anafor
@lavizan    0 (düz adam)
on birinci nesil yazar 72 takipçi 1370.31 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    paris texas

    23.
  1. 9 songs

    13.
  2. love

    90.
  3. the straight mind

    1.
  4. Türkçeye leman sevda darıcıoğlu ve pınar büyüktaş tarafından “straight düşünce” olarak çevrilen ve ilk olarak ingilizce’de 1992 yılında yayınlanan monique wittig kitabı. 2001’de ise wittig hayattayken fransa’nın Önemli queer teorisyenlerinden marie-helene bourcier tarafından fransızcaya çevrilmiş wittig’in çeviri kontrolleriyle. Kitap sel yayıncılık’tan “queer düş’ün serisi”nin ikinci kitabı olarak 2013 yılında çıktı. “Hetero zihniyet” veyahut “hetero zihin” kitabın adının çevirisinde içeriğiyle de uyumlu olarak daha mâkul olurmuş gibi geliyor bana. “Straight düşünce” yeterli gelmiyor pek.

    kitabın içeriğine gelecek olursak, wittig’in politik deneme metinlerinden oluşuyor kitap. adından da anlaşılacağı üzere feminizmin içinden heteronormativiteyi ve kadın’ı sorunsallaştırıyor wittig. Ve bunu bir hayli kışkırtıcı bir biçimde yapıyor. “toplumsal sözleşme”ye ikinci bir sözleşme olarak “heteroseksüel sözleşme”yi de dahil ediyor ve bu kavramı literatüre kazandırıyor.

    “cinsiyet kategorisi” başlıklı metninden:
    “Cinsiyet farklılığı ideolojisi, bizim kültürümüzde erkekler ve kadınlar arasındaki toplumsal karşıtlığı doğa bahanesiyle örten bir sansür gibi işler. eril/dişil, erkek/dişi kategorileri, toplumsal farklılıkların daima ekonomik, politik ve ideolojik bir düzene bağlı olduğu gerçeğini gizlemeye hizmet eder. bütün tahakküm sistemleri maddi ve ekonomik düzeyde bölünmeler oluşturular. dahası bölünmeler, efendiler tarafından ve sonrasında köleler başkaldırıp mücadele etmeye başladıkları zaman soyutlanmış ve kavramsallaştırılmıştır. efendiler oluşturdukları bölünmeleri doğal farklılıklar olarak açıklar ve doğrularlar. köleler başkaldırıp mücadele etmeye başladıkları zaman toplumsal karşıtlıkları bu sözde doğal farklılıklar üzerinden okurlar.”

