ilk moderatörleri arasında benim de bulunduğum site(farklı bir nickle)... uzun zaman oldu tabi, yaklaşık 5 yıl. bir zamanlar oralar hep dutluktu, geceleri kurtlar inerdi...
zamanında yaptığımız uyarıları (#4128593) kaale almayan insanların; şuan türkiye'yi iç savaşa doğru emin adımlarla götürdüğünü gördüğümüz sorun. toplum çok gerildi, yayından fırlamak üzere...
verdikleri rahatsızlığın temelinin hiçbir şekilde "inançlı bir kişi" olmalarıyla alakası yoktur. bunu böyle yorumlayabilmek için ciddi manada önyargılı olmak gerekmektedir. bu önyargının nedeni ise asıl meselenin özünü oluşturur zaten. kimsenin dini kimseyi ilgilendirmez. hele ki ülke yönetimini elinde bulunduranların dini hiç mi hiç kimseyi ilgilendirmez. ama asıl önemli olan böyle önemli yetkileri elinde bulunduranların kararlarını dini yasalara göre almamaları. hayal mi görüyoruz, kıçımızdan mı uyduruyoruz, "laikçi"lerin hayalürünü şeyler mi bu bahsettiğim korkular?
binlerce örneği var bu türden yanlış alınan kararların. dini kuralları her türlü yaşlam kurallarının önünde tutan insanlarca yönetiliyor bu ülke. iğdiş edilen bir eğitim sistemimiz var. bilim konularını sansürleyen bilim dergilerinin başındaki yöneticiler var. devlet televizyonu yöneticileri yine dini kurallar çerçevesinde kararlarını alıyorlar. doğalgaz müdürleri cuma namazlarına yetişebilmek için insan hayatını hiçe sayan, saçmasapan açıklamalar yapabiliyorlar. bu ülkenin başbakanı dış işlerimizi dini kurallar çerçevesinde belirlemeye kalkıyor. hergün binlerce insan dini kuralları hayatının merkezine yerleştirmiş belediyeciler tarafından parklarda, bahçelerde, sokaklarda ahlak bekçiliği adı altında tartaklanıyor, gerek görülürse öldürülüyor... şuan için hızlıca aklıma gelen örnekler bunlar.
lütfen tekrar tekrar hatırlatıyorum: din ile bilim iki apayrı konu. bu ülkenin acilen karar vermesi gereken sorunları var. din eğitimi ile laik eğitim birbiri ile tamamen ayrı konular. ortada imam-hatip gibi din merkezli eğitim veren bir kurum var ise, laik olması zorunlu kılınmış devletin yöneticisi olmayı hiçbir şekilde haketmemektedirler. herkesin dni değerleri kendisini bağlar. lütfen bi zahmet şu dininin emrettiklerini benim yaşlam alanımdan uzak tut. benim geleceğimi etkileyen kararlar alırken bir zahmet kutsalına soracağına bilimsel olan yönteme başvur.
felsefeyi kant,aristo, platon gibi filozofların tekelinde zannedenlerin hakkında konuşmaları için öncelikle felsefenin ne olduğunu öğrenmeleri gereken valilerdir.
her zaman lümpen olmayı, bilgisizliği, cahilliği ön planda tutmasalar belki özdemir ince'nin ne söylemek istediğini anlayabilirsiniz. zor bişey farkındayım ama biraz araştırın, kurcalayın bazı şeyleri. bilim ile din arasındaki uçurumun fakına varın. hayatını salt dini kurallarla yaşayan insanların devlet yönetimi gibi son derece önemli konulardaki acizliğinin farkına varın. kutsalına dokundurduğu için devlet ve bürokrasi insanlarına karşı düşman politikası izleyen insanlar tarafından yönetiliyor olmak inanın çok tiksindirici bir duygu.
ahlak, etik değerler, onur, gurur... bu gibi kavramlar salt dini değerlerle ölçülemez.
lisede gördüğünüz 2 saatlik felsefe dersi sizin için son derece sıkıcı ve gereksiz görülebilir. fakat bu felsefenin herkes için gereksiz bir konu olduğu anlamına gelmez. ayrıca, özdemir ince'nin yazısından "felsefe olmadan vali olunamaz" gibi bir anafikir çıkartıyorsan zaten senin için söylenebilecek pek fazla birşey yok. durumun ciddi anlamda anormal ama felsefeyi 2 saatlik bir ders olarak algılaman gayet normal.
hakkında özdemir ince'nin harika bir köşe yazısının olduğu konu. bu konu son derece önemli bence. zaten kendi yorumumu da aynı başlık altında anlatmıştım. (bkz: #4937178)
laik eğitim sistemi ile dini eğitim sisteminin birbiriyle alakasız sistemler olduğunu anlamamız lazım. eğer bu ayrımı iyi yapabilirsek ve sorunun kökenini iyi analiz edebilirsek; yıllardır içinde debelendiğimiz türban sorununun da aslında nereden-nasıl kaynaklandığını çok daha iyi kavrayabiliriz. buyrun, özdemir ince'nin muhteşem yazısı
nazım hikmet bu adam hakkında 1947 yılında şöyle bir şiir yazmıştır.
akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarcasın maalesef.
koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
demeğe de dilim varmıyor ama
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
an itibariyle programın konuklarından kvırcık saçlı olan elemanın nevrotik kişiliğini tv'den tüm halka sergilediğini gördüğümüz program.
eleman kendisinin çok özel olduğunu söylüyor. işte diyor ki: "efenim ben birçok şeyi önceden hissedebiliyorum, loto toto tahminlerinde filan bir numarayım", "kimin hasta olduğunu, kimin öleceğini de hissediyorum petek hanım, acaip bir yetenek bahşedilmiş yaradan tarafından bana" gibi ruh hastası yorumlarda bulunuyor.
teyzelerin, petek dinçöz'ün ve orada konuk adı altında bulunan garip kişilikli din adamlarının gözlerinin içine bakarak söylüyor tüm bunları. kimsenin de "arkadaşım iyi misin?, tansiyonuna baktıralım mı?, herhangi bir tıbbi ihtiyacın var mı?" gibisinden yardım içerikli yaklaştığını görmedim.
fakat, asıl bana ilginç gelen şey ise şu oldu. eleman kendisinin üstün bir kişilik olduğu iddiasını desteklemek için şöyle bir hikaye anlattı:"petek hanım ben bir gün istiklal caddesi'nde gezerken, durduk yere bir köpek geldi ve benim sol ayağımı ısırdı. hemen akabinde orda bulunan bir kedi de yanıma gelip, yine sol ayağımı aynı yerden ısırdı. işte ben hayatım boyunca böyle ilginç olaylarla karşı karşıya kalıyorum petek hanım. gerçekten hayatım tam bir ilginçlikler silsilesi" gibisinden bir hikaye anlatınca herkes çok şaşırdı.
allah allah dedim kendi kendime. bu insanlar bu hikayeden ne gibi sonuçlar çıkartıp bu kıvırcık saçlı elemanın farklı bir kişiliğe sahip olduğu sonucuna varabilirler diye düşündüm.
arkadaşım ben başka memlekette mi yaşıyorum yoksa? benim bildiğim bizim anadolunun hemen hemen tüm köylerinde değil köpeğin kedinin insanın ayağını sısırması, çoluk çocuk köydeki herkes bilimum kedi, köpek, eşek, tavuk vs... gibi hayvancıklara tecavüz ediyorlar. yani bu minvalde anadolu gençlerinin hepsinin über kişilikler, farklı farklı telepatik özelliklere sahip sonik insanlar olmaları gerekmez mi??
laiklik anlayışı kıt kitlelerin kaderini belirlediği ülkelerde olması hiç de şaşırtıcı olmayan valilerdir.
imam hatip okullarında eğitim gören insanların pozitif bilim konularında da eğitim aldıklarını söyleyenlerin meseleye tamamıyla at gözlükleriyle ve eksik bilgileriyle baktıklarına inanıyorum. o okullarda verilen ders programları içerisinde matematik, fizik, kimya derslerinin olması o okullarda yetişen öğrencilerin pozitif bilim ışığında düşünebileceklerini, bilim felsefesini özümsemiş oldularını kesinlikle göstermez.
pozitif bilim ışığında düşünmek nedir derseniz eğer: kısaca; sorgulayabilmek, dogmalardan sıyrılabilmek, olaylara şüpheci yaklaşabilmek, bir olayı sadece sonucuna göre değil sebepleri ve bu sebeplerin nasıl oluştuğunu da önyargılardan tamamen sıyrılmış bir şekilde rasyonel olarak inceleyebilmektir derim.
düşünün bir kere; imam-hatip lisesine giden bir çocuğun gördüğü ilahi derslere şüphecilikle yaklaştığını? hocalarına öğrendiği ayetlerin kendisine yanlış gelen taraflarını sorabildiğini? imam hatip öğrencilerinin hocalarıyla gelmiş geçmiş tüm dinler hakkında doğruları yanlışları eşliğinde tartışabildiğini? (içlerinden "töbe estafurullah" diyecek olanları %99 oranındadır)
şimdi bu tablo bize neyi gösteriyor?
çocuk imam hatip lisesine gidiyor ve bir dinin kitabını en başından itibaren sorgulanamaz olarak kabul ediyor. içerisinde yazılan herşeyin allah kelamı olduğuna inanıyor. değil o kitabın yanlışlarını görüp sorgulamaya başlamak, o tür bir şeyin düşünülmesinin bile onun cehennem denen bi yerde yanmasına neden olacağını öğreniyor. cezalandırılıyor. bakın burada; inceleyip yanlışını bulup, sorgulayarak doğrusunun ne olabileceğini düşünmesinin, çözüm arama girişiminin bile yasak olduğu bir eğitim anlayışından bahsediyoruz. sen bu çocuğa değil kimya istersen kuantum fiziği öğret ne farkeder?
