kırılmaya en müsait olan ben iken, eğmeye de en müsait olan benim. doğurulan ve doğuran, büyüyen ve büyüten, bazen büyümeyerek büyüten ben... Merhamet eden ben. nasıl olur da yüreğime herşeyi sığdırabilirken sığmam evime. kapıda öldürülürüm. sokakta öldürülürüm. evde, arabada, herkesin içinde, herkesten uzak...
küçük düşürülür, küçük görülürüm. sinyal verip sağa geçince, kurallara uyunca, zor park edince ya da ufacık bir kelime telaffuzu hatasında kadınlığım görülür herşeyin müsebbibi. “kadın işte, tıs.” ama yeri gelir iki çocukla en zor şartlarda ben seyahat ederim. hastane merdivenlerinden iki koltuğumun altında iki ayrı çocuk, kalabalığı yara yara ben çıkarım yukarı. sen arabadan inersen tartışmak için, ben de inerim. sen alırsan o diplomayı, ben de alırım. insan büyütüp, yetiştiren ben insanlık için, üretip çalışırım da.
sen maça gidersin, ben sinemaya. Senin güldüğün şeye ben ağlarım. senin merhametinin yetmediği her yerde ben varım. kadınım yani. kadın. ben bir yanımla merhametle, sevgiyle kucaklarım dünyayı, bir yanımla da gururlu, dik, vakur gerekiyorsa öfkeli. beni yok sayamaz, inkar edemez, küçük göremez ve ezemezsin. anlaşmamıza uyarsan bu ihtiyar dünyadan ikimiz de yüzü gülen iki ceset olarak ayrılırız. ama uymazsan benden ibaret değil kadınlık. ben giderim o gelir. çünkü bizsiz var olamazsın.
mahkum edilen, öldürülen ve tecavüz edilen tüm kadınların adına dim dik, bağıra çağıra kutlamayla değil, net adımlarla, net bir duruş ve şuurla, şahsiyetli sekiz mart!
20 şubat 2018, kuleli sahil.
Karmakarışıksın. Dağılmış, saçıp savrulmuş. Hayat istediğin gibi gitmemiş. Gitmiyor. Gitmeyecek. Sanki her şey düşmüş olması gereken yerden. Bir mucize bekliyorsun.
Beklediğin mucize bir türlü gerçekleşmiyor. beklemediğin mucizeler ise önüne serilmemiş. yok öyle bir dünya, varsa da yalan. yalan dünya.
Bir gün daha açılıyor önünde. Yaprak yaprak dökülüyor hayat ayakuçlarına. Haydi, topla hayatı. Tut. Bir yaprağı tutar gibi. Hayat aslında öylesine hafif ki. Ruh gibi. Rüzgâr gibi. Sen gibi.
Ağır olan senin kalbin, biliyorsun. Varsın kalbin ağırlaşmış olsun. Kalbindeki tüm olanlarla, olmayanlarla sensin. Sen. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1639829/+
tüm tecavüzcülerin, tecavüze meyli olanların, tecavüzü normalleştirenlerin, vahşetleri tek kelimeyle açıklayıp mevzu basitleştiricilerin, adaletin yerini bulmasını engel olanların, adaleti bu kadar adaletsiz hale getirenlerin, her güne yepyeni bir vahşet sığdırıp bizi her gün daha da unutkanlaştıranların ve tekrar o iğrenç tecavüzcülerin, geçen her saniye allah belasını versin. okudukça, duydukça kahroluyor insan. bunlara hala yaşama, nefes alma hakkı nasıl tanınıyor?
yaşadığımız dünyanın ve düzenin ne denli ürkütücü olduğunun ispatı.
özellikle akşam vakti, içimden çok kez teşekkür ediyorum. belki hastalıklı bir düşünce ama sayıları artsın, eksilmesin.
düzensizlik felsefesine göre, “her kaos kendi içinde düzeni sağlar.”
