ak parti'nin anayasa profesörü miletvekili mustafa şentop'dan, hatip dicle'nin yeniden milletvekili seçilebilmesi için ortaya attığı akıllara zarar öneri.
şentop'a göre, bir ilden seçilen tüm milletvekiller milletvekilliğinden istifa ederse, o ilde yeniden seçim yapılabilirmiş.
şentop da, hakkaride seçilen tüm bdplilerin istifa etmesi halinde, diclenin yapılacak anayasa değişikliği sonrası yeniden vekil seçilebileceğine işaret etmiş.
iyi de kurnaz adam, bdp zaten hakkari de 3'te 3 yaptı. dicle oradan yeniden seçilse bile, bdp'nin bir milletvekili eksik kalacak; akp de beleşten bir milletevekilliğine * konmuş olmaya devam edecek.
hakkaniyet ve samimiyet, akp ve bdp'nin eşit sayıda milletvekili çıkardığı ildeki * milletvekillerinin istifa etmesini ve ak partinin de bir milletvekili eksik aday çıkarmasını gerektirir. isminde adalet kelimesi geçen bir partiye bu yakışır.
ama işte ak parti neylerse güzel eyler. benim iktidarım işini bilir, değil mi?
Bu üniversite, türbanlı kızlara; "üniversite hayatım boyunca başımı örtmeyeceğim" tarzında belge imzalatıyormuş.. Böylelikle, kampuste türban sorununu kökten halledecekler..
işte şekilciliğin geldiği son nokta.. Bence eksik bile kalmışlar.. Bundan sonra saçlarım kepeksiz ve cap canlı, gözlerime sürme ellerime kına; hatta dilerseniz kıçıma da yakayım, tarzı belge imzalatmaları lazım ki, başları göğe ersin bu üniversite sahiplerinin..
Erkeklere de, asgari 3 kıza çıkma teklifi etme şartı getirilsin ki; kampüsde yobaz ve abaza dolaşılmasın.. Herkes çağdaş yaşamın gerektirdği şekilde takılsın.. Kamu otoritesinde hakim olan modernist algı; en özgür olması gereken yerler olan üniversitelerde bile, bireysel farklılık denemeden, herkesi aynı hizaya çeksin..
Ne kadar güzel bir evrensel kent * portresi çizdim değil mi diye sorası geliyor insanın
edit: bu iğrenç uygulamayı savunamayacağını bildiğinden başlığa entry giremeyen ama kendini eksi oy vererek tatmin eden aklı evellere öneri: kendinizi fikirlerinizle ifade ediniz..
sözlükte sayısının çokluğuna rağmen, varlığı hakkında entry girilmemiş olsa da, sözlük içinde bizlere umut veren topluluk..
artık sosyalizmin sadece klişelerini ezberleyip, türkiye ve dünya gerçeklerinden uzaklaşmış, basit ve indirgemeci solcuların ve hala 80 yıl öncesi Türkye'de yaşamak isteyen otoriteryen-jakobenkemalistlerin (varsa mantıklı) argumanlarına karşı çıkabilecek, ve verdiği karşı cevaplarla Türkiye'nin temel sorunlarına en net ve akılcı çözümler sunabilen, liberal felsefenin temellerini benimsemiş, en büyük çağdaşlık özgürlüktür sloganı ile tam gaz ilerleyen yeni bir güruhtur kendileri..
alkışlamak, desteklemek, hattı zatında kol kola girmek gerek..
çok çalışkan ve dürüst bir adam bence.. önceki belediye başkanı * da çok iş yaptı ama arkasında baya şaibe bıraktı. özkarslı ise, karşıt görüşlerin bile takdir ettiği efendi bir adam..
yalnız hafif silik bir görüntüsü var; o da onu emre amade pasif bir adammış gibi gösteriyor.. yine de, şehitkamile yaptırdığı park ve bahçeler, üstüne seyrantepede fakirlere verilen konutlar (liberalliğime ters ama fakirlik türkiye gerçeği), önümüzdeki sene de seçileceğini garanti edecek gibi gösteriyor..
arkasında da sağlam bir danışman ve yardımcı kadrosu var.. biraz daha kültürel ve sanatsal faaliyetlere de ehemmiyet verirse *, antepin doğu-batı sentezini iyi harmanlamasına daha da yardımcı olacaktır diye düşünüyorum..
