kentuckyfriedchicken
519 (sözlük idol)
yedinci nesil yazar 39 takipçi 83.52 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    kuranın meryemleri karıştırması

    1.
  1. evet, gerçekten de var böyle bir şey arkadaşlar. yaşadıkları dönemlerin birbiriyle alakası olmadığı iki tane farklı meryem'i, kutsal kitap ne yazık ki karıştırmıştır. isa'dan 1500 yıl önce yaşamış olan musa ve harun'u isa'nın dayısı sanmıştır.

    meryem, al imran ve tahrim suresinde bu dediklerim tüm çıplaklığıyla görülebilinir.
    4 ...
  2. misafirden rahatsız olup ayet indirten peygamber

    1.
  3. tüm insanlık için inmiş ama her nedense peygamberin özel işleriyle ilgili içerisinde birçok bilgi bulunan kuran'da yer alan bir surede geçer. azhab suresinin 53. ayeti peygamberin misafirlerinden rahatsız olması üzerine inmiş ve peygamberin çok da misafirperver olmadığını gözler önüne sermiştir.

    aynı ayette sahabelerin peygamberin hanımlarıyla da yüz göz olunmaması gerektiğini tembihlemiştir. onlara bir şey soracak olursak bir perde arkasından sormamız gerekir. hatta peygamber öldükten sonra hanımlarını nikahlamak isteyebilecek olanlar bile unutulmamıştır.

    böylece kuran'da konu edilmemiş tek bir konu dahi kalmamıştır. söz konusu ayet:

    Ey inananlar, yemeğe davet edilmeden Peygamberin evlerine gitmeyin, davet edilirseniz yemek vaktini beklemek üzere daha önce gitmeyin; fakat çağrılınca gidin ve yemek yiyince dağılın, konuşmak için uzun uzadıya oturmayın; şüphe yok ki bunlar, Peygamberi incitir de utanır sizden ve Allah'sa doğruyu söylemekten çekinmez ve kadınlarından bir şey istediğiniz zaman perde ardından isteyin; bu, sizin yürekleriniz bakımından da daha temizdir, onların yürekleri bakımından da ve Allah'ın Peygamberini incitmeniz caiz olmadığı gibi onun eşlerini de bundan böyle ebediyen almayın; şüphe yok ki bu, Allah katında pek büyük bir günahtır.
    8 ...
  4. dincileri delirten gerçekler

    1.
  5. dincilerin, allah'ın emirlerini harfiyen yerine getirmesine, ona gönülden bağlı olmasına rağmen var olan gerçeklerdir. şüphesiz ki delirten cinstendir.

    + tüm islam aleminin gelişmişlik düzeyinin dünya genelinde altlarda olması

    + toplumlarında cinayet, hırsızlık, tecavüz gibi olayların kafir memleketlerine göre hayli fazla olması.

    + kafirlerin genel olarak daha güzel bir yaşama sahip olması

    liste uzar da gider.
    2 ...
  6. ebu cehil in saçına takan peygamber

    1.
  7. tüm insanlık için inen, insanlığa belki binlerce,milyonlarca yıl ışık tutacak olan kutsal kitabın içinde geçen olay.

    dönemin ileri gelenlerinden ve kültürlü bir insan olan amr bin haşim müslümanlarca (!) ebu cehil ismini alan bir insandır. cehil kelimesi de '' cahil, cehalet'' kelimesinin kökünden gelmektedir. ne kadar da ironik değil mi?

    neyse konumuza geçelim... günün birinde peygamber namaz kılarken ebu cehil kendisini görmüş ve ayağıyla ona vurmuştur. daha sonra hamza gelmiş ve olaylar gelişmiştir. olayda kesinlikle ebu cehil suçludur. bunu inkar edecek değilim ama kuran'da bu konu geçerken ebu cehil'in saçından bahsetmesi -perçemliymiş- bana çok komik geldi. düşünsene tüm insanlık adına bir kitap iniyor ve adamın saçından bahsediyor. sizce de çok saçma değil mi? adam o kadar kızmış ki olaya sinirden saçına küfretmiş resmen. bence çok yaratıcı bir çalışma olmuş. buyrunuz:
    `
    hayır eğer bundan vazgeçmezse onu perçeminden yakalarız.

    o yalancı günahkar perçeminden :D:D (kişileştirme yapılmış)

    o zaman gitsin de taraftarlarını çağırsın

    biz de zebanileri çağıracağız

    hayır ona boyun eğme. rabbine secde et ve yaklaş.

    (bkz: Fazla sesten rahatsız olup ayet indirten Peygamber)

    Edit: o döneme perçemli saçlarıyla damgasını vurmuş bir kişidir Ebu cehil. Kesinlikle onunla özdeşleşmiş bir saçtır.
    `
    2 ...
  8. fazla sesten rahatsız olup ayet indirten peygamber

    1.
  9. son peygamberdir. yüksek sese karşı hassas olan ve yüksek sesli konuşmayı medeniyetsizlik olarak gören peygamber hazretleri bununla ilgili olarak bir üst merciye başvurmuş ve hucurat suresinin inmesine vesile olmuştur.

    hucurat kelime anlamı olarak ''hücre'' demektir. yani oda anlamına gelir. akşamları pilavlı sohbetlerde sahabelerle evinde toplaşılan peygamber, belli bir zamandan sonra ortamdaki kalabalıktan, sesten rahatsız olmuş ve '' eee! yeter amk bedevileri! bu da kafa be!'' diyebilecek bir insan olmadığı için olayı bu şekilde dile getirmeyi münasip görmüştür.

