Ülkemizdeki -yaş aralığı kaç olursa olsun- eğitim ne kadar mükemmel(!) olduğunun göstergesi. Kendi köprülerimizin onarımını bile mühendislerimiz yap(-a)mıyor.
Üstelik Milli Eğitim bakanı Ömer Dinçer'in; "Türkiye'de üniversite okumak, eğitim fakültesinden mezun olmak illa devlette öğretmen olacağım diye motive edilecek bir olay değildir." dediği bir meclis konuşmasının olduğu bugünde, harikulade bir ironi oldu.
Hangi zaman evresinde geçtiğini tam olarak anlayamadığım ancak 1930-1940'lı yıllarda geçtiğini düşündüğüm bir zamanda akıyor olaylar. Evin oğlu Reşad, Amerika'ya kaçar, 3 yıl sonra evin ortanca kızı Talia sevdiği adama. En büyük kızı Fatma Aliye kalır, annesi ve dedesiyle koca konakta. Bu kalış onun için bir seçimden öte bi zaruriyettir, çünkü böyle öğretilmiştir ona hayat.
Oyun tamamen kişisel iç hesaplaşmalarla ilgili. Varolan, gerçekleşen ve bilinen tüm yaşanılmışlıkların seneler boyunca konuşulmaksızın kabullenilişinin akabinde, ansızın Talia'nın kendisi için küçük bir yenilgiyle eşdeğer valizi ile eve geri dönmesiyle sözcüklere dökülmeye başlar, her şey. Temelde varolan aile iletişimi, değer yargıları, anne sevgisi ve eşitlik üzerine varolan yada olmayan saklanan yada bir yerlerde -bilinçli,bilinçsiz- unutulan tüm hissiyatlar kıyaslanmaya, yer yer ölçülmeye başlanır. insaniyet üzerine muhakeme edildiğinde, özellikle oyuncuların olası duyguları işlemeleri ve yansıtmaları açısından da gayet başarılı bulunabilinecek bir öykü. Sahne dekoru ve ışıklandırma gibi benzeri teknik konularla zaten hakkını veriyor, Tiyatro.
Oyunun en başarılı kısmı ise -oyundan evvel tahminlemem üzerine-; Talia'nın Server Nüvit Paşa ile kurduğu monologlarıdır. Fiilen hayattan kopmuş ve ilk aşkı N..... hanım'la halen birebir yaşadığı hayaliyle günlerini geçiren Paşa'nın, gerçek hayatla olan tek bağını Talia'nın sessizce gidişinde; "Nereye gidiyorsun?" cümlesiyle göstermeleri gereğinden fazla mükemmeldi.
Ayşe Kökçü'nün prosfesyonel performansı ve oyunun etkileyiciliğini de dahil edersek, bir saat otuz beş dakikaya fazlasıyla değer bir gösterim.
Çağan Irmak'ın Karanlıktakiler filminin son sahnesinde, Gülseren hanımın -Meral Çetinkaya- aldıkları esrar sebebiyle oğlu Egemen'e -Erdem Akakçe- aslında neden hala daha yaşadıklarını anlatmaya çalıştığı cümle.
Başarılı ve etkileyici bir son.
1945 yılları, Hitler, Yahudi irkçılığı; dikiş makinasının başında her gece sektirilmemiş aralıklarla dikilen giysilerin üzerine ister istemez sinen Anneannenin naftalin kokusunu bir gecede -o gece işte- bir çift parlak siyah çizmelilerin sürükleyip götürdüğü o gecede masa altında korkuyla, ağlamanın yasaklandığı 4 yaşındaki bir küçük kızın gözlerinden anlatılıyor...
"Kırmızı Mantolu Küçük Kız" soykırımın bütün çoçuk kurbanları için bir anma törenidir." demek sanırım kitabın tanımı için en uygun cümle.
Güneş uyuyunca ve yerine
Gece uyanınca ay,
Rüzgarlar oynatınca yaprakları
Onun sesi duyulur.
Uzaklardan...
Dönmemeli, dönmemeli ve
Görmemeli hiç beni
Bilmemeli bilmemeli hiç
Duymamalı o asla beni
Uzaklardan.
Onu bir tek ben duydum...
Uzaklardan.
ne güzel süpriz bu böyle hoşgeldin
boşver çabalama konuşmak zorunda değilsin
hem hareketlerinden küçücük mimiklerinden
kalbini okurum ben...
bütün gün yataktaydım yüzümde yastık izi
seninse geçmişinde binlerce ağır yenilgi
çok şaka yaptıysam
aslında korktuğumdan
beni zaten tanırsın sen..
derler ki bir yerden sonra
acımaz daha fazla
zaten aşk kötü bir şaka
anlamaya çalışma
her güzel şey bitermiş
aşk nedensiz sevmekmiş
kulağımda gürültüler
uyurken televizyon açık kalmış
bir ülkenin bodrum katında kirli bir savaş varmış
midem bulanıyor galiba dünya tuttu beni hep kuruttu
derler ki bir yerden sonra
acımaz daha fazla
zaten aşk kötü bir şaka
anlamaya çalışma
her güzel şey bitermiş
aşk nedensiz sevmekmiş
aşk vardı; vazgeçilmez biçimde beni bulan, unutulmak adına koyulmuş herhangi bir yerden çıkıp geriye kalmışlıklarımı benimle zevkle paylaşan. terkedilişimin bile anlamsız olmadığını gösteren. beklentilerimin sebebi, ümidimi körükleyen işkenceydi. apansızın nedenlerimin cevapları olurdu. kabullenmemi sağlardı. acısızdı.
topraklı yolun tozunda çıplak ayakla katettiğim yolun sonunda saklanılabileceğinden fazla gerçeklik vardı. hakikatlerin çokluğu mu, aşk ın artık ömrünün bittiğinden mi -asla bilemeyeceğim- artık inanmamam için sebeblerin sakince duruşundan mı, vardı diyeceğim, bilmiyorum.
Cüneyt Ergün, 29.12.1978 yılında Adana da doğdu. Müziğe 4 yaşında artık ağlamaktan sıkılıp, ıslık çalmaya merak sardığında başladı. Bu kısa zamanda bir tutkuya dönüştüğünde ilk bestelerini dinlettiği arkadaşlarından olumlu sinyaller aldığını farketti.
ilk okul, orta okul ve liseyi istanbul'da bitirdikten sonra Selçuk Üniversitesi Güzel sanatlar Akademisi Müzik bölümünden mezun oldu. Uzun yıllar istanbul , Antalya ve Konya da çeşitli mekanlarda sahne aldı.
Müzik öğretmeni olan Cüneyt Ergün, yerçekimine ' hoşçakal ' diyeceği o kaçınılmaz an gelmeden önce edebiyat ve müzik alanında anlamlı ve kayda değer işler yapmayı planlıyor...
kendisine ait olan bilgilerin bu kadarlık bir kısmı mevcut. kendisine ait bi sitenin an itibariyle olmaması gibi çok büyük bir eksikliğin sebebini soruyorum ben şimdi. çünkü şarkılarındaki söz ve bestelerinin hepsi kendisine ait. ama elde sağlıklı hiç bir bilgi kaynağım yok. ama şarkılarının çoğunda viyolin'in eşsiz tadı var. şarkıları bilinen kelimelerle oluşturulmasına karşın dinlenildiğinde oluşturduğu anlam çok farklı, bambaşka, biraz ondan biraz bundan sanki ama o yada bu değil tam olarak, açıklama kısmında öncesinde de bilinilen bir tümce olsun; kült bir bir adamdır.
çatlamış avuçlarımda sensizliği saklıyorum.
yalnızlığın arka sokaklarında seni arıyorum.
hasretini çeyrek geçiyor,
düş kırıklığı saati günde 24 yıl
seni bekliyorum.
hep bir körebe
hep bir körebe
hep bir körebe
arayışlarım...
elim sende miydi yoksa
ben ebe miydim?
yeterince mızıkçılık etmediler mi
bize yoksa?
hayaletli tüm sokaklar
yol üstünde boşluklar
yoksun diye bayatladı artık
14 şubatlar...
hep bir körebe
hep bir körebe
hep bir körebe
arayışlarım...
Gitme kal
Gidersen aklım karışacak
Duvarların dili olacak
Benimle konuşacak
Gitme kal
Akla zarar olacak
Gitme kal
Bana şiddeti bırakma
Bana hasreti bırakma
Bana düşman geceleri
Bana beni bırakma
Gitme kal
Akla zarar olacak
Gitme kal
Beni kim aklında tutacak
Gece sabah sabah gelip
Lambaları yakacak
Gitme kal
Akla zarar olacak
Gitme kal
Bana şiddeti bırakma
Bana hasreti bırakma
Bana düşman geceleri
Bana beni bırakma
Gitme kal
Akla zarar olacak
ŞiMDi BEN, YOK DENECEK KADAR ÇOKUM.
FiRARDAYKEN iNSAN VE BUZ KESiYORKEN HAVA,
SOĞUK EN ÇOK PARMAK UÇLARIMA YAKIŞMAZ.
ŞiMDi VAKiT SEYiR DEFTERiMDE YORGUNDUR,
ŞiMDi FERYAT EN ÇOK SESiMiN TONUNDA VURGUNDUR
VE ŞiMDi HAYAT;
CEVABINI BiLDiĞiM EN ZOR SORUDUR.
KULELER YAPTIRDIM iÇiME
11 EYLÜL GiBi VURULMAK iSTERiM.
KALBimi ÇARPANLARINA AYIRABiLEN VARSA GELSiN.
YOKSA, ZERAFET BU BAŞTA DÖNDÜRME KUVVETi DEĞiLDiR.
CÜCELER YAPTIRDIM iÇiME,
GÖRMEK iSTEYEN VARSA EĞiLSiN!
cüneyt ergün
şarkıda geçen "cevabını bildiğim en zor sorudur." cümlesini ortalama 6 yaşlarında bir çocuğun söylemesi mükemmel bir tanımlama ustalığının göstergesini, kinaye sanatının görkemli gösterimini sunuyor.
her gün doğan güneşe engel olamamak,
geçip giden zamanı durduramamak,
bir yaşlının inadını,
bir çocuğun göz yaşını,
ve bir dünyanın nefretini durduramamak...
Aşık olmuşum sana,ey güneş gözlüm!
Gülden dudaklarında ey inci sözlüm!
Doyulmuyor rengine kara toprağın,
Duyulmuyor sözleri sarı yaprağın...
Türkü söyler dağların haykıran dili.
Türkü söyler kalbime mavi sözleri.
Bin yıllar almış yazanlar bilmiyor.
Bin yıllar almış bitmiyor
Sevdalar vermiş
Gönlümüz yollara, yollara gözler varmıyor.
Dokunma dur güneşe
Işık olsun herkese
Sevgi dolsun denizler
Yağmur olsun çöllere
Varsın yağsın ellere
Destan olsun dillere
Aşkla dolu bulutlar
Rüzgar olsun sellere
söz - müziği cemali ye ait 90'ların saklı şarkısı.
MHP ;"AKP'nin mitingine katılım düşüktü"; deyince AKP Manisa il Başkanlığı basın açıklaması yaparak basına fotoğraf dağıttı. Ancak fotoğraflarda Photoshop marifetiyle insanların kopyalandığı ortaya çıktı. işi yapan danışman Halil Özyılmaz, "AKP mitinginin fotoğrafını panoramik çekmek istemiştim. Bunu yapma şansım olmayınca photoshop programıyla düzeltmeye çalıştım. Photoshopu kullanmayı da çok iyi bilmediğim için insanlar üst üste binmiş. Kötü bir niyetim yoktu" dedi.
neresinden tutsam elde kalacak, yazık dedirtecek türden boş...
Bir Pazar akşamı
Yılbaşı ertesi gibi
Oldum bak yine
Neden neden neden diye
Aşkımı sorduğum
Duvarlar bıktılar yine...
Eskiden çok eskiden
Çok severdin beni
içine çekerdin
Lalala lalala la
Lalala lalala la
Lalala lalala la
Lalala ölü çiçekler gibiyim...
sözlerine sahip barış sökmen şarkısıdır ki; kendisi adını yine de dönmem sana şarkısıyla duyurmuştur.
Too fast to live
Too young to die
One stolen kiss babe
A certain smile
We never close babe
We dance all night
I'm lost inside babe
Your painted smile
The name of the place
The name of the place
You'll never know babe
The state I'm in
It's a plastic world babe
No tiger skin
Don't talk to me
Your perfume sighs
I'm lost inside babe
Your painted smile
Çok hızlı yaşamak
Çok genç öl
Bir çalıntı öpücük bebek
Belirli bir gülümseme
Bize bebek yakın değil asla
Bütün gece dans edelim
Ben bebek içinde kayboldum
Senin boyalı gülümsemende
Şehrin adını
Şehrin adını
Bilmiyorsun hiç bebek
Devlet yaşıyorum
Bu plastik bir bebek dünya
Hayır kaplan derisi
Konuşma benimle
Sizin parfümünüz Sighs
Ben bebek içinde kayboldum
Senin boyalı gülümsemende
venedik film festivalinde marcello mastroıannı ödülü alan, 80'li yılların sonunda tahiti de yaşanan yoksulluğun varolduğu ülkede turistler için cennet gibi sahillerde lüks bir yaşamı konu edinen ve siyahların ülkesinde siyahlara 2. sınıf davranılan ülkede, 40'lı yaşlarında 3 amerikalı kadının hayatlarının kesiştiği tahitili legba'nın yaşamları yer alıyor. bedensel ihtiyaçların doyurulduğu bu yerde ülkenin içinde bulunduğu sömürge, yoksulluktan artık kızlarını iyi -mevkiisi olan- birine satmayı düşünebilecek kadar çökmüş haldeki insanların sorunlarıyla ilgilenmeyen 3 amerikalı kadın legba'nın ölümüyle tüm gerçeklerle yüzyüze kalmaktadır.
filmde turistik otelin restoranında hizmet edenlerin siyahi olmasına rağmen kendi ülkelerinde bile müşteri olarak siyahların kabul edilmemesi ve o yıllarda -ki sadece 20 yıl kadar öncesi- amerikada siyahlarla beyazların insani haklar açısından ne kadar uç noktalarda yaşadıklarıda belirgin bir şekilde işlenmiş.
barış bıçakçının 2006 yılında çıkardığı, içinde 22 tane kısa öyküsünün, 10 adette şehir rehberi olarak belirttiği metinlerinden oluşturduğu kitabı.
bir şehir rehberi;
"bu berbet şehirde görüp görebileceğiniz en güzel şeyin terk edilmiş bir fabrikanın kara kırıntısı olması saçma ya da gülünç mü? değil. insana özgü bir yavaşlığı, sakarlığı hatırlatan tek şey bu yıkıntı çünkü. şehirde otomobiller, yollar ve binalar, sonunda bütün sıcaklıkların evrenin ölgün sıcaklığıyla aynı olacağı bir geleceğe doğru son hızla gidiyor, uzanıyor, yükseliyor. ama aralarında banka memuru dostum Tuğrul'un da bulunduğu sağlığına dikkat etmeyen, fazlasıyla hayalperest bazı insanlar var ki, onlar gece kurdukları saatin sabah çalışmamasını veya en iyisi geriye gitmesini gönülden dileyerek tatlı tatlı esniyorlar."
italyanca kökenli; Elmasın yontulmuş yüzlerinden her biridir. coğrafyada ise bu kelime yarılmaya başlayan bir fay dik bayırının oluşturduğu eğik yüzey olarak yer alır.