*annem ve Arjantinli yazar leopoldo lugones’e göre ise “en iyi metafor ölü metafordur.” iyi akşamlar. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1626659/+
başlık sahibi yazarın tanımı ve ona benzer yazılan tanımların hiçbirini azıcık akıl, vicdan ve merhamet sahibi insan ironi ya da trollük olarak nitelendirmez.
buna halk arasında deyim yerindeyse, şerefsizlik denir. hamile, hasta, yaşlı yahut engel sahibi vatandaşlar üzerinden bu denli mide bulandırıcı beyanlarda bulunmak ruhen ciddi problemler yaşadığınıza delalet. Sözde eşitlik hakkını, aynı kulvarlarda olamayacağınız sizden bedenen aciz bir insandan Söke söke alacağınızı düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. ve evet, hamile kadın hakkında düşündüğünüz sapıkça şeyler yüzünden yaşadığınız toplumdan dışlanmayı sonuna kadar hak ediyorsunuz.
Sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
seni çünkü dik tutacak bilirim
kabzenin, çekicin ve divitin
tutulduğu yerden parlayan şiir.Zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî
acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı
sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin
çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.
Her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan
acılar bile duymadım kof yürekler önünde
beynim her sabah devrimcinin beyniydi
ayaklarım donukladı gelgelelim
sağlığın yerinde mi? Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor
halkın doğurgan dünyasına dalmakla
onların güneşe çarpan sesini anlamayan
dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
yılgı yanımıza yanaşmazken
bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
yıkılmak elinde mi?
Boşuna mı sokuldu bankalara
petrol borularına kundak
kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi
varsın zındanların uğultusu vursun kulaklarımıza
yaşamak
bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
Bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere
ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir
ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar
sevgiyle hatırlansa bile hatta.Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
bütün devrimcilerin çektikleri
biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
ama budandıkça fışkıran da bizleriz
ölüyoruz, demek ki yaşanılacak...
Ömer hayyam geçmişimiz ve gelmişimiz için şöyle söylüyor: “geçmişi boşa yâd etme, gelmemiş gün için de feryâd etme.”
sahi bir de şu an, şimdi var değil mi? geleceğin kaygısı, geçmişin elemi çoğu zaman şu andan mahrum bırakıyor bizi.
kadını duygusallığın bahçesi diyerek onu inceliğin şahı yaptı yaratan. Erkeklerse o bahçeyi her türlü zararlı etkenden koruyan çitlerdi. Bahçe olmasa çitlerin bir anlamı olmazdı. Ama ne erkek ne de kadın, yaradılışın sırrındaki o derinliğe kulaç atamadı yeterince. Ki atsaydı; iki yarımın nasıl güzel bütün olduğunu görebilirlerdi. Kadının kanayışı, kırılışı, öldürülüşü belki erkek elindendi ama o erkek, bir başka kadının rahminden doğmamış mıydı? Bu ironi insanlığın kanamasını hızlandıran bir çıkmaz değil miydi? Peki bu çıkmaza imza atanların yüklendiği vebal?
Eğitimlisi, eğitimsizi cinsiyette eşitliğin anlamını başka yerlere çekerek kaç çocuğun, kaç kadının, kaç ananın gözlerindeki yaşı çaresizlikle nikâhlanmadı mı? Cinsiyette eşitlik, hak da eşitlik iki ayrı olgu iken; hırsın ve manevi eksikliğin verdiği rüzgâr ile kadını erkeğe, erkeği ise kadına çevirmedi mi? Oysa saçlarının her bir teli şiir olan kadına, ‘kurban olurum’ diyen adamlar yakışmaz mıydı en çok aşka. Yaratan, her bir cinsi de farklı farklı özellikleri ile üstün yaratmamış mıydı?
bu çelişkiler yumağında kadınsanız ve kanatlanmak istiyorsanız; ya cesaretinize sıkı sıkı sarılmanız lazım ya da kabuğunuzun en ıssız köşesine çekilip demlene demlene kendinizi bulmanız gerekir. Çünkü erkeğin topukları üstüne basarken giydiği beyaz bir çorabı uyumun adı yapan toplum, kadının basma eteğindeki pembe çiçeklerin çokluğuna bile gerekçe arayabilir.