    “Kadın doğulmaz” başlıklı metninden:
    Bedensel ve düşünsel olarak, bizim için tesis edilen doğa fikrine kelimesi kelimesine uymaya mecbur bırakıldık. öylesine çarpıtıldık ki, bozulmuş bedenlerimize ‘doğal’ deniyor ve baskıdan önce de bu halde olduğu varsayılıyor. öyle çarpıtıldık ki, doğa sadece bir fikir olduğu halde, eninde sonunda baskı bizdeki bu doğanın bir Sonucuymuş gibi gözüküyor. materyalist bir analizin muhakemeyle yaptığını lezbiyen toplum uygulamada gerçekleştirir: biz lezbiyenlerin canlı kanıtı olduğu gibi, ‘kadınlar’ diye doğal bir grup yoktur. ve aynı zamanda bireyler olarak, Simone de beauvoir için olduğu gibi bizim için de bir mitten başka bir şey olmayan ‘kadın’ı yeniden sorunsallaştırıyoruz: ‘kadın doğulmaz, kadın olunur. Hiçbir biyolojik, psişik, ekonomik yazgı toplumda dişi, insanın tasvirini tanımlamaz; hadım ile eril adasındaki dişil diye nitelenen bu ürünü hazırlayan uygarlığın bütünüdür.’
    ...
    Eğer biz erkek ve kadın arasında ‘doğal’ bir ayrımın olduğunu kabul edersek tarihi doğallaştırır, erkek ve kadın sanki her zaman var olmuşlar ve sanki hep var olacaklar gibi yaparız. ve tarihi doğallaştırmanın yanı sıra, bundan dolayı baskıyı Açığa vuran toplumsal fenomenleri de doğallaştırırız ve bu, tüm değişmeleri imkansız kılar. mesela çocuk yapmanın zorunlu bir üretimden geldiğini hesaba katmak yerine toplumlarımızda doğumların demografik olarak planlanmış olduğunu, bizlerin bir nevi ölüm tehlikesi taşıyan ‘savaş dışındaki’ tek toplumsal faaliyet, yani çocuk üretmek için programlandığımızı unutarak doğurmaya ‘doğal’, biyolojik bir süreç gibi bakıyor oluruz.
    ...
    Bir sınıf olmak, Bir sınıf bilincine sahip olmak için ilk olarak en baştan çıkarıcı yönleri de dahil olmak üzere kadın mitini öldürmemiz gereklidir; Virginia woolf bir kadın yazarın ilk ödevinin yuvanın meleğini öldürmek olduğunu söylüyordu. ama bir sınıf oluşturmak için kendimizi birey olarak yok etmemizi gerektirmiyor. tarihimizin bireysel özneleri olarak kendimizi oluşturmanın tarihsel gerekliliğiyle de yüzleştik. sanırım bu kadın’ı ‘yeniden’ tanımlama girişimlerinin bugün neden çoğaldığını açıklıyor. söz konusu olan, bir sınıf tanımı olduğu kadar bir birey tanımıdır ve bu şüpesiz ki sadece kadınlar için geçerli değildir. zira ezilişimizin bilincine vardığımızda, kendimizi ezilişin nesnesinin aksine, özne olarak kurabileceğimizi, ezilişe rağmen birisi olabileceğimizi bilmeye ve deneyimlemeye ihtiyaç duyarız.”
    4 ...
  5. monique wittig

    1.
  6. Gerek edebi gerek kuramsal kışkırtıcı eserleriyle, gerek de aktivistliğiyle yirminci yüzyılın ikinci yarısında feminizm hareketinde ve literatüründe önemli bir yere sahip lezbiyen feminist yazar. kendisini kadın olarak tanımlamaz, zira ona göre “lezbiyenler kadın değildir”, lezbiyenler bu cinsiyet sınıfının dışında kalır. Çünkü “kadın” daima heteroseksüel ilişkisellik içinde tanımlanır.

    türkçeye çevrilen bir kitabı için:
    (bkz: the straight mind)
    3 ...
  7. uludağ sözlük

    19283.
  8. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1727427/+

    üzdü. böyle bir gerekçeye gerekçe olacak bir giri değildi halbuki.
    5 ...
  9. julieta

    5.
  10. at eternity s gate

    2.
  11. bir Van gogh eseri olmakla birlikte, clint mansell’in loving vincent filmi için yaptığı harikulade bir film müziğidir aynı zamanda.

    https://youtu.be/TA_HutHW9KQ
    4 ...
  12. enter the void

    33.
  13. enter the void

    32.
  14. rainer maria rilke

    53.
  15. “Yüzlerini sabaha döndürünce sokaklar,
    Umduğunu bulamamış, üzgün, yaslı
    Ayrılınca birbirinden gövdeler;
    Ve insanlar karşılıklı nefretler içinde
    Yatarken aynı yatakta yan yana:

    Akar, akar yalnızlık ırmaklarca.”

    Solitude, 1902.
    bir Behçet necatigil çevirisi.
    7 ...
  16. the adventures of priscilla queen of the desert

    1.
  17. üç drag queen'in hayatını anlatan 1994 yapımı oldukça güzel ve keyifli bir stephan elliott filmi. türkiye'de "priscilla çöller kraliçesi" adıyla gösterime girmiş.
    bir sahne şovu için uzak bir yola çıkmak zorunda kalan drag queen'lerimizin avustralya çöllerinde günlerce bir karavanla yol teperken başlarından geçenleri aktarır film. felicia'nın eğlenceli kişiliği filmi daha da güzel kılar. bernadette ise kalıplaşmış transeksüel kadın algısının dışında harikulade bir zariflik sunar filmde. drag queen'lerimizin, bir hayli yaygın olan transfobiye inat neşelerini korumaları, hayatlarına sahip çıkmaları da ayrı bir güzeldir.

