıydı zaman, insan oğlu güçlüydü zamanla her şeyin üstesinden geliyordu. zamanla bursa'ya da alıştım hatta sevdim. bir daha hiç gitmeyeyim mersin'e dedim, görmeyeyim onu. artık benim de sevgim bitmişti ona karşı güzel bir anı olarak da kalmayacaktı çünkü beni aldatmıştı. ikinci sınıfın yazında mersin'den çocukluğumdan beri tanıdığım bi dostum istanbul'a davet etti beni tamam dedim. otogarda seçil ile karşılaştık o da aynı otobüsle istanbul'a gidiyordu, otobüs boştu seçil'le yan yana oturduk gidene kadar muhabbet ettik o ara aklımdan geçirdim keşke sevgilim olsaydı seçil. biraz daha muhabbet ettikten sonra seçil'in istanbul'a erkek arkadaşının yanına gittiğini öğrendim. olsun dedim.
okulun bitmesine 6 ay kalmıştı mersin'e gitmem gerekiyordu. gittim arkadaşlarım aracılığıyla mersin'de olduğumu öğrenmiş. telefon açtı arkadaşça görüşelim dedi işin açığı ben de merak ediyordum onu, nasıl dedim ben de bilmiyorum ama tamam dedim. nerede diye sordum. her zaman gittiğimiz çay bahçesini söyledi. gittim görüştük ama nedense hiç heyecanlanmamıştım onu görünce sanki yabancı gibiydi gayet soğuk kanlı bir şekilde soru sorarsa cevaplıyordum. neden böyle olduğunu sormayacak mısın dedi. hayır dedim. üstelemedi. aşırı çirkinleşmişti ya da bana öyle gelmişti acaba önceden de çirkin miydi?
daha sonra bir arkadaşım vasıtasıyla sözlükten haberdar olduğunu ve yazdığım her şeyi takip ettiğini öğrendim. ben aslında bu yazıyı ona yazdım bunları bilsin istedim.
veda:alıştığımdan dolayı artık bana koymayan, otogara gidince hüzünlenmiyorum artık.
mersin:20 senemin geçtiği güzel yer ama senin yüzünden vazgeçilmez değil artık.
hani bahsetmiştim ya mersin'den bursa'ya giderken bir şarkı dinliyorum. yeni bir şarkı daha keşfettim hem de yine aynı kişi söylüyor:http://fizy.com/#s/1ahs0c
sanıyorum 93-94 eğitim öğretim yılıydı, okula başlayacaktım, heyecanlıydım. yaşıtlarımın hepsi ağlar sızlarkene ben çok seviniyordum çünkü okula başlayacaktım artık abimi ablamı okula giderken üzgün bir şekilde uğurlamayacak. benden bir iki yaş büyük arkadaşlarımın tenefüste ne yaptıklarını dinlemeyecektim. artık ben de bir şeyler anlatacaktım.
babamla beraber gittik ilk gün okula. babam tuvaleti gösterdi, sınıfımı gösterdi ve bir de simit alıp beni orda bıraktı. evimiz yakındı okula kendim gidip gelebilirdim. çok heyecanlıydım, mahalleden mustafa'yla* aynı sınıftaydık. mustafa hüngür hüngür ağlıyordu, yanında annesi bak oğlum memcos ağlıyor mu sen de ağlama dedi. neyse aynı sırada oturduk mustafa'yla ama herkes 2 kişi otururken biz üç kişi oturuyorduk: ben, mustafa, mustafa'nın annesi.
gel zaman git zaman mustafa ha alıştı ha alışacak derken okulun ilk dönemini 2 kişilik sırada 3 kişi bitirdik. neyse nihayetinde mustafa okula alıştı, annesi haftada bir gelmeye başladı okula fakat mustafa ailenin en küçüğü ve tek erkeği olduğu için biraz fazla şımartılmıştı, bir dediği iki edilmiyordu.