Cehaletin, doymamış ruhların, kalp penceresi kırık bedenlerin, kadına yaklaşımı hep cereyan yapar ve zararı mutlaka kadın görür.
Kadınsanız ve birkaç kelam yazıyorsanız kelimelerinize bile kota konur. Kurduğunuz cümleye.. Hatta aşkın kilimini dokuyan parmak uçlarınıza dahi bunun hesabı, hakkını vere vere sorulur. Zira aşkı sadece kadın/erkek arasındaki his ile sınırlandıran dimağların ördüğü ağ, bir kadın yazarın kaleminin ömrüne silgi olmanın zifiri keyfini yaşar.
Oysa kadın olmak; dünyayı anlamlı kılan iki değerli güzellikten biri değil miydi? Erkeğinin yanında, arkasında, kalbinin kıyısında, ruhunun köşesinde, kısacası onun yarısında/yarasında göveren aşk değil miydi kadın? Hangi kadın yoktur ki; kanatları kalbini saran erkeğin kokusuna meftun olmasın. rahminde ağırladığı oğlana ana olmasın. Hangi kadın yoktur ki; sesi sesine değdiğinde kirpiklerindeki dem düşmesin erkeğinin ruhuna. Ve hangi kadın yoktur ki; başını yasladığı baba omzuna gözü kapalı teslim olmasın.
Ki o huzuru kaybettiğiniz yerse, garip bir yarışın belki de savaşın başladığı ketum bir sessizliktir. O sessizliğin devamı en çok kadının göz pınarlarında can bulur. Sonrası mı? Sonrası, gürültünün kozasında kendini yırta yırta büyüyen parçalanmışlıklar narası..
Kadın ve erkeğin elbirliği ile doğurduğu ‘üstünlükteki sen ben savaşı’ değil mi ki, her iki cinsi birbirine bileyleten. Erkeklerin kontrolsüz sahiplenişlerinin meyvesi kadına şiddet, kadın cinayeti olarak ortaya çıkmakta.. Bunun sorumlusunun tüm erkeklere yüklenmesi de ayrı bir hata. Zira şiddeti kadına hak gören o birkaç erkeğin yetiştirilme tarzından, geldiği topluma kadar, çocukluğunda ruhuna mıhlanmış korkulardan, yanlış öğrenmişliklere kadar birçok şey hatanın da parçasıdır artık. Sonuçları çok acı olan olaylarsa kadına düşen yazgı payıdır.
Kadının adı var mı yok mu tartışmalarının süregeldiği yorucu bir ortamın tam göbeğindeyiz. Kadın kendini ispat etmenin tek yolunun ekonomik olarak ayakta durmak olduğunu düşleyedursun, erkek de bedensel gücünün ona kattığı imparatorluğu devam ettirmeye dursun hakikat her iki cinse rağmen; kirlenmeye, eksiltilmeye, silinmeye yüz tutmuş her eylemi yine kendi içindeki ayna ile onarmaya devam edecektir.. umarım yani.
onlarca kez tutuklanıp hapis suçuyla yargılanan ai, çok değil yakın zamanda yeniden tutuklandığı sıra çektiği ayna fotoğrafı ile bir kez daha alay etmiştir. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1621277/+
iktidarın karşısındaki birey, epey dikkatimi çeken ve beğendiğim fotoğraf dizisidir.
tiananmen meydanında, 1995'te çekilmiş bir fotoğrafla başlayan bu dizide sanatçı kolunu eyfel kulesi, beyaz saray ve alman parlementosu gibi kültürel ve siyasi iktidar mekanlarına doğru uzatıp orta parmak işareti yapmıştır. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1621275/+
ai weiwei'nin sanatı, onu yaşadığımız çağa dair mesajını geleneksel çin el sanatı dili aracılığıyla dilimize aktararak izleyiciye zamanımızın paradokslarına dair bir bakış açısı sağlar. günümüz dünyasındaki krizlere bağlı eylemleri aracılığı ile politik aktivizm ve çağdaş sanat arasındaki ayrımı belirsizleştirmiştir.
üretken ve geniş kapsamlı bir kariyere sahip ai, yeri geldiğinde sanatçı, mimar, fotoğrafçı, sinemacı, yazar, yayıncı, küratör ve aktivist rollerine bürünmüştür. çin gibi komünist rejim uygulanan bir ülkede hepsini birden olma çabasının aksine, yaptığı çalışmalar aracılığı ile önemli insani sorunlara ve insan hakları ihlallerine dikkat çekerek bireyin toplumdaki yerini vurgulamıştır.
istanbul sakıp sabancı müzesinde ilk sergisi yapılan çinili sanatçı. yeni çalışmalarının yanı sıra en dikkat çeken eserlerini görmekte mümkün. serginin sunumu, santçının yaşam öyküsüne ayrılca el sanatları geleceği ile sanat tarihine yaklaşımına dayanıyor ve çalışmalarına tekrar tekrar beliren "kendine mal etme", "yeniden üretme", ve "putları kırma" gibi kavramlara yoğunlaşıyor.
aşık olduğu kimse izin verdiği nispette her koşulda yanında olur. içindeki kocaman şefkat kadını büyütür. insanlar tarafından yanlış kabul edilse bile dahi hayatının tam merkezine onu koymak, etrafında dolanmak ister. aşk belki de karşı tarafa gönüllü teslim olma durumudur.
Fakat söylemeliyim. Sadece seni anlatmalıyım onlara. Ne kadar güzel ses tonunun olduğunu, konuşurken insanı yormayan, ılık rüzgâra kapılan tüy gibi hafif olan o sesini anlatmalıyım. Gözlerinden, burnundan, uzun kemikli parmaklarından söz açmalıyım. Onlar uçacak birazdan. Biri uçsa diğerleri de peşinden uçacak.
dina el wedidi & maryam saleh - el o’rs (düğün).
şarkıda ki tavır, tını ve geçişler manasını kelime kelime işliyor sanki insanın içine. çok nefis bir parça, gecenin şarkısı olmaya layık. https://youtu.be/Fz7AhJOuP7U
oval bir alanı tamamen çevreleyen oturma kademelerinden oluşan amphitiyatrolar, gladyatör oyunları ya da vahşi hayvanların boğuşmaları için yapılmıştır. bu yapının dış cephesinde, bilinen üç tip sütun düzeni de kullanılmıştır.
blog yazarı ve YouTuber kadın. öğrendiği ve sevdiği ne varsa akıl süzgecinden geçirip, akıcı bir dille insanlara anlatıyor. akıllı, samimi ve sempatik biriymiş hissini uyandırıyor.
en ünlü Kübist ressamlar: Pablo Ruiz Picasso (1881) - Georges Braque(1882-1963) - Juan Gris (1887-1927) - Fernand Leger (1881-1961) - Albert Gleizes (1881-1953) - Jean Met-zinger (1883-1951) - Roger de la Fresnaye (1885-1925) - Andre Lhote (1885-1962).
yağmur yağmadığında neden beni ıskaladığı konusunu düşünürken düşmüştür belki elimden. geometri sanatını sevenler beni bağışlasın.
bir de maddi bütün servetim bu boyalardır, onlarda bitmeye dünden meyilli. annemin emaneti, nazar boncuklu kolyeyi saymıyorum tabi.
şu fotoğrafıyla Cahit Zarifoğlu.
bu fotoğrafa her baktığımda istemsiz şu söz geliyor aklıma, “insan üç beş damla kan ve bin bir endişe.” https://galeri.uludagsozluk.com/r/1607119/+