    filmde özellikle sevdiğim iki sahne vardır ki bunlardan ilki şudur: çölde karavanları bozulur ve bernadette günlük kıyafetleriyle bir yürüyüşe çıkıp onlara yardım edecek birilerini bulmaya çalışır. ve yoldan geçmekte olan yaşlı bir çift görür, onları durdurur. sonrasındaysa onları kendilerine yardım etmesi için ikna eder. karavanın yanlarına vardıkları vakitteyse mitzi yeşil bir drag queen kıyafetiyledir. yaşlı çift bunu görünce onların ne olduklarını anlar. bernadette arabadan iner inmez gaza basıp kaçarlar. bunun ardından ise mitzi'ye dönüp, kaç kere dedim sana, der felicia.(burada biraz duraklama vardır, seyirci bir düşünceye doğru sevk edilir, ki o düşünce de mitzi'ye bu kıyafeti o an için giymemesi gerektiğini söyleyeceğidir) ardından, yeşil sana gitmiyor, diye devam eder.
    epey gülümsemiştim bu sahnede.

    bir diğer sahne ise felicia'nın çocuklukta yaşadığı bir cinsel istismar anısını dramatize etmek(izleyicinin beklediği) yerine bunu tersine çevirip bu anıyı bir güldürü halinde sunmasıdır.

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1713676/+

    şu oldukça keyifli dans sahnesini de şöyle bırakayım:

    https://www.youtube.com/watch?v=0DJC-ECU8IE
    7 ...
  18. the tyranny of choice

    1.
  19. ilk olarak 2011 yılında yayınlanan renata salecl kitabı. türkçeye barış engin aksoy çevirisiyle metis tarafından "seçme ikilemi" adıyla ilk basımı 2014 yılında yayınlandı. tyranny ingilizcede zulüm, gaddarlık anlamına geliyor. bunu da göz önünde bulundurmakta fayda var. kitap sosyoloji ve psikanalizin bir bileşeni halindedir daha çok.

    "gelişmiş dünyada yaşamlarımızı kişiselleştirip kusursuzlaştırmamızı sağlaması gereken bu seçenek artışı, nasıl olup da daha çok doyum yerine daha büyük bir kaygı, daha büyük bir yetersizlik ve suçluluk duygusu doğuruyor? ve insanlar niye bu kaygıyı hafifletmek için pazarlamacılardan ya da yıldız fallarından rasgele tavsiyeler almaya, kozmetik endüstrisinden güzellik tüyoları almaya, mali danışmanların ekonomi tahminleriyle yön bulmaya ve kişisel gelişim yazarlarının ilişki tavsiyelerine uymaya razı oluyor? her geçen gün daha fazla insanın bu sözde uzmanlara riayet ettiği göz önüne alındığında, aslında bu seçme yükünden kurtulmaya git gide daha hevesli oluyormuşuz gibi görünüyor."

    bireyin kendi kendisinin yaratıcısı olduğu fikrinin ön plana çıktığı neoliberalizmin hüküm sürmeye başladığı dünyada, bu fikrin ne kadar yanıltıcı olabileceğinin ifşasını yapar salecl kitapta.

    "bu kitap, esenliğinin ve yaşamının gidişatının tek efendisinin kendisi olduğu fikrini bireyin sırtına yükleyen seçim ideolojisinin ne kadar yanıltıcı olabileceğini ve bu ideolojinin, bir bütün olarak toplum örgütlenmesinde olası bir değişime ne kadar az katkısı olduğunu gösterecek. birey için rasyonel seçimin mümkün olduğu anlar olduğu gibi, yaptığımız seçimlerin irrasyonel ve bazen zararlı olduğu anlar da vardır. seçme mekanizması insanların elindeki güçlü bir mekanizmadır; her tür politik angajmanın ve bir bütün olarak politik sürecin zeminidir ne de olsa. ancak seçme mefhumu insanların özel yaşamlarının şekillendirmesini sağlayan nihai araç olarak göklere çıkarıldığında, toplumsal eleştiriye pek yer kalmaz. bireysel seçimlerimizi takıntı haline getirirken, bu seçimlerin hiç de bireysel olmadığını, aslında içinde yaşadığımız toplumdan fazlasıyla etkilendiğini göremeyebiliriz çoğu zaman."

