17 yaşında seninle bir dakika gibi harika bir şarkıyı seslendirmesine rağmen 3 puan ile sonuncu olan semiha yankı'nın tepki olarak eurovision'a gönderilmesini isterdim. ne şarkı ama!
internette pek rastlanmayan, attila ilhan'ın bela çiçeği kitabında yer alan şiiri. kendi sesinden dinlenmesi şiddetle tavsiye edilir.
belki bu son gecemiz doktor sabiha'yla
nasıl en uzaklarda çalınan eski plaklar
ne kadar da kalabalık hanımelleri ve böcek çıtırtılarıyla alabildiğine genişleyen
ne müthiş bir gece
saygılı nasıl saklı bir ışımayla
yorgun miyop gözbebekleri
korkuların bir başka yerinden
bir başka sabah olmaya başlayacaklar
gözlük camlarında şimdiden
kaynaşıp duran ışık çekirdekleri
bir mavzer namlusu gibi ince
bir mavzer namlusu kadar kesin
ve yüzlerce bin
bir türlü bitmiyoruz ki sabiha'yla
mısralar çoğaltıp fikret’in öfkesinden
bizi ve gecemizi zenginleştiren
sonra bir benim bir onun dudaklarında
jöntürk komitası’ndan kim bilir kimin
paris’te söylediği sûz-i dilârâ türkü
hürriyet gazetesi'ni elleriyle dizerken
şafakta öfkeli kararların büyüttüğü
üstelik sarmaşıkların altında
tamburların iç titreşimleriyle gittikçe derinleşen
tamburi cemil bey karanlığında
kırbaç gibi bir mektubuyla girmedik mi geceye
sadr-ı âzâm mithad paşa’nın
zât-ı şâhâne’ye
beşiktaş’taki eski bir konağın
en osmanlı
en sûz-i dilârâ saatında
üstelik sarmaşıkların altında
fevkalâde riayetim vardır
zât-ı mülûkânelerine bendenizin
ancak padişahım
muzır olan en ufak hususta bile
menafiine milletimizin
itaat etmekte mâzurum size
nizam nedir bilir misiniz
usul-ü meşveretle idare olunan bir millette
tafsile hacet yoktur padişahım
mesele bendenize emniyette
ricâl-i milletten emin olunuz
dokuz gündür mâruzât-ı mukaddemeyi
is’af etmemekte devam ediyorsunuz
bina-yı devleti tâmire çalıştığımız bir sırada
yıkmak istiyorsunuz diyebilirim siz
padişahım âdeta
eğer bu esbaba mebni
beni serkârdan azlederseniz...
tamburi cemil bey’den ürkek beyaz ferâceler
doktor sabiha’nın ve iç gerginliği
bu arada
gazel tarzında bir dersaadet ki ziya paşa’dan
aruz vezninde telkâri minareler
ve mahyalar
ve mahyalar mefailü failün
öylesine utansak
gece sisleri ile yüklü öylesine küskün
üstüste birkaç yüz beyazıt meydanı'ndan
yine silah sesleri duyar gibiyiz
uzak ve uzak
sıkı yönetim tebliğlerinde bu kaçıncı gün
yürüyün çocuklar
siz bizi göremezsiniz
çünkü sizin gözleriniz bizim gözlerimiz
çünkü sesinizde deprem sesleri var
bizim sesimizden
sözün gelişi ben keçecizâde irfan
mekteb-i tıbbiye'nin üçüncü sınıfından
hürriyet kademlisi
mühendishane-i berri-i hümâyûn'dan
halil cebel-i bereket
bendeniz
topkapılı cevdet
ikinci mim-mim grubu’ndan
üç yüz otuz altı senesi
teşrin-i sâni’nin yedisinde
anadolu'ya iltihâk eyledik
üç dârü’l-muallimin talebesi
mekteb-i harbiye derseniz
ben mustafa kemal
selânik
yürüyün çocuklar
siz bizi göremezsiniz
büyük yumruklar gibi sıkılı
içinizde bir yerinizdeyiz
çünkü sesimizde deprem sesleri var
sizin sesinizden
çünkü sizin gözleriniz
bizim gözlerimiz
yürüyün çocuklar
siz bizi göremezsiniz
nasıl ki doktor sabiha şimdi hem
büsbütün sultanahmet mitingi’nde
hem sûz-i dilârâ bir beste içinde
hem silah seslerine katılıyor
böyle uzaktan uzağa
bir mavzer namlusu gibi ince
bir mavzer namlusu kadar kesin
ve yüzlerce bin
eminönü meydanı’nda beyannâme dağıtıyor
kürd mustafa sephalarından inmiş adamlar
boyunlarında ipleri
öylece
gece bir yerde zor
önemli değil bir yerde güzelliği hanımellerinin
râ bıyıklı felâh-ı vatan zabitleri
değil mi ki durduğu yerde duramıyor
ve değil mi ki ellerinde silahlar
ve silahlar ve feilâtün feliâtün
kıvılcımlar üreterek
tuz parça dağılıyor
sûz-i dilârâ üstüne
sedef kakmalı udlar
günlerce yine boğaziçi
edebiyat-ı cedide bulutlar
''sarmış
yine âfâkını yine bir dud-i muannid
bir zulmet-i peyza ki peyâpey mütezayid''
bir doktor sabiha ki
çarpa çarpa açılan duvarların getirdiği
kelepçe sıtmalarından dehşetli sararmış
dehşetli dalgalanan
en köpek karanlıkta en büyük sular gibi
udların şeyh-ül islâm titremeleriyle
avuçlarında mısralar ve arap harfleriyle
''her uzvu gird-bâd-ı havayişle sarsılan
bir neslin oğlusun
bunu yâd et zaman zaman
asrın unutma bârikâlar asr-ı feyzidir
her yıldırımda bir gece
bir gölge devrilir
bir ufk-u itilâ açılır yükselir hayat
yükselmeyen düşer
ya terakki ya inhitat''
nasıl mızrab uçlarıyla tel tel çizilir
sultan reşad gecesine tir leylim terelâ
servet-i fünun mecmuasından fildişi sahifeler
damad-ı hazret-i şehriyâri enver paşa
ve bâb-ı âli baskınında bindiği at
ve paldır kültür fedaileriyle
ve ilâhiri
ve ilâ
ne kadar çok sabiha tanzimat'tan beri
udların şeyhü’l-islâm titremeleriyle
silah seslerine yatkın tir leylim terelâ
dudaklarında mısralar ve arap harfleriyle
''bir devr-i şeamet
yine çiğnendi yeminler
çiğnendi yazık milletin ümmid-i bülendi
kanun diye topraklara sürtüldü cebinler
kanun diye
kanun diye kanun tepelendi''
katılır şadırvanlar boyunca su şarkıları geceye
üçüncü selim'den santurların biriktirdiği
öksüz bakışlarıyla gezindikçe neyler
çocuk ıslıkları gibi temiz iyi
hadi gelsin tâif zindanları bismillâh sürüldüğün
çıplak cellâtları ve yağlı kementleriyle
duvarlarında mısralar ve arap harfleriyle
mısralar müstef’ilün müstef’ilün
silah okşamalarıyla yarınlara götürdüğün
öyle müthiş bir gece ki omuzların sıra
yankılanır tir leylim terelâ kubbelerinden
bin dokuz yüzlere özgü revolver öksürükleri
fikret kafiyeleri ile mısra mısra
parıldadıkça çığlıklar ışıldaklar gibi
simsiyah meydanların en dip çizgilerinden
öğrenci kasketlerinin öldürüldükleri
bir türlü bitmiyoruz ki ama doktor sabiha'yla
bir yerde benim
doksanbeş'e doğru yıldızlara yükselişim
bir yerde onun tarih-i kadim gözlükleri
karardıkça kararmış eski plaklar
üçüncü selim'in sûz-i dilârâ bestesi
hani bambaşka bir gökyüzü saltanatıyla
tir leylim terelâ
terelâ
ne kadar geniş bir yüreğin var istanbul
kaç hayali sakladın heybene kuyunda kaç ölü bekler
nasıl dayanırsın bu kadar drama ve sokakların
ne kadar parlak bazı geceler ben üşürüm
sıcak bir ev gelir düşüme elim sobaya değer, cıs
sözlüğe yıllardır yazmıyordum. en son geçen sene mayıs ayında entry girmişim. sanırım 2014 yılında sözlüğe üye olmuş ve harıl harıl entry girdiğim o süreç başlamıştı. her konuda yazacak bir şey bulabiliyordum. cehalet mi denir yoksa gençlik hevesi mi hala bilmem.
eskiden buradan tanıdığım insanlar olmuştu. yüzyüze de görüşmüştük. şimdi ne yaparlar, neredeler bilmem. bilmek ister miyim? sanmıyorum. bildiğim şey ise bu gece ilk defa yazma isteğinin bana uğramasıdır. sözlük ne durumda bakacağım ancak iyi başlıklar denk geldiğinde artık ben de bir şeyler karalamak istiyorum. umarım bu basit değişiklik beni bir nebze rahatlatabilir. insan bazen taşıyor ve bunu durduramıyor.