    Ey iman edenler: Söz ve hareketlerinizde ileri gidip de Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Allaha karşı gelmekten sakının. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öylece konuşmayın. Yoksa siz farkında olmadan bütün emekleriniz hiçe iniverirPeygamberin huzurunda seslerini ayarlayanlar var ya, işte Allah, içindeki takvâyı ortaya çıkarmak için onların kalplerini sınamış ve onlar bu imtihanı başarmışlardır. Onlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
    10 ...
  10. adam ben ezra

    1.
  11. israilli bir kontrbas ustası. dexter dizisinin müziğini de yeniden düzenlemiş. ayrıca klipleri de çok hoş. dinleyiniz dinlettiriniz.

    http://ulu.li/uoeh3r
    0 ...
  12. sözlük yazarlarına aylık 2 bin lira maaş

    1.
  13. ssk ve yemek n'olacak hacı? baştan söyleyeyim bu konularda anlaşamazsak ben yokum.
    0 ...
  14. halime kaptan

    1.
  15. bir rıfat ılgaz eseridir. kurtuluş savaşı zamanları anlatılır. ayrıca 100 temel eser arasında da yer alan bir kitaptır.
    0 ...
  16. hasan mezarcı nın kendini messi ilan etmesi

    ?.
  17. uzun bir süredir gündeme gelmeyen hasan mezarcı nın fikrayla yaptığı müthiş dönüşten sonra gaza gelip bir daha gündeme oturması için yaptığı iddia. durum gerçekten çok vahim.
    1 ...
  18. lord voldemort vs apo

    1.
  19. hayali kahraman, korkunç yaratık lord voldemort ile bebek katili abdullah öcalan'ın karşılaştırılmasıdır.

    geçen yine düşünüyorum. nereden geldiyse aklıma bu ikisinin arasındaki benzerlikler geldi.

    * öncelikle ikisi de bundan yıllar yıllar önce çok güçlü dönemlerindeydiler. istediklerini yapabiliyorlardı ve çekinilen insanlardı.

    * ikisi de parlak dönemlerinde birden bire güçsüz, acınacak duruma geldiler. ikisinin de artık öldüğüne, işinin bittiğine inanılıyordu.

    * iki tarafın da müritleri bir süre eylemlerine devam ettikten sonra kenara çekildiler.

    * hemen hemen aynı sürelerde ikisi de unutulmaya yüz tutmuştu.

    * daha sonra lord voldemort ruh halindeyken en büyük düşmanından aldığı kanla ete kemiğe büründü. abdullah öcalan'da bir nevi yaşayan ölüyken en büyük düşmanından aldığı cesaret ile güçlendi ve bir ada parçasından koca ülkeyi yönetmeye başladı.

    dilerim benzerlikleri devam eder de kısa süre içerisinde abdullah öcalan'da bu ülkede yaşattığı cehennemi öbür tarafta kendi yaşar.
    0 ...
  20. sözlükte kendini takip eden yazar

    1.
  21. az önce başardığım olay. bu yeni tasarımda kendi adıma baktığımda sürekli takip et butonu çıkıyordu. dur mınıskeyim *dedim basayım n'olacak. olaylar gelişti. takip ediliyorum ve peşimi bırakmıyorum.
    1 ...
  22. muhabbet esnasında birden başkasıyla konuşan tip

    ?.
  23. başlık: seninle muhabbet ederken birden başkasıyla konuşmaya başlayan tip.

    genelde yaşlı kimseler tarafından genç dimağlara uygulanan, kişinin bünyesinde şaşkınlıklar yaratan olay.

    x: baban nasıl yavrum? iyi oldu mu?

    y: iyi amca. ateşi düştü biraz hast...

    x: hop! iş görüşmesi nasıl geçti? ( karşıda gördüğü adama dönerek)

    y:görüşürüz amca.

    x: hadi hayırlısı olsun bakalım, sevindim. ( bizi takan yok)

    özellikle sokakta yaşanan bu gibi durumlardan kurtulmanın en iyi yolu bu tip amcaları gördüğümüzde yolumuzu değiştirmektir. ah şu yaşlılar...
    0 ...
  24. parmak kaldıran öğrenciye önce o eli indir demek

    1.
  25. sınıfta ders anlatırken, dikkatinizi bozacak şekilde parmağını kaldırıp havaya sallayan öğrenciye kızan öğretmenin söylemi.
    1 ...
  26. ortaokul öğrencilerinin kitap eleştirisi

    1.
  27. ortaokul öğrencilerinin performans ödevi olarak kitap özeti yapmak yerine kitap eleştirmesi durumudur. böylelikle sıkıcı ve yararsız bir ödev yerine daha eğlenceli bir ödev hazırlamış olurlar. aynı zamanda kitaplara eleştirel bakma yetenekleri gelişir ki bu ne kadar güzel bir şeydir.

    bu yaştaki öğrenciler kitap eleştirisi yapmak için elbette ki yeterli donanıma sahip değillerdir. onun için bu ödevler verilirken üst düzey eleştiriler beklenmemeli ve puanlama yapılırken biraz daha öğrenciden taraf olunmalıdır. böylece öğrencinin olası bir kitap okuma hevesini baltalamamış oluruz.

    yenilerden yana pek bir endişem yok fakat eski moda öğretmenler de umarım bu tür ödevler veriyorlardır. sonuçta öğretmenler sürekli kendilerini geliştirmelidir.
    1 ...
  28. velilerin eline bakan meb

    ?.
  29. kendisi tarafından 100 temel eser içerisine alınan bir kitabı veli şikayeti üzerine müstehcen bulması sonucunda ortaya çıkan acı durum.