    ayrıca, kitabı okuduktan sonra salecl'in "our unhealthy obsession with choice" başlıklı bir ted konuşmasına denk geldim. türkçe altyazılısı da mevcut. "seçme ikilemi"nde bahsettiği şeylerin genel bir özeti halinde diyebilirim herhalde konuşma için. altyazılı izlemek isteyenler için konuşma linkini şöyle bırakayım:

    https://www.ted.com/talks...n_with_choice?language=tr

    şunu da belirtmeden geçemeyeceğim, zizek'e özgü olduğunu düşündüğüm biraz kulak tırmalayıcı olan zizek ingilizcesinin hiç de zizek'e özgü olmadığını anladım salecl'i dinledikten sonra.
    3 ...
  20. on anxiety

    1.
  21. ilk olarak 2004 yılında yayınlanan muazzam bir renata salecl kitabı. türkçeye barış engin aksoy çevirisiyle metis tarafından ilk basımı "kaygı üzerine" adıyla 2013 yılında yayınlandı. kitapta lacan etkisi bir hayli ağır basar.

    kitabın girişinde şöyle yazar salecl:

    "bu kitabın temel doğrultusu, kaygının tekil öznenin bölünmüşlüğüyle (yani tutarsızlığıyla) ve topluma özgü antagonizmalarla başa çıkma şekliyle ne gibi bir bağlantısı olduğuna bakmak olacak. günümüz toplumunda, kaygıya bir deva bulmak için, kaygı doğurabilecek rahatsız edici nesneleri sürekli teşhir etmeye yönelik bir çaba varmış gibi görünüyor (çağdaş sanatlarda bile, mesela kadavraları teşhir ederek ölümde neyin kaygı uyandırdığını anlamaya uğraşıyoruz). günümüzde kaygıların sürekli çoğalışı, bizi kaygıdan kurtulmuş bir topluma daha fazla yaklaştıracak çabuk bir çözüm(mesela ilaçlar) arzusunu da uyandırıyor.
    kaygı günümüzde kontrol edilebilir olması gereken ve uzun vadede kurtulabileceğimiz bir şey -kısaca, öznenin mutluluğunun önündeki nihai bir engel- olarak algılanıyor. felsefe ve psikanalizin kaygıyı temel bir insanlık hali, sadece felç edici etkileri olan bir fenomen değil insanların dünyayla ilişki kurmalarını sağlayan koşulun ta kendisi olarak tartışmış olduğu ise neredeyse unutulup gitmiş durumda."

    savaş, kapitalizm, aşk, annelik gibi çeşitli konularda kaygının nasıl işlediğini bölümler halinde salecl. özellikle "savaş zamanlarında kaygı" bölümü harikuladedir.
    3 ...
  22. renata salecl

    1.
  23. Ljubljana Üniversitesi ekolünden slovenyalı 1962 doğumlu filozof, sosyolog, teorisyen. etkilendiği önemli isimler olarak lacan, freud ve foucault sayılabilir. türkçeye çevrilen kitaplarında bilhassa lacan etkisi ön plana çıkar.
    bir magazinel bilgi olarak da henüz öğrendiğim kadarıyla bir zamanlar zizek ile evli imiş kendileri.

    türkçeye çevrilen kitapları için:

    (bkz: on anxiety)
    (bkz: the tyranny of choice)
    3 ...
  24. donald wooods winnicott

    1.
  25. yirminci yüzyıl çocuk psikanalisti.

    Melanie klein’la birlikte ingiliz psikanaliz geleneğinin öncülerindendir. Zamanında ingiliz psikanaliz cemiyeti’nin başkanlığını da yapmıştır. “geçiş nesneleri” ve “oyun” kuramıyla psikanaliz literatürüne önemli kazanımlar getirmiştir. Ve Türkçeye pek çok kitabı çevrilmiştir. Bunlardan biri için:

    (bkz: playing and reality)
    2 ...
  26. playing and reality

    1.
  27. ilk olarak 1971 yılında yayınlanan, yirminci yüzyıl psikanalisti ve kuramcısı winnicott’un kitabı. Türkçeye metis tarafından “oyun ve gerçeklik” adıyla çevrildi.

    oyun’un iç ve dış gerçeklik arasında bir ara deneyim bölgesi olarak işlediğini çeşitli klinik veriler aracılığıyla aktarır winnicott.