bu arada bilim yalnızca matematik, fizik ya da kimyadan da ibaret değildir. bu disiplinleri sullar seller gibi öğrenmek bilimi de tamamıyla öğrenmiş olmak değildir. istersen matematik olimpiyatlarında dünya dereceleri yap. istersen öss'de türkiye birincisi ol. çocukluğundan beri hem okul hem de dershanelerde birinciliklerden birinciliklere koş... bu başarıların hiçbiri senin bilime muvafık olduğunu göstermez. hele bilimsel yöntem ile düşünebildiğini hiç göstermez.
felsefe, biyoloji, bilim felsefesi gibi sorgulamayı öğreten, şüpheciliği odak edinmiş müfredata hakim olamadığın sürece pozitif bilim konusunda bir hiçsindir! bu kadar basit. zaten siyaset meydanında da imam hatip öğrencilerinin içler acısı durumuna hepimiz şahit olduk. çoğu kişi gülerek izlemiş fakat inanın benim içim acıdı izlerken. çocuklar afyonla uyutulmuş gibiler. dünyadan, bilimden bi haber yaşıyorlar. sonlara doğru içlerinden cesur bir kaç kişi çıktı da "bizler de derslerimizde biyoloji görmek, evrim teorisini tartışabilmek istiyoruz" diyebildiler. o kızcağızın akıbetini gerçekten merak ediyorum doğrusu.
neyse fazla uzattık bilimsel düşünce konusunu.
laiklik anlayışı kıt olanlara seslenmiştik entrynin başında. oradan devam edelim. laiklik sadece, okullarda öğretilen: "din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması" demek değildir sevgili arkadaşım. laiklik bir düşünce yapısıdır, yaşam biçimidir aynı zamanda. biraz da; dini dersler ile bilim derslerinin birbirinden bir uçurum kadar uzak olduğunu kavrabilmektir laiklik. laiklik; kişiliğini dogmalarla oluşturmuş, sorgulanamaz bir dinin eğitimini almış bireylerin, devlet adına aldığı görev sonucu; özgür düşünceyi, insan temel hak ve özgürlüklerini, demokrasiyi, inançsızlığı ya da herhangi bir inancı mevcut çoğunluğun inancının(bizim ülkemiz için islamiyet oluyor bu) yıpratıcılığından, baskısından, şiddetinden koruyabileceklerini umanları komik bulmaktır. bu minvalde: "bireyler laik olamaz, sadece devlet laik olur" diyen kişi sonuna kadar yanlış bir düşüncededir. demokrasiyi benimsemiş insanlar nasıl ki demokrat olabiliyorsa, laikliği benimseyebilmiş insanlar da rahatlıkla laik olabilirler.
tüm bu bilgiler ışığında son sözüm şudur: geçmişte islamiyet adına yapılan onca önyargılı baskı, şiddet, katliam, bundan sonra da bu türden olayların yaşanabileceğini göstermektedir. bu tür istenmeyen olayların önlenmesinde görev alacak olan ülke yönetimindeki insanların imam hatip lisesi mezunu olduklarını bilmem benim içimin daha da huzursuz olmasını sağlıyor. düşünebiliyor musunuz, şehrimin valisinin imam hatip lisesi mezunu olması benim içime korku salıyor?
"bu ülkenin başbakanı da imam hatip mezunu" mu dedi birisi? tehlikenin farkında mısınız?
kemal kılıçdaroğlu'nu istanbul büyükşehir belediye başkan adayı yapmasından mütevellit kendisinin mit değil ama amerikan ajanı olduğu yönünde şüphelerimin oluştuğu kötü siyasetci. bir insan, hem partisine hem de türkiye'ye bu kadar büyük zararlar vermemeli!
yemekteyiz programı üzerinden iğrenç ırkcılığına devam eden teyze. yıllardır başımıza popüler kültür uzmanı kesilmesini zaten en başından geçtim de; nihayetinde herkesin kurmaca/düzmece olduğunu bildiği böylesi bir programı ciddi ciddi oturup izleyip, arkadaşlarına, çocuğuna, akrabalarına izlettirip, bunu yaparken de tiksindirici "yeni türk" sıfatı altında ırkcı tespitleri aracılığıyla bayağı, kokuşmuş bir ırkcılığa soyunmasına ciddi anlamda takıldım. zira ırkcılık bu teyzemizin(sadece teyzemizin değil tabi, aklı başında herkesin) en sevmediği şeylerin başında geliyor.
ah be teyzecim, hiç kimse söylemedi mi sana bu yarışma külliyen yalan, külliyen dolan. o yarışmacı zannettiğin kişiler prodüksiyonun katalogdan seçtiği insanlar. yarışma esnasında ne yapmaları gerektiğini prodüksiyondakilerin söyledikleri birer kukla, oyuncu. ve bu kuklaların üzerinden "yeni türkler" diye adlandırdığın kesime karşı yürüttüğün beş para etmez ırkcılık propagandacılığın da tam da sana yakışır bir şekilde aynı düzmecenin kurbanı. komik duruma düşüyorsun. bence iletişimden kaçtığın, yorumlarından korktuğun insanların içine karış biraz. neler oluyor neler bitiyor ülkede öğren. kendini sokmaya çalıştığın; süper zeki kadın, tam donanımlı entellektüel, tüm gerçekleri bilen aydın, açıksözlü, lafını esirgemeyen sivridilli köşe yazarı maskaralığından da vazgeç artık. cidden söylüyorum: çok komik duruma düşüyorsun!
