yeni bir söz-müzik : sezen aksu tsunamisi. mustafa ceceli seslendirmektedir yeni albümünde.
bekle
dönüşü vardır zor sürgünlerinde
bekle
hatırla bizi dar günlerinde
telli turnalar gibi
çifte kumrular gibi
sarışıp bir sedir ağacı gölgesinde
baharı selamlayıp
iki çift kelamlayıp
gamsız günler geceler demlerinde
biz gülleri severdik dikenleriyle
koklardık kanayana dek ellerimiz
gül dikensiz olur mu ah etmezdik
bekle bekle
hiç pes eder miyiz
bir nasihat gibi bu sancılı hasret
miadını doldurup biter bir gün
karanlık aydınlığa kavuşur elbet
siz o gün bayramı kutlamayı görün
bekle
sıcacık bir haziran sabahında
bekle
ısıtıp sol yanını yatağında
telli turnalar gibi
çifte kumrular gibi
sarışıp bi sedir ağacı gölgesinde
baharı selamlayıp
iki çift kelamlayıp
gamsız günler geceler demlerinde
insanın kalbi düğün, dili düğüm olduğunda, hani anlatamazsın bi türlü. bi şarkı yeter o zaman dillendirmeye, tarif etmeye. al işte dersin bu, böylesine, böylece, dinle. öyle bir bülent ortaçgil şarkısı.
başka kokular, başka tatlar aramaktansa
hep aynı öyküyü yeniden anlatmaktansa
yaşadığımızın adı nedir diye sormaktansa
sana geldim
bu yaz harbiye açıkhava konserlerinde sezen aksu'nun seslendirdiği eser. şarkı daha bir can yaktı, daha bir anlam buldu. eminim o konserleri izleyen bir çok insana sordurdu ;
müziğin usta adamı..ruhu şad olsun.yokluğu büyük eksilik, şarkıları ise avuntu.
bütün şarkılarında dinlerken akılda aynı düşünce.
(bkz: güzel ne güzel olmuşsun)
21, 22, 24 ve 25 temmuz tarihlerinde cemil topuzlu harbiye açıkhava tiyatrosunda gerçekleşecek olan konserler serisi.
sezen aksu bu sefer çok farklı..bambaşka geliyor.
'Sezen Aksu ve Arkadaşları'ndan Ege-Akdeniz çıkarması! Fahir Atakoğlu, Erkan Oğur, Aykut Gürel'in aralarında olduğu arkadaşlarıyla Sezen Aksu 21-22-24 ve 25 Temmuz'da Harbiye Açıkhava'da gerçek anlamda bir müzik ziyafeti çekmeyi hedefliyor. Aksu yazlığında dersine çalışıyor 'Arkadaşları' prova yapıyor!
Sezen Aksu'nun arkadaşları ile buluşmak üzere Üsküdar Paşalimanı'nda bulunan Tekel Müzesi ve Kültür Merkezi'ne gidiyorum. Kültür merkezinin her odasından başka bir ses yükseliyor. Üst katta dansçılar çalışıyor, alt katta Sezen Aksu'nun arkadaşları... Arkadaş deyip de geçmeyin... Onlar Türkiye'nin kendi alanındaki en önemli müzisyenleri arasında bulunan Erkan Oğur, Fahir Atakoğlu, Aykut Gürel, Orhan Topçuoğlu, Cem Tuncer, Murat Yeter, Fatih Ahıskalı, Özer Arkun, Serdar Barçın ve Seden Gürel...