aynı kızı seviyorduk mustafa'yla adı hülya, öğretmenin kızıydı. bir gün kafam dank etti mustafa'ya sinir oldum. dedim mıstık o kızı ben seviyom oğlum, bırakacan o kızı dedim. ''niye bırakıyomuşummm allaalla'' dedi. sinirlendim mustafa'ya bir tane patlattım. bunu üzerine mustafa gider annesine söyler. annesi gelir yanıma niye dövdün sen mıstığı diye sorar? tabi hülya için diyemem öğretmenin duyma ihtimali var. sustum sesimi çıkarmadım ama mustafa susmadı. ''memcos hülya'yı seviyormuş, bana sen sevmeyecen dedi dövdüm ühühüh'' demeye başladı. ben de utancımdan kıpkırmızı oldum. annesi: '' ne olacak evladım ikiniz de sevin'' dedi. iyice sinirlendim, ne kadar mezhebi geniş bir aileydi bu böyle.*
gel zaman git zaman sınıftaki diğer arkadaşlarla da tanışmaya başladık. bir tanesinin adı melis*. melis'in kılığına kıyafetine bakınca durumu iyi olmayan bir aileden geldiğini anlayabilirdiniz ama melis'in gözlerindeki mutluluğu o yaşlarda bile anlamak zor olmuyordu. beslenme vakti gelince çoğu öğrenci ya alüminyum folyoya sarılmış tostlarını yiyordu ya da dışarıda gazoz simitle karınlarını doyuruyorlardı. gazoz simit deyip geçmeyin o zamanlar prestij göstergesiydi. ben ise melis'le beraber ya ekmek arasına sürülmüş sarelle yiyor ya da ekmek arası yumurta falan ama hep melis'le dolaşıyorduk, çok iyi arkadaştık.
bir gün yine beslenme vaktinde biz melis'le bahçede dolaşırken mustafa geldi yanımıza. mustafa'nın en samimi arkadaşı bendim ama ben de sevmiyordum mustafa'yı, mahalleden tanıdığım için çoğu zaman beraber takılmak zorunda kalıyorduk. nerden o konuya geldiğimizi hatırlamıyorum ama mustafa ''benim babam mühendis, her şeyi yapıyor bizim evdeki motor var ya onu bile babam yaptı'' dedi, biz sadece dinliyorduk ama sonra melis'e sordu. ''senin baban ne iş yapıyor melis?'' dedi. melis de söyleyiverdi çöpçü diye. melis'in babası belediye de çalışıyordu aslında çöpçü de değildi ama babası şakadan çöpçüyüm deyince melis'e melis de babasının gerçekten çöpçü olduğunu sanıyordu. bunun üzerine mustafa dalga geçmeye başladı, ''hehehe siz yemeğinizi çöpten mi topluyorsunuz'' falan dedi. o yaşta gururu kırılan melis ağlamaya başladı. çok içli ağlıyordu, aşağılanmış hissediyordu kendisini.
gel zaman git zaman bu muhabbetten 2 hafta falan sonra öğretmen tek tek bizi ayağı kaldırıp kendimizi tanıtmamızı istiyordu. bu kendimizi tanıtma sırasında babamızın işini de söylemek zorunda bırakıyordu. hala çözebilmiş değilim kendimizi tanıtırken babamızın işini neden söylüyorduk? tabi herkes söyledi sıra melis'e gelmişti. melis de utana sıkıla ayağa kalkıp kendini tanıttı ama babasının ne iş yaptığından bahsetmiyordu. öğretmen kızdı, ısrar etti, bağırdı, 7 yaşındaki kıza tokat attı ama hayır melis söylemiyordu. tabi onun da haklı gerekçeleri vardı, hadi mustafa gibi sınıfın geri kalanı da melis'le dalga geçerse?
bunun üzerine melis benim dışımda kimseyle konuşmaz oldu. sınıfın neredeyse en hareketli kızı olan melis bazen benimle konuşuyor onun dışında kimseyle muhabbet etmiyordu, dersleri de iyice kötüleşmişti. bir gün yine aynı öğretmen sınıfın tümüne bir soru sordu ama kimse cevaplayamadı öğretmen de hızını alamamış olacak ki, melis'e döndü aynı soruyu sordu, tabi haliyle melis de cavaplayamadı. bunun üzerine öğretmen iyice sinirlenip melis'e bağırıp çağırmaya başladı, melis hüngür hüngür ağlıyordu. öğretmen melis'e yarın annen ya da baban okula gelsin dedi.