inançsızlığın örtbas edilmesi gereken utanç verici bir durum olduğu fikrine kapılan bir takım güruhun(kendilerine inançlı diyorlar), hakkında bildikleri kulaktan dolma bilgilerle yorum yaptıkları teori. inançsızlık örtbas edilmesi gereken bir duygu, durum, vaziyet değildir. bilimsel bilginin elde ediliş şekli de bilimsel olmalıdır. aksi taktirde şehrinizin dört bir yanını sarmış sahte müzelerle(yaratılış müzesi) inancınıza inanç kattığınız yanılgısına düşebilirsiniz.
bu teoriden korkacak, çekinecek, ad hominem duygularla saldırmaya gerek duyacak hiçbir neden yok. sadece okuyun ve öğrenmeye çalışın. öğrendikce değişmeye, değiştikce korkularınızdan kurtulmaya açık bir insan olun yeter.
evrim teorisi hakkında yetersiz olan arkadaşlar için nacizane tavsiyem: bilim ve gelecek kitaplığı'ndan çıkan son derece yoğun çalışılmış bir eser,
medyada anlaşabildiği, bir elin parmaklarını geçmeyen köşe yazarların birisi şamil tayyar'dır. ara ara köşe yazılarında birbirlerini referans gösterirler, bozacı ve şiracı misali. aynı suçlayıcı, aşağılayıcı, küfürbaz köşe yazarlığı felsefesinden beslenirler. ikisinin de şirazesi aynı ayarda bozuk. kavramları kendi kafalarına göre düzenleme hususunda ihtisas yapmışlar. son raddede terbiyesizlik ve seviyesizlik olmuş sana açık sözlülük, yürekli gazetecilik. vay anam vay...
zaten, insanın anlaştığı insanlar belli ediyor hayattaki duruşunu, yaşam felsefesini. bu teyzemizin de kankası şamil tayyar işte. aynı ayardalar. 14 ayar. 14 ayar mı var diye sormayın; son zamanlarda düğünlerin vazgeçilmez takılarından. görüntüsü pek ışıltılı fakat dişlendiğinde çıt diye kırılıyor. fason yani.
kitapda yer verilen bir çok karakter günümüz türkiye'sini anlatmak için uydurulmuşlardır. her zamanki akıcı üslubuyla kolay okunan zülfü livaneli kitaplarından biri. en fazla dikkat edilmesi gereken nokta ise kitapda çokca yer verilen martıların günümüz türkiye'sindeki kürt halkına denk geldiğidir. livaneli adanın asıl sahipleri olarak gördüğü "martı" ögesini kullanarak; günümüzde yoğun olarak doğu ve güneydoğu anadolu bölgesinde yaşamakta olan kürt halkını bölgenin esas sahipleri olarak betimlemek istemiş.
böylesine iddialı ve ağdalı bir dil kullanılan kitabın, şuan için; hem en çok satanlar listesinde olması hem de hakkında hiç konuşulmaması da çok ilginç gerçekten. yoksa bunca insan kitaptaki o martıları vapurda giderken simit attıkları sıradan martılardan zannederek mi okudular? ilginç.
türkiye sınırları içerisinde "kürt düşmanı" yetiştirilmesine en çok yardımcı olan bölge. dtp ve pkk'nın önderliğinde ülkede kürt düşmanlığı artmakta. burunlarının dikine giden bu kürt vatandaşlar, ülke içinde şuan hızla artmakta olan kürt dümanlığından habersizler sanırım. "kimlik kazanma" arayışı içinde ülkenin güvenliğini ve huzurunu tehdit ediyorlar. taktikleri çok ilkel, karşılığını da doğal olarak ilkel yöntemlerle alıyorlar.
şuan "kürt kimliği kazanma" ilkesi üzerine yürütülen siyaset son derece yanlış, ülkeyi bölünmenin eşiğine götürecek derecede. dtp'lilerin bunun farkında olmadıklarına inanmıyorum. bal gibi farkındalar. fakat işin daha da kötü yanı; bir iç savaş durumunda kaybın daha çok kürt vatandaşlarından çıkacağını da biliyorlar. nasıl göz göre göre böylesine kaotik bir senaryoya uyum sağlayabiliyorlar anlayabilmek mümkün değil. nasıl olur da kürtlerin dtp'nin açıkca bölücük kokan söylemlerine destek verdiğini anlayamıyorum. yıllarca söylendi ama anlaşılmadı demek ki. şimdi dtp'nin son yayınladığı "demokratik çözüm önerisi" herşeyi apacık ortaya koyoyor. dtp ve pkk'lıların istedikleri bir "kürt kimliği" değil türkiye cumhuriyeti'nden bağımsız taşıyabilecekleri bir "kürdistan nüfus cüzdanı".
