bugün

the straight mind

Türkçeye leman sevda darıcıoğlu ve pınar büyüktaş tarafından “straight düşünce” olarak çevrilen ve ilk olarak ingilizce’de 1992 yılında yayınlanan monique wittig kitabı. 2001’de ise wittig hayattayken fransa’nın Önemli queer teorisyenlerinden marie-helene bourcier tarafından fransızcaya çevrilmiş wittig’in çeviri kontrolleriyle. Kitap sel yayıncılık’tan “queer düş’ün serisi”nin ikinci kitabı olarak 2013 yılında çıktı. “Hetero zihniyet” veyahut “hetero zihin” kitabın adının çevirisinde içeriğiyle de uyumlu olarak daha mâkul olurmuş gibi geliyor bana. “Straight düşünce” yeterli gelmiyor pek.

kitabın içeriğine gelecek olursak, wittig’in politik deneme metinlerinden oluşuyor kitap. adından da anlaşılacağı üzere feminizmin içinden heteronormativiteyi ve kadın’ı sorunsallaştırıyor wittig. Ve bunu bir hayli kışkırtıcı bir biçimde yapıyor. “toplumsal sözleşme”ye ikinci bir sözleşme olarak “heteroseksüel sözleşme”yi de dahil ediyor ve bu kavramı literatüre kazandırıyor.

“cinsiyet kategorisi” başlıklı metninden:
“Cinsiyet farklılığı ideolojisi, bizim kültürümüzde erkekler ve kadınlar arasındaki toplumsal karşıtlığı doğa bahanesiyle örten bir sansür gibi işler. eril/dişil, erkek/dişi kategorileri, toplumsal farklılıkların daima ekonomik, politik ve ideolojik bir düzene bağlı olduğu gerçeğini gizlemeye hizmet eder. bütün tahakküm sistemleri maddi ve ekonomik düzeyde bölünmeler oluşturular. dahası bölünmeler, efendiler tarafından ve sonrasında köleler başkaldırıp mücadele etmeye başladıkları zaman soyutlanmış ve kavramsallaştırılmıştır. efendiler oluşturdukları bölünmeleri doğal farklılıklar olarak açıklar ve doğrularlar. köleler başkaldırıp mücadele etmeye başladıkları zaman toplumsal karşıtlıkları bu sözde doğal farklılıklar üzerinden okurlar.”

“Kadın doğulmaz” başlıklı metninden:
Bedensel ve düşünsel olarak, bizim için tesis edilen doğa fikrine kelimesi kelimesine uymaya mecbur bırakıldık. öylesine çarpıtıldık ki, bozulmuş bedenlerimize ‘doğal’ deniyor ve baskıdan önce de bu halde olduğu varsayılıyor. öyle çarpıtıldık ki, doğa sadece bir fikir olduğu halde, eninde sonunda baskı bizdeki bu doğanın bir Sonucuymuş gibi gözüküyor. materyalist bir analizin muhakemeyle yaptığını lezbiyen toplum uygulamada gerçekleştirir: biz lezbiyenlerin canlı kanıtı olduğu gibi, ‘kadınlar’ diye doğal bir grup yoktur. ve aynı zamanda bireyler olarak, Simone de beauvoir için olduğu gibi bizim için de bir mitten başka bir şey olmayan ‘kadın’ı yeniden sorunsallaştırıyoruz: ‘kadın doğulmaz, kadın olunur. Hiçbir biyolojik, psişik, ekonomik yazgı toplumda dişi, insanın tasvirini tanımlamaz; hadım ile eril adasındaki dişil diye nitelenen bu ürünü hazırlayan uygarlığın bütünüdür.’

Eğer biz erkek ve kadın arasında ‘doğal’ bir ayrımın olduğunu kabul edersek tarihi doğallaştırır, erkek ve kadın sanki her zaman var olmuşlar ve sanki hep var olacaklar gibi yaparız. ve tarihi doğallaştırmanın yanı sıra, bundan dolayı baskıyı Açığa vuran toplumsal fenomenleri de doğallaştırırız ve bu, tüm değişmeleri imkansız kılar. mesela çocuk yapmanın zorunlu bir üretimden geldiğini hesaba katmak yerine toplumlarımızda doğumların demografik olarak planlanmış olduğunu, bizlerin bir nevi ölüm tehlikesi taşıyan ‘savaş dışındaki’ tek toplumsal faaliyet, yani çocuk üretmek için programlandığımızı unutarak doğurmaya ‘doğal’, biyolojik bir süreç gibi bakıyor oluruz.

Bir sınıf olmak, Bir sınıf bilincine sahip olmak için ilk olarak en baştan çıkarıcı yönleri de dahil olmak üzere kadın mitini öldürmemiz gereklidir; Virginia woolf bir kadın yazarın ilk ödevinin yuvanın meleğini öldürmek olduğunu söylüyordu. ama bir sınıf oluşturmak için kendimizi birey olarak yok etmemizi gerektirmiyor. tarihimizin bireysel özneleri olarak kendimizi oluşturmanın tarihsel gerekliliğiyle de yüzleştik. sanırım bu kadın’ı ‘yeniden’ tanımlama girişimlerinin bugün neden çoğaldığını açıklıyor. söz konusu olan, bir sınıf tanımı olduğu kadar bir birey tanımıdır ve bu şüpesiz ki sadece kadınlar için geçerli değildir. zira ezilişimizin bilincine vardığımızda, kendimizi ezilişin nesnesinin aksine, özne olarak kurabileceğimizi, ezilişe rağmen birisi olabileceğimizi bilmeye ve deneyimlemeye ihtiyaç duyarız.”