    “insanın deneyimsel varoluşunun tamamı oyun oynama temeli üzerinde inşa edilir. Orada artık ya içedönük ya da dışadönük olma durumunda değilizdir. Hayatı geçiş olguları alanında, öznellik ile nesnel gözlemin kesiştiği heyecan verici noktada, bireyin iç gerçekliği ile bireylerin dışında kalan ortak gerçeklik arasındaki bir ara bölgede yaşarız.”

    oyun oynamanın kendisi yalnızca iç ve dış gerçeklik arasında ara bir bölge olarak değil, aynı zamanda gerçekliğin kendisiyle baş etme yöntemi olarak da işler. Oyun oynama yalnızca çocuklukta değil, yetişkinlikte de biçim değiştirerek farklı şekillerde devam eder. Ve bireyin çocuklukta edindiği oyun oynayabilme kapasitesi, yaşamının sonraki sürecinde büyük bir öneme sahip olur. Çünkü oyun oynamanın kendisi yaratıcılığın, kendini keşfetmenin imkanını sunar winnicott’a göre.

    “Bir çocuk ya da yetişkin ancak oyun oynarken ve sadece oynarken yaratıcı olabilir ve bütün kişiliğini kullanabilir; birey de kendini ancak yaratıcı olduğunda keşfedebilecektir.”
    4 ...
  28. bomontiada

    1.
  29. tarihi bomonti bira fabrikasının dönüştürülmesiyle oluşturulan eğlence mekanı. Binanın dokusuna uygun şekilde oldukça güzel bir şekilde tasarlanmış mekan. içerisinde babylon bomonti, leica’nın mağazası ve çeşitli restoranlar vardır.

    Ayrıca her sene yazın başlamasıyla birlikte açık hava jazz konserleri olur avlusunda, ki bu konserler oldukça güzel ve eğlenceli olur. açık hava sineması da olmak üzere pek çok güzel etkinliklere de ev sahipliği yapar.

    Haziranda Fransız kültür merkezi ortaklığında gerçekleştirilen par-is-tanbul festivalinden:

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1712015/+
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1712016/+
    4 ...
  30. judith butler

    5.
  31. Kaos gl’nin ankara’da beşincisini düzenlediği “uluslarası homofobi karşıtı buluşma” için Gerçekleştirdiği “queer yoldaşlığı ve savaş karşıtı siyaset” başlıklı muazzam bir konuşması var butler’ın. Türkçe’ye çevrilmiş ve Metin haline getirilmiş.

    “Toplumsal cinsiyetin daima tek bir şekilde görünmesi gerektiğini savunanlar, toplumsal cinsiyetlerini veya cinselliklerini normatif olmayan şekillerde yaşayanları suçlu veya hasta ilan etmeye çalışanlar, devletin kolluk kuvvetlerine dahil olsunlar veya olmasınlar, polis vazifesi görmektedirler. Bildiğimiz gibi, cinsel azınlıklara karşı şiddet uygulayan bazen devletin kolluk kuvvetleridir. Transseksüel kadın cinayetlerini araştırmayan ve hatta bu cinayetleri suç olarak bile görmeyen veya transseksüel bireylere yönelik şiddeti önlemeyen de devletin güvenlik güçleridir. Bu gibi durumlarda, devletin kolluk kuvvetleri, kadınlık ve erkelik kategorilerini doğa veya gelenekle temellendirerek toplumsal cinsiyet normlarını yerli yerinde tutmaya çalışan toplumsal polis güçlerinin suç ortağı olur. Toplumsal cinsiyet kısmen bir özgürlük deneyimidir ve bu özgürlük deneyimi yasa ile korunan diğer özgürlük alanları ile eşit muamele görecek şekilde düzenlenmelidir. Devletin polisi cinsel azınlıklara veya kadınlara şiddet uyguladığında, toplumsal cinsiyet polisine dönüşür. Ve devletin polisi bu tür suçları araştırmadığı, kovuşturmadığı veya önlemediğinde, toplumsal cinsiyet polisini ve onun azınlıklara yönelik şiddetini desteklemiş olur.“

    okumak isteyenler için linkini şöyle bırakıyorum:
    http://m.bianet.org/biama...-ve-savas-karsiti-siyaset
    4 ...
  32. alphaville