dtp'nin şuan bağıra çağıra söylediklerini yıllardır "ulusalcı, faşist, statükocu, ırkcı" diye yaftalanan kişiler yazıp çizdiler. dtp ve pkk'nın asıl hedefinin türkiye cumhuriyeti'nin üniter yapısını bozmak ve türkiye'den tamamen bağımsız bir "kürdistan" hayali olduğunu anlattılar. anlamak isteyen anlıyor tabi. bunca söylemin arasında "demokrasi" ve "insan hakları" için boğazını yırtan kürt vatandaşlarımız en büyük kazığı da dtp ve pkk'dan yemiş oldular. bu kadar sığ bir politikanın kurbanı olan kürt vatandaşlar; yıllarca önce ab'ye uyum yasaları çerçevesinde kazanacakları gerçek anlamda demokratik ve insan haklarına aykırı olmayan haklarını kendi elleriyle dtp ve pkk'nın çirkin siyasetine bıraktılar.
dtp bile yıllardır sürdürdüğü yalan-yanlış politikadan sıkılmış olacak ki daha 4-5 gün önce "demokratik çözüm önerisi" ismini taşıyan açıklamalarında; açık açık hedeflerinin ayrılıkcı bir siyaset olduğunu, ancak böylesine bir bölünmenin yaşanması sonrası pkk'nın silah bırakabileceğini belirttiler. yani 30 yıl önce pkk'nın kuruluş amacına yönelik hedeflerini dtp'nin de yıllardır izlediği "ayrılıkcı siyaset" ile sahiplendiğini ve örgütlenmesini de ona göre şekillendirdiğini anlamış olduk. gerçi önceden de söylediğim gibi bu türden bir aymazlığa varmak için çok da büyük bir çaba harcamaya gerek yoktu, biraz okuyup izleyen bir insan gerçeğin farkına kolayca varabilirdi.
zaten dtp'yi destekleyen kişilerin yıllardır hangi tabandan beslendiklerini, hangi kaynaklardan yararlandıklarını da biliyoruz. eğer gerçek manada bir demokrasi yolu seçmiş olsalardı şimdiye kadar kürt vatandaşlarımız sosyal-siyasal-ekonomik bir çok yönde mahrum bırakıldıkları en "insani" değerlere kavuşmuş olacaklardı. ve bunu da ülkedeki diğer ırklara mensup kişilerin öfke ne nefretlerini üzerlerine çekmeden başarabileceklerdi. ama artık çok geç, fitil ateşlendi bile... bunu ateşleyen, yıllar önce kürt haklarının tek temsilci olarak silaha sarılıp tsk'ya kurşun sıkmakta hiçbir sakınca görmeyen pkk ve onun meclis'teki temsilcisi dtp oldular.
şuan, her geçen saniye ülke içerisinde kürtlere yönelik öfke ve nefretin artmasını ibretle gözlemliyorum. kiminle konuşsam "yıllardır koynumda yılan beslemişim" minvalinde konuşan kürt düşmanı insan profiliyle karşılaşıyorum. arkadaş çevremde kürt olan insanlar birbirleriyle eskisinden daha fazla yalnız kalmaya, vakit geçirmeye başladılar. ortada azınsanmayacak bir bölünme ve karşılıklı kinlenme var. millet alışverişte esnaf seçer hale geldi. çevresine "olm o kürt alma sakın ondan bişey, bırak gebersin açlıktan" diye uyarılarda bulunanlar var. yazık ki ne yazık... kocaman bir çığ yuvarlanarak üzerimize üzerimize geliyor...
bu adam hakkında yazdığım eleştiriler, hakaret var denilerek sözlük moderatörleri tarafından silindi. çok şaşırdım. uludağ sözlük'te uzun zamandır yazarım fakat yeni yeni yazmaya heveslenmiştim. daha yazarlığımın ilk günlerinde böylesine haksız bir uygulama ile karşılaşınca şaşırdım tabi. silinen entry'yi canlandırmak istediğimde de bomboş bir sözlük sayfası çıkıyor karşıma, ayrıca teknik sorunlar da yaşıyorum yani. ilginç tabi, hüseyin üzmez gibi bir adama "midem bulanıyor, kusacak gibi oluyorum" dediğim için yazdığım yazı siliniyor. yazılı ve görsel medyaya baktığımda ise adamı fareye, maymuna, köpeğe benzeten bir sürü köşe yazarı var. demek istediğim uludağ sözlük moderasyonu, yazılan entry'lerin doğru değerlendirmesini yapabilecek düzeyde "yeterli" moderatörlere sahip değil, ya da var ama bana yetersiz olanı denk geldi.
bu adam için bile zamanımızdan çalıp bu sözlükte birşeyler yazıyorsak eğer, önce hangi kelimelerin hakaret içerdiğini söyleyeceksin bana ey moderatör? gönlüne göre silemessin yazdıklarımı, belli kurallar dahilinde olacak silme nedenlerin? yoksa uludağ sözlüğün imajını "faşist yöetimin diktatör havalarında takıldıkları yer" olarak damgalarsın.
hüseyin üzmez gibi bir adam için "midem bulanıyor" yazıyorsam eğer, bu hakaret değildir! kaç yaşındasınız bilmiyorum ama nasıl hakaret olarak algıladınız anlamak gerçekten çok güç. emeğim boşa harcanıyor burada. moderatörleri seçen kişiye sesleniyorum; seçtiğin moderatörlerin seçiminde bence biraz daha ayrıntılı davranman gerekiyor. umarım diktatörlük havalalarında olmayan bir yöneticiye seslenmişimdir. bu emeğimin de boşa gitmesini istemem.
