şaka şaka. uludağ sözlük nitelikli bir yerdi. 2008'den beri takip ederim. ancak kalitesinin bu kadar düştüğünü hiç görmedim.
yani meme capsi konan değil, bilgi paylaşılan bir yer olmalı artık bence de. cidden. lütfen.
the notwist - one step inside doesn't mean you understand
jóhann jóhannsson - miracle, mystery and authority
giorgio moroder - love theme from flash dance
the dave brubeck quartet - unsquare dance
the vinylistic - i'm confessin' that i love you
pink floyd - is there anybody out there
aziza mustafa zadeh - how insensitive
kyrie allah - et maintenant on va où?
the evpatoria report - taijin kyofusho
north atlantic drift - from the static
lhasa de sela - de cara a la pared
no clear mind - dream is destiny
your hand in mine - desert flags
carlos libedinsky - vi luz y subi
edward artemiev - meditation
müslüm gürses - itirazım var
sleep dealer - the way home
the national - i need my girl
summer heart - i wanna go
laura marling - night terror
moderator - words remain
javier navarrete - forever
son lux - lost it to trying
morcheeba - otherwise
max richter - sarajevo
mono - are you there
cln - better than
peder - daylight
mono - silicone
daughter - run
interpol - evil
teoreme dökebilecek kadar genelgeçer bir mesele midir nokta sayısı-anlam ilişkisi bilinmez, ancak gene de bir şey çağrıştırdığı vaki, en azından benim için.
örneğin:
flört ihtimali olan iki kişi uzun saatler yazıştıktan sonra vedalaşacaklardır.
x: ben kaçtım o zaman, sabah 5 buçukta uyanıcam. iyi geceler:)
y: iyi geceler
(doğduğumuzdan beri uyuyoruz. uyku yani. ihtiyaç.)
* * * * *
x: ben kaçtım o zaman, sabah 5 buçukta uyanıcam. iyi geceler:)
y: iyi geceler.
(iyi, kaç bakalım, iyi geceler sana da)
* * * * *
x: ben kaçtım o zaman, sabah 5 buçukta uyanıcam. iyi geceler:)
y: iyi geceler..
(daha iyi olabilirdi)
* * * * *
x: ben kaçtım o zaman, sabah 5 buçukta uyanıcam. iyi geceler:)
y: iyi geceler...
(bir ara sarılıp uyuyalım)
* * * * * * * * * *
ya da bazen iyi geceler sadece iyi geceler demek olabilir. ama olmayabilir de.
ankara, yenimahalle postanesinin bitişiğindeki park.
şimdilerde yenilenmiş; ama eskiden, en azından 2005'e kadar filan devasa bir kaydırak vardı burada. yaz aylarında kaysan bacaklar kebap olurdu, öyle ısınırdı kaydırağın yüzeyi.
bizim sülalede onlarca tırcı, kamyoncu, minibüsçü vardır. çocuklar 7-8 yaşlarında öğrenir araba kullanmayı.
ben hariç.
neden çünkü? dikkati çabuk dağılan biriyim. üstelik yol üzerinde güzel bir manzara, farklı bir şehir, dramatik bir sahne varsa ortamdan kopup oraya dalarım. ayrıca istemeyerek de olsa bir insanın canını kastetmek düşüncesi bile içimi ürpertiyor. dolayısıyla ehliyetim, ehliyeti bırakın kontak çevirmişliğim, bir kilometre kaptan koltuğuna oturmuşluğum yok. en azından orta vadede de düşünmüyorum araba kullanmayı, araba kullanmayı öğrenmeyi. acil durumlar için çok lazım, ama şimdilik böyle ne yapalım.
ama bir yandan da seyir halindeyken yüksek sesle müzik dinlemek kadar keyif aldığım çok az şey var. otobüste, trende, arabada müzik dinlemek içimi bastırıyor, yatışıyorum. ancak çevremki insanların müzik zevkleriyle benimki o kadar ters ki... bir türlü dj olmama müsaade edilmiyor.
"la dur sabahın köründe müslüm dinlenir mi???"
"içim kıyıldı kanka, tekno mix dosyası var sd kartta, onu aç"
"hüseyin kağıt'ın son albümü dinleyek gardaş"
sırf bu gavatlara minnet etmemek için ehliyet alacam neredeyse. neyse.
not: ankara içi arabayla müzik dinlemelik kızlar eqlesin. benzin, tüp, çakmak gazı, jet yakıtı... ne yakıyorsa arabanız ben alayım. hatta hiç konuşmayalım da. diğjeylik yapmama müsaade edin, bir iki saat gezelim. sonrasında ya dağılırız ya da filmfalanfelan izlemek için bize de geçebiliriz. olmadı sizde sütlü gayfe de içeriz, hiç problem değil. no worries.
anadan atadan eve girişte ayakkabıların çıkarıldığı bir ortamdan serpilip gelişmiş kişiyi afallatabilir. misal, "cips yerken yere bir parça doritos düştü, e ama cipsin düştüğü zemine biraz evvel ayakkabıyla basıldı, o cips yerden alıp yenmeyecek mi" gibi deli sorulara mahal verir.
orta direk türk gencinin hayatındaki önemli ilklerden biridir...
"poz tipler, sürekli bir aranma hali, libidonun önderliğinde süregiden tıraş ayaküstü geyikler nedeniyle hiç sevemediğim bir mekan. seveni çok, sevsinler. ben de itfaiye meydanı'nda avurtları geçim kavgasıyla çökmüş, suretleri bordo viceroy içe içe kayısı kurusu gibi kararmış dayılarla çay ocağında muhabbet ederek 75 kuruşa çay içmeyi seviyorum."
***
aynısı seğmenler parkı için de geçerli. insanların fikirleriyle, muhabbetleriyle değil de yere serilen kırmızı pötikare örtüyle, yönetmen koltuğunda "tombul şişe efes" içerek imaj kastıkları bir yer halinde. ki çok olmamıştır o kırmızı kareli örtülere "varoş gibi yerde sofra bezi üstünde yemek yiyorlar" diye burun kıvırmak veya efes tombul şişeyi de keza varoşlukla itham etmek. müslüm gürses'i geçiniz, ümit besen'e bile üstten bakanlar "hangimiz sevmedik" yavşaklığının bayrak taşıyanları olmuş durumda. ulus'a gitmeyi sanki egzotik diyarlara yapılan seyahatlermiş gibi gören, bakkaldaki ekmeğin fiyatından haberi olmayan, giydiği sikindirik bir tişört nedeniyle kendini elit sanan böylesine olmamış bir güruhun herhangi bir duyguyu -acıysa acı, sevinçse sevinç, umutsa umut- hakikaten yaşamasını ben mümkün görmüyorum. oturup kafa dinlemeye gelen insanlara hiçbir lafım olamaz; ancak kahir ekseriyet böyle bir profil çizdiği için seğmenler parkı'nın müdavimlerini sevmiyorum.
kurtuluş iyidir. gün yapan 8 bilezikli menopoz teyzeler, viceroy içmekten avurtları çökmüş dayılar gezer; ama harbidirler, hakikidirler.
facebook'ta en çok köy sayfalarını seviyorum. atıyorum mesela, kayseri'nin bünyan ilçesine bağlı zerezek köyü. 50-60 yıllık fotoğraflardaki köy insanının saç tarzı ve giyimi, evlerin mimarisi, ilkokul çocuklarının toplu fotoğrafları, köyün delikanlılarının toplu fotoğrafları, köyün yaşlılarının komik vesikalık fotoğrafları, köye medeniyet gelişinin bir albüm fotoğrafla izlenebilmesi gibi durumlar çok hoşuma gidiyor.
2006'da filan da gene bu tür köy fotoğraflarını arardım; ama bulamazdım kaynak hiç. olursa tek tük internet siteleri olurdu köylerin. sitemynet sağolsun. şimdilerde facebook'ta neredeyse her köyün başta gurbetçiler moderatörlüğünde bir facebook sayfası var. mesela annemle babaannem konuşurken 3943749 adet farklı kişiyi anarlar. halime'nin görümcesinin kızı fatma'nın düğününde yaşananlar, şükrü'nün çolak oğlunun berikinin topal kızıyla nişanlandığında talip'in yaptığı şaklabanlıklar gibi abartmıyorum binlerce farklı anıları var. ben bu adı geçen insanların en azından simalarına facebook aracılığıyla ulaşabiliyorsam, işte bu anlamda teknoloji büyük nimet.
genelde yalnızlığın tavan yaptiği zamanlarda radyo dinlediğimi fark ettim. havadan sudan konuşmalara, "normal" zamanlarda burun kivrilan klişe muhabbetlere bile yeri geliyor, ihtiyaç duyuyor insan. otobuste boş bir dunya koltuk varken sirf iki kelam etmek umuduyla birinin yanina oturmak gibi. bir soluk duymak icin, plastik ve metal soğukluğu yerine ten sıcaklığı duymak icin...
boyle zamanlarda candir radyo. miymiy konuşan canli yayin konuklariyla bile empati kurdurur insana. yalnizlik kudurtur ve yalnizlik huzurdur.
ankara/yenimahalle'deki çarşı caddesi'nde bulunur bu baharatçı. hani isim olarak da bir derman eczanesi, huzur apartmanı, cengiz topel caddesi kadar jenerikleşmiştir. çocukluğuma o kadar sirayet etmiştir ki ne zaman karabiber, kimyon kokusu alsam bu dükkana gider aklım. geçen sene eski mahallemi, eski arkadaşlarımın evlerinin bulunduğu sokakları, on saniyede bir araba geçmesine rağmen mahalle maçı yapmaktan vazgeçemediğimiz dört yolu tekrar dolaştım ve tekrar geçtim mis baharat'ın önünden. gene kimyon kokuları saçılıyordu caddeye.