    35.
  33. carne tremula

    6.
  34. sözlük yazarlarının çektiği fotoğraflar

    5006.
  35. duvar

    134.
  36. kaktüs

    90.
  37. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1703493/+

    Üç yıldan birkaç ay daha uzun bir süre önce bir arkadaşım hediye etmişti. Geldiği zaman küçücük bir saksı içinde, parmak kadar bir şeydi. Üç yılda bu hale geldi.
    10 ...
  38. zorunlu heteroseksüellik

    1.
  39. “Heteroseksüellik anlatısının ideal eşleşme olarak sürekli tekrar edilmesinin birikmiş bir etkisi diye tanımlanan zorunlu heteroseksüelliğin, bedenlerin ne olabileceklerini içermemekle birlikte, bedenlerin ne yapabileceklerini şekillendirdiğini gözetmek önemlidir. Bedenler, sürekli ve zor kullanarak tekrarlanan normların şeklini alır. Tekrarlama işi, çabanın doğa göstergesi altında gizlenmesini içerir.
    ...
    Zorunlu heteroseksüellik, bir bedenin farklılık fantezisiyle ideal olarak güvence altına alınmış nesnelerden bazılarına yönelmesinin ve bazılarına yönelmemesinin bir ‘zorunluluk olduğu’ varsayımıyla bedenleri şekillendirir. Yani zorunlu heteroseksüellik kişinin hangi bedenlere meşru bir şekilde potansiyel sevgili olarak ‘yaklaşabileceğini’ ve hangilerine yaklaşamayacağını belirler. Zorunlu heteroseksüellik, kişinin ötekilere yaklaşımını şekillendirirken, geçmiş yakınlaşmaların kabuklaşmış bir tarihi olarak, kişinin kendi bedenini de şekillendirir. Öyleyse cinsel yönelim, sanki bu eğilim yaptığımız başka şeyleri etkilemeyecekmiş gibi, sadece kişinin bir arzu nesnesi olarak hangi eğilimi gösterdiğiyle ilgili değildir. Cinsel yönelim bedenlerin dünyalara sızmasını içerir; bedenin bazılarına doğru yönelmesi bazılarından uzaklaşması demektir, ki bu da ise bedenleri aynı yere yönlendirmese bile kişinin farklı tür (bazı bedenleri, bazı eğilimleri, bazı sevme ve yaşama şekillerini kabul eden) sosyal alanlara girme şeklini etkiler. Basit ama önemli bir nokta: yönelimler bedenlerin ne yapabileceğine tesir eder.”

    sara ahmed.
    3 ...
  40. heteronormativite

    5.
  41. “Heteronormatiflik bedenlerin zaten kendi şekillerini almış alanlara doğru açılmalarına izin vererek bir kamusal rahatlık yöntemi gibi işler. Bu alanlar bedenlerin uyum sağlayacakları kadar rahattır; sosyal alanın yüzeyleri daha önceden bu tarz bedenlerin şekillerinden etkilenmiştir. (Onu mesken edinen bazı bedenlerin tekrarıyla şekillenen bir iskemle gibi: bedenlerin şekillerini neredeyse yüzeyde bir damga gibi görebiliriz). Yüzeylere vurulan damgalar bedenlerin izleri olarak görev yapar. Bu süreci sosyal alanlarda da görebiliriz. Gill Valentine’in iddia ettiği gibi, sokaklar gibi kamusal alanların ‘heteroseksüelleştirilmesi’ farklı heteroseksüel bireyler tarafından fark edilmeyen bir süreçtir. Bedensel alanların yanı sıra sosyal alanların yüzeyleri de bu eylemlerin tekrarını ve bazı bedenlerin kabul görmesini, ötekilerinse görmemesini ‘kaydeder’.
    Heteronormatiflik ayrıca bir rahatlama yöntemi olur: kişi zaten ikna edilmiş olduğu bir dünyayla karşı karşıya olmanın sıcaklığıyla kendini daha iyi hisseder. Kişi zaten onunla şekillendiği, hatta onun şeklini aldığı için temas ettiği şeyin bir dünya olduğunun farkına varmaz. Normlar sadece gözden kaybolmakla kalmazlar, ayrıca kasten hissetmediğimiz şeyler de olabilirler. Queer özneler heteroseksüelliğin rahatlıklarıyla karşı karşıya kaldıklarında kendilerini rahatsız hissedebilirler (beden zaten şeklini almış olduğu bir alana ‘gömülmez’). Rahatsızlık bir yanlış yönelim duygusudur: kişinin bedeni yersiz, garip ve huzursuz olduğunu hisseder. Bu duyguyu fazlasıyla iyi tanıyorum; kişi bazı bedenler tarafından mesken edilip bazıları tarafından mesken edinilemeyen sosyal deriyi mesken edinemediğinde, yersizlik duygusu ve yabancılaşma, kişinin bir yüzey olarak görünen beden yüzeyinin ciddi olarak farkında olmasını sağlar. Dahası, queer öznelerden birbirlerine yakınlık göstermekten kaçınmaları, heteroseksüelleri rahatsız etmemeleri ‘istenir’ ki, bu başlı başına rahatsız edici bir duygudur; kişinin sosyal bir alanda kendi bedeniyle ya da bir başkasının bedeniyle ne yapıp yapamayacağının sınırlandırılmasıdır. Bazı kişilerin rahatlığa erişebilmeleri, başkalarının çabasına ve gizlenme yükümlülüklerine bağlı olabilir. Rahatlık ‘fetişizm hissinin’ bir şekli olarak işletebilir: bazı bedenler sadece ötekilerin yaptıklarının sonucu olarak rahatlığa sahip olabilir ki burada yapılan asıl iş gizlenir.
    Bu nedenle queer teorisi, gayet mantıklı nedenlerle, sadece heteronormatif karşıtı değil, ayrıca normatif karşıtı olarak tanımlanmıştır. Tim dean ve christopher lane’in ileri sürdüğü gibi, queer teori ‘bütün normlara direnmeye dayalı bir politika savunur.’
    Heteronormatiflik heteroseksüel olmanın normal olduğu varsayımından daha fazlasını içerir. ‘Norm’ düzenleyicidir ve cinsel davranışları diğer davranış türleriyle ilişkilendiren bir ‘ideal’ tarafından desteklenir. Örneğin sevgi nesnesinin kısıtlanmasının sadece herhangi bir heteroseksüel birlikteliğin arzulanabirliği hakkında olmadığı üzerinde durabiliriz. Çift ‘iyi bir eşleşme’ olmalıdır (partnerlerin geçmişlerinin uyumlu olmasının önemi ile ilgili olarak geleneksel sınıfsal ve ırksal varsayımları içeren bir yargı) ve ötekileri cinsel yakınlık alanının dışında tutulmalıdır (genellikle yakınlığı mülkiyet hakkıyla bağdaştıran ya da yakınını bir mülk olarak gören tekeşliliğin idealleştirilemesi). Ayrıca heteroseksüel bir birliktelik sadece evlilik yoluyla, üreme ve iyi anne-baba ritüellerine katılarak, iyi sevgili, iyi anne baba, iyi komşular olarak, hatta daha da iyi vatandaş olarak bir ideale yaklaşabilir. bu yolla normatif kültür meşru olan ve olmayan yaşam şekilleri arasında bir ayrımı da içerir. burada gelecek nesillerin iyiliği için meşru olanı (‘bildiğimiz haliyle yaşam’) korumanın gerekli olduğu düşünülür. heteronormatiflik, kişinin ötekilerle ilişki şekillerine bağlı olarak kültürün yeniden üretilmesini ya da iletilmesini sağlar.
    Bu nedenle, queer teorisyenler için, queer yaşamların heteronormatif kültürün kodlarını takip etmemeleri, Judith jack halberstam’ın provokatif ve ikna edici ifadesiyle ‘homonormatif’ yaşamlar sürmemeleri önemlidir. böyle yaşamlar rahatlığa ulaşmayı arzulamaz; yaşam tarzlarıyla normatif kültürün bütün yönlerinden rahatsızlıklarını devam ettirirler. ideal olarak aileleri olmaz, evlenmezler; düşünülemeyecek bir birliktelik içinde ömürlerini geçirmez, çocuk doğurmaz ya da büyütmez, gönüllü mahalle bekçiliğine katılmaz ya da savaş zamanlarında ulus için dua etmezler. bu eylemlerin her biri böyle yaşamları queer, başarısız, hatta yaşanamaz kabul eden idealleri ‘destekleyecektir’. heteronormatifliğin yeniden üretilmesinde temel olan ideal davranış arzusu, anlaşılabileceği üzere, bir asimilasyon şekli olarak adlandırılır.”