"zaten topu topu yedi tane nota var, isteseniz de müziği ne kadar farklı yapabilirsiniz ki" gibi bir cümle kurabilen birisinin verdiği kirliliktir. sanırım kendisi klasik müziği sadece charlie chaplin filmlerinde kullanılan soundtrack zannediyor. ah serdarım vah serdarım.
dünya ekonomisinin genel eğiliminden, yönetim anlayışından memnun olmayan; dünya dediğimiz gezegenin sahiplerinin ülkelerin başındaki iktidarların değil büyük sermaye kuruluşlarının başındaki patronların olduğunun farkına varmış kişidir. moron diye niteliyebilmek için böylesi açık bir gerçek ile yüzleşememiş, bilgilenememiş olmak gerekir.
bilgisizlik cahiliyeti, cahillik ise içinde bulunduğu durumun farkında bile olamadan sağa sola hakaret edebilme zevzekliğini getiriyor. savunduğu değerlerin aslında onu fakirleştiren, günden güne ezen değerler olduğunun farkındalığına varamamak pek tabi mümkün; konu hakkında okumamışsındır, araştırmamışsındır, yorum yapabilecek yeterliliğe ulaşamamışsındır. bu türden bir bilgisizliği anlarım fakat o hakaret etmek nasıl bir tutarsızlıktır onu hiçbir zaman anlamadım işte ben bu memlekette. adam zerre anlamadığı bir konu hakkında gayet tabi atıp tutabilir, ülkemizde böyle tipler oldukca makul sayıda bulunmakta zaten, ama işi hakarete vardırmak cidden bünyede önemli işlev yürüten bir çok besinden mahrum olmakla mümkün sanırım. kusura bakamayın ama ancak böyle yumuşak bir analiz yapabilirim. neyse konumuza dönelim; böylesi bir ortamda niye zil takıp oynuyormuşum nacizane anlatmaya çalışalım.
dünyanın en büyük şirketlerinin açgözlü para politikası sonucu; patronların ellerinde kukla gibi oynatılan insanların yavaş yavaş gerçeği görmesini istiyor bu moron arkadaşınız.
neoliberal politikaların günden güne tüm dünyada işsizliği arttırdığı ve paranın her zamanki gibi yine,yeni,yeniden aynı isimlerin cebini doldurduğu böylesine çürük bir sistemin dibe vurmasını istemek şöyle anlaşılmalıdır: kendileri ettiler şimdi de kendileri bulsunlar. bir nevi etme bulma dünyasıysa bu; kendi açgözlülükleri ile oluşturdukları bu "maksimum tüketim, tükettikce tüketim, tüketebildiğin de fazlasını daha da fazlasını tüketim" anlayışı elbet birgün gelecek çökmeye mahkum olacaktı zaten. bu aralar karl marx'ın niçin bu kadar revaçta olduğunu anlayabiliyoruz, bu türden bir kapitalist sistemin gün gelip çökeceğini rahmetli yıllar öncesinden söylemişti zaten. etme bulma dünyası dedik ama çok önemli bir yeri atladık: adamlar kendileri ediyor ama ne yazıkki kendileri bulamıyor! onlar ediyor alt tabaka buluyor. onlar kaybını devletten karşılıyor, devlet vatandaşından.
bir de şunu da belirteyim: hiç merak etmeyin bu kriz her sosyal tabakayı da aynı ölçüde etkilemeyecek.
sıkı durun! devletleştirdikleri büyük şirketlerin kasalarına devlet hazinesinden yüz milyarlarca dolar akıtıldı. bu su gibi akıtılan para kimin cebinden karşılanıp büyük patronların iflası önlenecek bilin bakalım? özel sektöre devlet müdahalesi, herkesin gözü önünde, açık açık "dünya ekonomisinin patronları"nı kurtarma operasyonuna dönüştü. peki, patronları kurtarmak için büyük şirketlerin kasasına oluk oluk akıtılan bu para kimin parası? tüm vatandaşların ortak sermayesi olan devletin parası, hani şu her durumda yapıştığımız klasik söylem: "benim verdiğim vergilerle oluyor tüm bunlar" söylemi. e şimdi kimin parası kime gitmiş oluyor şöyle bi geriye yaslan da düşün bakalım canım kardeşim? peki boşalan bu devlet hazinesi nasıl geri beslenecek? hiçbir şeyden haberi olmayan fakat moron sıfatını tak diye yapıştırabilen adamın cebinden, senin cebinden, benim cebimden.
