ciddiyetsiz vaatlerdir. son yüz yıldır istanbul belediye başkanlığı görevindesiniz (parti olarak), bu güne kadar elinizi tutan kimdi de yapamadınız, bundan sonra yapmaya başlayacaksınız?
iki kızıl geyiğin avlanması için Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından açılan, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünce paylaşılan (bkz: siz bu işi yanlış anlamışsınız kardeş), 10 Haziran 2019 tarihli ihaledir. Kuzey Ormanları Savunması'nın da belirttiği üzere, vurulacak her bir geyik için bakanlığa 14.000 tl ödeme yapılacakmış. neymiş, çalışma kent turizmine katkı sağlayacakmış, geyiklerin sayısı bir seviyede tutularak düzenli hale getirilecekmiş, av turizmi geliştirilecekmiş.
öncelikle, geyiklerin nesli tehlikededir.
sonra, avlanmak hobi ve ya turizm nesnesi olamaz; ancak mecburiyet olabilir, açlıktan ölmemek için yapılabilir. o geyiklerin ailesi, eşleri, yavruları var ulan insafsızlar.
en sonda da, geyiklerin türk kültürü'nde özel bir yeri, anlamı vardır (bkz: yaşar kemal - alageyik). geyik avlamanın lanetli olduğuna inanılır. lanet etmeyi sevmem, o yüzden bu noktada duruyorum.
durdurulması gereken saçmalıklar daniskası, vicdansız ihaledir.
mesela, jon, herkese sarıldın öptün, o güzelim kurt sana köpek yavrusu gibi bakarken iş yerindeki pek haz etmediğin adamı dışarıda görmüş gibi baş selamı verilip mi geçilir? bi sarıl bi sor benle gelir misin diye. ayıptır.
sonra, e haberiniz vardı ya sizin demirada filolarının cersei'e katıldığından. az bi dikkat edin. bu ne aymazlık. olan canım ejderhaya oldu.
bi de arya geri dönmeyi düşünmüyormuş ya winterfell'e, orada üzüldüm ölecek mi acaba diye. umarım iyi olur canım arya.
sansa'ya da yazık, tek başına kaldı şu hayatta. bence kraliçe o olsun, daenerys'i delirttiler zira. babası gibi yakacak her yeri muhtemelen, sonra da jon da mecbur onu kılıcıyla öldürecek çünkü bi azor ahai meselesi de var. bakalım.
dizi biraz düştü ama hala çok da kötü değil sanki ya.
dizinin son bölümünü izledikten sonra gelen spoiler içerikli edit: bence güzel bitti. neden çoğu izleyicisi beğenmedi bilmiyorum, belki de kısmen mutlu bir sonu yakıştıramadılar, tabi bir de işlenip sonuca vardırılamamış olaylar var ama işte hayat gibi. daenerys'e üzüldüm ama jon bırakaydı da kadın tahta bir oturup kalksaydı bence. şart mıydı öldürmek? hiç de değildi. konuşsan ikna olurdu bence, kömürleşmiş çocukları göstersen filan. ejderhaya da hiç kıyamam nasıl da üzüldü canım; tek bir türdeşi yok, annesi de gitti kaldı yapayalnız. demir tahta da bundan böyle nah oturursunuz dedi ve uçup gitti. jon cezasını hak etti yani. onun dışında, sansa'nın kuzeyin kraliçesi olması müthiş bence de en doğrusu o oldu, arya'cığım da tabi ki kendine yaraşanı yapıp yeni maceralara yelken açtı. onlar erdi muradına biz çıkalım spin off'larına.
grimm. grimm kardeşlerin soyundan gelen ve bu sayede sıradan insanlarla beraber yaşayan Wesen'leri (masalların anlattığı tür) görebilen dedektif Nick Burkhardt'ın maceralarını anlatıyor. supernatural'ın daha az korkutucu hali de diyebilirim. 6 sezon, son sezon 2017'de bitmiş. keyifli bir dizi yemek yerken filan.
hem konuşanı hem de konuştuğu kişiyi iyi hissettirecek, farklı bi bakış açısı sunacak olaydır. büyük korkulardan, yıkımlardan dilini bilmedikleri, yarı aç gezdikleri bir ülkede, çocuk olmalarına rağmen pek çok düşman bakışa maruz kalıyor bu çocuklar. ne suçları var? her tarafta bomba patlarken küçücük halleriyle onlar mı kurtaracak memleketlerini? tabi ki tüm suriyeli çocuklar bu halde değil. zengin yine zengin. yoksul yine dışlanıyor. ama bence çocuğun türk'ü, suriyeli'si, ingiliz'i olmaz; onlar bize teşekkür etmeyi öğreneceğine biz onlardan özür dilemeyi öğrenelim.
