deneyimlerinin hiç bir şeyi çözemediği anlardır. okuduğun yaşadığın hiç bir şeyin anlamı kalmamıştır o an. her şeyi çok derin düşünüp basite indirgeme çabası içindesindir fakat bulunduğun durum bunu bile yapamamana neden olur. çaresiz hissedersin ve bunu çeşitli dışa vurumlarla aşmaya çalışırsın. büyük insanlara çok saçma gelen bu davranışların seni rahatlatır ve anlık mutlulukları yaşamanı sağlar. zaten hayat d anlık duygulardan oluşur.
mülkiyet hırsızlıktır ve tanrı kötüdür kuramlarıyla aslında çok düşünülen konulara kısa ve keskin öneriler sunmuş anarşist düşünür. fakat bu düşüncelerinin temelini üç değişkeni çok iyi bir şekilde değerlendirerek yapması dayanak noktalarını hiç de boş şeylere yöneltmediğini gösteriyor. bu noktalrın incil, adam smith ve hegel olduğunu öğrendiğimizde zaten bu sonuca varmış oluruz. genel olarak bu konseptte ilerleyen düşücelerinin en belirgin özelliği fazla sert ve pozitif özgürlük içerdiği yanılgısına kapılmamızı sağlasa da aslında negatif özgürlüğün ateşli bir savunucusudur. sevdiğim manifestolarından tanrı üzerine düşüncelerinden en güzel deyişi de özetle şöyledir. '' tanrı kavramına ona karşı çıkmak için ihtiyacımız vardır. ''
geçen gün şehit olduğunu öğrenmemle birlikte uzun zamandır düşünmediğim belki de düşünmekten kaçtığım duyguları tekrar yaşadım.
şehit haberinin ardından ulusalcı, liboş, atatürkçü, milliyetçi ve benzerlerinin klişeleşmiş zırvaları yapılır, şehide saygı yürüyüşleri düzenlenilir istiklal marşı,andımız, slogan falan derken en son 2-3 şişli teyzesinin elinde türk bayraklı fotoğrafları çekilir ve tamamlanır. bunlar bir ritüel olmuştur onlar için çünkü ezberletilmiş davranışları toplumsal normlara uygun olarak yapanlar bu tarz duygu patlaması yaşayan bir topluluk içinde ne kadar uç davranışlarda bulunursa onu daha iyi anacağını, kendine biçtiği görev duygusunu hakkıyla yerine getirmesi için bu ritüeli yapması gerektiğini düşünür.
her neyse bu duygu sülüklerini bi kenara atıp ozan abiyi anlatayım. ben lisenin ilk yılındayken o son sınıftı. küçüklükten tanıdığım bi abimin arkadaşlarından biriydi. ben de kopil kopil onların yanına gidip zaman geçirmeyi çok severdim. ama ozan abi hepsinden farklıydı. lakabı deliydi. deli denilmesinin sebebi boş zamanlarının tamamında koşmasıydı. hangi mevsim olursa olsun şortunu çeker beresini takar ve kulağında kulaklıklarıyla koşardı. durmadan... her gün ders bitiminden akşam yemeğine kadar.. zaten okulun kros takımındaydı fakat koşmasının sebebi bu değildi çünkü gerçekten seviyordu koşmayı. bi gün bana ulan forest gump şu okulda benim koştuğumun yarısını bile koşmamıştır demişti. soyutlardı kendisini her şeyden, herkesten sadece koşmayı sevdiği için koşardı. zaten askerliği sevdiği için de ordaydı sevdiği şeyleri kendisine göre biçimlendirerek mutlu bir düzen kurmuştu kendine mutluluğun insanlara çok görüldüğü kişiliğinin ötelendiği bir yerde.
sevdiği şekilde yaşamayı kendi gibi kalmayı başarmıştı ve öyle devam etti. yıllarca görmedim.. koşan birini gördüğümde aklıma ilk ozan abi gelirdi. yine ozan abi gelecek. ama dünden sonra da ozan abinin ardından onun öldüğü gerçeği.. türk bayrağının önünde çektirdiği mezuniyet fotoğraflarının gazeteleri süslemesi, şehit sıfatıyla anılıyo olması üzecek beni. öldüğü gerçeğini kabullenmem daha uzun sürecek üzüntüm kat kat artacak çünkü bu ölümün ardından duygu sülükleri bu sefer ozan abime yapışacak. onu sömürecekler. onun üzerinden nutuklar atılacak lanetler okunacak bu ritüelin baş kahramanı bu sefer ozan abi olacaktı.
bu adam sadece keyif aldığı şeyleri yapmaya, mutlu olmaya çalışan ozan abi. kısacası sadece insan..
steve harris kendisinin orta çağda yaşamış benjamin breeg adındaki bir büyücünün reankarnasyonu olduğunu iddia etmekte. bunu the reincarnation of benjamin breeg şarkısından önce de birçok şarkısında hafiften vurgulamaktadır zaten. en sonunda da maiden klasiği olan bu şarkıda olayı iyice açığa çıkarmıştır.
romantizm içerikli filmlere bakış açımı değiştiren film. bugüne kadar kadar kate hudson'ın boktan romantik komedi filmlerini izleyip ohh hiçbir duygu patlaması yaşamadan eve gelip normal hayatına etmiş olan şahsıma bu film tokat etkisi yaratmıştır. bunun birçok sebebi var ama en önemlileri tabi ki senaryo ve oyunculuk. ama kate winslet'in yarattığı beynimdeki ideal sevgili profili de beni etkileyen bir diğer unsur. bir diğeri için (bkz: zooey deschanel)
hangi dilde olursa bir yerde bağıra bağıra konuşmak hoş bir şey değildir. bunun hangi dil olduğu fark etmez. farklı bir dil konuşulan bir yerde bağırarak türkçe konuşulsa da garip bakışların hedefi olmak kadar normal bir şey yoktur. yani hangi dili konuşuyorsan konuş ilgi çekmek için mi yapıyorsan artık bilmem bağırarak konuşma arkadaş.
rehberde kolay bulunsun veya hemen msj atılsın diye aaaşkım şeklinde ya da isminin önüne birkaç tane a harfi koyarak kaydedenler ile muhabbete dahi girilmemesi, koşarak uzaklaşılması gerekir.
adı geçtiği anda herkesin koro halinde '' evet abi o adamın tipini görünce kusacağım geliyor'' diye tepki verdiği insanlar. tartışmasız en başarılı örneği için (bkz: melih gökçek)
uzun ve biraz da bakımsız saçlara sahip olan her erkeğin özellikle kız arkadaşlarından '' amma da çok kırığın var kuaföre gidip düzelttir şunları'' şeklinde ikazlar almasını sağlayan şeyler. he iplenmez o ayrı. kendimden biliyorum.
küçücük beyni kafasından kayıp östaki borusunu tıkamış insandır. bu yüzden sadece konuşur. karşısındakini dinlermiş gibi yapar aslında duymaz ya da anlamaya çalışmaz. çünkü o konu hakkında zaten onun doğru bir fikri vardır diğerlerinden ona ne değil mi?
ayrıca kendisine doğru gelen her şeyi her yerde anlatarak başklarının kafasını ütüler ve karşısındakine asla söz hakkı vermez sadece vermiş gibi yapar.
hammerfall ile gaza gelme olayının doruk noktasına ulaşacağım, between buried and me ile hayatla bağlantımı koparıp hızlı, melodik ve sert rifflerle şiddet havasına bürüneceğim, opeth ile zihnimi dinlendirip ruhumu müzik ile doyuracağım ve mayhemi de mysteriis dom sathanas albümleri hürmetine heyecanla beklediğim festivaldir. farklı metal tarzlarının kült gruplarını aynı çatı altında toplamasıyla şimdiden takdirimi kazanmıştır.
her kış döneminde olduğu gibi bütün sene yaz gelse de çanakkaleye gitsem diye bekledim. esas sorun uzak kaldığımda çok özlememe rağmen gidince 1 hafta içerisinde sıkılacak olmam. ama ne olursa yine çanakkale be.