    (bkz: şeker portakalı)
    1 ...
  30. kendisiyle çelişen meb

    1.
  31. 100 temel içerisinde bulunan bir kitap olan şeker portakalını bir velinin şikayeti üzerine müstehcen bularak, öğretmene soruşturma açan meb'in içinde bulunduğu durumdur. sen önce aynı kitabı 100 temel eser içerisine al sonra da veli şikayeti üzerine müstehcen bul. olacak iş mi bu?

    bir velinin eline bakan duruma gelmiş olması ayrıca üzücü, tiksindirici bir durum.
    2 ...
  32. sürekli geriye oynayan yobaz futbolcu

    1.
  33. takımının ileriye gitmesini istemeyen futbolcu tipidir. sürekli geri pas yapar ama bazen yan pas yaptığı da görülmüştür.
    4 ...
  34. uğruna yorgan yakılan pire

    1.
  35. pirelerin en kutsal olanıdır. kitleleri peşinden sürükleyen piredir.
    0 ...
  36. ingiltere ye büyük britanya deme sorunsalı

    1.
  37. kendimi bildim bileli ingiltere denen yere son zamanlarda büyük britanya deme sorunsalıdır. nereden çıktı bu büyük britanya? bilen beri gelsin.
    özellikle basketbolda hiç ingiltere demiyorlar. olayı nedir bu ingiltere'nin?
    3 ...
  38. ramazanla aran nasıl

    1.
  39. yaftalamaya meraklı halkımızın, boşta gördüğü herhangi bir gence sorduğu sual.
    0 ...
  40. leyla ile mecnun 1 sezon finali vs 2 sezon finali

    1.
  41. ilk sezon finalinin dayak atacağı kıyaslamadır. kendisinden önceki bölümlerin harikulade olması sezon finalinin de güzel olmasını sağlamıştır. ayrıca ismail abi gibi muhteşem bir zatla ilgili önemli detaylar vermesi onu özel kılmıştır. ikinci sezon finali ise daha yapay gelmiştir bana. artık o leylalardan sıkıldığımdan mıdır yoksa genel olarak bölümlerin çok iyi olmamasından mıdır bilemedim.
    0 ...
  42. 2012 kpss nın hala açıklanmamış olması

    ?.
  43. allah yok din yalan demenin hakaret sayıldığı ülke

    1.
  44. allah yok din yalan demenin hakaret sayıldığı ülke maalesef bizim ülkemizdir. başka ülkeler de vardır tabi ama ben kendi ülkemiz insanlarına bunu yakıştıramıyorum. bir müslüman olarak söylemek durumundayım ki bu sözlerde en ufak bir hakaret yoktur. bu gibi sözlere hoşgörüyle bakmak gerekir. zaten dinimiz de hoşgörü dinidir. lafta kalmasın yani bazı şeyler. sonra insanları müslümanlıktan soğutuyorsunuz hakkınız olmadığı halde.
    0 ...
  45. oren bayanin torunu

    1.
  46. hoşgelmiş olan yazardır. andını içmiş ve sözlükte koşturmaya başlamıştır.
    0 ...
  47. düşürülen uçağımızdaki şehitlerin otopsi raporu

    1.
  48. iddia edildiği gibi kurşun izinin olmadığı rapordur. ayrıca inceleme de devam ediyormuş. nasıl bir otopsi yapılıyorsa artık.
    0 ...
  49. mutluluk gelecek mi

    1.
  50. tanım: uludağ sözlük söykü dergisi için yazılmış bir öyküdür.

    üzerindeki pis kokulu fabrika giysisini çıkarıp her zamanki gibi yanında bulunan siyah poşetinin içine tıktı. nispeten daha temiz olan günlük yaşamında giydiği iki-üç pantolonundan birini giyerken üzerine de artık kendisiyle aynı kaderi paylaştığına inandığı siyah kazağını geçirdi. bunları yapabileceği en kısa sürede yapıp kendini fabrikadan dışarı attı. yarın tek tatil günü olan cuma olduğu için boş yere kendini mutlu hissetmeye çabaladı. aslında tatil günleri hali vakti yerinde olanların gezmeye, eğlenmeye, çıktığı günlerdi. yoksa güneşin adımını atmadığı, hastalıkların üretilip tüm dünyaya sunulduğu, karanlıkların sizi esir aldığı, o küçük odada tüm gün pinekleyip karın ağrıları çekmek için çıkarılmış bir gün değildi. insanoğlu işte! mutlu olmak için mutlaka bir sebep arıyordu. sadece yaşamın şartlarına göre değişiyordu bu mutluluk sebebi. kimi insanlar ailesiyle birlikte, koca yazı, ülke dışında tatil yaparak geçirmekten mutlu olurken kimi insanlar da haftanın altı günü günde 12 saat bi yerlerinden ter akıtarak çalıştıktan sonra tek başlarına tek tatil gününde fare kapanı gibi odalarında dinlenmekten mutlu oluyordu. hayat ne güzel şeydi öyle! herkesi bir şekilde mutlu etmeyi biliyordu. sonra da hayatın acımasızlığından bahsediyorlardı! ulan al işte sana kucak dolusu sevgilerle gelmiş hayat! daha allah tan belanı mı istiyorsun? ne nankör bazı insanlar diye düşünürken kahkahasını tutamadı. kendi içinde yaptığı bu muhakeme onu neşelendirmişti. hem neşeliyim hem de aptalın en önde gideniyim diye söylendi. o sırada yanından geçen bir genç -sözlerini işitmiş olacak ki- ürkek gözlerle kendisine bakarak adımlarını hızlandırdı. arkasından '' heey! deli olduğumu eklemeyi unuttum galiba!'' diye bağırdı hüseyin. bu da güzel bir gelişmeydi. en azından artık bir insanın gözünde ''hiç'' değildi. sadece deliydi! önemli bir şey farketti. yeteri kadar ilgi çekici bir cüzdana sahip değilsen insanlara deli olduğunu kanıtla. hiç olmazsa var olduğunu hissedersin!

    her gün bunun gibi aptalca düşünceler üretmek için uzun bir yolu vardı. aslında bu da hoşuna gitmiyor değildi. o, insanın içindeki tüm yaşama isteğini alan ruh emici odaya, ne kadar uzun zamanda varırsa o kadar iyiydi. keşke gitmek zorunda olmasaydı. şöyle küçük küçük odalardan oluşan bir evi olsa fena mı olurdu? ya da yılda bir kez toplu izin veren ve günde 12 saat çalışmak zorunda kalmadığı biri işi olsa? hepsinden vazgeçti. yine o ruhunu teslim alan odasına giderken, onun yolunu bekleyen birisi olsa yeter de artardı. gerçi o tek göz odada iki kişi nasıl yaşarlardı bilinmezdi. allah'tan kimse düşüncelerimi göremiyor diye iç geçirdi. yoksa bu çulsuz haliyle ne kadar görkemli hayallere kapıldığını, düşünceler içerisinde olduğunu farketseler onu derhal oracıkta nankörlük suçundan öldürüverirlerdi. sonuçta bundan kötüsü de olabilirdi. yaşamı, bu kadarını vaad ediyor o da kimseye ses etmeden görevini yerine getiriyordu. hem daha iyi bir yaşamı istemek yerine daha kötüsünü istememek sağlıklı olandı. kendisine öğretilen buydu.

    şöyle bir düşündüğü zaman, hemen hemen kendi durumunda olan binlerce insan vardı. zenginler- daha iyi bir yaşamı hakedenler- azınlıktaydı. son günlerde ülkedeki azınlık hakları da epey bir genişletilmişti. fabrikada patronuna bir şey sormak için gittiği sırada işitmişti bu sözleri. içeriğini bilmiyordu ama demek ki zenginler iyiden iyiye ayrıcalıklı sınıf halini almıştı. alacak tabi, onların paralar var diye söylendi. neyse ki bu sefer etrafta kimseler yoktu.

    acaba dedi kendi kendine. bundan bir asır sonra yaşıyor olsaydım nasıl bir hayatım olacaktı? aslında merak ettiği tek kişi kendisi değildi. kendi durumunda olan dünya üzerindeki milyonlarca insan bir asır sonra yaşasa yaşam kaliteleri nasıl olacaktı? herkesin eşit haklara, eşit yaşam şartlarına sahip olduğu bir dünya var olabilir miydi? daha da önemlisi herkesin mutlu olduğu bir dünya olur muydu? son zamanlarda beynini kemiren en büyük soru buydu.

    ruhunun, içinde bir yolunu bulup kaçmak için debelendiğini hissetti. oturduğu yere varmak üzere olduğunu o an anladı. köşeyi döndükten sonra sokağın başına gelmişti. orada bulunmasını pek bir manidar bulduğu ağaç, dallarıyla sanki buraya yolu düşenleri bu sokağa girmemeleri konusunda uyarıyordu. sokağın her iki tarafına uzattığı kollarıyla sanki bulunduğu yerin sıkıcı olduğunu, oradan uzak durulması gerektiğini haber veriyordu insanlara. ''hayır ağaççık'' dedi. ''orası benim layık olduğum yer. indir bakayım kollarını.'' istemeye istemeye kapının önüne kadar geldi. bir çeşit şifre gibi kapının belirli birkaç yerine vurduktan sonra kapıyı ittirerek odasına girdi. hem bedeninin hem de ruhunun verdiği yorgunlukla yatağına uzandığı gibi uyudu.

    gözlerini araladığında odada bir tuhaflık hissetti. odaya güneş açmıştı. hemen yattığı yerden fırladı. aman allah'ım! burası oda değil basbaya evdi. neler oluyordu böyle? kaçırılmış mıydı yoksa? neredeyse düşüncesine gülecekti. kim ne yapacaktı onu? bulunduğu odadan kalkıp diğer odalara göz atmaya başladı. bir yandan da evde birilerinin olmasından ürküyordu. neyse ki burada yalnızdı. başka canlıya dair en ufak bir iz yoktu evde. sarayda olduğunu düşünmeye başladı. böyle bir evi bırak daha önce görmeyi hayal dahi etmemişti. sadece uyandığı oda uykuya daldığı odanın iki katı büyüklüğündeydi. nerede olduğunu anlamak için pencereye doğru yöneldi. yüce rabbim! perdeyi açtığı gibi nefesinin kesilmesi bir oldu. kusacağını hissetti. aşağıda insanlar zar zor seçiliyordu. karşısında ise binlerce irili ufaklı yapıtlar yer alıyordu. bir an başka bir dünyada olduğuna dair saçma bir düşünceye kapıldı. fabrikadan arkadaşı hasan'la konuşma ihtiyacı duydu. dış kapıya doğru yönelirken hasan'ı nerede bulabileceğini düşünüyordu. onlarca, yüzlerce, belki binlerce merdiven indikten sonra toprağa ayağını basabildi.