dünya ekonomisinin nasıl döndüğünü bilmeyen arkadaşlar için (bkz: neoliberalizm)
içinde bulunduğu boktan durumun farkında olmayan, konu hakkındaki tek yorumu hakaret edebilmek olan cancişlerim için de metallica'dan geliyor: (bkz: master of puppets)
dünyayı çevreleyen bu türden kokuşmuş bir neoliberal yapının günden güne çökmesini istemek, izlemek, böylesi bir ana tanık olmak inanın meselenin yüz ekşiten gerçekliğine vakıf insanlar için çok ama çok zevkli bir aktivite. beter olsun ibneler diyorum, her gün bir önceki günden daha da beter olsunlar. bu politikalara sesini çıkartmayı bilemeyen cahil cuhela insanlar da beter olsun tabi. ses çıkartmayı öğrenememişsek eğer, öğreneceğimiz güne kadar beter olalım.
küreselleşmeyi "kar oranlarının çok daha hızlı ve kolay artması" olarak gören insanların boyunduruğu altında yaşamaya devam edelim. modern köleler olalım.
değil sadece new york, tüm dünya borsalarının çöküşünü izleyip izleyip orgazm oluyorum arkadaşım ben...
kürt vatandaşlarımızın acilen akıllarını başlarına almasını gerektiren durum. türkiye cumhuriyeti devleti'ni düşman belleyip, türk silahlı kuvvetleri'ne kurşun sıkıp, türkiye cumhuriyeti topraklarında kargaşa yaratarak çözülemeyecek sorun. demokrasi açılımından, insan haklarından bahsedecekseniz önce buna uygun davranacaksınız. bilinçli, eğitimli, aklı başında insanlar yetiştireceksin. üzerindeki kirli damgadan kurtulmak istiyorsan ona göre yaşayacaksın. hiçbir geri kalmışlık göstergesi senin devletine silah çekmen hainliğini hafifletemez, affettiremez!
ey kürt kökenli arkadaşım sözüm sana;
bu topraklarda eğitim, altyapı, sağlık, kültür hizmeti eksikliği çeken tek ırk kürtler değil, bunu bileceksin! devletin yardım elini uzatamadığı yüzlerce köy var bu ülkenin batısında, güneyinde, kuzeyinde.
uyuşturu madde kaçakcılığı, mafya, kiralık katil, çocuk tacircisi, terörist, kadın satıcısı gibi iğrenç damgaları üzerinden silmek için "kendin" çaba göstereceksin!
her şeyi devletten beklemeyeceksin!
ülkenin toprak bütünlüğüne, "ulusal" bağımsızlığına, atatürk ilkelerine sahip çıkacaksın çünkü; bu toprakların bir sahibi de sensin kuşkusuz!
bu cumhuriyet sadece beyaz türkler sayesinde tek başına beyaz türkler için kurulmadı! bu ülkenin bağımsızlığı için zamanında düşmana kurşun sıktığın gibi şimdi de düşmanını doğru belleyeceksin silahını türkiye cumhuriyeti ordusuna değil bizi birbirimize düşürmeye çalışan iç ve dış mihraklara doğrultacaksın!
hakkını demokratik yollarla aramayı öğreneceksin. bu demokrasiyi, dtp'nin ve pkk'nın kanatları altında aramayacaksın!
ulus bilincine erişmiş kürt vatandaşlarımızın geçmiş yıllarda başbakan, cumhurbaşkanı, general, milyonlarca ytl'lik servet sahibi iş adamı olabildiklerini göreceksin, olayları doğru okumayı bileceksin! türkiye'nin en güzel üniversitelerinin en güzel bölümlerinde okuyan onlarca kürt arkadaşım var benim, toplanıp bu konuları konuştuğumuzda onlar da bana bu söylediklerimi tekrar ediyorlarsa eğer ortada yanlış yapan tek taraflı bir devlet değil "kürt kimliği"ni ırkcılıkla bütünleştirmeye çalışan taşeron kürt siyasetcileri var demektir.
yapman gereken çok basit: kürt kimliğini ezdirmeden, demokratik haklarını "gerçek demokrasi" anlayışı içinde türkiye cumhuriyeti vatandaşı kimliğinle sahiplenmen.
tbmm çatısı altında "tam bağımsız kürdistan" konulu müzakereler başlamadığı müddetce, türkiye cumhuriyeti'nin kürt sorunu hakkında yapmaya çabaladığı her türlü girişimi "antidemokratik" ve "insan haklarına aykırı" gibi artık klasikleşmiş kalıplarla eleştirmeye devam edecektir. yaptıklarının siyaset ile ilgisinin olmadığı gerçeğini hiçbir zaman anlayamayacakları gibi; demokrasi ve insan hakları gibi çok önemli iki kavramın da içini hızla boşaltmaya devam edeceklerdir.
dtp'yi kürt sorununun çözümü için tek anahtar bellemiş/bellettirilmiş kürt vatandaşlarımız için benim nacizane önerim: pkk terör örgütü sempatizanı olmayan kürt siyasetcileri yetiştirilmesi için çaba göstermeleri. sorunların üzerine insan kanı akıtarak, ortalığı savaş alanına çevirerek değil; gerçek demokrasi koşullarını sağlayabilmiş, insan haklarına sözde değil özde bağlı bu türden "donanımlı" kürt siyasetcilerinin yetiştirilmesi, mevcut kürt sorununun çözümünde ışık hızıyla yol alabilmemizi sağlayacaktır. siyasetin s'sinden anlamayan birkaç kişinin bile meclis çatısı altında dtp ismi altında toplanmaları; kürtlerin kürt sorununa ne kadar değer verdiğinin göstergesi zaten. 30 senedir 10 tane bile donanımlı kürt siyasetcisi yetiştirememiş bir halkın dtp'ye sarılmaları, denize düşenin yılana sarılmasını andırıyor adeta. siyaset ırkcılıkla yapılamaz!
pkk terör örgütü ile organik bağı olan ve bunu da inkar etmeyen dtp siyasetcileri için kürt ırkcısı yorumunu uygun görüyorum. ırkcılığın ne beter bir bok olduğunu yavaş yavaş kendileri de halka göstermeye başlamışlardır. meclis'te oturup düzgünce, insan gibi kürt halkının haklarını savunabilecek siyasetciler görmek istiyoruz. kürt ırkcısından, terörü lanetleyemeyen korkak kürt siyasetcisinden bıktık artık!
http://myspace.com/themadrigal adlı siteden şarkıları dinlenebilen, aydın çıkışlı, istanbul ikametli industrial/pyschodelic rock müzik toplulugu.
ben dinledim epey de başarılılar. yolları açık olsun.
mehmet zaman saçlıoğlu, 1955'te bursa'da doğdu. tekstil bölümünü bitirdi, ege ve marmara üniversitesi güzel sanatlar fakültelerinde görev yaptı. şimdi ise marmara üniversitesi tekstil bölümü başkanlığı yapmaktadır. fakat kendisi tekstilden çok yazarlığı ile tanınmaktadır. hiyake tutkunları için; nitelikli öykü kitapları var. aynı zamanda şairdir de, iki adet şiir kitabı var. eserleri:
üç öykü kitabı da birbirinden güzeldir. haldun taner öykü ödülü, yunus nadi öykü ödülü ve sait faik hikaye armağanı'nı kazanmış bir yazardır. son yazdığı öykü kitabını 2002 yılında yazdığını güşünürsek, yeni bir öykü kitabı için sanki biraz geç kalmış gibi geliyor bana. yeni eserini heyecanla beklemekteyim.
aynı isimli oyuncu arkadaştan dolayı sözlükte güme gitmiş bir yazardır. aslında soyisimleri aynı değildir, yazar olanın günsür, oyuncu olanın günsur'dur. fakat sözlük formatında aynı sayılıyor. 1955 yılında istanbul'da doğmuştur. mimar sinan üniversitesi resim bölümü mezunudur, yani yazarlığından önce ressamdır aslında. iki tane birbirinden güzel hikaye kitabı yazmış, 2004 yılının haziran ayında da hayata gözlerini yummuştur. yayınladığı hikaye kitapları için: (bkz: Caique) ve (bkz: içeriye bakan kim?) iki öykü kitabı da sonradan tek bir kitap halinde basılarak, içeriye bakan kim? isminde satılmaya başlanmıştır. toplamda 13 hikaye barındırır. hepsi birbirinden güzeldir, okuyana haz verir. 2003 yılında aldığı sait faik hikaye armağanı ödülü ile içeriğinin kalitesi de tescillenmiştir. hikayeleri okuduktan sonra, türk edebiyatı'na fazla eser veremeden vefat ettiği için üzülürsünüz.
dalga-parçacık ikilisini tek bir geçerlilikte inceleyen teoridir. diğer bir değişle atom ve ışığın mikroskobik dünyalarını inceler. günlük hayatımızda gözlemlediğimiz fiziksel olayları newton yasalarıyla pek güzel şekilde algılayıp, anlayabiliriz. Fakat, ne zaman ki atomik yapıların fiziğini incelemeye kalkışırsak newton fiziğinin yetersiz kaldığını, anlamlandıramadığı bir takım fiziksel olayların yaşandığını gözlemleriz, newton yasaları geçerliliğini kaybeder. işte o vakit kuantum mekaniği devreye girer ve mükemmel bir açıklama getirir. ama şu da unutulmamalıdır ki; kuantum mekaniği ile; newton yasalarının açıkladığı fiziksel olaylar da rahatlıkla açıklanabilir. aynı şekilde, ne zaman ki ışık hızına yakın hızlarda bir takım fiziksel olayları inceleme altına alırsak, o vakit de newton yasaları devre dışı kalır ve einstein amcamızın izafiyet(görelilik) teorisiyle cevap aramaya çalışırız.
ülkemizdeki rüzgarların doğru ve güncellenmiş bir haritasını çıkarttıktan sonra, gerekli üretim planlaması ve sektöre verilecek devlet desteği ile enerji ihtiyacımızı hem temiz hem de ucuz yoldan karşılayabileceğimiz enerji çeşitidir. son yıllarda dünya genelinde rüzgar enerjisi sektöründeki hızlı büyümeyi görmezden gelmemek ve binlerce insanımızın bu iş koluna yönlendirilmesi gereklidir. bu sektöre hizmet için; bitmek tükenmek bilmeyen istek ve arzumla, yeni bir makina mühendisliği mezunu olarak enerji bakanlığının gözlerinden öperim.