DÖRT GÜN SAHNEDELER
Projenin yönetimini üstlenen Yaşar Gaga, projeyi anlatıyor: "Sezen Hanım bu konserlerde doğduğu, köklerinin olduğu Ege ve Akdeniz şarkılarını söyleyecek. Bu grup, Sezen Aksu ile gerçekten yıllarca birlikte müzik yaptığı arkadaşlarından kuruldu. Rembetiko'dan alaturka şarkılara, Dördüncü Murat'ın hicaz sirtosundan Rumca'ya kadar 30-35 eser seslendirilecek. Müziğin öne çıktığı, Sezen Aksu'nun saf sesini dinleyeceğiniz bir proje. Aslında bu çalışma yurtdışı için hazırlandı çünkü Sezen Hanım sık sık yabancı festivallere davet ediliyordu. Ama ortaya o kadar renkli, o kadar güzel bir çalışma çıktı ki, o da bunu önce kendi dinleyicisi ile paylaşmak istedi. O yüzden 21-22-24-25 Temmuz tarihlerinde Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda Most Production'ın düzenlediği 'Açıkhava Konserleri'nde sahneye çıkacak." Yaşar Gaga bir çırpıda bunları anlatırken Fahir Atakoğlu ve Aykut Gürel yönetimindeki orkestra da provalara başlıyor. Sezen Aksu Mordoğan'daki yazlığında tatilde. Onun yerine şarkıları konserlerde kendisine vokal yapacak olan Seden Gürel söylüyor. Biz 'Harmandalı'ndan 'Kavaklar'a kadar repertuvarda yer alan şarkıları dinlerken, Yaşar Gaga'nın telefonu çalıyor. Sezen Aksu tatilde ama aklı provadaymış onun için de sık sık arıyormuş. Artık röportaj vermediğini bildiğim Sezen Aksu'ya hal hatır sormak için telefonu alıyorum. Bir neşeli, bir heyecanlı, bir coşkulu... Şaka yollu, "Arkadaşlar çalışıyor mu?" diye soruyor, ben de fırsattan istifade konuya giriyorum: "Şahane burası. Herkes ne kadar eğlenerek prova yapıyor bir görseniz... Bütün starlar buluşmuş!" diyorum. Sonra Sezen Aksu anlatıyor:
DERSiME ÇALIŞIYORUM
"Güya buraya tatil yapmaya geldim ama çocuk gibi ders çalışıyorum. Gece-gündüz şarkı ezberliyorum. Çünkü bu yepyeni bir repertuvar. Portekizce şarkı bile var. Tabii içinde daha önceden bildiğim şarkılar da var ama onları da söylemeyeli uzun zaman oldu. Yani okul günlerine geri dönmüş gibi hissediyorum kendimi... Bizim topraklarımızın, Akdeniz'in Ege'nin tadını ortaya çıkaran bir proje oldu. Ben bu projenin içinde, olması gerektiği kadar varım. Yani, bütünün bir parçasıyım. Yurdışından çok teklif alıyorduk. Onun için böyle özellikli bir çalışma yaptık. Benim solist olarak öne çıkabileceğim virtüöz müzisyenlerle birarada olduğum için çok mutluyum. Bir bilseniz, benim için de ne kadar büyük bir coşku bu..." "Heyecanlı mısınız?" diyorum, "Ben hep heyecanlıyım. Birlikte üretim yaptığım arkadaşlarımla büyük bir proje içinde olmak, heyecandan çok coşku..." diyor. Bir-iki gün sonra istanbul'a gelip, kendisinin de provalara katılacağını söylüyor, vedalaşıyoruz.
PROVADAN NOTLAR:
Orkestra düzenlemeleri Fahir Atakoğlu ve Aykut Gürel tarafından yapılan ve çok özel bir repertuvardan oluşan konserlerde orkestrada, Erkan Oğur (perdesiz gitar), Orhan Topçuoğlu (perküsyon) Murat Yeter (davul-perküsyon), Cem Tuncer (gitar), Fatih Ahıskalı (ud-cümbüş), Özer Arkun (çello), Serdar Barçin (üflemeli sazlar), ve Seden Gürel (vokal) yer alıyor.
Ekip beş gün boyunca öğlen saatinde başlayıp gecenin geç saatlerine kadar prova yapacak. ilk gün provasına yurtdışında olduğu için Erkan Oğur katılamadı.
10 kişi sahne üzerinde ama sahne arkasında onun üç katı insan çalışıyor.
Gerçekten arkadaş olan müzisyenler, çoğu zaman gözleriyle anlaşıyor.
Seden Gürel her şarkı öncesi iPod'unu kulağına takıp, Sezen Aksu'nun şarkıyı nasıl söylediğini dinliyor.
Fahir Atakoğlu'nun neşesi, Aykut Gürel'in enerjisi, Murat Yeter'in ise işi hiç bitmiyor!
Mola verildiğinde Fahir Atakoğlu ve Aykut Gürel'in yanına gidiyorum. Bu projenin beyinlerinden, orkestra şefleri Atakoğlu ve Gürel sorularımı yanıtlıyor:
Bu orkestrayı yönetmek kolay mı?
Fahir Atakoğlu: Aslında yönetmek diye bir şey yok. Çalarken ortaya çıkıyor her şey. Zaten herkes kendine özgü bir renge ve üsluba sahip. Onlar müziğe vereceklerini veriyorlar. Açıkçası bir grup müziği yapıyoruz ve Sezen Aksu'ya değil de Sezen'le çalıyoruz. 'Bir grubuz' mantığında ve güzelliğinde bir proje. Enternasyonel bir grup olsun, daha fazla festivallerde, konser salonlarında çalalım diye yola çıktık. Şu ana kadar Sezen Aksu'ya eşlik ediliyordu ama bu grupla artık beraber çalınacak. Aykut Gürel: Ben de bu işe Sezen'e çalmak değil de Sezen'le çalmak gibi bakıyorum. Yani sanki biz bu grubu kurduk da "Sezen bizimle söyler misin?" gibi bir mesele bu. Bugüne kadar Sezen Aksu konserlerinden çıkarken hissettiklerinizden biraz farklı olacak bu konserin duygusu. Müzik ve Sezen Aksu ilk kez bu kadar saf olacak. Amaç, herkes çalarken de Sezen söylerken de rahat duymak.