bir gün sonra melis'in annesi okuldaydı, öğretmenle konuşuyorlardı. öğretmen melis'in önceden çok iyi bir öğrenci olduğunu ama artık derslerinin çok kötü olduğunu, tenefüslerde bile hiçbir arkadaşıyla konuşmadığını söyledi ve onun bir psikoloğa götürülmesini tavsiye etti.
melis'i o sene bir daha hiç görmedim. biz birinci sınıfı bitirmiştik fakat hala melis ortalarda yoktu, sonra ilkokul bitti melis artık bizim okula gelmiyordu.
evde tek başına oturmaktan canım sıkılmıştı, 1993 senesinde ilkokula başlarken sınıfça bir fotoğraf çektimiştik o aklıma geldi. evin içinde yarım saat kadar aradıktan sonra fotoğrafı buldum. belki inanmayacaksınız ama ilkokul arkadaşlarımdan tamamını soyadlarıyla birlikte hatırlıyordum. açtım feysbuk'u tek tek arattım. kimisi evlenmişti kucağında çocuğuyla birlikte fotoğrafıi kimisi çok iyi bir iş sahibi olmuştu. sonra hülya'ya geldi sıra. hülya da hemşirelik okumuş ve nişanlıydı tuhaf da olsa kıskandımi moralim bozuldu. sonra melis'i gördüm fotoğrafta. arattım soyadıyla birlikte çok merak ediyordum ve buldum da melis takım elbise giymiş ve kucağında sevimli mi sevimli bir bebek vardı. çok sevinmiştim. bilgilerini kontrol ettim ve adana'da yaşadığını ve ingilizce öğretmeni olduğunu öğrendim, sevincim bir kat daha artmıştı. sonra mesaj çekmeyi düşündüm acaba beni tanıyabilir miydi? ayrıca evliydi kocası kıskanır mıydı? tüm bu olasılıkları gözardı edip melis'e mesaj çektim ama tanıyamazsa bir daha mesaj çekmeyecektim.
memcos: meraba melis tanıyabildin mi beni?
1 gün sonra
melis:ooo dostum, kardeşim memcos nasılsın, çok arattım seni burada ama bulamadım:(. (çok fazla bulunan bir soyada sahibim)
şimdi daha da çok sevinmiştim çok da merak ediyordum melis'i. biraz daha konuştuktan sonra birbirimizin telefon numarasını aldık. bu konuşmalardan 2 ay sonra adana'ya gitmem gerekiyordu. gittim ve işim erken bitmişti, sonra aklıma melis geldi. aradım tamam dedi şu kafede görüşelim. kafeye gittim ve melis'le görüştük. hiç değişmemişti sanki melis yine gözlerinden mutluluğu anlayabiliyordunuz.
söz döndü dolaştı ilkokula geldi. neden gelmedin okula dedim neden bıraktın. anlattı:
bizim ilkokul öğretmeninin önerisiyle ailesi psikolog'a götürüyor melis'i.tabi psikolog da konuşturmaya çalışıyor melis'i ama çıt yok melis'ten o yaşta gururu kırılmış. psikolog daha melis'i konuşturamadan asosyallik belirtileri gördüğünü söylüyor melis'te ve dinlenmesi ve gezmesini öneriyor. ailesinin tek çocuğu olan melis'in sağlığından doktor aracılığıyla tereddüte düşen aile okula bir sene ara vermesinin doğru olacağını düşünüyorlar, daha sonra da başka bir okula yazdırıyorlar melis'i, yani melis hayata saçma sapan bir şeyden dolayı bir sene geç atılıyor.
ama melis anlatıyor bana öğretmen oldum memcos diyor. öğrencilerime ingilizce veya türkçe kendilerini tanıtmayı öğretirken onlara babasının mesleğini sormuyorum.
iyice kızışan bank asya birinci ligi'nde haftanın en önemli maçıdır. orduspor liderliği kaybetmemek mersin idman yurdu ise 4 hafta üst üste yakaladığı galibiyet serisini evindeki erciyespor malubiyetiyle kaybeden mersin idman yurdu zirveden kopmamak adına mutlak kazanması gereken bir maçtır ve umarım mersin idman yurdumuz kazanır. maçın başlama saati 13:30 olup trt 1 ekranlarından naklen yayınlanacaktır.
