Küçük Prens sarhoşun yanına gider, neden içtiğini sorar, adam unutmak için der:
Neyi unutmak için?” diye sordu. Sarhoş başını önüne eğerek içini döktü: “Utancımı unutmak için.” “Neden utanıyorsun?” Küçük Prens ona yardım etmek istiyordu. Ama sarhoş kesin bir sessizliğe gömülerek konuyu kapadı: “içmekten utanıyorum.” Küçük Prens iyice şaşırmıştı, oradan uzaklaştı.
Kendini beğenmişin yanına gider:
Alkışlama ve selamlama işlemi beş dakika sürdü; Küçük Prens bu törenin tekdüzeliğinden sıkılmıştı; sordu: “Peki, şapkayı eğmek için ne yapılacak?” Kendini beğenmiş duymadı bile. Çünkü kendini beğenmişler yalnız övgüleri dinler.
"Ben bu yollardan, bu çiftliklerden ne adamlar geçtiğini gördüm. Sırtlarında heybelerini, kafalarında da hep aynı saçmaları taşırlardı. Yüzlercesini gördüm ben. Gelirler, sonra iş bitince başlarını alıp giderler; herbirinin kafasında bir çiftlik vardı. Ama bir tanesi bile bu çiftliğe kavuşamamıştır. Tıpkı cennet hayali gibi. Herkes kendi toprağına sahip olmak ister... Burada ben bir sürü kitap okudum. Hiçbiri cennete girmemiştir, hiçbiri de çiftliğine sahip olamaz. Hep onun lafını ederler ama, yalnız kafalarında yeri vardır onun."
------
Köle crooks'un çiftilk dediğini dünya olarak düşünürsek, Lennie de bizim gibi insanlar olsa...
Anadolu'da genellikle güney anadolu'da çeltik (pirinç) tarlalarına hasat sonrası verilen addır. Bilindiği üzere pirinç bol su ister, zamanla aşırı sulamadan bataklığa döner, sanırım halk bir işe yaramadığı için bu adı vermiştir.
bazen düşünüyorum da bizi geçmiştekilerden ayıran sadece toplum yapısının ve teknolojinin gelişmesi, özetle insan aynı insan abi.
tanrı üzerine şöyle bir düşüncesi vardır, yazdıklarımı da destek olur niteliktedir:
"bir habeşli, tanrı'yı siyah renkli, bir trakyalı ise mavi gözlü tasavvur eder. öküzler ve atlar da tanrı'yı hayal edebilselerdi, onlar da kendi suretlerinde düşünebilirlerdi."
katip çelebi ağacını kiraz ağacına benzetir ve kahvenin yemen dağında yaşayan dervişlerce bulunduğunu anlatır. dervişler bir ağacın üzerinde bir yemiş bulurlar kalb ve bün dedikleri taneleri dövüp yemişler ve bundan çok hoşlanmışlar. kimileri ise yemişi kavurup suyunu içmiş. üstelik şehvet kesmesi yemen halkının, şeyhlerinin ve safilerinin arasında kısa zamanda yaygınlaşmasına yol açmıştır.
yemen halkı sabah mahmurluğunu ya da uyku sersemliğini alması için de içerlermiş. amerikan filmlerindeki gibi, biz genelde çay içeriz. simit peynir olursa da tadından yenmez.
kültür kelimesi latince "ekin ekmek" manasına gelirmiş. Mikrop cinsinden canlı bir varlığa muayyen bir ortam içinde çoğalmasına kültür denilir. bir ferdin veya bir milletin manevi kıymetlerinin işlenmesi , çoğalması ve geliştirilmesi de kültür adını alır. kültürlü bir insan birçok şeyi okumuş, düşünmüş ve iyice sindirmiş olan insandır. kültürlü bir millet maddi ve manevi değerlerini geliştirmiş, iptidailikten yüksek medeniyet seviyesine ulaşmış olan millettir. ister toprak gibi maddi ister sanat ve ilim manevisi olsun, işlenen ve geliştirilen her şey kültür adına toplanabilir. *
sosyolojideki anlamı da: kültür, toplumda yasayan insanların bütün öğrendikleri ve paylaştıklarını kapsayan bir kavramdır. davranış bilimlerinin incelediği hemen her şey kültür tarafından biçimlendirilmiş. örnek olarak, yeme alışkanlıklarımız veya inanç sistemlerimiz.
saint simon'un genel düşüncesi göre her toplum düzeni mutlak surette o toplumun sahip olduğu ekonomik yapıyı belirler bu yüzden toplum bütün kuvvetleriyle sanayide toplanmalıdır der. içinde bulundukları ekonomik buhranları anlamaya çalışmıştır, gelecekteki devlet veya sistem nasıl olmalıdır nasıl olmamalıdır bunların üzerine düşünmüştür, kendisi fransız ihtilalini bir dönüm noktası olarak görür, gelecekteki hayallenen topluma sınai devlet der. değişimi yapacak sosyologlar ve sanayicilerdir diye düşünür, yanılsa da birçok düşünürü etkilemiştir.
-sosyolojiye, sosyal-fizik adını vermiştir, haliyle isim babası. saint simon'un öğrencisidir ayrıca.
-sosyolojinin konu ve yöntemini özgüllüğünü belirtmeye çalışmıştır.
-comte'ye göre toplumsal birliği oluşturan ailelerdir.
kitapları:
pozitif felsefe dersleri, pozitif siyaset sistemi, pozitivizm'in ruhuna dair, sosyoloji.
hastalık değildir veya sonradan çıkarılmış bir şey değildir, nasıl ki heteroseksüel doğmuşsak onlar da homoseksüel doğmuştur, sapkınlıkla karıştırmamak lazım, genel olarak bu yanılgıya düşüyoruz. ayrıca belirli avantajları olduğu için binlerce yıldır aktarıldığı iddia edilir, araştırmak okumak lazım, tabi her şeyden önce hoş görü olunmalıdır. yani 70'lere kadar hastalık olduğu düşünüldüğünü ona göre ilaçların veya tedaviler üzerinde çalışıldığını, sonra eşcinsellerin belirli genlerinin farklı olduğunu başka bir yerde okudum, tabi öyle bir elin parmağı kadar az olmadığı için tırnak içinde hastalığa sebep olan genin hangisi olduğu tam bulunamamıştır.
"her yazar, kendi elinden çıkanın güzel, kendi düşündüklerinin doğru olduğuna inanır, güzelliği, o doğruluğu sezmeyenlerin de anlamadıkları anlayamayacakları kanısındadır." der.
...onun içindir ki yazı, birçok olamamazlıkları olur yapmıştır. ölü dirilmez; yüz kuruşa amerika'ya gidilmez; her büyük adam bizimle konuşmaz. bu böyledir de, en büyük yazıcıların herhangi bir kitabını pek güzel yüz kuruşa alınır ve büyük düşünücü ile baş başa on gün, yirmi gün, bir ay oturup konuşabilirsin...
sünnet olmanın türkçesi "etek külahının kesilmesi"dir. etek sözü erkek azasının adıdır. kadınlara anadolu'da "eksik etek" derler. o kısma ait kullanılan usturalara da etek usturası denir. zamanla etek sözünün anlamı genişlemiştir eteklik, etek öpmek, eteklemek gibi sözler yapılmıştır. sünnet olmanın arapça karşılığı "hıtandır" ve osmanlı lehçesinde sünnet düğüne "hıtan cemiyeti" denilmiştir.
kırmanci kürtçesini konuşurlar, bala'da konya kulu'da bir de haymana'da çoktur, tabi malatya gibi çevre illerde de vardır ama çok değildir. köylerde ve kasabalarda yaşayanları ankara'nın başkent olmasından önce de yine çoğunlukla saydığım yerlerde yaşıyorlarmış birçoğu 19 yüzyılın başında göçmüşler(mezar taşlarından bu sonuca vardım). sonra şehre göç başlayınca birçoğu ankaraya taşındı, maddi durumu iyi olanlar yenimahalle keçiören gibi semtlerde oturur, büyük birçoğunluğu mamak'ın üst taraflarında oturur. insandırlar.
platon kallikles'e der ki: felsefenin fazlası zarardır. Felsefe bir kerteye kadar iyidir, hoştur; faydalı olduğu kerteyi aşacak kadar derine inerse, çileden çıkar, kötüleşiriz; herkesle doğru dürüst konuşmaya, herkes gibi dünyadan zevk almaya düşman oluruz; kimseyi yönetemeyecek, başlarına da kendimize de hayrımız dokunmayacak hale geliriz; boş yere şunun bunun sillesini yeriz.
nefret etmeye başladım buradan, geldim başlıkları okuyayım dedim, allah'ım bu kadar mı fuzuli bilgilerle dolu olur bir yer, komple baştan başa okudum başlıkları entry girmeye değer bir tane bile, bakın bir tane bile diyorum başlık yok, ulan böyle hepiniz üniversite okumuş ya da okuyan insanlarsınız, bu hale mi düştünüz, bize ne lan yazarların burçları hangi rengi sevdikleri, ya da ne yapalım lan ilerideki sevgilinize söyleyeceklerinizi, 25 dakikadır bakıyorum, lan bir allah'ın kulu mantıklı bir şey girer ya, ulan on üç yaşındaki çocuklara dönmüşsünüz, hani cinsel ya da aşağılayıcı bir şey söyler, arkadaşları da puha puahağğğ diye güler.
atatürk üzerine birçok kitabı olan ali güler, günlerce içki içmediğini söyler. tamam içki içermiş inkar etmenin anlamı yok, içerse içsin, bana ya da bize ne, ilk önce bu tür şeylerin karalamadan başka bir şey olmadığını anlayın. içki içip içmemekle ahlaklı olunmuyor, ha siz içkiyi tasvip etmezsiniz orası ayrı, aynı şekilde atatürk'ü de sevmeyebilirsiniz, ama bu ülkenin bir değerine saygısızlıktan başka bir şey değil bu.
edit: bakın arkadaşlar, siroz diyorsunuz da hayatında içki içmeyen de sirozdan ölüyor, benim babaannem hiç sigara içmedi, akciğeri iflas ettiği için öldü.
darwin'in agnostik olduğu söylenir, en temel yanlış bilim insanlarının dinsiz olacağı düşüncesidir, nedense bize sürekli öyle gösterilmiştir. halbuki din veya inanç sadece bireyi ilgilendirir.
bu düşünce mantık siyasi düşüncelerde de kendini gösterir. tabi bunda sscb'nin dini yok etme çabası da var her neyse.
atatürk'ün doktorudur, döneminin büyük bilim adamları arasında olduğu söylenilir, nurhan atasoydedesi aracılığıyla tanışmıştır kendisiyle, yine nurhan atasoyun dediğine göre kendisi çok vatansever birisiymiş, sahra hastanesinde röntgen'in zararını tahmin edemediği için üç parmağını kaybetmiştir.
yazacaklarım film hakkında bilgi içerir baştan söyleyeyim.
işte öyle bir film veya oyunculuk ki... gibi bir cümle zaten sıradanlaşmıştır, onun yerine filmden çıkardığım ya da uydurduğum şeyleri yazayım.
muhtemelen fark edilmiştir, aslında burada insanın kendisine yabancılaşmasını anlatmıyor mu veya kendisine duyduğu aşırı nefreti. şöyle açıklarsam, filmin içerisinde sürekli "biraz daha zayıflarsan, yok olacaksın" duyarız, fark ettiyseniz christian bale pek takmaz bu duruma sanki amacına ulaşıyormuş gibi bir hali vardır.
ayrıca bizim de sürekli yaptığımız, bir suç işlediğimiz zaman sürekli başkasında arama sevdamızı, filmin sonuna kadar hiç fark ettirmeden anlatmıyor mu.
paranayoklaşmanın, takıntılı olmanın, ne yaptığının kendisininde farkında olmamanın ne olduğunu ya da...
arkadaşlar filmin üzerinde biraz zaman geçtiği için şu anda bu kadar şey aklıma geldi, size tavsiyem tez vakitte izleyin.
Bilindiği üzere edebiyatımız ilkleri arasında yer alan,recaizade mahmut eseridir. kitapın içeriği hakkında yazmadan bahsetmek gerekirse, aslında çağının ötesine eser denildiği zaman akla gelmesi gerekir çünkü:
-en başta düşünmeyen ve tek kalıplaşan bireyi eleştirir.
-sonra abartılı duygusal romanları okuyup "işte ben de sevdiceğimi böyle seviyorum" diyen kesimi eleştirir. günümüz için "a bu şarkı/film aynı beni anlatıyor" deyip aslında kendisini o kalıba sokan andavallara benzetilebilir.
-bilgili olduğunu göstermek yabancı kelimelerle cümlenin içine etmek olmadığını söyler.
yazdığım noktalarda cidden güzel tespitleri var. en azından o dönem yaşanan romantik patlamasını eleştirir. tek eksik noktası, yabancı kelimeleri dilde kullananları eleştirildiği halde anlatımda da sıkça yabancı kelime kullanır.