    Sara ahmed.
    3 ...
  42. beklemek

    684.
  43. “Daha çok beklemek kişinin yatırımını artırır ve ne kadar uzun süre beklerse o kadar çok yatırım yapmış olur, yani daha çok zaman, emek ve enerji harcanmış olur. Karşılık olmaması kişinin yatırımını artırır. Eğer sevgi, geri dönüş beklentisiyse, geri dönüşün başarısızlığı nedeniyle yatırımın artırılması geleceğe ertelenerek idealin korunmasını sağlar.”

    sara ahmed.
    8 ...
  44. the cultural politics of emotion

    1.
  45. sara ahmed’in ilk olarak 2004 yılında yayınlanan kitabı. Türkçeye sel yayıncılık tarafından “queer düş’ün serisi”nin beşinci kitabı olarak “duyguların kültürel politikası” adıyla 2015 yılında çevrildi.

    kitabın girişinde, “hislerle yolunu bulmak” isimli bölümde kitapta yapacağı şeyi anlatır sara ahmed:

    “Duyguların kültürel politikası’nda, bireysel ve kolektif bedenlerin ‘dış yüzeyinin’ şekillendirilmesinde duyguların nasıl işlediğini soruşturacağım. Bedenler, nesnelerle ve ötekilerle kurdukları ilişkinin ta kendisinin şeklini alır. Analizimde, kamusal alanda dolaşan ‘ötekileri’ hislerimizin ‘kaynağı’ kabul ederek özneleri kolektiflerle eşleştiren metinlerin okumasını yapacağım.”

    bireysel olarak addedilen duygulara psikanaliz aracılığıyla makro bir bakış açısı sunuyor sara ahmed. sevgi, nefret, korku, iğrenme, utanç, acı duygularının kamusal alanda nasıl politikleştirildiği, özellikle milliyetçilikte özneler üzerinde bu duyguların nasıl işlediğini iyi bir biçimde açıklıyor.

    “Duygular, ötekilere yakınlaşma ya da onlardan uzaklaşma yönelimlerinin yanı sıra, zaman içinde eylemlerin tekrarıyla şekillenen bedenlerin yüzeylerinin kendilerini değiştirir. Hatta duyguları incelemek, bize tüm eylemlerin aslında tepkiler olduğunu gösterebilir, çünkü yaptıklarımız ötekilerle olan temaslarımızla şekillenir. Spinoza’nın deyişiyle ‘beden üzerindeki eylemin gücünün artması ya da azalmasıyla bedende meydana gelen değişiklikler’ olarak duygular, bedenlerin neler yapabileceğini şekillendirir.”

    ayrıca kitapta “queer hisler” ve “feminist bağlılıklar” adıyla iki bölüm daha vardır, bu bölümler de oldukça güzeldir.
    4 ...
  46. sözlük yazarlarının çektiği fotoğraflar

    4998.
  47. bilgi

    114.
  48. “Artık ne bilimsel bilgimiz, ne toplumumuzun anayasası, ne de toplumumuz ile bilgimiz arasındaki bağlantılara ilişkin geleneksel olumlamalar elde edilmiş olarak kabul edilir. Bilgi biçimlerimizin uzlaşımsal ve inşa edilmiş statüsünü keşfettiğimiz ölçüde, bildiğimizin kökeninin gerçeklik değil, kendimiz olduğunu anlamayı başarırız. Tıpkı devlet gibi, bilgi de insan eylemlerinin ürünüdür. Hobbes haklıydı.”
    5 ...
  49. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük