dolmuşta giderken her hallerinden (badem bıyık, konuşma şekli vb.) fethullahçı oldukları belli 2 kişi bindi ve biri sağımdaki, diğeri solumdaki boş yere oturdu. sağ tarafımdaki o kadar berbat kokuyordu ki dayanılacak gibi değildi. üstelik bir de arkadaşıyla konuşurken sürekli bana doğru döndüğünde ağzının berbat kokusuna maruz kalmak da cabası. bir süre sonra dayanamaz hale geldim ve döndüm:
- birader fethullahçı mısın sen?
- sakıncası mı var mübarek?
- sakıncası yok da, belli fethullahçı olduğun. insan bir elbiselerini yıkar, deodorant falan sıkar dışarı çıkmadan!
ve sonra mavi ekran verdi, mübarek fethullahçı.
indiler bir süre sonra dolmuştan. ve o an kendi kendime düşünürken aklıma bir soru takıldı. kainatı yaratan ve her şeyi bilen bir tanrı veya alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamber insanlara "imandan geldiğini" söyledikleri temizlik için 5 vakit abdesti öğütlerken neden acaba saçma işlemler şartı koymuş. başı, enseyi mesh etmek yerine koltuk altını silmeyi öğütleyen bir abdest sistemi daha uygun olmaz mıydı? tabi ki abdestin uydurma olduğunu söylemek istemem ama biraz mantıklı olsaymış keşke...
bugün birçoğu öğretmen olan binlerce insanın demokratik haklarını kullanarak 4+4+4 sistemini protesto etmek için toplanmalarının önüne geçilmesi, inanılmaz engellemelere ve zorbalığa maruz kalması sonucu daha belirgin olarak görülen gerçek.
her fırsatta arap baharı yaşanan ülkelerdeki diktatörleri protestoculara karşı aşırı şiddet göstermekle eleştiren padişah tayyip aynı diktatörce uygulamaları kendi ülkesinde uygulamaktan çekinmiyor. en ufak bir eleştiriye dahi tahammülü yok adamın. korkarım ki türkiye geri dönülmez bir yola girdi ve sonu hiç hayırlı olmayacak. hakkını aramaya çalışan insanlar polis korkusuyla sesini çıkaramaz hale gelsin isteniyor. ve ne yazık ki bunda da gayet başarılılar. alıştıra alıştıra insanları herşeyi kabullenmeye, tepkisizliğe, duyarsızlığa, korkaklığa sevkediyorlar. sonumuz hayrola...
türkiye'de sol partilerin geçmişten günümüze başarısız olmasının (istisnai dönemler dışında) ve sosyal demokrasinin yerleşmemesinin en önemli nedeni çok iyi bir şekilde analiz edildiğinde akp'nin ve chp'nin bugünkü durumları kolayca anlaşılabilir. dünya'da bugün modern, sosyal demokrat, insan hakları yerleşmiş tüm ülkelerde bu sürece geçiş direkt olarak toplumun isteği ile olmuştur. örneğin fransız ihtilalinde kilise ve ezici devlet otoritesinden bıkmış olan halk kendi isteği ile tüm zulümlere karşı çıkmış, her türlü haklarını alabilmek için ayaklanma başlatmış ve bedelini ödeyerek istediğini almıştır. yani devletin kendisi "yaw devir değişti vatandaşa haklarını verelim, insan haklarına saygılı olalım, sosyal demokrasiyi yerleştirelim artık" dememiştir, bunun için mücadele vermemiştir; bilakis halk tüm bunları istemiş, devleti yöneten azınlığın işine gelmemesine rağmen buna karşı çıkamayak halkın isteklerine boyun eğilmiştir.
türkiye'de ise osmanlı imparatorluğu çöktükten sonra kurulan yeni cumhuriyetin kurucuları aydın yönleri, halkını düşünen özellikleri, "devletin bekasından çok bireyin refahına" önem veren modernlikleri nedeniyle yönünü batıya ve medeniyete dönmüş bir ülke inşa etmek istemişlerdir. sol siyasetin ve sosyal demokrasinin temelinde de vatandaşın refahı, her türlü haklarına saygı yer almaktadır. ancak böyle güzel amaçları olan bir siyaset hiç bir zaman türkiye'de benimsenmemiştir, çünkü halkın böyle bir isteği yoktur. şu an için bile halkın sosyal demakrasi talebi olmadığı için chp gibi sol partiler ağzıyl kuş tutsa iktidar olamaz. bizim kültürümüzde hala devletin kutsallığı, "devletten gelirse her tür insan hakları ihlalinin doğru olduğu" anlayışı, kendi refahından çok üç-beş azınlığın, şeyhin, üstadın zenginliğinden gururlanma özelliği, milliyetçi ve belki de faşist düşünce biçimi, kabadayı kültürü, "doğru ve mantıklı konuşana değil, yanlış da olsa etkili konuşana, sövüp-sayana hayran olma" durumu gibi özellikler hakimdir. bizim insanımıza göre asgari ücretle günde 12 saat hayvani koşullarda çalıştıran bir patron "köle emeğinden geçinen bir adi" değil, "ekmek veren bir işveren"dir. "asgari ücretle 2002'de şu kadar simit alınıyordu, 2010'da şu kadar oldu" diye güya vatandaşın yaşam şartlarını iyileştirdiğini iddaa eden bir başbakana "ulan sen bizi simite mi layık görüyorsun, ben havyara da layığım, tatile de" demek yerine "bak ne güzel konuşuyo adam, hesap kitap yaptı, demek ki zenginleşmişiz, vay a.k. zenginim artık" diyen bir vatandaş profili hakimdir hala. dolayısıyla türkiye'de şu an yeni bir sol parti kurulsa ve dünyanın en yetenekli, zeki, dürüst siyasetçilerini barındırsa, dünyanın en iyi projeleriyle halkın karşısına çıksa yine de başarılı olamaz çünkü halk sosyal demokrasi talep etmemektedir. dolayısıyla önümüzdeki kısa dönemlerde de böyle bir talep oluşması çok zor olduğu için chp ve diğer sol partilerin başarısızlığı devam edecektir.
atv ekranlarında yayınlanmaya başlayan "hayat devam ediyor" adlı dizide resmen pedofili özendiriciliği yapan rezalet sahneler yayınlanıyor. dizi ya da sinema filmelerinde hayatın içinden gerçekçi sahnelerin sansürlenmesi elbette kabul edilemez ama söz konusu olan çocukların cinsel istismarı olunca buna kesinlikle izin verilmemesi gerekiyor.
bu dizi eğer başka bir kanalda yayınlansa (doğan medya gibi), ahlak bekçisi islamcı kesim demediğini bırakmazdı. aşk-ı memnu disizi için bülent arınç bile tonla laf etti, yok aile içi ilişkileri özendiriyor, iğrenç felan diye. peki hem aile içi, hem de çocuğun cinsel istismarını özendiren, gösteren bu dizi çok mu uygun?
ikiyüzlüğülüğün böylesi. sırf kendi kanalları çok izlensin, bol reklam alsın diye islami kesimden bu diziye en ufak bir karşı çıkış yok.
bu dizideki bir diğer ikiyüzlülük de, argo kelimelerin "bip"lenmemesi. adama açık açık "dıkarım (sokarım) senin bilmemneyine..." diyor ve bunu "bip"lemiyorlar. bu söz behzat ç. dizisinde söylense anında diziyi yayından kaldırırlar.
bu diziyi rtük'e şikayet ederek yayınlanmasının engellenmesi veya bu tür sahnelerin yer almaması sağlanmalı.
bir de bu dizideki karakterlerden de görülebileceği gibi ağzından allah lafı düşmeyen sözde müslümanlar çocuğun cinsel istismarı gibi en ahlaksız eylemleri yapmakta tereddüt etmiyorlar. güya bunlar müslüman ve cennete gidecek (cehennemde cezasını çektikten sonra). ama hayatını ahlaklı, dürüst bir şekilde yaşayan, çevresine ve insanlığa zarar değil fayda getiren ama içki içen veya allah'a inanmayan insanlar cehenneme gidecek öyle mi? eğer cennet, cehennem varsa ve sırf allah'a inanmadığı için cehenneme gidecekse ben böyle adalete...
tunus'la başlayıp mısır'la devam eden ve şu sıralarda da suriye'de ciddi biçimde etkileri görülen halk protestolarının, isyanların, demokrasi ve özgürlük isteğinin altında yatan şey şudur:
başta amerika olmak üzere fransa, ingiltere ve almanya gibi dünyayı yönlendiren ülkeler tüm bu ortadoğuda vuku bulan olayları bizzat planlamakta ve eyleme dökmektedir. bilindiği gibi her 3-5 yılda bir dünyanın herhangi bir yerinde savaş olmazsa silah tüccarları yani dünyayı yönlendiren güçler gelir elde edemez. bu nedenledir ki silah lobisi sayesinde dünyanın herhangi bir yerinde belli dönemlerde savaş çıkartılır ve bunun için de çok kolay bahane üretilebilir. son dönemlerde özellikle obama'nın izlediği politikalar (afganistan ve ırak'tan aşamalı çekilme gibi) silah lobisinin işine gelmemekteydi. bu nedenle durgun bir döneme girilmişti. dünyada yaşanan ekonomik kriz nedeniyle de süper güçler silaha ve savaşa yatırım yapmama taraftarı idi. ancak ortadoğuda yaşanan olaylar sayesinde süper güçler silah ve savaş masraflarını bedavaya getirdi.
nasıl mı?
işte kritik nokta burası. ortadoğudaki diktatörlerin (kaddafi, mübarek ve diğerleri ve yakın çevreleri) amerika ve avrupa bankalarında devasa büyüklükte paraları var. bu paralar öylesine büyük ki, sırf kaddafi'nin 200 milyar doların üzerinde parasının olduğu söyleniyor. tabi bunlar sadece buz dağının görünen yüzü.
süper güçlerin yaptıkları şey ise, ortadoğu ülkelerinde karışıklık çıkardıktan sonra diktatörlerin tüm hesaplarına el koymak! işte böylece savaş bedavaya geldiği gibi, belli kesimler de bu paralardan nemalanıyorlar.
sonuç olarak tüm ortadoğuda atılan her bomba, sıkılan her mermi orada yaşayan halkın kendi cebinden çıkan paralarla gerçekleşiyor.
günün birinde bize de aynı şeyi yapmak isteyeceklerinden ise kimsenin kuşkusu olmasın...
işgücü bolluğu ve talebin fazla olmasından dolayı özellikle de gençler için ödenen maaşların minimal yaşam standartlarını karşılayıp karşılamadığını belirlemek üzere oluşturulmuş sorudur.
alınan maaşların yetip yetmeyeceğini belirlemeden önce minimal yaşam için gerekli kriterlere bakalım. minimal yaşamı da "ölmeyecek kadar minimal" ve "insani minimal" olarak ikiye ayıralım.
"ölmeyecek kadar minimal" masraflar:
1. kira masrafı: ortalama 500 tl (oturulabilecek bir ev, kümes gibi gayri-insani yerler değil).
2. gıda masrafı: en az 400 tl
3. giyim-kuşam, kozmetik masrafı: 200 tl (bu kaleme itiraz etmeyin çünkü ter kokmamak için alınan deodoranttan tutun da berber masrafına, ayakkabıdan elbiseye, dona, çoraba kadar senelik ihtiyaçları karşılayabilmek için aylık en az bu kadar para ayırmak gerekir).
4. kültürel masraflar: 200 tl (kitap, dergi, sinema, tiyatro gibi medeni ve insani yani minimal etkinlikler).
5. faturalar: 150 tl (elektrik, su, telefon, internet...)
6. ulaşım: 50-150 tl (şehire göre değişmekte).
7. öngörülemeyen masraflar: 100 tl (her yıl 2 kere hasta olsanız, ödeyeceğiniz muayene ücret farklı ve ilaç yüzdesinden tutun da evlenen arkadaşınıza bi çeyrek almak gibi öngörülemeyen ama illa ki çıkan masraflar).
"insani minimal" masraflar:
1. gezi, tatil: 200 tl (yılda en az bir kere farklı bir yer görmek gerektiği ve bunun da masrafının 2500 tl olduğunu düşünürsek çıkacak aylık masraf).
2. sosyal aktiviteler: 200 tl (ayda iki-üç kere kafeye ya da bara gitmek lüks olmasa gerek).
görüldüğü gibi,
"ölmeyecek kadar minimal" yaşam masrafı = 1600-1700 lira
"insani minimal" yaşam masrafı = 2000-2100 lira
bugün ortalama bir üniversiteden yeni mezun olmuş, ortalama zeki, ortalama düzeyde kendini yetiştirmiş, ortalama bir şirkette veya devlet kurumunda çalışan kişilerin maaşı bu standartları karşılamaya yeter mi?
"natural resources defence council" tarafından 2005 yılında yayınlanan bir rapora göre türkiye'de geçmişte ve günümüzde bulunan nükleer silahların varlığı resmi olarak açıklanmıştır. ancak bu rapor birçok kişinin ulaşamayacağı bir kaynaktan ve medya tarafından da dillendirilemediği için birçok kişi durumdan haberdar değil. üstelik bu nükleer silahların hiçbiri bizim değil, amerika'nın.
işte rapora ulaşabileceğiniz adres:
rus asıllı marina orlova'nın ingilizce'deki kelimelerin nereden geldiğini bir dilbilimci edasıyla, aynı zamanda tipik bir rus kadını seksiliği ile anlattığı videolardan oluşan web-sitesi. youtube'da milyonlarca kez izlenerek birçok rekor kırmıştır ve kendi sitesinde aldığı reklamlarla da dünyanın parasını kazanmaktadır.
girişimcilik ve internetten para kazanma derslerinde study-case olarak okutulması gereken bir örnektir.
örnek bir videosuna aşağıdaki link'den ulaşılabilir. bu örnek videoda ingilizce'deki en uzun iki kelimeden biri olan "antidisestablishmentarinism" kelimesinin kökenini ve anlamını anlatmaktadır.
müthiş bir eminem & dr. dre & skylar grey şarkısı. sözleri ve nakaratı insanı bu dünyadan alıp başka bir aleme götürür. işte sözleri.
[Chorus]
I'm about to lose my mind
You've been gone for so long
I'm running out of time
I need a doctor
Call me a doctor
I need a doctor, doctor
To bring me back to life
[Eminem]
I told the world, one day I would pay it back.
Say it on tape and lay it, record it, so that one day I could play it back.
But I don't even know if I believe it when I'm saying that.
Doubt startin' to creep in, everyday it's just so grey and black.
Hope, I just need a ray of that
'Cause no one sees my vision
When I play it for 'em, they just say it's wack.
But they don't know what dope is.
And I don't know if I was awake or asleep when I wrote this.
All I know is you came to me when I was at my lowest.
You picked me up, breathed new life in me. I owe my life to you.
Before the life of me, I don't see why you don't see like I do.
But it just dawned on me; you lost a son. See this light in you? It's dark.
Let me turn on the lights and brighten me and enlighten you.
I don't think you realize what you mean to me, not the slightest clue.
'Cause me and you, we're like a crew. I was like your sidekick.
You gon' either wanna fight when I get off this f-cking mic,
Or you gon' hug me. But I'm out of options, there's nothing else I can do cause...
[Chorus]
I'm about to lose my mind
You've been gone for so long
I'm running out of time
I need a doctor
Call me a doctor
I need a doctor, doctor
To bring me back to life
[Eminem]
It hurts when I see you struggle.
You come to me with ideas.
You say that these are pieces, so I'm puzzled.
'Cause the sh-t I hear is crazy,
But you're either getting lazy, or you don't believe in you no more.
Seems like your own opinions, not one you can form.
Can't make a decision, you keep questioning yourself,
Second guessing, and it's almost like your begging for my help.
Like, I'm YOUR leader.
You're supposed to f-cking be MY mentor.
I can endure no more!
I demand you remember who you are!
It was YOU, who believed in me,
When everyone was telling you, don't sign me.
Everyone at the f-cking label, lets tell the truth.
You risked your career for me, I know it as well as you.
Nobody wanted to f-ck with the white boy...
Dre, I'm crying in this booth.
You saved my life, now maybe it's my time to save yours.
But I can never repay you, what you did for me is way more.
But I ain't giving up faith, and you ain't giving up on me.
Get up Dre! I'm dying, I need you, come back for f-ck's sake
[Chorus]
I'm about to lose my mind
You've been gone for so long
I'm running out of time
I need a doctor
Call me a doctor
I need a doctor, doctor
To bring me back to life
[Dr Dre]
It literally feels like a lifetime ago
But I still remember the sh-t like it was just yesterday though
You walked in, yellow jump suit
Whole room, cracked jokes
Once you got inside the booth, told you, like smoke
Went through friends, some of them I put on
But they just left, they said was riding to the death
But where the f-ck are they now
Now that I need them, I don't see none of them
All I see is Slim
F-ck all you fairweather friends
All I need is him
F-cking backstabbers
When the chips were down, you just laughed at us
Now you bout to feel the f-cking wrath of aftermath, faggots
You gon' see us in our lab jackets and ask where the f-ck we been?
You can kiss my indecisive ass crack maggots and the crackers ass
Little cracker jack beat making wack math,
Backwards producers, I'm back bastards
One more CD and then I'm packing up my bags and as I leave
And I guarantee they'll scream, Dre don't leave us like that man cause...
[Chorus]
Im about to lose my mind
You've been gone for so long
I'm running out of time
I need a doctor
Call me a doctor
I need a doctor, doctor
To bring me back to life
Bring me back to life
Bring me back to life
asıl adı "holly brook hafermann" olan, ancak "skylar grey" sahne adını kullanan grammy ödüllü amerikalı şarkıcı ve söz yazarıdır. ilk albümünü 2006 yılında "like blood like honey" etiketiyle çıkarmıştır. eminem ve rihanna'nın 2010 yılına damga vuran şarkısı "love the way you lie" skylar grey ve alex da kid tarafından birlikte yazılmıştır. diddy dirty money'in "coming home" şarkısı, skylar grey adını kullandığı ilk döneme rastlar. şu sıralarda eminem ve dr. dre ile birlikte seslendirdikleri "i need a doctor" şarkısı klibi henüz çıkmadığı halde tüm dünyayı sallamaktadır.
2011 yılı grammy ödül töreninde eminem, dr. dre, rihanna ve skylar grey'in "i need a doctor" şarkısıyla olağanüstü bir performans sergilemesi tüm dikkatleri üzerine çekmiştir.
kadife sesli, birçok enstrüman çalabilen, yaptığı şarkılar hit olan, zarif ve müzik için doğmuş bir kadın olan skylar grey, önümüzdeki yıllara damga vuracak şarkıcılar ve şarkılar için en gözde adaydır.
"love the way you lie" şarkısının ilk demo versiyonu skylar grey'den dinlenmelidir.
10 ekim 2010 tarihi itibariyle resmi gazetede yayınlanan yasa ile süt, krema ve tereyağı ithal edenlere vergi indirimi getirilmiştir. ama asıl ilginç olan bu vergi indiriminin geçmişe yönelik de olması. yani ithalatçılar geçmişte ithal ettikleri süt, krema ve tereyağı için devletten para alacaklar.
tabi böyle bir durumda insanın aklına gelen ilk şey yandaşların keselerinin doldurulması amacıyla yapılmış olması. bir chp milletvekili bununla ilgili soru önergesi veriyor bu ithalatçıların kimler olduğunun açıklanması için tarım bakanı mehdi eker'e ama mehdi eker aylar sonra cevap veriyor ama soruya değil. tamamen alakasız konularda açıklamalar yapıyor. yani paraların kimlere gittiğini saklıyor.
ben şimdi size daha ilginç bir nokta söyleyeyim. işim gereği son 1 yıldır inanılmaz derecede süt, süt-tozu, krema ve tereyağı ithal edildiğine şahit oluyordum ve buna bir anlam veremiyordum. şimdi anladım nedenini...
hepimizin yediği tereyağları, hani marketlerden aldığımız "malum" marka tereyağları bu ülkenin ineklerinin sütünden değil! hepsi yeni zelenda'dan ithal ediliyor. hep sorar dururdum kendime bu "malum marka" niye yeni zelenda'dan tereyağı ithal ediyor diye. şimdi anladım.
bu arada bu yasanın türk hayvancılığını nasıl kösteklediği de işin ayrı bir boyutu. resmen devlet diyor ki: "hayvancılık yapılmasın bu ülkede, dışardan ithal edelim". tabi bunun nedeni de belli, birilerinin kesesini doldurmak. siz anladınız o birilerinin kimler olduğunu...
resmi olarak henüz ilan edilmemiş olsa da bugün itibariyle mısır diktatörü hüsnü mübarek'e karşı başlayan ayaklanma başarılı olmuştur; mübarek artık tarih olmuştur...
şimdiden bu olayın kesinliğini gösteren belirtileri tartışalım:
tunus'ta başlayan ayaklanmanın mısır'a sıçramasının üzerinden 10 günlük bir zaman geçmesine rağmen, tayyip erdoğan hükümeti bu konuyu dillendirmediği gibi medyaya da yayın yasağı getirmişti malumunuz üzere. tüm dünya haber ajanslarının, gazetelerinin, televizyonlarının canlı yayın yaptığı zamanlarda, türk gazete ve televizyonlarında bırakın canlı yayınla tarihe tanıklık etmeyi, tek bir haber dahi bulunmuyordu. malum akp hükümeti ve tayyip erdoğan bu ayaklanmaların bizim toplumumuzda yaratacağı etkileri öngöremediği için tüm medyaya yayın yasağı koymuştu. ilk defa bugün gazete ve televizyonlar yayın yapmaya başladılar tayyip erdoğan'dan aldıkları izinle...
akp hükümetinin bugün itibariyle hüsnü mübarek'in halkın sesini dinlemesi gerektiğine yönelik açıklamalarının gösterdiği üzere, artık mübarek uluslararası güçler tarafından gözden çıkarılmıştır. abd'den gelen haberler sonrası da anlaşmalı olarak akp mübarek rejimininin bittiğini gayrıresmi olarak ilan etmiştir. eğer mübarek devrilmeyecek olsaydı, akp mübarek'e git deme cesaretini kendinde bulamazdı.
sonuç olarak mısır'da hüsnü mübarek dönemi sona ermiştir...
bundan sonrası için umarız ki, müslüman kardeşler gibi şeriat yanlısı grupların mısır'da yönetime gelmesi planlanmamıştır abd ve akp tarafından...
şu an kuzey afrika'daki müslüman ülkelerde yaşanan ve bbc, cnn, el-cezire gibi kuruluşların canlı yayın yaptığı, ana sayfalarını doldurduğu devrim süreçleri ile ilgili ülkemizdeki medya kuruluşlarının "görmedik, duymadık" şeklinde takındıkları tavrın gösterdiği durumdur.
dilek olay... tarih yazılıyor şu an tunus, mısır gibi ülkelerde... canlı canlı devrim var... ama gelin görün ki, medyanın bu olayları canlı yayınlarla anlatması gerekirken, tüm bültenlerin bu olaylara ayrılması gerekirken ne ana haber bültenlerinde doğru-düzgün bir haber var, ne de internet sitelerinde...
gayet açık ki, birileri bu olayların dillendirilmemesi, halkın bu olaylardan haberdar edilmemesi için çok ciddi telkinlerde bulunmuş...
sırf bu durum bile nasıl bir diktatörlük rejimi ile yönetildiğimizi gösteriyor...
tarihe tanıklık etme hakkımız elimizden alınıyor...
şu an sıcağı sıcağına kimse farkında değil belki ama, hüsnü mübarek yönetiminden farklı bir durum yok bizim ülkemizde de...
akp hükümetinin polisleri askerlikten muaf tutmak için verdiği uğraşların asıl amacı, "polis devleti" temellerinin güçlendirilmesi ve askerlik yapmayan polislerin tsk ile ilgili bilgilerinin cemaat evlerinden öğrendikleri ile sınırlı kalmasını sağlamaktır.
herkes askerlikle ilgili bir takım karşı görüşlere, askeriyenin mantıksızlıklarına dair fikirlere sahiptir. ancak şu da bir gerçek ki, askerlik vatan sevgisinin gelişmesi ve tsk'nın bu ülke için öneminin anlaşılmasında elzemdir. akp'nin amacı ise polislerin askerlere karşı en ufak bir olumlu fikir edinmelerini engellemek, askeriyeden soğutmak ve kendi polis devletlerinin askerlerini yetiştirmektir.
ülkeye, bölgeye ve milliyetlere göre farklı olmakla beraber gençlerin ayaklanmasını, sisteme isyanını engellemek ve onları sistemin kölesi haline getirmek için uygulanan taktiklerdir. türkiye için örnek vermek gerekirse, en önemli iki oyalama stratejisi okul hayatının ileri yaşlara kadar uzatılması ve iş sahibi olan gençlerin de türlü borçlanmalarla köle gibi çalışmaya mahkum edilmesidir.
açıklayalım.
ilk öğrenim düzeyine kadar inen sınavlara hazırlanma temaşası ve dersanelere mahkumiyetten sonra öğrenciler hayatta başarılı olmanın en önemli koşulunun çok çok çok okumak (okumak derken okul bitirmek) olduğunu zanneder hale gelirler. öyle ki, üniversite biter, "bak ama yüksek lisans yapmadın ki iyi bir iş sahibi olabilesin" denir. böylece 2-3 yıl daha oyalanmış olur. ardından bununla da bitmez ve doktora başlar. ya da işe girince "dur bakalım önce bir tecrübe kazan ki ondan sonra rahat edesin, medeni yaşam standartlarına kavuşasın" denir.
tabi ki iş sahibi olunca oyalama taktikleri bitmez. evlenmek, araba almak, ev döşemek için veya ihtiyaçların karşılanması için bankalardan krediler çekilir. kredi kartları ise alınan maaşların düşük olmasından dolayı son limitlerine kadar dolmuştur. yani bir sürü borca bulaşırsınız. bu borçları ödeyebilmek için de çalışmanız gerekir, işiniz insani standartlarda olmasa bile, maaşınız karnınızı zor doyursa bile. sisteme itiraz edip, karşı çıkıp "ben gidiyorum, kölesi değilim bu sistemin" diyemezsiniz çünkü sizi üç kuruşa çalışmaya mahkum etmişlerdir. "evlenin, yuva kurun" der ülkeyi yönetenler, çocuk yapmanızı ister. böylece kendi iç dertlerinizle uğraşır olmanızı ve sisteme yönelik bırakın eleştiri getirmeyi, algılamanızı bile engellemiş olurlar.
böyle sürüp gider hayat ve siz artık sistemin bir kölesisinizdir, kabul etseniz de etmeseniz de...
"türk telekom arena" stadının açılışında rte'nin yuhalanması üzerine mehmet ali birand ve ilker yasin'nin olaya müdahele ederek protestoları izleyicilere duyurmamak için yaptığı hareket, bu durumun apaçık ispatıdır. buyrun. http://www.youtube.com/watch?v=sTg75Z6P_rA
baskılara direnmek yerine ülkesine ihanet eden, kürtlerle işbirliğine başlayan tüsiad yönetimin bu davranışının protesto edilmesi için yapılması önerilen boykot çağrısıdır. tüsiad'ın kodamanlarının bu kadar zengin olmalarını sağlayan, yattıkları yerden devletten kendilerini beslemesini bekleyen kürtler değil, aç perişan asgari ücrete talim ederek onlar için çalışan türkler olduğunu hatırlatmak gerek...
herşeyden bıkıp usandığınız, tüm işlerin ters gittiği, tam bir "frustration" yaşadığınız dönemde, hayatı ve yaşamayı bir kenara bırakıp sadece temel ihtiyaçları karşılayarak uzun uzun düşünme dönemidir.
hayatı sorgularsınız, neden var olduğunuzu, hakkını vererek yaşayıp yaşayamadığınızı...
gelecekte olmak istediğiniz yeri sorgularsınız... ama başka bir hayal kırıklığı yaşamamak adına, cesaretinizi toplayamazsınız...
aşık olmak bile istemezsiniz, bu yüzden de belkide, hayatınızın aşkının uçup gitmesine izin verirsiniz...
yemekten, içmekten zevk alamazsınız... bitkisel hayat yaşayan yoğun bakım hastasından terk farkınız, etrafınızda olup bitenden haberdar olmaktır...
sonuçta kendini stand-by'a almış bir makinasınızdır artık...
ama bu süreçten olgunlaşarak çıkmak da, tamamen batmak da sizin elinizdedir... ya da en azından öyle olduğunu düşünerek rahatlarsınız...
son olarak 04.09.2010 tarihindeki mersin mitinginde "teröristler tunceli de yolu kesip halkı hayır demesi için korkutuyorlar. işte yargı da bu teröristler gibi hayırcı" diyerek, hayır demenin teröristlerle aynı fikri paylaşmak olduğunu öne sürerek yalancılığın, hedef saptırmanın daniskasını yapmaktadır. bir kere teröristler "hayır" değil, "boykot" diyor.
04.09.2010 tarihinde maliye bakanı mehmet şimşek'in ntv'deki canlı yayın söyleşisinin sonunda kürtçe konuşarak herkesin bayramını kutlamasıyla başlatılmış yeni "dil" açılımıdır.
nereye gidiyoruz allah aşkına! devletin bakanı bile kürtçe konuşuyor. bu adamlara hangi ülkede yaşadıklarını, hangi ülkenin ekmeğini yediklerini, hangi ülkenin milletvekili, bakanı, başbakanı olduklarını hatırlatmak gerek. bunun için de en uygun yer sandıktır. referandumda ilk hatırlatmayı yapalım bunlara, genel seçimde de kovalım devletin başından, onlar türkleri bu ülkeden kovmadan.
fethullah gülen denilen ağlak imamın yüzüne dikkatlice bakıldığında, direkt olarak şeytanın yüzünü görürsünüz. adamın sıfatında bile hayır yok ki, bu adam allah adamı olsun. bildiğin şeytan. yüzünden meymenetsizlik, dalavere, şeytani düşünceler akıyor adeta. böyle bir adama nasıl inanır insanlar aklım almıyor. kalbi temiz olan bir insanın yüzü de temiz, ak, pak olur. ama bu bu adam öyle mi?
bakın yüzüne neleri göreceksiniz:
- milyonlarca insanın beynini yıkayan sinsi bir amerikan ajanı
- sınav sorularını yandaşlarına servis eden, kul hakkı yemiş bir adam
- insanları kandırarak hesabına çalıştığı kişileri memnun etmenin verdiği huzura sahip sinsi bir gülüş
offff, yüzü aklıma geldikçe midem bulanıyor.
nasıl inanılır böyle şeytan yüzlü bir sıfata allah aşkına?
bu ülkede yaşayan ve öss, kpss, özellikle de askeri sınavlar, polislik sınavları, uzman çavuş-astsubay sınavlarının birine birmiş olan herkes gayet iyi biliyor ki;
fethullah gülen cemaati bir şekilde bu soruları ele geçiriyor, kopyanın anasını ağlatıyor. iftira atıyorsun demeyin, hiç çevrenizde yok mu böyle insanlar. herkes gayet iyi biliyor bu durumu ama gelin görün ki, devletin ve sınavları yapanların haberi yok. ya da var ama yapacakları birşey yok.
bir çok insan yıllarını verirken bu sınavları kazanmak için, cemaatçilerin kadrolaşmak uğruna hepimizin hakkını yemesine dur dememiz lazım.
gözümüzü açmamız lazım.
sesimizi çıkarmamız lazım.
ve en önemlisi, allah-kitap diye milleti kandıran, sonra da kul hakkı yiyen bu cemaat ağalarını temizlememiz lazım. en başta da fethullah gülen denilen ağlak imamdan başlamak lazım.
kul hakkı yiyerek insanları intiharın eşiğine getiren cemaatlerin sırf kadrolaşmak uğruna bunu yapması kabullenilemez. böyle islamiyet olmaz. ben bunların inandıkları dinin içine sıçayım, zira bunların dini islamiyet o-la-maz.
bilindiği gibi yeni çıkan gdo yönetmeliğine göre;
eğer bir ürün %0,9'un üzerinde gdo içeriyor ise etiketleme zorunluluğu getirilmekte,
%0,9'un altında ise, etiketlemeye gerek olmamaktır.
bu durumu eleştiren ve %0,9'un altında bile olsa bunu bilmek istiyoruz ve yemek istemiyoruz diyen vatandaşlarımıza bu konuyla ilgili açıklayıcı bilgiler verelim.
ilk önce şunu söyleyelim ki, bu %0,9 öyle kafadan uydurulmuş bir oran değildir. zaten kafadan uydurulsa %1 olur, niye küsüratlı olsun ki. avrupa birliği'nde de bu oran %0,9'dur ve bunun da tamamen bilimsel bir açıklaması vardır. şöyle ki:
gdo'suz ürünler hem yetiştikleri tarlalarda hem de devasa konteynırlarla taşınma sırasında gdo'lu olanlar ile düşük oranda da olsa karışabilmektedir. birçok kişi bilmez ama gdo'lu ürün yetiştirilen bir tarladan uçan ya da taşınan polenler kilometrelerce ötedeki gdo'suz ürün yetişen tarlalara karışabilmektedir. ayrıca mısır, soya, pirinç gibi birçok ürün hep aynı konteynırlarla uluslararası nakliyatla taşındığından üç-beş tane de olsa karışabilmektedir. gdo'ları belirlemek için yapılan analizler oldukça hassas olan real-time pcr yöntemi ile yapıldığından, bir konternır dolusu mısırın içine karışmış 1-2 mısır tanesi bile sorun yaratabilmektedir. avrupa birliği bu konuyla ilgili yıllarca süren araştırmalar yapmış (bkz. defra project) ve bunun sonucunda istatistiksel olarak her ürüne %0,9 oranında kontaminasyon olabileceği belirlenmiştir.
yani etiketleme için oran %0 olacak dersek birçok gdo'suz ürünü bile çöpe atmamız gerekebilir.
bir diğer önemli nokta da şudur. %0,9'un altında olan her gdo'lu ürüne izin verilmemektedir. sadece insan sağlığına zararı olmadığına dair deneysel kanıtları olan gdo'lu ürünlere izin verilir. bt10 adı verilen bazı gdo çeşitleri de vardır ki, %0,1 bile saptansa ülkeye girişine izin verilmez. o yüzden her çıkan yasayı-yönetmeliği eleştirmeden önce biraz bilgi sahibi olalım.
en son ümraniye'de kurulan 2 km uzunluktaki iftar sorfasının caddeler kapatılarak kurulmasıyla günyüzüne çıkmış saçmalıklar dizisidir.
nedir allah aşkına bu?
sırf belediyeler, zengin din tüccarları kendilerini halka beğendirmek için böyle saçmalıklar yapıyor, herşeyin beleşine alışmış halk da utanmadan gidip bu sofralardan yemek yiyor.
tamam ramazan ayında fakirleri doyurmak sevaptır ama, her halinden fakir olmadığı belli insanlar nasıl gider de yemek yer buralardan? hiç utanmazlar mı?
yeter artık, milletin dinini sömürmek için yapmadığınız bok kalmadı, şimdi de guinnes rekorlar kitabına mı girmeye çalışıyorsunuz.
böyle din tüccarlarına izin vermeyelim. gitmeyelim, yemeyelim bu yemeklerden sevgili vatandaşlar.
edit: izleyin o iftar sofralarında yemek yiyenleri, hiçbiri fakir değil. o belediyeye sormak lazım nerden bu değirmenin suyu diye. diyelim sponsorlar verdi, o zaman niye bu paralar gerçek ihtiyaç sahiplerine harcanmaz da şov amaçlı kullanılır.
kanmayın bu şerefsizlere, yeter artık ne öküz bir toplum olduk ya.
hepimizin de bildiği gibi her parti belli dönemlerde anketler yaptırarak, oy potansiyellerinin ne kadar değiştiğini anlamaya çalışır, oylarda azalma varsa nedenini bularak durumu değiştirmeye çalışır. bu işi en iyi yapan parti de şu an görünen kadarıyla akp'dir. ülkedeki seçmen kesiminin özellikleri aşağı yukarı bilindiği için, partiler asıl tabanlarından değil, kendilerine oy vermeyen kesimlerden oy almaya çalışır. akp din sömürüsü yapan bir parti olduğu için, hiçbirşey yapmasa, din, allah, kitap diyerek %25 civarında oyu zaten garantidir. avrupa birliğini destekliyor görünmeleri, ekonomi ile ilgili yaptıkları icraatlar, işadamları ve elit kesimi etkilemek içindir. ülkenin en garibanlarını, hiçbirşey okumayan insanları etkilemek için de kömür-makarna yardımı yaparlar. etti mi size %30. ama bu oran tek başına iktidar için yeterli değil. o yüzden mutlak surette kürt oylarına ihtiyaçları var. yani bdp'den ne çalsalar kar. bu nedenle açılım adı altında kürt vatandaşlar etkilenerek kendilerini sağlama alıyorlar.
türkiye'de özlem duyulan "dürüst" bir siyasetçi olduğunuza kalben inandığım ve başarılı olmanızı ümit ettiğim için, sade bir seçmen gözüyle bugüne kadar ki medyada görülen liderlik özelliklerinizden edindiğim izlenimler nedeniyle naçizane birkaç tavsiyede bulunmak istiyorum.
bu ülkede iktidar olabilmek için dürüst ve yetenekli olmak maalesef ki yeterli olmuyor. gerekli özelliklerden en önemlisi de kitleleri peşinden sürükleyebilecek karizmaya sahip olmak. bu karizma öyle doğuştan gelmesi gereken bir şey de değil aslında. çok titiz bir çalışmayla, insanların gözüne istediğiniz gibi görünmeniz mümkün. bakın recep tayyip erdoğan'a; iktira gelmeden önce sünepe diye tabir edilen tiplerden çok da farklı olmamasına rağmen, çalıştığı insanlar bir lider yaratmak için neler yapılması gerektiğini bildiğinden bugün 40 yıllık chp'lilere bile "helal olsun, ne adam be" dedirtebiliyor. bu nedenle bu işi bilimsel metodlarla ve konusunda uzman kişilerle çalışarak yapabileceğinizi düşünüyorum. karizmatik lider görüntüsü yaratabilmek için kimi zaman "beyaz gömlek" giyip halkın arasına karışmak, kimi zaman doğru yerde ve zamanda "one minute" demek gerekiyor. bu konunun uzmanları size yardımcı olacaktır.
bir diğer konu ise referandum mitinglerindeki konuşmalarınızla ilgili. tüm kanalların ana haber bültenlerinde her partinin liderlerinin miting konuşmalarından kesitler dinliyoruz ama nedense her gün sizden aynı cümleleri duyuyorum. söylediğiniz şeylerin doğru olması ve halka anlatılması gerektiği bir gerçek ama aynı cümlelerle her mitingde bu konuşmalar yapıldığında seçmen gözünde pek de iyi değerlendirilmiyor. aynı konuları farklı örnekler vererek de anlatmak mümkün olabilir. tabi bu örnekler verilirken de ne çok basite kaçarak halkı aptal yerine koymalı, ne de kimsenin anlamayacağı şeylerden bahsederek muammalık oluşturulmamalı. sizin bir mitingde yaptığınız konuşmayı belki orada bulunan 10000 kişi dinliyor ama televizyon bültenleri aracılığıyla milyonlara ulaşıyor. o yüzden kimse sizden aynı cümleleri hergün dinlemek istemez. sığlık yaratır halkın gözünde. şehir şehir gezip, halkın arasına karışmanız takdire şayan; bugüne kadar da chp tarafından atlanmış bir konu. ancak sizin bu gayretinize ilave olarak diğer chp organlarının hiç çalışmadığı izlenimini ediniyorum. her insan bülent arınç gibi dakikada aralıksız 100 kelime basacak kapasitede olmayabilir, ancak gayret ve planlı bir konuşmayla bu sorun da çözülebilir. o nedenle hiç hazırlanılmamış gibi duran konuşma metinleriniz üzerinde bu konuda uzman arkadaşarınızla çalışmanız faydanıza olabilir.
bugüne kadar birçok lider gerçekleştirilmesi imkansız vaatlerle büyük oylar toplamış olabilirler. ancak bugün halkın büyük kesimi bu tür vaatleri yemiyor. o nedenle "emekli maaşı şu kadar olacak", "herkese aile sigortası yapılacak" gibi vaatlerde bulunurken dikkatli olmak gerekiyor. eğer gerçekten yapılabileceğine inandığınız projeleriniz varsa bunların nasıl uygulanacağını anlatmanız gerekiyor. siz din gibi istismara dayanan bir siyaset uygulamadığınız için insanlar sizden plan, proje beklerler. ama akp gibi din sömürüsü yapan partiler için bu geçerli değildir. "filistin" der, "başörtüsü" der, "dinibütün insanlar yönetime gelecek" der toplar oyu. ya da mhp gibi "apoyu asacağız" der oy alır. ama siz bu türde bir partinin lideri olmadığınız için gerçekçi plan ve projelerle çıkmanız gerekiyor halkın karşısına. tabi bunları anlatırken de yine kitleleri etkileyecek tarzda konuşmalar gerekli. ekonomiyi düzeltmek için düşündüğünüz projeleri mikro-iktisatla, gayrisafi milli hasılatla, cari açıkla anlatmaya çalışırsanız kimse dinlemez sizi. o yüzden halkla iletişimi, sosyal kitle psikolojisini bilen kişiler tarafından her kelimesi özenle seçilmiş konuşmalara ihtiyaç var.
her ne kadar yapılan yolsuzlukları dillendirmekte haklı olsanız da, her gün bilal'in gemiciğinden, recep bey'in havuzlu villasından bahsetmek inanın ki etkilemiyor insanları. size oy veren %20'lik seçmen zaten bilinçli olarak oy veriyor. sizin hedefiniz ise stv, kanal-7'den başka televizyon izlemeyen, "dindar adam yolsuzluk yapmaz" diye düşünen insanlar. o yüzden bu konuları çok fazla dillendirmeyin. dillendirmeyin derken göz yumun anlamında söylemiyorum. her türlü yolsuzluğa karşı sonuna kadar takipçi olun, halka şikayet edin, ama bunu yaparken her gün, recebin havuzlu villasını dilinize dolamayın.
aklıma geldikçe önerilerimi yazmaya çalışacağım; ümit ediyorum ki bir şekilde size ulaşır.
sonsuz başarı dileklerimle...
tarihçi veya filolog olmamakla birlikte "kürtçe denilen dil"in aslında bir dil olmadığını, sadece bir lehçeden ibaret olduğunu düşünmekteyim. bu düşüncenin de temelinde bugün varlığı bilinen dillerin büyük çoğunluğunun tarihte yazılı kaynaklarının olması, kürtçe denilen lehçenin ise daha düne kadar hiçbir yazılı kaynağının olmaması yatmaktadır. bugün varlığı bilinen ve yazılı kaynağa sahip olmayan diğer dillerin de afrika'nın balta girmemiş ormanlarındaki diller olması nedeniyle, kürtçe denilen lehçe için böyle bir durumun söz konusu olamayacağı görülmektedir. kürtler iddia ettikleri gibi tarih boyunca anadolu da dahil orta asya ve orta doğuda yaşadıklarını söylüyorlarsa eğer, yazılı bir kaynağın olmaması ya da onlarla birlikte yaşayan insanların kaynaklarına böyle bir dilin girmemiş olması mümkün olmayacaktır.
dolayısıyla kürtçe bir dil değildir, olsa olsa bir lehçeden ibarettir.