Daha önceki konserlerde Sezen Aksu'nun sesini rahat duyamıyor muyduk?
Büyük gruplarda haliyle repertuvardan da konserin kurgusundan da kaynaklanan CD gibi müzik yapılıyor. CD'deki şarkıyı çok beğenen adam onu dinlemek istiyor çünkü. O zaman sahnede sen de ona yakın çalıyorsun. Ama şimdi, 'düzenleme' dediğimiz şeyin içindeki o bir sürü elemanı çıkarıp şarkının özüne dönüyoruz. Mesela bir ud ile Sezen yalnız kalacak sahnede.
EGOSUZ MÜZiSYEN OLUR MU!
Bireysel çalışmalarınız da var. Konser tarihlerinde eksiksiz buluşmanız biraz zor olmayacak mı? F.A.: Hayır, kendi takvimimizi ona göre ayarlayacağız.
A.G.: Bunu akort etmek sorun değil.
Ego savaşı olur mu aranızda?
A. G: Egosuz müzisyen olur mu! Ama biz egolarımızı değil, müziği önemsiyoruz.
F.A.: Bir insan ne zaman müzisyen olur biliyor musunuz; bir grubun içinde çalarken kendi çaldığını değil de, çıkan müziği dinlediği zaman. Bu grupta herkes müzik için çalıyor.
***
iÇiMiZDEN GELDiĞi GiBi...
Repertuvarı kim belirledi?
A.G.: Sezen, Ege ve Akdeniz topraklarından kendi hayatına dokunan, sevdiği şarkıları derledi. Buradaki tüm müzisyenlerin solo albümleri de var, kendi şarkılarından da çalacaklar. Bu şarkıların bir kısmı ilk defa dinlenecek bir kısmı ise dinleyicilerin uzun zamandır duymadığı, özlediği şarkılar. Yepyeni bir repertuvar. Diyorum ki, keşke sahnede çalmıyor olsam da bu konseri ben de dinlesem. Sezen keyif aldığı bir ortamda nasıl içinden geldiği gibi şarkı söylerse; öyle olacak. Biz de onun canının istediği gibi çalacağız.
F.A.: Yani dört akşam üst üste aynı konsere gelseniz hepsinde farklı melodiler yakalayacaksınız. Hiçbiri birbirinin aynı olmayacak.
A.G.: Caz da öyledir ya, sayıyla matematikle gitmez...
F.A.: Müziğin özgürlüğü!
dinlemekten ziyade, çok daha öte, yas, yakarış, ağıt gibi, zor anlatması, bir sezen aksu şarkısı.
Belki de bir çok insan için tam zamanıdır dinlemenin.
sözlükte haberle habasetin birbirine çok fazla karıştığı şu dönemde hepimize asıl olan acı gerçeği gösterek aramızdan ayrılmış yazar..gittiğin yer buralar gibi olmasın inşallah..
hem bize, hem de gidene bir dua ;
Ne hükümran kalır
Ne zulüm ne de kin
Öz değil dostlar
Öz değil bu biçim
Kulların kullara
ettiğini etmiyor
En zalim harı ateşim
Bugün dua ettim
Hepimiz için
Yüce tanrı bizleri
Affetsin
Ne para ne pul
Ne iktidar ne güç
Bu değil gerçek
Bu değil gerçek
Bu kavga
Hayırsız bir düş
Uyanır neslim
Uyanır elbet
Bugün dua ettim
Hepimiz için
Yüce tanrı insanı
Affetsin
mirkelam'ı ünlü olduğu o ilk gecede dinleme fırsatına ulaşmış, pazar sabahları voltran'la uyanmış, pazar akşamı banyosundan sonra bizimkiler'in başına oturmuş, kral tv klipleriyle gençliğini geçirmiş, cuma günleri gazete bayisinden hiç aksatmadan top pop dergisini almış, levent yüksel'in med-cezir kasetini 1 hafta hiç bıkmadan dinlemiş, perşembe akşamları olacak o kadar'dan başka bir şey izlemeyen, pembo sakızını daha ağzına atmadan karikatürünü okuyup turbo sakızının arabalarını biriktiren insanların sloganı.
başka bir söz yazarı yelpazesini bu kadar genişletemediği için sezen aksu'nun yapmış olduğu icraattır.