    dışarıda daha önce görmediği kadar insan vardı. herkesin yüzünde mutlu bir ifade kimileri gruplar halinde kimileri de yalnız bir şekilde geziyordu. kesinlikle ya farklı bir zamanda ya da farklı bir evrendeydi. etrafta kendisine garip gelen onlarca şey vardı. daha önce birkaç kez gördüğü arabaya benzer şeyler, devasa büyüklükte macunlar, saraylardan çok çok daha görkemli yapıtlar. insanların kılık kıyafetleri de değişikti. üzerindeki giysiye baktı. tedirgin oldu. yataktan kalktığı gibi dışarı fırladığını o an farketti. kendinden utandı ama kimsenin ona alaycı gözle bakmadığına da epey bir şaşırdı. acaba görmüyorlar mıydı onu? tam o anda iki delikanlı sabah şerifleriniz hayırlı olsun efendim diyerek keyifle şakıyarak yanından geçti. böylelikle cevabını da almış oldu. derhal hasan'ı bulmalıydı. onunla konuşmalı, burada neler olduğunu ona sormalıydı . yoksa kafayı yiyeceğinden korkuyordu. onlarca sokak dolaştı ama hasan'ın izine rastlayamadı bir türlü. tanıdığı bir yer değildi ki burası. nereden bulcaktı onu? zaten tanımadığı insanların kendisine sürekli güleryüzlü bir şekilde selam vermesinden huylanmaya başlamıştı. sanırım, insanlara deli gibi gözüküp var olduğunu göstermeyi düşünürken gerçekten deli olmuştu. merakı bir su damlası gibi içinde kaynayıp dışarı taştı. yoldan geçen aşağı yukarı aynı yaşta olduklarını düşündüğü birini durdurdu.

    -selamun aleyküm efendi!

    -aleyküm selam. buyrun. bir şey söyleyecek gibi duruyorsunuz.

    -eee... şey... diye kekeledi. size biraz saçma gelebilir ama acaba hangi yılda olduğumuzu söyleyebilir misiniz?

    karşısındaki ilginç kıyafetli adam hiç şaşırmamış görünürken gayet kibar bir şekilde:

    -1425 efendim. bunda saçma gelicek ne var. insanlık hali. unutulabilinir.

    -insanlık diye geveledi hüseyin.

    birbirlerine hayırlı günler diledikten sonra ayrıldılar. adamın, sorulan böylesine saçma sapan bir soruya karşı hiç şaşırmaması, onunla alay etmemesi ve gayet sıcak davranması hüseyin'i oldukça etkilemişti. birden duraksadı. kan beynine sıçramıştı. az önceki konuşmada adam resmen 1425 yılında olduklarını söylemişti. '' neee 1425 mi? seni piç kurusu! demek benimle alay ettin ha! ben sana gününü göstermesini bilirim. '' adamı yakalamak için koşmaya başladı ama ne çare! adam çoktan ortalıktan kaybolmuştu. zaten görse de tanıyamazdı ya neyse. durduğu yerde soluklanırken önündeki camla kaplı mağaza vitrinindeki yazı gözüne çarptı. ''1425 yılının çıkan en son arabaları burada!'' afalladı hüseyin! demek adam doğruyu söylemişti. demek gerçekten de farkli bir yüzyıldaydı. düşüncelerim doğruymuş diye mırıldandı. o sırada yanından geçen küçük kız çocuğu gülümseyerek karşılık verdi. kendini daha önce hiç olmadığı kadar iyi hissetti hüseyin. mutlulukla sokakları dolaşıp, yeni dünyasını daha da derinden keşfetmeye çalışırken gerçekten de mutsuz tek bir kişiyi bile görmemesinden müthiş bir haz alıyordu.

    bam! bam! bam!

    hayri efendi daktiloda yazdığı öyküsüne tekrardan şöyle bir göz gezdirirken kapısına vurulan bu sesle irkildi.

    -aç kapıyı hayri efendi! burada olduğunu biliyoruz.

    komşusu mahmud'un sesiydi bu.

    derginin dün yayınlanan sayısında yazdığı padişah aleyhindeki yazıdan sonra başına gelecekleri az çok tahmin etmişti zaten. kapıyı açmak için ayağa kalkmaya yeltenirken kapı büyük bir sesle kırıldı. bir anda içeriye hücum eden komşularının bir kısmı hayri'yi yakaladıkları gibi çıkarıyordu. vurdukça vuruyorlardı..
    4 ...
  51. geçmişin kemirgenliği

    ?.
  52. tanım: geçmişte yaşanan acı olayların insanın beynini kemirmesidir.

    Üşümek istiyordum ama ruhen değil. Uzun zamandır zaten ruhum buz kütlesi gibiydi. Belki de bu yüzden, kendimi bahçeye attım. Bedenimin üşümesi, ruhumdaki soğukluğu unutturacaktı bana. En azından ben böyle düşünüyordum.

    Dışarısı adeta buz gibiydi. Küçük su birikintileri yerini buza bırakmıştı. Kar yağarsa baya tutacaktı herhalde. Hemen karşımda yer alan kamelyaya doğru yönelirken, 2 sene önce bu kamelyayı birlikte yaptığımız aklıma geldi. Aslında birlikte yapmış da sayılmazdık. Meral sadece sohbet ederek eşlik etmişti bana. O gün, öğle vakti bu evde buluşmuş, işe koyulmak için ikindi zamanını beklemiştik. Ne sıcak vardı ama! Bu arada da ''True Romance'' filmini açıp, izlemeye koyulmuştuk. Filmde Clarence Worley’ in yaptıkları ve Alabama' nın bunları romantik bulması Meral' e çok saçma gelmiş, romantik kavramı hakkında saçma sapan bir tartışmaya girmiştik. Ciyk ciyk… Konu kavga etmeye gelince üstümüze yoktu. Birbirimizin fikirlerine saygı duymaktan çok, fikirlerimizi karşı tarafa dayatmaya çalışıyorduk Asıl problem buydu ama şimdi anlıyordum bunu. Yine başlamıştım işte anılar girdabında debelenmeye. Zaten son zamanlarda kendimi bu yoğun, acımasız, gürültülü girdaba bırakmayı huy edinmiştim. Ciyk ciyk… Yine bir gün karşılıklı oturmuş, tatlı tatlı konuşurken ne olduğunu anlamadan sigarayla ilgili saçma sapan bir kavganın içinde bulmuştuk kendimizi.

    - Hayır! Sigara içen bir insanın, içmesinin engellenmesi tam anlamıyla faşistliktir!

    - Kızım ne alaka ya? Ben içmiyorum ve kapalı ortamda boğulmak istemiyorum.

    - Gitmeyeceksin o zaman öyle ortamlara. Bu kadar basit!

    - Eee şimdi bana yapılanın adı ne o zaman? Böyle bir saçmalık olur mu ya! Ne kadar düşüncesizsin!

    - Sen mi düşüncelisin yani? Bana diyene bak!

    - Konumuz bu muydu? Tamam kes artık!

    Bugün bile bu kavgaya nasıl tutuştuğumuzu anlayamıyordum açıkçası. Ayrıca, yine o başlamıştı kavgaya ama bitiren bendim. Kavganın üzerine sigarasını yakmış, Tekir ismini verdiği -ne kadar sıradan- kedisiyle birlikte odasına doğru yollanmıştı. Ciyk ciyk… Bu benim artık gitme vaktimin geldiğini gösteren bir hareketti. Bir şey demeden çıktım ben de.

    Güzel anılarımız da vardı tabi. Şarköy’ deki tatilimizi unutabilir miydi acaba? işlerimizden kaçamak yapıp istanbul’ a gittiğimizde inönü Stadı ne de güzel bir gün geçirmemizi sağlamıştı. Ciyk ciyk… Birlikte yazıp oynadığımız kısa filmlerde de çok eğlenmiştik. Yazmaya çalışırken girdiğimiz kahkaha krizleri, hala kulağımda yankılanıyordu.

    2.5 senelik ilişkimiz yaklaşık iki ay kadar önce bitmişti. Artık benim yanımda nefes alamadığını, dünyasını ona dar ettiğimi söylemişti. Sanki çok büyük dünyası varmış gibi! Ciyk ciyk… Bu ses de neyin nesiydi böyle? Yerlere bakındım ama bir şey göremedim. Işığı yakmaya yeltendiysem de girdap tüm hızıyla dönerken beni de tekrardan içine çekmeyi zorlanmadan başardı. bana göre boş yere ayrılmıştık. Tamam ilişkide bazı aksaklıklar vardı. Hiçbir zaman dört dörtlük bir zaman geçirmemiştik ama zaten bu dört dörtlük ilişki olayı tam bir zırvalıktı. Kim yaşıyorsa böyle bir ilişki yalan söylüyordu. Ciyk ciyk… insanın doğasında vardı şiddet. Önemli olan bunun miktarını ayarlamaktı. Bunu mu başaramamıştık acaba? Ne bok yemişltik de şimdi yalnızdık? Yalnızmıydık ki acaba? Belki de birini bulmuştu bile Meral! Bulur muydu! Evet. Yok yok, öyle bir kız değildi. En azından bir süre, güzel günlerin hatrına yeni bir ilişkiden kaçınmıştır kesin. Ciyk ciyk… Acaba o da benim gibi düşünüyor mudur bunları? Düşüncesiz biri olduğu kesin ama belki benim kadar olmasa da düşünüyordur bunları.

    Ciyk ciyk… Belli belirsiz başından beri duyduğum bu sesin kaynağını bulmanın zamanı gelmişti artık. Işığı yakmak için ayağa kalktım. O da ne! Işığı yakmamla birlikte kedinin tehditkar sesini duymam bir oldu. Bir anda öne atılan kedi fırladığı gibi fareyi kovalamaya başlamıştı. Az sonra da yakaladı zaten. Gözlerim ışığa alışınca kediyi bir yerlerden hatırladığımı farkettim. Biraz daha dikkatli bakınca nereden hatırladığımı da anladım. Tekir’ di bu! inanamıyordum. Ne işi vardı ki bu kedinin burada? Ne zamandan beri orada duruyordu acaba? Hemen bahçe kapısından sokağa fırladığım gibi etrafa bakmaya başladım. Meral kesin buralarda bir yerlerde olmalıydı. Tekir’ in hava almak için şöyle bir gezintiye çıkıp, sonra da beni görmeye gelmiş olacak hali yoktu ya! Etrafı iyice süzmeme rağmen göremedim onu. Belki dışarıya hava almak için çıkmış, yaramaz kedi de bunu fırsat bilip kaçmıştı evden. Kim bilir! Amaaan neyse ne! Yoktu işte! iyiden iyiye üşümüştüm de zaten. Bahçeme tekrar geri döndüğümde ne Tekir’ i gördüm ne de farenin kalıntısını. Bitmişti işte bu girdaplar! Bundan emindim. Yeni bir hayat başlıyordu artık benim için. Başkalarını düşünmek, nerede hata yaptım acaba diye kafa yormak yoktu. Sadece ben vardım. işte bu çok güzeldi! Tüm bu yeni başlayacağım hayatın getirdiklerinin verdiği rahatlıkla, evimin kapısına doğru ilerlerken, artık onu hiç düşünmeyeceğimden emindim. Bu gördüklerime gelince, kim bilir belki de beynimin bana oynadığı oyunlardı. Amaaaan neyse ne!
    7 ...
  53. çocukluk ve büyümek

    1.
  54. misket oynayan koca koca adamları hayretle izliyordum. içlerinden bir tanesi birkaç eldir oyunu yakından takip ediyor fakat oyun oynamıyordu. uygun zamanı bulduğu an misketleri kaptığı gibi kaçtı. adamlar peşine düşmeye çalıştıysa da yetişemeyeceklerini anlayınca kovalamaktan vazgeçip oyunlarına devam ettiler. az ötede iki genç kız plastik bebeklerini giydirip, özene bezene süslemekle uğraşıyordu. ne garip! belki yaşıtlarının çoğu o bebeklerin canlanacağı korkusuyla odalarında barındırmazken bunlar büyük bir şevkle bebeklerle oynuyordu. içlerinden biri hep birlikte saklambaç oynamayı teklif etse de bu, sıradışı grup tarafından kabul görmedi.

    çocuk parkında -ağzım açık bir halde- 30 yaşın üstündeki bu garip insanların oyunlarını izliyordum. parkta bir garipti zaten. daha önce oynadığım, gördüğüm parklardan oldukça farklıydı. bütün o rengarenk kaydırakların, tahterevallilerin yerini sadece beyaz renk almıştı. sanki diğer renkleri bir köşede sıkıştırmış, bu parka uğramamalarını söylemiş gibi. kum bile beyazdı. öyle bir ilginçlik vardı ki ortada, aklımı kaybettiğimi düşündüm. zaten ya ben delirmiştim ya da onlar delirmişti. ortası yoktu.

    gözlerimi parktan ayıramamış, tüm bu olanları seyrederken içlerinden birini tanıdığımı fark ettim. geçen gün taksisine bindiğim adamdı bu. yolculuk esnasında yolların berbatlığından, memleketin halinden dem vurduğumuz bu kaba saba adam, şimdi bu parkta altına işemiş, hangi oyunu oynayacağını şaşırmış gibi oradan oraya koşuyordu. üstelik onu kovalayan yaşlı kadın da oturduğumuz evin sahibiydi. elinde o beyazlıklar içerisindeki parkta zar zor seçilen beyaz mendille taksiciyi yakalamaya çalışıyordu. halbuki bu yaşlı kadın bırakın böyle koşmayı, yürüyebilecek güçte bile insan değildi. zar zor işlerini görebilen, evinden dışarı pek çıkmayan bir kadıncağızdı. şaşkınlığım bir kat daha artmıştı. sihirli bir yer olmalıydı burası. park bu dünyadan olmayan başka bir boyuttu sanki. içeriye girme cesaretini aradım kendimde. ya bir daha çıkamazsam parktan? ya beni de böyle bir tanıdık izlerse? anlaşılan tüm olan biten dışarıdan görülebiliyordu. ayrıca deli miydim ben? oraya girip ne yapacaktım? neyi anlayacaktım? yok,hayır. daha aklımı yitirmemiştim. iyi de buradaki insanlarda deli değildi ki! hiç olmazsa ikisi değildi. ama neden böyle davranıyorlardı? bu sorularla aklımı meşgul etmemeliydim. buradan derhal uzaklaşmalıydım ki öyle de yaptım.

    iyi bir işim,ünvanım vardı. böyle şeylerle kafamı yormamalı,beynimi meşgul etmemeliydim. bu insanların çocukluklarına kafamı yormak yerine kendimi, işime vermeliydim. hem onlar azınlıktaydı. kalabalık olan bizlerdik. bir grup kocaman çocuğu ne diye kafama takmalıydım ki? nereden de gitmiştim oraya! evimde kahvemi yudumlarken çizimlerimle uğraşmak yerine oraya beni götüren neydi? tamam, biraz hava almak için dışarı çıkmıştım ama hepsi bu! niyetim kafamı biraz dağıtmak, işlerimin başından biraz olsun kalkmaktı. asla böyle bir saçmalıkla karşılaşmayı ummamıştım. vaktimi de çalmıştı zaten tüm bu gördüklerim. hala da çalmaya devam ediyordu. bir an önce gördüklerimi unutup işime odaklamalıydım ki öyle yapmadım.

    oturduğum apartmana girdiğimde ayaklarım beni kendi evimin kapısına değil, ev sahibim ve üst komşum olan yaşlı kadının evinin kapısına götürdü. merak işte! insanı büyük buluşlar icat etmeye iten, insanın ufkunu genişleten, kapalı kapıları açan merak bende böyle vuku buldu. tüm bu olup bitenleri öğrenecektim. ona orada neler döndüğünü, ne saçmalıklar yaptıklarını soracaktım. gerekirse evi de boşaltırdım. hem deli hem de yaşlı bir kadını ev sahibim olarak da olsa çekemezdim. hele bunca işimin gücümün arasında hiç!

    derin bir nefes çektim. heyecanlanmıştım. evet, işte şimdi her şey tüm açıklığına kavuşacaktı. kapıyı vurdum ama açan olmadı. acaba hala o saçma çocuk parkında delirmesiyle mi meşguldü? ne bekliyordum ki zaten? onu orda bırakıp, doğru buraya gelmiştim. olsun, ben yine de burada bekleyecektim onu. eninde sonunda buraya gelecek ve rezil olacaktı. burada büyük bir gürültü çıkarır sonra da evini derhal boşaltırdım. evde mi beklesem yoksa burada bekleyip onu şaşkına mı uğratsam diye düşünürken açılan apartman kapısının sesiyle irkildim. ağır ilerleyen ayak sesleri apartmanda yankılanıyordu. bir an çıldıracağımı düşündüm. az sonra merdivenlerin başında belirdi. başına hep aynı şekilde bağladığı eşarbı, elinde çantası zar zor merdivenleri çıkıyordu. alnı terlemişti. beni gördüğüne dair herhangi bir tepki vermedi.