yanlış önermedir. ''alçalan burç'' diye tabir edilen bir burç vardır. 7. evinizdeki burcunuz diye hatırlıyorum, yani hayatınızı geçirme olasılığınız olan kişiyle ilgili.
tezli yüksek lisansın sonunda mezuniyet için gerekli uzun araştırmadır. yüksek lisans tezinde, kendinize ait bir fikir ortaya atmaktan çok bir konu hakkında var olan fikirleri, araştırmaları toparlayıp güzelce sentezlemek, uygulamak gerekir. ne yazık ki bundan böyle 2 sene içinde bitirilip savunulması gerekendir. 2 ay var teslim etmem gereken tarihe - sanırım yani çünkü tez danışmanım dahil kimse çok kesin cevap vermiyor, biri mayıs diyor biri ağustos, anlamadım ama muhtemelen evet 2 ay - ama daha 3 sayfa yazmışım, nasıl olacak bilemiyorum. içimde sürekli bir panik çığlığıyla sinemaya gidiyor, arkadaşlarla buluşuyor, dizi izliyorum ama oturup da yazamıyorum. elim gitmiyor.
internetteki dizi, film vs. platformu. neden bu kadar keyif alıyorum acaba? istediğim şeyleri önceden de bulup izliyordum ama şu bir aylık kullanımdan sonra öyle alıştım ki sırf gezinmek için açıyorum bazen. hayır işimiz gücümüz, tezimiz de var ama işte...
sokrates öncesi doğa filozoflarındandır. her şeyin özünün su olduğunu düşünür. doğa filozoflarına hayranlığımın bir sebebi, çağlarında hipotezlerini net bir şekilde, kolayca kanıtlamak için kullanabilecekleri teknoloji (teleskop, uydu vs.) ve ya üzerinde yükselebilecekleri kanıtlanmış veriler olmadığı halde (ör.: Dünya, Güneş'in etrafında döner.) sadece akıllarını, gözlemlerini kullanarak bilimsel gerçeklere ulaşabilmiş olmalarıdır. bazen ulaştıkları sonuç bu günün teknolojisinin kanıtladığından farklıdır tabi ama yine de iyi temellendirilmiş savlardır bence. kendi yetilerimizle ulaşabileceklerimizi gözler önüne seriyorlar.
şu an okumakta olduğum, Fransız Elise Thiébaut tarafından yazılmış, Ayrıntı'dan çıkmış araştırma kitabı. Adet dönemiyle ilgili, biyolojik, mitsel vs pek çok konuya değiniyor. bu konuya bakış açımı değiştirdi. ayrıca dönemsel korunma ürünlerinin çevreye ve bedenimize ne kadar zararlı olduğunu belirtip iki açıdan da daha sağlıklı alternatifler öneriyor. bu orkidler fln yokken insanların ne yaptığını merak ederdim, onu da anlatıyor. yazarın dili de çok tatlı, neşeli, komik. özellikle kadınlara büyük tavsiyem, hayatımızın önemli bir konusu sonuçta...
yeni rektörün gelmesiyle (Ertuğrul Karsak), okuldaki pek çok şey değişmiş, bence çirkinleşmiştir. önce, deniz kenarındaki mis gibi kantin bir kafeye dönüştü, güzelim eski masalar yerine zor sığılan rahatsız sıra masalar konuldu; denizle temas camekanlarla sınırlandırıldı. bunun seveni oldu hadi neyse.. ama bitmedi; kara tarafındaki ortancalar söküldü. bu gün geldiğimdeyse, kara tarafındaki zaten az sayıdaki toprak parçalarının ve yeşilliklerin de hakkından gelindiğini, oradaki kantinin ve yanındaki küçük, amfimsi oturma alanının kaldırılıp yerine çirkin ve fazla büyük bir kantin-yemekhane yapıldığını gördüm. bu durum kedileri de kotu etkilemis tabi. deniz tarafına geçmeye korkuyorum. kalbim acıdı. belki ben tutucuyumdur ama yeni yapılan her şey incelikten yoksun ve çirkin. sanki her şey müteahhit olan bacanağa tasarlatılıp yaptırılmış... mekânların ruhu ve yaşanmışlıkları vardır, bir yenilik söz konusuysa bu ruha saygı gösterilmeli, danışılmalıdır.
fantastik canavarlar: grindelwald'un suçları filminde adı geçen karakterdir. varolma olasılığıyla serinin hayranlarının ağzını açık bırakmıştır. şimdi büyük spoiler geliyor.
Fantastic Beasts: The Crimes Of Grindelwald filminin sonunda adini duydugumuz karakterdir. Grindelwald, Credence'ın bir Dumbledore oldugunu hatta bizim Dumbledore'umuzun bizzat kardesi oldugunu iddia ettiginde once bi sok yasatti sonra ''hadi len oradan!'' dedirtti, sonra da ''oladabilir ha..'' ile duygudan duyguya surukledi. anka kuşu olmasa kulliyen yalan diyecegim ama anka asil kus grindelwald'un yalanlarina uyacak degil. e o zaman credence bir dumbledore. ama albus, aberforth ve ariana dumbledore'la ayni evde dogmamistir herhalde, sonucta bir tekne kazintisi icin bile buyuk yas farki var ve zaten annelerini daha okuldayken kaybediyorlar. o zaman iki olasilik var bence. azkaban'da öldüģü soylenen baba dumbledore kacmis ya da kacirilmis olabilir. cunku sonucta masum sayilir ve albus dumbledore babasinin azkaban gibi bi yerde curumesini istememistir dogal olarak. ve kacip saklanmasina yardim etmistir. dedesinin anka kuşu da böyle bi yardim icin donmus olabilir. boylece percival dumbledore bi cocuk daha yapmistir ileriki bi yasinda ve anka kusu da onun ölümünden sonra oģlu credence'a gecmistir. bu da grindelwald'un yana yakıla credence'ı bulmaya çalışmasını açıklar çünkü obscurus haliyle dadısını öldüren adama bile zarar verememiş olan credence, dumbledore'un sakalından kıl koparamaz normalde. ama kardesiyse ve dumbledore'un sevgi ve belki yine bi pismanlık bagi varsa dumbledore kendini savunamayabilir, saldırmayacagı hemen hemen kesin zaten. ikinci bi ihtimal de credence'ın kardes degil amca oglu olmasi ki bu ihtimali daha dusuk buluyorum. cunku kuzen bagi pek de etkili olmaz bence. grindelwald'un da gayet cabuk ortaya cikabilecek boyle bi yalana kalkisacagini sanmiyorum. sonucta cocuk ailesini ariyor ve dumbledore'la karsilastiginda bi sorar once sen abim misin diye, degil mi? o da hayir der, olay biter, herkes evine giderdi... bakalım.
son olarak muhtesem bi film olmustu gercekten emegi gecen herkese helal olsun. yenisi ciksa da gitsek!
rengarenk, konuşma yeteneği yok denecek kadar az, çok sosyal ve zeki küçük bir papağan türüdür. çift beslenmelidir. ısırmaları meşhurdur. benimkini geçenlerde veterinere götürmüştüm. hekimlerden biri kuşumu kafesinden almak üzere elini bir şeyle sararken yanındaki hekimle şöyle bir diyalogları oldu:
''iyi sar bak, bunlar şahine filan benzemez fena ısırır''
''Abi, şahinden kartaldan bu kadar korkmuyorum cidden.''
Psikolojilerini iyi tutmak lazım, bol ilgi ve sevgi ki sizi ısırmasın. gagalarını sürü üyelerine karşı kullanmazlarmış çünkü.
çay fiyatları. kafayı mı yediniz acaba musluk suyuyla yaptığınız bir bardak çaya 5.50 tl isterken? bu çay dediğimiz maliyeti az, üst üste içilen, yapımı kolay sırf kâr bir içecek zaten. 2 tl yap gitsin işte, üç dört tane içelim. bu fiyata bi tane zor içiyorsun, daha da termosumla gezerim.
aileden gelen, kaynaklanan psikolojik bir hastalıktır. kadın düşmanlığının temelinde anneye düşmanlık vardır. bunun sebebi annenin ilgisizliği, sevgisizliği gibi dolaysız nedenler de olabilir; annenin babadan şiddet görmesi, küçümsenmesi, sayılmaması, çocuklarına bile sözünü geçirememesi gibi mağduriyetten doğan dolaylı nedenler de olabilir. çünkü, annesinin baskılandığını gören, genelde erkek, çocuklar babayı taklit edebilirler ama aynı zamanda anneye öfkelenirler. neden buna izin veriyor? neden kendini de bizi de bu baskıdan kurtarmıyor? kendisine böyle muamele edilmesini nasıl kabul edebilir? işte bu salgın hastalığın tohumu daha çocukken böyle atılıyor, büyüdükçe toplumdaki benzerlerinin etkisiyle serpiliyor. sevgiliden yenilen kazıkla kadın düşmanı olunmuyor yani.
hayvan hekimliği. zor bir meslek bence çünkü insan doktoru 6 yıl boyunca aynı organizmayı öğreniyor yine de zorlanıyor, bu arkadaşlar teoride 5 senede koyunundan atına, kuşundan bukalemununa kedisine köpeğine bir sürü canlının anatomisini vs öğreniyor. tahmin ediyorum ki, bu konuda veteriner hekim arkadaşlar beni düzeltebilir, her okulun bir ekolü vardır ve atıyorum istanbul üniversitesi kedileri iyi öğretiyordur ama ineklerden bahsetmiyordur. yoksa nasıl o kadar bilgi o kadar kısa sürede kafaya girecek de edinilecek? bir de arkadaşlar hiç kusura bakmayın, aranızda hayvanları sevmeyen hekimler var. insan sevmeyen doktora, çocuk sevmeyen öğretmene alıştık da hayvan sevmeyen veteriner ne yahu? neden yani? sevmiyorsan o puanla git mühendis filan ol sen niye veteriner olup benim canımın içi hayvanıma zarar veriyorsun?
veteriner önerisi nitelikteki not: ataşehir hayvan hastanesi'ni beğendim, hekimler sempatik (çok önemli olmasa da) ve iş bilir (çok önemli) görünüyorlar. ben kuşumu götürdüm, kuştan anlayan çok veteriner yok o yüzden önerebilirim, 7/24 açıklar, ambulansları da varmış.
vicdan yükü yapandır. hele de tekse... sen git işin, okulun, ailen, arkadaşların olsun; hava al, gez, eğlen ama o orada bütün gün dursun, kafesin içinde belki gelir de bana bir şey der, dışarı çıkarır diye bekleyerek ömür geçirsin. bizimkiler bırakmıyor yanına arkadaş almamı, salsam da korkar, kaybolur diye endişeleniyorum... dayanılmaz bi durum yani. almadıysanız almayın bence, hiçbir hayvan almamak en iyisi hatta belki de, büyük sorumluluk. belki iki tane kedi olabilir ama dilediklerince dışarıda gezip canları istediğinde eve gelmek şartıyla.
baskın eli sağ olan, solağık zıddı anlamını çıkarsak da tdk'ya göre Türk dilinde bulunmayan sözcüktür. ama ben sağlak dediğimde tanımadığım bilmediğim pek çok Türkçe konuşanı tarafından anlaşılıyorsam o kelime vardır. bravo uludağ sözlük!
her yerin beton ve betonlaşma sürecinde olması. dağların veba gibi kemirilip delik deşik edilmesi, nehirlerin prangalanması, bir sürü arabadan çıkan egzoz dumanı ve korna sesi... ve daha bir sürü 'kentleşme' bıdı bıdısı. özetle doğadan uzaklaşmak.
daha sakin ve az hüzünlü şarkılardır genel olarak. o zaman şuraya hemen demirbaşı alalım öncelikle:
teoman - istanbul'da sonbahar (bence bunun nostaljisi eskimiyor)
azure ray - across the ocean (hisler tavan)
ed sheeran - perfect
marsis - sevdugum
tia carrere - aloha oe (hikayesi de güzeldir bu şarkının hawaii'nin son kraliçesi yazmış, bestelemiş)
aç kapıyı gir içeri (çeşitli oyunculardan dinlenebilir)
müslüm gürses - nilüfer (mert fırat da muhteşem söyler)
mirkelam - hatıralar.
harry potter'da rol almadan önce de serinin bir hayranı olan ve rowling'in verdiği sözle seçmelere katılıp çok yakıştığı muhteşem karakter luna lovegood'u canlandırma şansını yakalayan irlandalı güzel kızçe. bir de kedileri çok seviyor.