Yoksa her baba yiğidin harcı değildir ajda, levent yüksel, sertab erener, ışın karaca, emel, gülben ergen, aşkın nur yengi, ferhat göçer, ayşegül aldinç, aysun kocatepe, demet, deniz arcak, deniz seki, ferdi özbeğen, gönül akkor, hande yener, ebru gündeş, harun kolçak, hülya avşar, izel, linet, kenan doğulu, ziynet sali, nükhet duru, ayça, rengin, seferad, seden gürel, yonca evcimik, tarkan, sibel tüzün, cenk eren, burak kut'a beste vermek...Bu ülkede her şarkıcıya yetişecek bir söz yazarı ve besteci lazım..
dibine kadar sezen aksu şaheseri...emel'in sesinden anlam, neşe, büyü, bir bayram havası kazanmış deli marşı.
"yinede aşk boyun eğmez"
"sevmeyelim de taşa mı dönelim"
bir yerde uyuyakaldığımızda diğer insanlar gibi dürterek uyandırmak yerine üstümüzü örten, gecenin bir yarısı karnımız acıktığında o karnı doyurmadan kendi gözüne uykuyu sokmayan, yüzümüze bir gram hüzün çökse kendi içine 1 tonluk taş oturan, odanın soğuk olmamasına rağmen hep üşüdüğümüzü düşünen, hiç bir tıbbi bilgisi bulunmasa bile en ufak hastalığımıza hangi ilacın iyi geleceğini beş dakika içinde bulan, suçlu bile olsak bizi dünyaya karşı savunacak olan tek insan.
uzakta çok uzakta güneyde
yazları sıcacık ve aşık
kışları soğuk ve sensiz
bir şehir ve ben üşüyoruz
bir uğrasan diyoruz
iklimini getirsen
bereketini bolluğunu
örtsen üzerimize
havalansa yine zil çalan eteklerin
gelip otursa gözlerime gözbebeklerin
öperken içsem ağzının çiçek balını
günahını boynuma seni koynuma alsam
hem zehrim hem şehrim limon çiçeklerim olsan
ben görmedim böyle alımı çalımı
yarabbi duy duyur sesimi
anlamıyor kimsesizliğimi
yarabbi yetiş yarabbi
yarabbi duy duyur sesimi
anlamıyor çaresizliğimi
yarabbi el ver yarabbi
tenhada, kuytuda, ücrada
tekinsiz bir mecrada
dua etsem seni dileyen
börtüm böceğim bitki örtüm
olacak duam olsan amin desem hamdetsem
toprağına kök salsam
senle nihayet bulsa ömrüm
Gazeteci cüneyt özdemir'in sözleri murathan mungan'a ait sezen aksu'nun seslendirdiği şarkıdan yola çıkarak ;
Sevgili..
-Zaman nasıl akıp gidiyor-
Şimdi güneş var tepemde, bir gölgeye sığındım , geceleri bir lütuf olarak doğan dolunayı kucaklıyorum.Ezberimde Murathan Mungan'ın şarkıları... Pek çoğunu biliyorum ama SEVGiLi.! ne bileyim sanki yepyeni bir şarkı gibi.Sezen Aksu benim ortaokul aşklarımın sesidir.Antalya'da bir okul gezisi dönüşünde ilk ve son kez omzuma yaslanan platonik aşkım Melike'nin kokusudur.Şöyle ardıma dönüp uzayıp giden zamana baktığımda sahi ne çabuk akıp gidiyor zaman.Yakınma olarak algılamayın ama , "ne güzel geçip gidiyor" demek isterim.Şimdi, hayatı sevenler yazındayım belki.En iyisi iyimserliğimi ona verelim.
-insanlar maskelerini ne çok seviyor-
Maskeli Balo'nun sözlerini ezberlemiş bir kuşağın ferdi olarak bakıyorum etrafıma herkes fazlasıyla olması gerektiğini arıyor.Ben buna kırmızı ışığı yanan bir kameraya benzetiyorum.Sanki herkesin etrafında bir kamera var.Herkes başkalarına başka bir beni anlatma derdinde.Kimsenin kimseye zamanı yok.Hayat fazlası ile kendimizle aramızda.Maskelerden şikayet mi edeceğiz o zaman ilk kendimizle başlayalım derim.Kendi maskemizi çıkartıp bakmaya cesaretimiz var mı?
var mı sahi?
Yok. O zaman geçelim.
-Yıllarca bir yalanla bir ömür geçiyor da
Hiç kimse yok bir tek günü sonuna kadar yaşamaya-
Merve ildeniz'le tanıştım.Ve kızı Leyla'yla.Kocası yoktu ama uzun uzun ne kadar çok sevdiğini anlattı.Hasetle değil hasretle kıskandım.
ilk kez bu kadar kendisi ile barışık birine rastladım.Beni şaşırtan o yalan dünyayı elinin tersi ile itip kendi dünyasını bulmuş, yaratmış olması.Bugün için o günleri yaşamak zorundaydım diyor.O kadar zor ki onunu bugün bulduğunu bulmamız Elmas mı demeli mücevher mi?