başlığın orjinali ''mahalle maçlarında kaleci olup gol olunca dayak yiyen çocuk''
yıl:1995
yer:mersin
bizim mahalleyle karşı mahalle karşıya gelecek, bizim mahalle derken benim yaşıtlarım değil bizim bir üst versiyon 80 doğumlular tayfası. bizim yaşıtlarda maç izlemeye gidiyor tabi heyecan var mutlak yenmeliyiz karşı takımı ve büyük ihtimalde kavga çıkacak çünkü maç hem baklavasına hem de kolasına vay abura koyum.
neyse maç başladı ben ve benim yaşıtlarım maçı kenardan izlemeye başladık. bizim arkadaşlardan herhengi biri saçma sapan bi espri yapıyor bizim grup hahahaa yarılıyoruk nedense. neyse eğlenceli bir şekilde maç izlenirken bizim takım ilk yarıda ardı ardına goller buluyor ve golü atan adam bize koşuyor. neyse efendim ilk yarı bizim takım 4 fark falan attı ama maçın ikinci yarısı öylemi; karşı takım bir bastırdı her atk gol her atak gol folloş oldu bizim kaleci. maç berabere geldi ve bu arada diğer mahalle bir atak daha geliştirirken karşı mahallenin forvet oyuncusu ile bizim takımın kalecisi çarpıştı. onların adamı tekrar doğruldu ama bizim kaleci götü kaybetti. beklediler beklediler bizim kaleci de iş yok ''oynayamayacam ben'' dedi. tabi o arada gözler yedek klübesine yani bizim olduğumuz tarafa çevrildi.
ben hemen atladım, bizim takım kaptanına doğru ''abi nolur ben geçeyim kaleye vallah hiç gol yemem'' dedim. biraz daha yalvardıktan sonra geç hadi bakalım dedi ama gol yersen ağzını burnunu kırarım dedi. tırstım. iyi kalecilik yapmalıydım, hem iyi kalecilik yaparsam yaşıtlarımdan ayrılarak bir üst mertebeye geçebilirdim.
neyse kaleye ben geçtim bizim takım atak oynamaya başladı tabi ben de televizyondan gördüklerimi uygulayacaktım. bir maç vardı o zamanlar alman liginde 1 hafta kadar önce onu izlemiştim. orada atak yapan takımın kalecisi maç tek kalede oynandığı için orta sahaya kadar açılmıştı ben de yapmalıydım bunu. yaptım da. bu arada top rakip takıma geçti ve kendi defanslarından vurdukları top gol oldu. bizim kaptan çok sinirlenmişti bir gol daha yersek maç bitiyor, yeniliyorduk.
bu sefer tam konsantre oldum bir gol daha yememeliydim. bu arada beni kıskanan benim yaşıtlar benim koruduğum kalenin arkasına geçip benimle dalga geçmeye başladılar. hiç takmıyordum onları fakat daha da ileri gittiler hele ki içlerinden benden 3 yaş küçük bi piç var adı selim küfürler etmeye başladı. baktım top yine rakip yarı alanda oynanıyor dedim şu piç selim'e bir tane tokat çarpayım geleyim. tekrar topa baktım yine rakip kalede. koştum koştum selim'e bir tane patlatdım baktım hala küfür ediyor bir tane daha patlattım. fakat arkamı döndüğümde bizim kaleye yaklaşan rakip forvet oyuncularını gördüm ben kaleye koştum ama ben kaleye yetişemeden top bizim kaleye gelmişti bile.
alkış kıyamet rakip oyuncular seviniyor ama aynı sevinci bizim takım kaptanında göremiyordum. sinirli bir şekilde yanıma koştu ve beni sağlam bir şekilde dövdü.
eve gidene kadar ağladım o gün pazardı yeşil sabunla banyo yaptım tv'de bizimkiler dizisi başlıyordu, yarın okul vardı, yarınki dersi de yapmamıştım o arada bizimkiler dizisi reklama girdi ve parliment pazar gecesi sineması reklamını gördüm.
sadece küçük bir çabayla bu dert artık tarihe karışıyor.
amerikalıların bulduğu avrupalıların geliştirdiği bu yöntem şimdi de türkiye'de.
geceleyin uyuma vaktine yakın bir zamanda çişiniz geldiği zaman tuvalete gitmiyorsunuz ve direk yatağa gidip uyuyursunuz sabah ise biriken çişin dürtmesiyle artık isteseniz de uyuyamıyorsunuz ve dinç bir şekilde uyanarak güne başlıyorsunuz.*
(bkz: allah razı olsun kardeşim ibretlik bir paylaşım)*
anadol kamil: hiç iyi değilim abi. hani sana bahsettiğim kız var ya(bir gün önce sevim adında bir kızdan bahsetmiştir köpek gibi aşık adam) onla yarın buluşacaz ama yanında biri daha gelecekmiş moralim bozuk ya gel içelim amk.
memcos: yok oğlum sen içince bokunu çıkarıyon gelemem ben.
anadol kamil:(sesi ağlamaklı) gelme abi gelme zaten bu mına koduğumun dünyasında dostum yok benim.* memcos:tamam lan geliyom amk, bişey istiyon mu dışardan?(cepte para yoktur)
anadol kamil: abi bi vodka al ben sana veririm parasını gelince.
neyse ev arkadaşından borç alınır ve gidilir bu şerefsizin yanına. anlatır da anlatır: ''ben bunu böyle seviyom ama karşısında konuşamıyom''. tam senin de sevim'in de diyecekken kamil tekrardan konuştu: abi ben cesaret edemiyom sen de gel yanımda. her ne kadar itiraz etsemde yarın için söz vermiş bulundum. sanırım bunda bünyedeki vodkanın da etkisi vardı. vodkanın parasını da isteyemedim, o da bana girdi.
neyse diğer gün oldu akşamüstü aradı bu. sözleştik buluşma yerinde beklemeye başladık. tabi sinirden kendimi s.kiyom ne işim var burda benim diye. neyse geldi bizim oruspu sevim ile piç rıza. oruspu sevim adından da anlaşılacağı gibi 100 metre öteden kör görse bile anlardı sanırım onun bu sıfatını. piç rıza zaten kendi kendine bir cool olma havalarında. piç rıza'nın arabasıyla gelmişler mekana.
neyse yarım saat muhabbet ettikten sonra durum anlaşıldı. oruspu sevim piç rıza'ya asılıyor ondan getirmiş yanında. piç rıza'ya ''bak bana çok asılan var elini çabuk tut'' mesajı veriyor. kamil durumun farkında bile değil ama durum şu: kamil, sevim'e asılıyor sevim rıza'ya üçlü bir koalisyon var anlaşılan. herkes ortamdaki kişilerden rahatsız. rıza kamil'den, kamil rıza'dan, sevim benden, ben hepsinden. herkes birbirine laf vuruyor, sevgi gösterisinde bulunuyor.
daha sonra bunlar hadi biyerlere içmeye gidelim dedi. gidelim dedim amk zaten boka battık gidelim. neyse mekandan kalkacaz piç rıza ben arabayı çalıştırayım diye dışarı çıktı, tabi sevim de rıza'nın arkasından, bizim kamil de sevim'in arkasından. o an garsonla gözgöze geldik. hesap yine bana kalmıştı. kasaya gittik limiti olmayan kredi kartımı uzattım. denedi limit yok, bir daha deneyin dedim şaşırmış havasıyla yine yok. neyse adam anlayışlı çıktı, sonra ödersin dedi. ona da rezil olduk; ama bundan sonraki amacım içmeye gidilecek mekanda hayvan gibi içmek ve hesap ödeme zamanında tuvaletim gelmiş numarası yapmak.
neyse gittik mekana bunlar içtikçe içti, bunlar bir içtiyse ben iki içtim, ben iki içtiysem bunlar üç içti. 2 saat içinde hepimiz göremeyecek kadar sarhoştuk. kamil başladı:(ağlayarak) sevimmmm ben seni çok seviyom. neyse yatıştırdık bunu. 5 dakika geçmeden sevim başladı: rızaaa ben seni çok seviyom. neyse bunu da yatıştırdık. rıza piçi'de sarışın garsonu kesiyordu mekana girdiğimizden beri. bildiğin dallas'a dönmüştük.* ya da güzel bi erotik film konusu çıkabilirdi: entrika, aşk, grup, hiçbir şey yapmayan mal*. neyse eve gittik ve herkes biryerlerde sızdı. sabah olduğunda ise rıza sevim'i silmişti hayatından, sevim kamil'i, kamil beni, ben hepsini.
not:hesabı yine ben ödedim yani borçlu kaldım.*
tanım:zordur*