    ''nereden böyle teyzeciğim?'' diye seslendim. sakince başını kaldırdı. o an, zaten beni beklediğini düşündüm.

    ''hiç yavrum'' dedi. ''sisi'yle buluşmam vardı. oradan geliyorum.''

    sisi mi diye düşündüm. sisi de neyin nesiydi? artık bu kadının deli olduğuna emindim. tam ne saçmaladığını, onu gördüğümü, kendisinin tam bir deli olduğunu haykıracakken eliyle susturdu beni. çantasından çıkardığı beyaz mendille alnındaki terleri silerken '' arada sende kaldera' yla buluşsan iyi olur evlat!'' demesiyle sendelememe sebep oldu. duyduğum cümlenin karşısında midem bulanmaya başlamıştı. tüm bu olanların bir hayal olmasını istiyordum. bu kadın karşımda yoktu aslında. hayır, hayır! ne bu park ne parkta gördüklerim ne bu kadın ne de şuan konuştuklarımız! hepsi beynimin bana oynadığı oyunlar olmalıydı... gözlerimi kapadım ve biraz öylece bekledim. gözlerimi açtığımda kadın hala ayakta, bana bakıyordu. çaresiz gerçeği kabullenmek zorunda kaldım. tüm bu olanlar rüya değil, gerçeğin ta kendisiydi. zamanla hayatımın sadece çalışmaktan ibaret olması, hayatımda başka herhangi bir şeyin olmaması, çocukluğumu tamamen unutmam, hayatımda sadece işimin olması ne kadar saçmaydı. ama ben şimdi görüyordum bunu. insan çocukluğunu unutmamalı, ara sıra onunla dolaşmalıydı. evet! hayat sadece iş ve paradan ibaret değildi. insan büyüyünce çocukluğunu bir kenara fırlatmamalıydı.

    şey, kaldera mı? hiç işte, canım! küçüklüğümde arkadaşların bana taktığı ufak bir lakap sadece...
    0 ...
  55. tatil yerleri

    1.
  56. ruhumuzu dinlendirmek için, kendimize ödül olarak verdiğimiz; yorucu, kasvetli, sıkıcı koca bir yıl çalışmamızın karşılığı olan yerler... tatil yerleri...

    bizim için tıpkı kötü bir kazadan sonra verilen fizik tedavi kadar önemlidir tatil yapmak. zihnimizi boşaltmamız için daha iyi bir şey düşünülemez. yeni yerler görmek, farklı kültürleri tanımak, iç içe girmek onlarla, her şeyi bir kenara bırakıp o yörenin akışına bırakmak kendini. insanın ruhunu zehirleyen her türlü elektronik aletten uzak durmak. insani duyguları tekrardan hatırlamak ve yaşamak. kavgadan, gürültüden uzak durmak. bir yere yetişme korkusu yaşamamak. sabah kalkıp akşam yapıp yapmadığımızı hatırlayamadığımız kahvaltılara inat kendimizi şımarta şımarta kahvaltı yapmak. her zaman yaşamamız gereken şeyleri sadece yılın beş gününde yapmamızı sağlayan tatil yerleri...

    aslında bazıları bunu bile sorun yapabiliyor. neymiş efendim dinlenmek için gidiyorlarmış da daha çok yorulup geliyorlarmış. onlara söyleyecek çok şey yok. onlar tatillerin insanı fiziksel olarak değil ruhen dinlendirdiğini anlayamamış elma kurtları. i̇çleri geçmiş onların. ruh kavramını unutmuşlar. hayatın hiç bir anından zevk alamayan ölümün onu almasını bekleyen zavallılar!

    biz şanslılar rakılarımızı kaldıralım mehtaba ve seyre dalalım dalgaların sevişmelerini. maksat ruhumuz doysun, gözümüz değil.
    0 ...
  57. günümüz aşkları

    1.
  58. günümüz aşkları... ne kadar da çok seviyoruz bu lafı kullanmayı. sanki geçmişin aşkları farklıymış gibi. günümüz aşkları şöyledir yok efendim böyledir.

    soyut bir kavram olan aşkı, insanların somut yollarla ifade etmesini aşkın kendisine mal ediyorlar. yani insanların duygularını değil duygularını göstermek için yaptıklarını aşktan sayıyorlar.

    'eskiden' lafı vardır bir de. günümüz aşklarına olan öfkelerini dile getirirlerken peşine yapıştırıverdikleri. eskiden böyle değilmiş. yok ya. sen şimdi sırf uzaktan görebildiğin için, yanına sokulamadığın için daha mı çok aşıktın sevgiline? ya da şimdiki gençler her an görüşebiliyorlar diye daha mı az aşıklar sevdiklerine? değil ama gel de anlat bunu! tutturmuşlar bir kere.

    aslında bu bir tutam kıskanmayla yoğurulmuş özlemin dışa vurumu. çocukluğa dönmek arzularını böyle ifade ediyorlar. yoksa kim böyle komik bir şeye körü körüne bağlanıp onu savunabilir ki?

    değişenin duygular olmadığını ne yazık ki farkedemiyorlar. orta çağda yaşanmış bir aşkla günümüzde yaşanan aşk arasında sadece ifade ediliş yönü bakımından fark vardır. amaç aynıdır. karşındakini edebildiğin kadar mutlu etmek...
    0 ...
  59. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük