insanı karşı cins arayışa sokabilen şarkıdır. bir kadını ve onun evin içindeki elindeki kadehi ile sallanışını izleyesiniz gelir. bırakırsınız onu evin ıssızlığına, salınarak dolanır. saçları uzun ya da kısa fark etmez. sessizce suratındaki tebessümle oradan oraya dans eder. yalın ayak, duyarsınız topukları yere dokunduğunda. gülümseyerek izlersiniz. belki üstünde bir gömlekten başka bir şey yoktur kadının. belki bilmez sizin cenneti izlediğinizi. sadece siz bilirsiniz.
iki insan arasında hararetli bir tartışma başlar, tartışmanın konusu üçünüze de yabancı değildir fakat mevzu iki insan arasında olduğundan karışmak istemezsiniz. Zamanla tartışmanın çıkmaza girdiğini fark edersiniz ve aradıkları cevabı belki dinleyerek buldunuz ya da biliyordunuz. Sonrasında "eh abi sizin demek istediğiniz şu şu değil mi?" diye girersiniz araya dayanamayıp. ikisi de döner, "sen ne bileceksin" gibisinden imalar atıp devam ederler tartışmaya. Siz de öylece kalır izlersiniz. işte buna bir türlü anlam veremiyorum. O söylenen neden dinlenmiyor ya da birinden girip diğerinden çıkıyor?
Tren rayları, sessiz bir sabahta uğuldayan güvercinler. Yolun üzerinden geçen siyah su borusu, kavak ağaçlarının dizilişi. Çocukluğu hatırlamak gittikçe güçleşir hani yaşlandıkça. Mutlaka bir iki kare kalır, ansızın heycanlandırır bünyeyi. Bazı bazı hüzünlendirir.
insanlar başlangıç ve sonun kesinliğinden nedense eminler. Düşüncelerimizde mutlaka başlangıç ve son var. Bir olay yaşadıysak şöyle başladı böyle bitti çünkü. Fakat bir ara derin düşüncelerdeken fark ettim. Başlangıç ve son olmak zorunda mıydı? Sonra hayır, buna gerek yok dedim. Böylece sonsuzluk daha anlamlı hale geldi. Bir çeşit kalıp dışına çıkıştır sonsuzluk. Asi olmadan, içinde bitünleyicidir.
Mavi var en başta
Gri var, mavilisinden.
Sarı
Turuncu
Kırmızı
Mor var bir de şanslıysan
Siyah var değişken
Kahverengi.
Koyusu, açığı; yol yapmış.
Kırmızın nehir olmuş, kahverengine akıyor.
Beyazın var
Beyaz dünyaların.
Renklerinin halleri var,
En güzelini gördüğüm.
Bilemeyeceğim
Belki yeniden göremeyeceğim.
Hayatın bir sahne olduğunu düşünürüz çoğu zaman. Kendi filmimizde başroldeyiz fakat yönetmen değiliz. Yönetmen olmak istiyorsak da bunu yalnızca filmin son sahnesinde yapabiliriz. Hemen akıllara ölüm geliyor değil mi son sahne denilince? Hayır. Bu filminizde oynayan oyunculardan ve izleyen çevrenizden kopmak da olabilir. Peki yeni filminizde nasıl yönetmen olursunuz? Ne yazık ki çevrenizde ne oyuncu olmalı ne de izleyici. işte ancak o zaman hem senarist, hem izleyici ve de yönetmen olabilirsiniz.
The doors ve şarkıları. The end bu şarkılardan biridir. Bu şarkıdan fazlasıyla anlam çıkarılabilir. Dinlerken kafanız dönebilir ya da zaten kafanız dönüyorsa belirli bir sistemde dönmeye başlayabilir. Son olarak türkçeleştirilir fakat dinledikçe mevzu bir sondan ötedir der dinleyici. Sessizliğe ve karanlığa sürükleyebilir dinleyeni.
Jim Morrison bu şarkıyı söylerken başkalaşır benim gözümde. Olmak istediğim varlığa dönüşür.
istediğin huzur hali mi?
mavi gökyüzü ve üzerinde uykuda bulutlar?
zamansız bir an belki.
saçlarını bıraktığın, ellerinde toprağı hissettiğin.
suyun teninden sessiz akışı.
tokluğunda hissettiğin o garip açlık?
ne arıyorsun?
neyi istiyorsun?
sessizliğin kenarından ayaklarını sallamak.
gözlerini kapatıp sevdiğin sesleri dinlemek.
usulca mırıldanmak, aksine terlemek mi dans ederken?
bilmelisin isteklerini, parmağınla göstermelisin.
böyle böyle yürüyebilirsin oraya.
ve ben şöyle ya da böyle bir köşeden izlerim,
seslenirsen duyayım diye.
ikili ilişkilerde tarafların uyguladığı duygu. Kimine göre dozunda gerekli. Bazısına göre gereksiz. Bana göre ise kıskançlık yanlış anlaşılmış ve yanlış uygulanan bir eylem. Kıskanan insan kendindeki eksiklik yüzünden kıskanıyordur ve bunu gidermek yerine tamamlayıcı olabileceğini düşündüğü kişi veya kurumlardan uzak tutuyordur kıskandığı erkeği/kadını. Tekrar ediyorum bana göre kıskançlıktır bu. Aksine kendi eksikliklerimizi gidermeliyizdir.
Önce en derine işleyen şarkılardan biri açılır. Mesela "Going to California". Sonra bir kadeh şarap doldurulur. Dolma kelemin kapağı açılır ve sarı sayfalara mürekkep kusulur. Biraz da olsa rahatlamak için.
Kadın kendisine bakmaya başlar bir dönem. bu durum bir etken sebebiyle tetiklenir çoğu zaman. Saçına özen gösterir, bedenine bakım yapar, tırnaklarına maniküre, pediküre başlar. Belirli bir yaş aralığı var mıdır bilemem bu dönemin ama ne demek istediğimi anlatabildim umarım. Hafif hafif kadınlaşır kısaca. işte bu eylemler ile kişiliğinin de kadınsı olduğu dönemdir.
Yazıyorum çünkü paylaşmak istiyorum. Yazıyorum çünkü paylaşacak kimsem yok. Ya da uzaklaşıp kafamı dinleyebileceğim bir yer de. Sessiz bir odada yatağına uzanmış bir insan olarak düşünüyorum, dinleyerek karşılık verecek bir arkadaşım da yok, dostu da geçtim. Şikayet etmiyorum yanlış anlaşılmasın. Huzurluyum, standartların üstünde mutluyum. Bu paylaşma isteğime söz geçiremiyorum. Umursamaz olamıyorum. Yıllardır bu durumdayım. Belki de sonum Into the Wild filmine konu olan Christopher gibi olacak. Bir gün kendimi insanların beni bulamayacağı bir yerde mutluluğumu paylaşamamış bir halde sonu beklerken bulacağım.
Küçük çocuk yeni pastel boyalarıyla oturur masasına, başlar çizip boyamaya bir hevesle. Belki ailesini çiziyordur belki de kağıdın köşesinde güneş olan bir manzara. Bir güzel dili dudağında bitirir boyamayı. Gider büyüklerine heyecanlı, gösterir utanarak kağıdı. Bizim televizyon başında baba ve elinde fasulyesi anne hıı aferim diyerek yorumlar kağıdı. O şişmiş balon "fırıbırırrtt" sesiyle çalkalanarak uçar köşeye düşer.
işte bu kısa öykünün sonunda hissedilen duygunun çok benzerini hisseder bu yazar.
Mutluluğumu paylaşamayacak bir konuma düşmekten korkuyorum lokomotifci olarak. Mutluluğu ağır depresif durumlarda da olsa stabil tutabilen karmaşık bir beyin aktivitesine sahibim. Paylaşılmayan mutluluğun benim için anlamı olmamasından kaynaklanıyor bu durum.
Sıcak sulara kıyıları olan şehirlerde yaşayan insanların evlerinde klimalar bulunmaktadır. Bu klimalar pahalı icatlar olduklarından çoğunlukla sadece evlerin salonunda konumlanırlar. Bu durumu fırsat bilen insanlar ise harekete geçip yastık ve pikeyi kaptıkları gibi kanepeye uzanıp küçük cennetlerinde uykuya dalarlar.
Toplumun bir getirisi olarak bazı insanlarda gerçekleşen paylaşma durumudur. insanların dinlermiş gibi yaptıkları bir ortamdaysanız dinlediğinden emin olmasanız da gözlerinizin içine kesintisiz bakan bir köpek size "dinliyorum" diyebilir.
dış huzursuzluktan uzaklaşmaktır. çevrede olan bitenin görülmeyeceği, çevrenizde bir şeylerin olup bitme ihtimalinin olmadığı yerlerde olmaktır. bu kendi yatağınız ya da bir deniz kenarı olabilir.
Küçük bir kız babası tarafından korunur. ilgi görür. Baba şefkati denen olgunun tadına bakar. Bunlar büyürken geçirdiği süreçte yanında bulunan ilgilerdir. Kadınlaştıkça bu şefkat isteğini atlattıklarını düşünebilirler fakat içlerinde bir yerde o ilgiyi isteyen küçük kız çocuğu vardır.