Hiç kimsenin gücü isteği yok diyelim bir tek günü kendisi gibi yaşamaya.Ama oluyor işte insan isteyince yapabiliyor. Şahidim.Gördüm.
-Mecbursun yalnızlığına-
Yalnızlık üzerine ne çok yazı yazdım. Biraz yorgun ve bıkkın hissediyorum aynı şeyleri tekrar etmekten.Yaşlandıkça bir mecburiyete mi dönüşüyor diye korkmaya başladım bakın.Oysa o benim en büyük dostum, dert ortağım -dı!1Şimdi ya da böylesi yaz günlerinde insan kendine bir yoldaş arıyor.Oturup güleceği, konuşacağı.Paylaşmak çok çok güzel çünkü.Bazen kendine yetmiyor işte insan.Yetemiyebiliyor.Zafiyet anlamında değil.Zaruret diyelim biz buna.Biraz hızlı geçmekte fayda var sanırım bu satırları.
-Oysa sevgili bir tek sevgili nasıl değiştirir dünyanın gerçeğini-
Aşk iklimini kendisi oluşturuyor insan.Kendi kafasında yarattığı şekilde seviyor birilerini.
O bilsin bilmesin sevsin sevmesin fark etmiyor.Aşkı sevenler derneği kurmalı mesela.Hatta partisi bile olabilir.Tek bir sevgili..Bir tek.
Düne kadar tanımadığınız bilmediğiniz biri.Düpedüz yabancı biri.
Düşüncesi bile güzel.Kendisi çok çok daha güzel.Ben bir tek sevgili için yorgan yakalım derim.Şehir hatta ülke değiştirelim.Yaptığınız inşa ettiğiniz her şeyi uçan bir tekme ile yerle bir edelim.Bulduysak sıkı tutun kaçmasın. Bulmadıysanız arayalım.Bir tek sevgili anahtarı olabiliyor, hazzın ya da mutluluğun.
-Şimdiki fırtına gelir geçer gibi
Dün baktım hiç korkmadan aynaya
Orda yeniden gördüm kendimi-
Şimdi alelacele bu satırları okurken kimbilir hangi bitirilmesi gereken iş bekliyor kapıya dayanmış sizleri.Kimbilir hangi hırslara yakalandınız, hangi hayatın tutsağısınız.Oysa biliyorum ki zamana kimse tutunamıyor. 40 en kabadıyısı 60 yıl diyelim inanın çok büyük bir zaman değil yaratılışımızda. Gelecek ya da geçmiş zamana tutunmaya çalışmayın boşuna. Bir tek bugün var çünkü.Zaman her şeyi öğütüyor; hain bir değirmen gibi.Herkes kendinin tanrısını saklıyor içinde. Kimse aynalara göstermiyor ama. Bakmıyor.
Tanımıyor bile.
-işte sevgili bir tek sevgili nasıl değiştirir dünyanın gerçeğini-
Düşlerimde şiirler yazıyorum ona.Adını andığım an kanım daha hızlı akıyor kalbim daha farklı çarpıyor.Gözlerine bakıp ağlıyorum. Aptallık diyeceksiniz, kendimden çok severken yakalıyorum kendimi. her şeyi aklımda.Ama her şeyi her şeyi. Gizli şeyler biliyorum. Bırrrrrr..
-Şimdi asla pişman değilim
Yaşadığım her şeyin bedelini ödedim-
Ben hep yenildim diyelim.Ama her seferinde daha güzel yeniliyorum.Çok utandığım laflar ettim hepsini hasretle gözlerinden öperim.Unutalım ya da unutmak en iyisi. Unutmak dediğin pişmanlıkların panzehiri.
-Nasıl olsa birgün gelir duygular bulur yerini
Hem cehennem hem de cennet yeryüzünün mevsimleri-
En çok bu sözlerini seviyorum bu şarkının.Her birimiz kendi vahamız ya da bakatlığımızı yaratıyoruz ellerimizle.Başka dünyalarda medet ummayın kendi arafınız burası.Üstelik seçim de sizin.Ama asıl vurgu mevsimler de.Yani gelip geçici hepsi.O yüzden cehennemdeyseniz korkmayın.Mevsim icabı.Cennetdeyseniz değerini bilin geçici ,belli.
-O kadar şey değişti ki artık kimse masum değil-
Bu biraz klişe olmuş bakın.Olmamış ya da.Ama masumiyeti boşuna aramayalım.Biz doğuştan biraz özürlü yani bir parça kötü yaratılan bir türüz.insanıyet namına masumiyet aramak koca bir klişe olmalı diyelim.
-Duygular çok eskidi-
Ortayaş kuşağından bir arkadaşım yeni sevgilisini anlatıyordu."Aşık mısın?" diye sordum.Belli bir yaştan sonra aşk değil seviyeli ilişikiler yaşanıyor öğrenemedin mi?? dedi.
Gülüp geçtim ama aklımın kıyılarına da takılı kalmış bakın.Gel de üzülme şimdi.Hak vermek için biraz daha bekleyelim ama.Sevgili üzerine klavye oynatıyoruz değil mi?
-O zamanlar biz ne güzel çocuklardık
Dünyaya aydınlık gözlerle bakardık-
Bu masum çocukluk ya da içindeki küçük çocuk olayı da ayrı bir klişe tanrısı sanırım.
Ben, televole ağzı ile söylersem kendi özelime girmek gibi olmasın ama çocukluğumdan itibaren bayağı bir fırlamalık yapmışlığımı bilirim.Aynaya bakıp doğruyu söyleyeceksek geçmişe övgüyü koyalım kenara bir yere.Uyak olsun tencere dolsun olmasın hayatımızda.O içinizdeki çocuğu da büyütün artık derim.Çünkü aynaların önünde aşırı şizofren bir ortam yaratıyor.
O büyümeyen çocuk klişe tanrıları ya da romantik isyankarlar kuşağına armağan olsun.
-Ve işte o zaman kırdığın kalp şimdi kırıyor başka kalpleri-
Hiçbir kötülük sebepsiz değil.Birinin intikamı bir başkasından alınıyor.Kimse farkında değil.Kendi filminde başrolde oynuyorsan yeni bir sevgili , yeni ilişki yeni bir başlangıç anlamına gelmiyor.Sen zaten başlamışsın kendi filmine, yeni gelen sadece öyle zannediyor.Sebepsiz ayrılıklar, kırgınlıklar, boşuna değil.Hoyratlığımız biraz da bundan.Korkunç yanımız bu.
Hımmmmm?.
Liseli yıllarda cüzdanımda para yerine şiirler taşıyordum.Bir tanesi de şöyle bir şeydi. "rüzgar eser ,dal kırılır, dal rüzgarı affeder ama artık kırıktır."
-Aşkta kazanmak dedikleri kaybetmektir birçok şeyi-
Bu çok güzel bakın. Doğru da.."Aşk kaltaktır" filminde bunu sevmiştim.Biz biraz da kaybettiklerimiz diyordu. Pişmanlıklarımızız, yanlışlarımızız.Kusurlarımızla güzeliz.Hatalarımızla büyüyoruz.Kazanmak kadar kaybetmekte var aşkta. Kendi yarattığımız bir iklimin yanlışlarını da sevmeliyiz sonuçta.Ya da siz bilirsiniz..
-işte sevgili bir tek sevgili nasıl değiştirir dünyanın gerçeğini-
Bazen aşkı mı seviyorum sevgiliyi mi diye sorarken yakalıyorum kendimi.Kaçıyorum elbette.Hangisi hangisi bilmek zor. Bir insanı sevmekle başlıyor her şey değil mi?
Gerisi kolay nasıl olsa
Gerisi kolay....
bir kaç güne kadar sahibinin sesinden dinlenecek olan şarkı..sezen söylerken yine acıtıyor, durduramıyoruz.
çok geç kalmışız canım
vakit bu vakit değil
eski radyolar gibi
çatıya saklanmış aşk
öyle sanmışız canım
artık ölümsüz değil
leylayla mecnun gibi
çoktan masal olmuş aşk
lale devri çocuklarıyız biz
zamanımız geçmiş
aşk şarabından kimbilir en son
hangi şanslı içmiş
ben derim utanma iftahar et
sevmeyenler utansın
aşksızlığa mahkum edildiyse
bu dünya yansın...
sözlük yazarlarının vermiş olduğu itinalı ve güzel ayarların yanısıra vakti zamanında ayarın kralını sezen aksu'dan almış kiş-i.
"Zalime haddini bildirmek, öksüze kaftan giydirmektir." Annemin eşsiz özdeyişlerinden biridir bu. Eğer sizi yöneten terazi vicdan değilse, bu kadar güçlü ve yerleşik bir ifadenin icazetiyle dilediğiniz kadar acılaşabilir, kötüleşebilirsiniz.
"Bu adam zalim". Bu öyle bir cümle ki; adaleti olan ya da en azından adaletli olma derdinde olan biri bu cümleyi zekânın yarattığı
gerekçelerle kurmayı kendine yakıştırmaz. Adaletli biri ancak kendine, kendi doğrularına, zaaflarına, hırslarına, egosuna gerçekten mesafe koyabildiğinde ve vicdan bunu onayladığında içindeki savaşçının önünü açar.
Sen zalim bir insansın Hıncal. Bilen bilir, ne kadar canım yanarsa yansın, ne denirse densin, ne olursa olsun konuşmak, cevap vermek âdetim değildir. Bu kadar sert ve zor bir dünyada kişisel sıkıntıların kamuoyu önüne taşınmasını ayıp bulurum. Hırsın, öfkenin; insanın ahlakını değiştirmesine izin vermemenin erdemine inanırım. Kelimelerin gücünü, istenilirse ne kadar zehirli, kıyıcı, mahvedici olduğunu, üstelik bunun en alasını, en
acıtanını yapabileceğini bilen biri olarak hiçbir şey için, hiç kimseyi kırıp dökmeye değmeyeceğine bütün kalbimle inanırım.
Ama sen zalim bir insansın Hıncal. Arkadaşlığımız niye bitti biliyor musun?
Senin ikili ilişkilerde de vazgeçemediğin iktidar tutkusuyla, gücünü sınamak için icat ettiğin uyduruk küslük oyunlarına geldiğim için değil. Orta sınıf ahlakıyla yetişenlerin çok iyi bildiği o vefa duygusuyla, bana benzemeyeni de sevebilmeyi, anlayabilmeyi değerli addederek, yirmi beş yıla yakın sürüklediğim bu arkadaşlıkta hep içime sinmeyen, önceleri adını koyamadığım, içten içe hep rahatsızlık veren tuhaf bir sezginin; sonunda, bana rağmen pembe balonu patlatması yüzünden...
Sen en büyük harfler, en iri kelimeler ve büyük kahkahalarla gereğinden fazla sevgiden, iyilikten, dostluktan, sadakatten bahsederken çıkardığın gürültünün bana, hiç durmadan babamın, "insan en fazla kendinde olmayandan söz eder" cümlesini hatırlatmasına engel olamadığım için...
Sonunda bir reklam filmi hizmetine sunulan o kocaman kahkahayı, bir türlü sahici bir gülüşe benzetemediğim, insanın içine neşe yerine niye korku saldığını bir türlü keşfedemediğim için...
Uzun zaman hiç anlam veremediğim yerli yersiz polemiklerde pekâlâ incelikle anlatabilecek yeterliliğin olduğu halde; ölçüsüz, sertleşen, keskinleşen, fütursuzlaşan üslubunun, kendi markanı ve gücünü daha da parlatmak için planlanmış bir strateji olduğunu fark ettiğim için...
Korunma içgüdüsü ile seninle mecburen uzlaşanların, aşağıdan alanların, senin tabirinle yalakalık edenlerin içlerindeki bastırılmış nefretin, ilk fırsatta nasıl yok edici bir güce dönüşeceğini bile bile, sonsuz yalnızlık pahasına kalemini bu korku krallığının gücüne adadığın için...
"Hıncal, ne olur yazma beni köşende" diye her rica ettiğimde; "Bu ülkede seni seveni severler. Çok tepki aldığım zamanlarda patlatıyorum bir Sezen Aksu, ortalık süt liman," diyebilecek kadar pişkinleşebildiğin için...
Her geçen gün biraz daha kendine mahkûm olduğunu, samimiyeti, safiyeti ıskaladığını, gerçekle bağlantılarını gitgide kaybettiğini seyretmekten duyduğum üzüntü için...
Bir insanın büyük bütünü bu kadar gözden kaçırıp, bu kadar kükremesini elimde olmadan küçümsediğim için...
Kişi, konu, gerekçe ne olursa olsun, neden ille de en aşağılayıcı, en yaralayıcı sözleri tercih ettiğine, insanları nasıl böylesine iştahla küçük düşürmeye çalışabildiğine, bir insan kalbine nasıl bu kadar kıyabildiğine, kelimelerle gerçeği değiştirebileceğine nasıl inanabildiğine, her insan yüreğinin haberle habaseti mutlaka ayırt edeceğini hissetemeyişine, bir türlü akıl sır erdiremediğimden sonunda istemeye istemeye hiç kimseyi gerçekten sevemediğine ikna olduğum için...
"Her insanın son ana kadar kredisi vardır" diyerek, beş dakikaya beş yıl harcama cömertliğinden caydığım için...
Dört yıldır ölümcül bir hastalıkla uğraştığımı, bu hastalığın adının 'coushing sendromu' olduğunu, en önemli belirtisinin kortizona bağlı aşırı yağlanma nedeniyle 'moon face' yani 'ay yüz' olduğunu ve bel-baş arasında yağ yastıkçıkları tabir edilen geçici doku deformasyonları oluşturduğunu, hastalığımın neredeyse tamamen geçtiğini, bu süreç içinde değil estetikçiye, dişçiye bile gitmemin yüzde yüz yasak olduğunu bildiğin halde, bu durumu başka türlü kullanabilecek kadar şeytanına yenildiğin için...
Benim hiç kimseyi kandırmaya kalkışmayacak kadar akıllı ve saygılı biri olduğumu unuttuğun için...
Son olarak "zalimin meclisinde oturan da zalimdir".. zalimin meclisinde oturmak istemediğim için...
Bunları neden yazdığımı daha iyi anlayabilmen için küçük bir hikâye ile tamamlıyorum yazımı:
Bir leylek, kendine yuva yapmak için yer arıyormuş. Epey bir bakındıktan sonra pek ünlü bir âlimin evinin bacasına yapmış yuvasını, hem de bir şeyler öğrenirim diyerek. Bunu gören âlim, "Vay sen benim bacama nasıl yuva yaparsın" diyerek, büyük bir hiddetle, taş ve sopayla saldırmış leyleğe. Leylek zar zor canını kurtarmış ama kaçarken isabet eden taşlarla bir bacağını kırmış. Leylek adalete inanırmış. Mahkemeye vermiş âlimi. Ve kazanmış davayı. Kadı, âlimin de bir bacağının kırılmasına karar vermiş. Leylek itiraz etmiş hemen, "Aman kadı efendi, lütfen ayağını kırmayın, kavuğunu alın yeter" deyince, Kadı sormuş, "Neden?" Leylek cevap vermiş, "Kavuğunu alın ki, başkaları da zalimi âlim sanıp kırılmasın."
vakti zamanında çıkan hayvan dergisinde olağanüstü bir yazıya imza atmış kişidir.
"Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman'ın eşyaları var... Küçük küçük poşetlerle sızmıştı. Aşk bir sızma halidir...
Yaman o kadar temiz bir adamdı ki ona kızamazdınız. Bir o kadar da yiğitti. Ben derdim ki; bu adam ne zaman yorulacak! Meğer acelesi varmış... Herşeyi o kadar yoğun, hızlı ve coşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu. Ben köşeleri çok olan bir insandım. Yaman beni eğitti... Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden 'biz' olabilme halidir...
insan egosu denetlenmesi en güç şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz... Biz birbirimize karşı çok saygılıydık... Eee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik... Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi... Aşk bazen de bir kıyamama halidir...
Şunu çok açık yüreklilikle söyleyebilirim, o benden daha iyi bir insandı...O kadar bebek, o kadar adam, o kadar temiz, onun kadar beklentisiz, onun kadar temiz yaşamayı öğrenmeye çalıştım. Buradan bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlaşılmasın... O, o kadar ahlaklı ve temizdi ki, yaşam biçimi ve duruşu karşısında başka türlü olamazdınız. Onun yanında kirli kalamazdınız. Böyle bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana... Bu ateşle yanma hali o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın... Yamanla her günümüz sevgililer günüydü... Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır... Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken boğazı turlardık. Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda eksik aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır... Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıklardaki tutku kutsanır hep... Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre sahibiz biz..
tanıtımı amacıyla 10 adet şarkısı gnctrkcll sitesine yüklenmiş olan albüm..kısa bir üyelik işleminden sonra şarkıların tamamı dinlenebilmektedir.
1 ve 2 olarak ikiye ayrılmıştır.ilk albüm daha ağır ve akustik şarkılardan oluşurken ikinci albüm tamamiyle elektronik müzik olarak düzenlenmiştir.
Taptaze bir sezen aksu şarkısı..Dinledikce dinlettiriyor kendini..Tam bir yaz şarkısı, yine tam bir sezen aksu imzası.Dopdolu söylemiş sezen, umursamaz bir havada.
Pardon bakar mısınız
Tanışmış mıydık
Sevmiş miydim hiç sizi
Sevişmiş miydik
Pardon daha önce
Konuşmuş muyduk
Yürüyüp çıkmazlarda yorulmuş muyduk
Yüzünüz ne kadar da aşina
Avucumun içine alıp öpmüş olabilirim
Gözünüz öyle uzak bakmasa
Sizi tanıdığıma yemin ederim
Peki bu şarkıyı hatırlar mısınız
Hayyy ra ra rayy ra ra rayyy
Hayyy ra ra rayy ra ra rayyy
Pardon bakar mısınız adınız neydi sizin
Baş harfini göğsüme yazmış olabilirim
Pardon daha önce nerdeydiniz
Geçtiğiniz yollara düşmüş olabilirim
Yüzünüz ne kadar da aşina
Avucumun içine alıp öpmüş olabilirim
Gözünüz öyle uzak bakmasa
Sizi tanıdığıma yemin ederim
Hayy ra ra rayy ra ra rayy
Hayy ra ra rayy ra ra rayy
Peki bu şarkıyı hatırlarsınız