varoluşçuluğun kurucusu sayılır; ancak varoluşçuluk tarihte 20. yy da moda olmuştur. kirkegaard kendisinden bir asır sonra gelen varoluşçuların esin kaynağı olmuştur.
ona göre hiçbir düşünce sistemi insanın eşsiz deneyimlerini açıklayamaz.
"bütün düşüncenin en yüksek çatışkısı, düşüncenin, düşünemeyeceği bir şey bulma çabasıdır." der kierkegaard. buna ilişkin bir ifadeyi kendisinden 100 yıl sonra yaşamış olan ve dünyamızı dilimizin sınırladığını iddia eden ludwig wittgenstein da kullanmıştır:"felsefenin söyleyemediği şey, söylebildiği şeyden daha önemlidir." ve yine benzer bir düşünceye bu sefer soren kierkegaard'dan yaklaşık 2500 yıl önce yazılmış hindu kutsal yazıları olan upanisadlarda rastlanır: "düşüncenin ötesindedir. anlatılamaz.. sadece olurken bilinir."
Güzel insanlardır. Bütün dünyaya , yaşanan onca kötülüğe ve acıya inat bir tebessüm yerleşir yüzlerine .içlerindeki sevgi ve masumluk yüzlerine yansır hep gülsünler...
“Hiçbir şey çoğunluktan daha mide bulandırıcı değildir; çünkü birkaç gürbüz öncüden, kendilerini onlara uyduran üçkağıtçılardan, kendilerini onlara benzetmeye çalışan zayıf insanlardan ve ne istediklerini hiç bilmeksizin arkalarında dolanan yığınlardan oluşur.”
"Siz, konforlu insanlar, insan mutluluğu adına ne kadar az şey bilirsiniz! Dolu yaşamanın sırrı, tehlikeli yaşamaktır! Vesuvius Dağı'nın eteklerine inşa edin şehrinizi!"
Üstinsan sözcüğünü ilk olarak teolog ve yazar Heinrich Müller, 17. yüzyılda yazdığı Geistlichen Erquickstunden adlı eserinde kullanmıştır. Nietzsche, üstinsanın tüm evrenin amacı ve sebebi olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre Üstinsan, insanlığın da amacıdır.
Nietzsche, üstinsan kavramıyla soylu bir insan eylemliliği kavramını yeniden kurmaya çalışır. Son insan, yalnızca maddi teselli peşindeyken üstinsan, yaşamını büyük eylemler uğruna harcamaya hazırdır. Üstün olmak, isteyerek iyinin ve kötünün ötesinde durmaktır. Yine Nietzsche, kendisini üstinsanın habercisi olarak tanıtır ve kendini Zerdüşt ile özdeşleştirir. Bu konuda eserinde şöyle yazmıştır:
"insan bir iptir ki hayvanla üstinsan arasına gerilmiştir. Uçurumun üstünde bir ip. Tehlikeli bir geçiş, tehlikeli bir yolculuk, tehlikeli bir geriye bakış, tehlikeli bir ürperiş ve duraksayış."
"Çünkü insanlar eşit değillerdir. Gerçek budur. Ve benim istediğim şeyi onlar istemezler."
insanların üstinsanı karalayacaklarını şu ifadelerle bildirir:
"iddia ederim ki benim üstinsan dediğime, siz şeytan diyeceksiniz."
"Sert olunuz!"
"Panayırda kimse üstinsanlara inanmaz. Orada konuşmak isterseniz halk tabakası göz kırpar ve 'Biz hep eşitiz' der."
"Haydi haydi, ey üstinsanlar! Ancak şimdi insan, geleceğin doğum sancısındadır. Tanrı öldü, şimdi dileriz ki üstinsan yaşasın.
Ey üstinsanlar, içten adamlar, açık kalpliler; güvensiz olun! Derinliklerinizi gizli tutun; çünkü bugün halk tabakasının günüdür."
Nietzsche'nin üstinsanı, belli bir evrim sürecinin ardından, insanlar arasından çıkıp bütün insanlığı yönetecek, tüm insanlara tahakküm edecek bir diktatör değildir. O, her ne kadar on dokuzuncu yüzyılda kapitalizmin yarattığı fabrika kölelerine, kapitalizmin Hristiyanlıktan miras alıp koruduğu köle ahlâkına, burjuva demokrasisiyle onun eşitlik idealine karşı çıkarken, bu düzenin veya Avrupa'daki demokratikleşmenin bir yandan da zorbalık, acımasız bir diktatörün ortaya çıkışı için gerekli altyapıyı hazırladığını söylemiş olmakla birlikte, onun üstinsanı sanılanın tersine Hitler değildir.
tanrı öldü
"Tanrı öldü. Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu öldüren biziz. Hâlâ gölgesi beliriyor uzaklarda. Kendimizi nasıl avutacağız, biz katillerin katilleri? Neydi bıçaklarımızın altında ölümüne kan döken, dünyanın sahip olmuş olduğu bu en kutsal ve en kudretli şey; bu kanı kim silecek üzerimizden? Hangi su var bizi temizleyecek? Hangi teselli şölenlerini, hangi kutsal oyunları icat etmek zorunda kalacağız? Fazla büyük değil mi bize bu davanın yüceliği? Buna layık olmak için birer tanrıya dönüşmeli değil miyiz?"
ailemizle aynı ya da tamamen farklı görüşler içinde bulunabiliriz aklıma takılan sorun şu kişiliklerin oluşmasında çevrenin ve ailenin etkisi ne ?
eleştirdiğimiz görüşlere sahip bir bireyin ailesinde doğsaydık biz de öyle mi olacaktık?
yapılan bir araştırmaya göre yabancı bir ülkeye göç eden ailenin çocuğunun aksanı arkadaş çevresiyle benzerlik göstermekteyken aileyle bir benzerliği yok buradan yola çıkarak dil konusunda büyüdüğü çevre etkiliyken aile değil diyebiliriz.
Genlerimiz yoluyla belirlenmiş olan karakterlerimiz en geç 6-7 yaşına kadar büyük bir oranda şekillendikten sonra geri kalan ne varsa ailemiz ve çevremizden gördüklerimizle, öğrendiklerimizle oluşuyor. örneğin genleri tamamen aynı tek yumurta ikizlerini düşünelim genlerle belirlenen karakterleri aynı olsa da kişiliklerinin farklı olmasını sağlayan şey nasıl etki ediyor?
Özellikle okul öncesi dönemde en etkili faktör önce aile, sonra okul olarak öne çıkıyor. Bu dönemler çocuklarda taklit eğiliminin dikkat çektiği dönemlerdir. Çocuk ilerde kendisiyle özdeşleştireceği pek çok davranış içimini bu yaşlarda, başkalarını taklit ederek öğreniyor. Çocuk kendi davranışlarını ve bu davranışlara karşılık gelen tepkileri değerlendirerek, kişilik oluşumunda önemli adımlar atmaya başlıyor. Toplum içinde kim olduğunu, ondan kim olmasının beklendiğini, hangi davranışlarının kabul görüp hangilerinin reddedildiğini belirlemeye çalışıyor. Bu aşamalar sırasında kendi toplumsal kabul değerleri ve beğenileri oluşuyor. Bütün bu aşamalar aslında zincirleme olarak birbirini hem etkiliyor, hem de tetikliyor. Bir davranış bir diğerini getiriyor. Burada ailenin ve çocuğun içinde yaşadığı toplumun etkisi çok büyük. Çocuğun kişiliğinde doğrudan önemli bir pay sahibi oluyorlar.
sizin de görüşlerinizi bekliyorum sevgili yazarlar...
insanın kendinden taviz vermesidir.
Aslında istemiyorsundur ama sırf kırmamak için kabul edersin durum ilerledikçe öz saygı da kaybedilir maalesef. Hayır demekten korkmayın...
Hayallerimden biri hem batı medeniyetiyle iç içe özgür ve medenice yaşama imkanı yönünden hem de yaptığım çalışmaları ciddiye alacak ve destek olacak olmaları yönünden istiyorum .
Ayrıca huzuru bulmanın tarifidir.
Dostoyevski, Fyodor (Mihayloviç) (d.11 Kasım 1821, Moskova – ö. 9 Şubat 1881, Petersburg), Rus romancı ve öykü yazarı.
insanın iç dünyasının en gizli kalmış yönlerini erişilmesi güç bir saydamlıkla yansıtan yapıtlarıyla 20. yüzyıl roman anlayışı üzerinde derin ve evrensel bir etki bırakmıştır
Romanlar
(1846) Bednye lyudi; Türkçe yayım adı: insancıklar
(1846) Dvojnik: Türkçe yayım adları: “ikiz,” “Öteki”
(1849) Netochka Nezvanova; Türkçe yayım adı: Netochka Nezvanova
(1861) Unizhennye i oskorblennye; Türkçe yayım adı: Ezilmiş ve Aşağılanmışlar
(1862) Zapiski iz mertvogo doma; Türkçe yayım adı: Ölüler Evinden Anılar
(1864) Zapiski iz podpolya; Türkçe yayım adı: Yeraltından Notlar
(1866) Prestuplenie i nakazanie; Türkçe yayım adı: Suç ve Ceza
(1867) Igrok; Türkçe yayım adı: Kumarbaz
(1869) Idiot; Türkçe yayım adı: Budala
(1872) Besy; Türkçe yayım adı: Ecinniler
(1875) Podrostok; Türkçe yayım adı: Delikanlı
(1881) Brat’ya Karamazovy; Türkçe yayım adı: Karamazov Kardeşler
Kısa Öyküler
(1847) Roman v devyati pis’mah; Türkçe yayım adı: Dokuz Mektupları Romanı
(1847) “Gospodin Prokharchin”; Türkçe yayım adı: “Mr. Prokharçin”
(1847) “Hozyajka”; Türkçe yayım adı: “Ev Sahibesi”
(1848) “Polzunkov”; Türkçe yayım adı: “Polzunkov”
(1848) “Slaboe serdze”; Türkçe yayım adı: “Bir Yufka Yürekli”
(1848) “Chuzhaya zhena i muzh pod krovat’yu”; Türkçe yayım adı: Kıskanç Koca
(1848) “Chestnyj vor”; Türkçe yayım adı: ” Namuslu Bir Hırsız
(1848) “Elka i svad’ba”; Türkçe yayım adı: ” Bir Noel Ağacı Ve Düğün
(1848) Belye nochi; Türkçe yayım adı: Beyaz Geceler
(1857) “Malen’kij geroj” ; Türkçe yayım adı: “Küçük Kahraman”
(1859) “Dyadyushkin son”; Türkçe yayım adı: “Amcanın Rüyası”
(1859) Selo Stepanchikovo i ego obitateli; Türkçe yayım adı: Stepançikovo Köyü
(1862) “Skvernyj anekdot” ; Türkçe yayım adı: “Tatsız Bir Olay”
(1865) “Krokodil” ; Türkçe yayım adı: “Timsah”
(1870) “Vechnyj muzh” ; Türkçe yayım adı: “Ebedi Koca”
(1873) “Bobok” ; Türkçe yayım adı: “Bobok”
(1876) “Krotkaja” ; Türkçe yayım adı: “Uysal Bir Ruh”
(1876) “Muzhik Marej” ; Türkçe yayım adı: Köylü Marey
(1876) “Mal’chik u Hrista na elke” ; Türkçe yayım adı: Mesih’in Noel ağacı Boy de
(1877) “Son smeshnogo cheloveka” ; Türkçe yayım adı: “Bir Adamın Düşü”
Diğer Eserleri
Yaz izlenimleri Üzerine Kış Notları (1863)
Bir Yazarın Günlüğü (1873–1881).
bebişlerin kraliçesi olarak tabi ki benim
ama ikinci bebiş olarak @ superman filmindeki ucan adam seni seçiyorum
arnavutt döndüğü an tabi ki aşkımla ben en bebiş olacağız.
serpil'ciğim' sen benim düşmanım bile olamazsın bırak bu ayakları iğreniyorum sadece kendine dıştan bakmanı sağlayarak bu zevki senin de yaşamanı isterdim ama sen zaten bataklığın içindesin battıkça batıyorsun. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1804680/+
ilk kısmı ağır ve kapalı bir anlatıma sahip okurken duraklayıp o ruh haline bürünmek anlamak gerekiyor tespitleri beni şaşırtmıştır (diş ağrırken sızlanmak vb.)
ikinci kısım daha akıcı olaylar bütününü içeriyor bazen kendime yakın hissettiğim bir karakter ama insan gerçekten böyle birine dönüşebilir mi gerçekten sorguluyor keşke biraz daha uzun ve iten sebeplerin açık yazıldığı bir kitap olsaydı ama bu haliyle de bir başyapıt.
haldun tanerin unutulmaz eseri.. bir klasik
hikaye varsıl bir babanın uyanık oğlu efruz ile yoksul babanın vicdan sesine kulak veren vicdani'sinin birbirine paralel *giden yaşamlarına mizahi eleştirel bir bakışla spot tutması...
insanlar ikiye ayrılırlar. yalnızca insan soyunun üremesine yarayan basit insanlar, yeni bir şey söyleyebilme yeteneğine sahip üstün insanlar. kanuna boyun eğen, toplumun kurallarını uysallıkla benimseyen ve idare edilmekten zevk alanlar, birinci kategorideki insanlardır, idare edilmek onların vazifesidir. ikinci kategoridekiler, kurallara karşıdır, ya kanun bozucudur, yada kanun koyucu. bu insanlar, durumu daha iyiye doğru değiştirmek için, kafa yorarlar, çare ararlar ve durumu düzeltmek için kan dökmeleri gerekiyorsa tereddüt etmezler.
yapmak istediğim şey hiç mutlu olamıyorum dıştan gören biri hayatımın mükemmel olduğunu söyleyebilir ama mutlu değilim çok kötüyüm. sürekli üzgün hissediyorum dayanamıyorum.
cidden mecburi olarak arkadaşlarla buluştuğumda o kadar sıkılıyorum ki eğlenmiş gibi rol yapmama gerek .sosyal bir varlık olduğumuz için illa çevremizde birileri bulunuyor ama hepsi iğrenç mahluklar sizi seviyorum sözlük insanları.
yalnızken huzurlu ve mutluyum.