itiraf ediyorum, yine bana hüsran bana yine hasret var. yine bana esmer günler düştü.
insanlar değişir. Değişmeleri de gerekir zaten ancak bu değişimin boyutu mühim. Belli bir yaştan sonra insan karakterinin oturması gerek. Karakteri ailesinden ya da çevresinden kaynaklı oturmamış, belki bastırılmış insanlar, bir kırılma noktası sonrası çok fazla değişebiliyor. Bu değişim çevresini şaşırtıyor, hatta onun ötekileştirilmesine sebep oluyor.
Nitekim ne değişen insan çevresindekileri düşünüp belli bir kalıp içinde kalmak zorunda ne de çevresindeki insanlar onun bu ''geç'' kendini bulma deneyimine katlanmak zorunda.
Üye iken hiçbir sorun yaşamadım fakat bu ay üyeliğimi iptal ettikten sonraki kullanım hakkım olan 2 günü bana işkence için kullandılar. Diziyi açmıyor, görüntü kalitesi berbat, ses yok... bir daha asla.
fragman dahi izlemeyen biri olarak saçma gelen olay. bir film hakkında önyargı edinmek en son isteyeceğim şeydir. bana yaptığı tesirle başkasına yaptığı çok farklı olabiliyor.
kadınların muhteşem yaratıklar olduğunu düşünen biri olduğum halde aşık olduktan sonraki acı çekme evresinde yaklaşık 1 sene hiçbir kadına bakmadım. bence kadınlardan soğumak ancak içlerinden birine kapıldıktan sonra gerçekleşebilir. yıldızlardan gözlerini alıp daha yakınında olan ay'ı fark edince kör oluyorsun.
sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin
hiç görmediğim yıldızlar gözlerine doğmuş
bir büyüklük duygusu dağlar gibi yüreğinde
ah biz mutluluğu böyle aranıp duracak mıyız
yağmur hep böyle yağacak mı hatıralara
eksik olan bir şey var sana bana dair
belki bir rüzgar belki rüzgardan da hafif
ama kalbimiz yine uzak bir deniz gibi boş
heybetli gurupların belirdiği saatlerde
sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin
acaba nasıl öğrenmişim nasıl farkında olmadan
her şey nasıl olup geçmiş nasıl barut yağmış
nasıl güneş vurmuş zehirlenmiş şehrin üstüne
şimdi hangi kıyılarda gemiler demir alıyor
güney rüzgarlarına açıp yelkenlerini
belki bir italyan kızı tüfeğine dayanmış
senin gibi barışı tasarlıyor dağlarda
mahzun esirler harp şarkıları kadar mahzun
gizlice talim ediyor hürriyet adımlarını
sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin
ah şu harp bitse rüzgar gibi bir nefes alabilsek
kimseler kimseler çıkmasa yolumuzun üstüne
yağmur yağsın varsın ıslansın saçlarımız
yalnız duyulmaz olsun göğsümüzdeki darlık
dilimizdeki kilit kolumuzdaki zincir
ömrümüz meçhullerden meçhullere akıyor
saatler bizim değil kitaplar bizim değil
bizim değil yaşamak bizim değil hiçbir şey
kendi dünyamızda yabancılar gibiyiz
ya çok erken ya çok geç doğmadık mı sevgilim
buna rağmen mutluluğa inanıyoruz
sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin
hiç görmediğim yıldızlar gözlerine doğmuş
bir büyüklük duygusu dağlar gibi yüreğinde
ah biz mutluluğu böyle aranıp duracak mıyız
yağmur hep böyle yağacak mı hatıralara
eksik olan bir şey var sana bana dair
belki bir rüzgar belki rüzgardan da hafif
ama kalbimiz yine uzak bir deniz gibi boş
heybetli gurupların belirdiği saatlerde
sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin
acaba nasıl öğrenmişim nasıl farkında olmadan
her şey nasıl olup geçmiş nasıl barut yağmış
nasıl güneş vurmuş zehirlenmiş şehrin üstüne
şimdi hangi kıyılarda gemiler demir alıyor
güney rüzgarlarına açıp yelkenlerini
belki bir italyan kızı tüfeğine dayanmış
senin gibi barışı tasarlıyor dağlarda
mahzun esirler harp şarkıları kadar mahzun
gizlice talim ediyor hürriyet adımlarını
sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin
ah şu harp bitse rüzgar gibi bir nefes alabilsek
kimseler kimseler çıkmasa yolumuzun üstüne
yağmur yağsın varsın ıslansın saçlarımız
yalnız duyulmaz olsun göğsümüzdeki darlık
dilimizdeki kilit kolumuzdaki zincir
ömrümüz meçhullerden meçhullere akıyor
saatler bizim değil kitaplar bizim değil
bizim değil yaşamak bizim değil hiçbir şey
kendi dünyamızda yabancılar gibiyiz
ya çok erken ya çok geç doğmadık mı sevgilim
buna rağmen mutluluğa inanıyoruz
Aynı üniversitede öğrenciyim. Sibel'in intiharı hepimizi çok üzdü. Fakat haberi aldığım ilk an tweetlerine baktım. Hepimiz cebimizde birkaç lirayla gezmişizdir. Öğrencilik böyle bir şey. Bazı tweetlerinde bira güzellemesi yapan bir insanın garibanlıktan intihar ettiğini düşünemem. Intihar sebebi sanal zorbalık ve psikolojik sorunlarıdır. Diğer taraftan yemekhane mevzusu için Sibel'in intiharı bir nevi kullanılmıştır. Siyanür intiharlarına benzetilip devlet kötülemesi yapıldı. iş bulamadığı için intihar etti denildi daha üniversitesini bitirmemiş kız hakkında. Atanamadı falan diye de konuşulmasını beklemiştim açıkçası atama bekleyenler tarafından.
Şehirden şehire değişir. Istanbul'da okuduğum için burayı ele alayım.
Yurt ve apart fiyatları gereksiz şekilde pahalıdır. Yurt kalitesi genelde düşüktür. Kaliteli yurtların fiyatı astronomiktir. Ucuza kalmak isterseniz ya da zorundaysanız 6 kişilik odalara girerdiniz fakat artık onlardan da kalmadı. Bazı yurtlar disiplinli bazısı aşırı rahattır. Örgün ve ikinci öğretimlerin aynı odada kalabilmesi de bir sorundur. Bir başka sorun ise dışarda yüzüne bakmayacağınız insanlarla aynı odada kalabilmeniz. Aşırı boş öğrenciler olacak. Özel üniversitelerin 2 yıllık bölümlerini dolduran tipler hiç çekilmiyor.
Istanbul'da eve çıkmak mantıklıdır. Ders çalışamıyorum, temizlik yapamıyorum, yemek yapamıyorum diyen velettir. Üniversiteye gelmişsin ve hala sorumluluklarının farkında değilsen bunun kaldığın mekanla bir alakası yoktur. 1500-2000 lira arasında bir eve çıkarsın 3 arkadaşınla. Kira faturalar falan en fazla 800 liraya gelir. Yurtta 4-5 kişiyle göt göte yatacağına kendi odanda düzenini kurarsın.
Bir sik olamayan özel üniversitede 15-20 liraya sağlık bölümü okuyor. Bu salak üniversite müsveddelerinde sınav soruları bile veriliyor. Sonra niye damar yolu açamıyor diye sorarsınız. Aminakodumun beyinsizleri
Tehcir kelimesi, ‘’göç ettirme, göç etmesine sebep olma, sürme’’ anlamına gelmektedir. Osmanlı Devleti bu süreci ‘’sevk ve iskân’’ kelimeleriyle nitelendirmiştir ve Osmanlı toprakları içinden yine Osmanlı topraklarının bir başka bölgesine sevk edildikleri için, özellikle Ermeni diasporasının kelimeyi suistimal ettiği şekil yani ülke sınırları dışına çıkarma anlamındaki ‘’departation’’ kelimesiyle uyuşmaz.
---Tehcirin Sebepleri---
Ermeniler uzun yıllardan beri kilise ve misyonerler ile birlikte düvel-i muazzamanın da desteğini alarak önce siyasallaşmışlar, daha sonra ise komitecilik ve terör faaliyetlerine girişmişlerdi. Yıllarca isyanlar çıkarmışlar ve pek çok Müslümanı katletmişlerdi. Yıl 1914 olduğunda savaşa hazırlanan devletler gibi gizli görüşmelerle Osmanlı düşmanlığına bürünmüşler ve savaş boyunca bu düşmanlıklarını en sert şekilde sürdürmüşlerdi.
Ermenilerin I. Dünya Savaşı’nda izleyecekleri yollar köylere kadar talimatlarla bildirilmişti. Bu talimatlar şu şekildedir:
1. Kim olursa olsun her Ermeni aslî ihtiyaçlarından bazılarını bile satmak suretiyle silahlanmalıdır.
2. Seferberlik ilânıyla silah altına çağrılan Ermeniler, bu çağrıya uymayacaklar ve çevresindeki halkı, müslümanlar dahil, orduya katılmaktan menedeceklerdir.
3. Her ne surette olursa olsun silah altına alınmış olan Ermeni askerleri ordudan firar edip Ermeni çetelerine veya gönüllü birliklerine katılacaklardır.
4. Rus orduları sınırı geçer geçmez komiteciler, firarîler ve çeteler Rus ordusuna katılarak onlarla birlikte Osmanlı ordusuna saldıracaklardır.
5. ikmal yollarını ve telgraf hatlarını kesmek suretiyle Osmanlı ordusunun iâşe ve istihbaratını sekteye uğratacaklardır.
6. Cephe gerisinde iki yaşına kadar olan bütün müslümanları gördükleri yerde ve her fırsatta katledeceklerdir. (Halbuki olaylarda iki yaşından küçüklerin, hatta anne karnındaki ceninlerin bile katledildiği sık sık görülmüştür.)
7. Müslüman halkın yiyecek, mal ve mülkünü ele geçirecek veya yakıp yıkacaklardır.
8. Terkedecekleri ev, tarım ürünleri, kilise ve hayır kurumlarını yakıp bunları müslümanlar yapmış gibi propaganda yapacaklardır.
9. Resmî devlet dairelerini kundaklayacak, Osmanlı zaptiye ve jandarmalarını pusuya düşürerek katledeceklerdir.
10. Cepheden yaralı olarak dönen Osmanlı askerlerini öldüreceklerdir.
11. Şehirlerde, kasabalarda, köylerde isyanlar, ihtilâller çıkaracaklardır.
12. Müslüman askerlerin ve sivil halkın morallerini bozarak göçe mecbur edeceklerdir.
13. Bomba, silah imal, tedarik veya ithal ederek bütün Ermenileri silahlandıracaklardır.
14. Ermenilerin yaptıkları isyan, ihtilâl ve katliâmların faturasını müslümanlara çıkararak bunu iç ve özellikle dış kamuoyunda neşredeceklerdir.
15. itilâf Devletleri hesabına casusluk ve rehberlik yapacaklardır.
Osmanlı’nın Çanakkale, Kafkasya ve Suriye olmak üzere üç cephede savaştığı sırada Ermeniler, gördüğümüz gibi, bu cephelerde itilaf Devletlerinin maşalığını yaptılar. Askerden terhis olan erleri ve Müslüman köylüleri katlettiler, bunların yanında telgraf, mühimmat ve lojistik hatlarını engellediler, çeşitli kundaklamalar ve isyanlara kalkıştılar. Yani Osmanlı Devleti’nin bu zor durumundan azami ölçüde yararlandılar. Mesela Van’ın Rusların eline geçmesinde büyük rol oynamışlardı. Er-meniler bütün Osmanlı topraklarında topyekun bir isyan hayali kurdukları ve hatta bu meseleyi bazı devletlerle görüştükleri günlerde, Osmanlı Devleti, savaşla beraber artan Ermeni faaliyetleri için bir uyarıda bulundu. Başta Patrik’i ve Ermeni ileri gelenlerini, çıkacak isyanları önlemeleri hususunda ikaz etti. Aksi takdirde sert tedbirlerin uygulanabileceğini de ilave etti. Bu uyarıların dikkate alınmamasıyla birlikte 24 Nisan 1915 tarihinde vilayetlere, Ermeni komite merkezlerinin kapanması ve komite elebaşlarının tutuklanması gibi konuları içeren bir talimat yollandı. Bu talimattan sonra Hınçak, Taşnak ve Ramgavar partizanlarından 1800 Ermeni tutuklandı. Bu talimatın ve tutuklamaların yapıldığı gün Ermenilerce ‘’soykırım günü’’ olarak anılı-yor. Bahsettiğimiz bu tutuklamalardan sonra bile isyanların devam etmesi sebebiyle 27 Mayıs 1915 tarihinde, Ermenilerin Osmanlı topraklarından savaş dışında kalan bir bölgeye nakil edilmesi kararı alınmıştır.
kaynak:
Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 tehcir olayı, yüzüncü yıl üniv. yayını, ankara 1990.
Yusuf Halaçoğlu,Sürgünden Soykırıma Ermeni iddiaları, Babıali Kültür Yayınları, istanbul 2008.