antepliler; rahat adamlardır.. öyle zor işe pek gelemezler; eğer iş zorunluysa, mutlaka bir kolayını bulurlar.. kafaları çalışır, pratik adamlardır vesselam..
bu dilde de böyledir.. zor telaffuzu sevmezlerler, hemen onu yuvarlama girişimi her kelimede baş gösterir..
k harfi de bilindiği gibi zor bir harftir; serttir, yanına gelen yumuşak eki bile sertleştirir..
halbuki anteb uşağaaa, sever yumuşaaa.. anteplicede k harfi yumuşak okunur, yanına gelen ekler de yumuşar; k harfi bu düzene uymazsa, lügattan çıkarılır..
anteplicede buzdolabı. esasinde mahmil de dolap demek zaten, herhalde ilk buzdolabını gören antepli arkasındaki tellere anlam veremeyip, böyle bir yakıştırmayı uygun gördü..
sol frame de görmem ile, başlığından buram buram cehalet akıyor dedirten insanlar..
mesela "otobuste kitap okuyan ezikler" der bir tanesi, aslında kendi okumayı beceremediği için eziklerin esas başı olduğunu bir anlamda itiraf eder..
diğeri, "gazete almaya gerek yok, sözlükten ben herşeyi okuyorum" manasında mesaj atar; ulan insan evladı iki sayfa bir sey oku da dünyaya geniş pencerelerle bak diye adamın söylenesi gelir..
"fetullah gülenin bekarlığına" takar bazıları *, "ulen ataturk de bekardı, sanane milletin medeni halinden medeniyetsiz" die yapıştırmak isterim cevabı..
daha bu gider de, ben yine kendi kendime söylendiğimle kalırım dostlar.. liberla kardeşiniz son olarak, cehaletten uzak duralim, uzak durmayanlardan daha bi uzak duralim der, iş bu entryi bitirir.
söyleyecek bir şey bulmakta büyük bir zorluk yaşadığım konu..
hayırlı olsun denmez, dükkan sahibi mi oluyorsun ki hayırlı olsun diyeceksin..
allah analı babalı büyütsün de, böyle sanki anne babanın ölümcül bir hastalığı varmış gibi bir his uyandırıyor içimde.. Bir de bildiğim zaten bu laf doğmuş çocuga solenir..
"ne demeli a dostlar, bana biri yardımcı olsun diye" bağırasım geldi valla..
edit: tebrik ederim de aklıma gelmedi değil, ama sanki tebrik bir başarı sonunda söyenen bir şey. Yani ÖSS'den iyi puan alrsa biri tebrik edersin, yeni bir işe girerse ya da. Çocuk böyle daha kutsal, daha farklı bir mutuluk barındıryor içinde sanki. Yani, yeni çocuk sahibi olacak ailelere "tebrik ederim" demek, "o kadar uğraştınız nihayet bir tane yapmayı başardınız, tebrik ederim" manasını aklıma getirmiiyor değil *
uludag sozluk ahalisinin sıkılgan tepkilerinden bıkmış olacak ki, sözlüğe içini geceleri dökmek isteyen ve muhtemelen gündüz yazarlarından beynen daha gelişmiş bir beyne sahip olan okumuş-etmiş yazarların, sözlükte gece gece at koşturma hadisesi..
geceleri nirvanaya ermiş ya da marijuana içmiş kadar naif hareket eden insanlardır bu kişiler..
gece kafası daha iyi çalışan kişiler, geceleri çok daha yaratıcı olurlar.. bir şey yazıyorsa daha akıcı yazar, karşısındakiyle ingilizce konuşuyorsa normalden daha hızlı konuşurlar.. sosyal ortamlarda en bomba espriler, gece kafası çalışanın ortaya pat diye söylediği şeylerden çıkar..
demem odur ki, yataktan geç kalkmaktan vicdan azabı duymayanlarındır gece kafası iyi çalışanlar.. ve o geceler, erken kalkılmış nice sıkıcı gündüzden çok daha eğlencelidirler..
Aldığı her karardan anlaşılabilecek, can sıkıcı bir durum. Özellikle, 22 temmuz sonrası, kendine güveni artıp da, liberal camianın tavsiyelerini de kulak arkası eden bu partiye, artık yeni alternatiflerin sunulması gerektiğini gösteren hadise...
akp'nin kendine özgürlükçü tutumundan, bir kaç demet sunmak gerekirse;
"
Türban serbestiyesine evet, düşünce serbestiyesine (301) hayır ...
Kuran Kurslarına evet, Kürtçe eğitime hayır...
Atatürk köşelerinin kaldırılmasına evet, din derslerinin kaldırılmasına hayır...
neo klasik iktisatın kurucusu okul. Marx'ın artı değer ilkesini, tüketicinin marjinal faydası kavramı ile çürütmüşlerdir. En temel iktisat derslerini almış olan kişilerin, mikroekonomide görmüş oldukları marjinal fayda eğrileri, bu okulun ürünüdür
özelleştirmenin nimetlerinden anlamayan kesimin hezeyanı. ilginç bir şekilde, şoven milliyetçisiyle, emekçi sosyalistini aynı çatı altına toplayabilen önerme. Halkı düşünüyoruz adına çelişkiler yumağı sunmaktan başka bir şey olmayan hadise.
Empirik veriler göstermektedir ki, devlet kurumu, yeryüzü kaynaklarını, özel teşebbüslerden çok daha verimsiz kullanmaktadır. Bunun altında yatan en önemli sebep ise, devlet kurumlarında özel mülkiyet kavramından yoksun bir yönetim biçiminin baskın olmasıdır. Zira, kamu iktisadi teşebbüslerinde (KiT) çalışan memur amcalarımız, "yav benim şirketim mi, niye bu kadar çok uğraşayım ki" ya da "devletin malı deniz, yemeyen keriz" mantığı ile hareket ettikleri için, burada çalışanların, bu kurumları kar ettireyim anlayışı taşıyor olmaları ne yazık ki çok düşük bir ihtimaldir.
Fakat, özel teşebbüslerde bu durum çok farklıdır. özel firmalarda çalıştığınız vakit, işinizi kötü yaptığınız anda, profesyonel kariyerinizin tehlike altına düşme ihtimalini göz önüne alır ve kendinizi daha verimli çalışmak için daima oto-motive edersiniz. Devlet kuruluşlarında ise, profesyonel kariyer yoktur, memuriyet kadrosu vardır. Kadroya girdiyseniz yırttınız, ölene dak o memuriyet sizindir. Kimse sizi yerinizden edemez. Sizin de, kimseye vefa borcunuz yoktur, salla başı al maaşı, en güzel işleyen sistemdir.
Bu yüzdendir ki, kitler cumhuriyet tarihi boyunca daima zarar etmiştir. Zarar eden bir şirket, serbest piyasa kurallarına göre batar. Ama kitler hiç bir zaman bu kurala uymaz. Çünkü, devlet o zararı daima finanse eder. Devlet finanse eder lafını duyduğun anda soracaksın; nasıl diye. El-cevap; vergi ile...
Ülkemizde vergi'nin %70 nin dolaylı, yani kdv ve ötv yoluyla, toplandığını varsayarsak, bu vergiler en çok işçi,köylü, emekli, memur ve esnafın üzerinde yük oluşturmaktadır. Yani, devlet zararının büyük kısmını düşük gelirli kısım üzerinden telafi etmektedir.(nasıl bir sosyal devletçilikse bu?)
Kar eden KiT'ler de yokmudur? Elbette vardır. Milliyetçiler, en çok bu konuda balıklama atlarlar. "PetKim, Türk Telekom, TEKEL, hepsi kar eden kuruluslarken neden satılırlar?" diye soranlara cevabım şudur;
Efendim, bu kitler kar etmektedir, zira bu kitler monopol, yani tekeldir. Özel teşebbüs, devlet o sektörde zarar bile etse, kendisini finanse edebileceği için, kitlerle rekabet edemez. Özel sektörün giremediği ve güçlü bir talep olduğunu hissettiğiniz sektörlerde, kitler tek başlarına kalacaklardır. Rekabet olmadığı için, fiyatı kendi kafasına göre ayarlayacak olan devlet kurumlarının kar etmesinden doğal başka bir şey yoktur. Ama, bu fiyatlar ne kadar gerçekçidir, sorgulanması gereken budur.
Tekel fiyatları, genellikle serbest piyasa fiyatlarından cok daha pahalı olmaktadır. eee, bu fiyatlardan en nihayetinde sömürülecek olan işçi,köylü, emekli, memur ve esnaf olduğuna göre, kitler zengin olurken, aslında düşük gelirli vatandaşlarımızın cebindeki parasını dolaylı olarak çalmaktadır.
Bunun en güzel örneği telekomun özelleşmesinden sonra yaşanmıştır. Telekom özelleşmeden önce 256 kbps internet 29 milyona iken, şimdi 4 katı hızlı olan internet, kablosuz modemi bile bedava, daha ucuza verilmektedir. Telekom, devlet elinde iken de kar ediyordu ama, şimdi fiyatlar düştü, karını katlayarak devam ettiriyor. Fiyatlar ucuzlayınca da benim işçimin, köylümün, emeklimin, memurumun ve esnafımın cebinde daha çok parası kalıyor...
Velhasılı kelam, demem odur ki, özelleştirme karşıtlığı yaparak fakiri koruyorum diyenlerin bütün safsataları hayal ürünüdür. özelleştirmeye karşı çıkmak ve Devlet'in Kit çalıştırmasını desteklemek, aslında fakirliği ve sömürüyü desteklemektir.
Infant industry* kavramını ortaya atarak, ülkelerin kendi sanayilerini geliştirmek için, ithalat yasağı koymasını ve daha pahalıya da olsa yerli malların iç pazarda hüküm sürmesi gerektiğini iddia eden ekonomist.
Kendisine göre, bu yasaklar yeni yetişen bebek sanayilerinin maması işlevini görecek. Bebek ergin bir birey olunca da yasaklar kaldırılıp, dünya pazarı ile rekabet edilecek...
Yasakçı zihniyetinden dolayı bu zattan fazla hazzetmem ama Almanya bu beyin sözünü dinleyerek bayağı bir zengin olmuştur o ayrı...
ingilizlerin, amerikan kolonilerine uygulamış olduğu sert politikalar üzerine (bkz: boston katliamı) 1775'de amerikan gönüllülerinin isyan ederek ingiliz birlikleri ile çarpışması ile başlayan devrimdir.bu isyanın devamında 4 temmuz 1776'da yapılan 2. kıta kongresi ile koloniler ünlü bağımsızlık bildirgesi'ne imza attılar. ingilizler ile savaş 1781 yılına kadar sürdü. 1781 yılında yenilgiyi kabullenen ingilizler, paris anlaşmasıyla yeni amerika devletinin varlığını kabul etti. her ne kadar, savaş sonrası yönetimin nasıl olacağına dair koloniler arasında bir çatışma yaşandıysa da, 1787'de philadelphia'da toplanan bir konvansiyon, yeni abd anayasası ile devrimi düzlüğe çıkardılar. ilginçtir ki, bu anayasanın öngördüğü siyasi sistem hali hazırdaki amerikan yönetiminde devam etmektedir. başkanlık sistemi, temsilciler meclisi, senato, ve yüksek mahkeme, bu anayasanın ve bu devrimin ürünleri olarak hala amerikada varlığını sürdürmektedir. 85 yılda 4 anayasa deviren bizim anayasa tarihimize baktıktan sonra "vay be, bu ne istikrar kardeşim" diyesim geldi...
Hükümetin en pasif bakanlarından biri olarak gördüğüm fakat çıkaracak olan yeni yasal düzenleme ile pasif kalmasını, yetkisini bu denli futursuzca kullanmasına terih ettiğim hükümetimizin bakanımtrak sahsı.(bkz: http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/5786141.asp)
Söz konusu yasa değişikliğine göre, yapılan sık indirimler yüzünden tüketicinin kafası karışmaması için firmalar yılda en fazla iki kez indirime gidebilecekmiş. Serbest piyasa ekonomisine vurulan bu darbenin, tüketiciyi ne kadar zarara uğratacağını idrak edemeyen bakanımızın, üstüne bir de tüketiciyi kolluyoruz martavalları ile tüketicinin kafasını acaba kim karıştırıyor sorusunu kendisine sorması gerekir diye düşünüyorum...