babayla birlikte tiyatroya gidilmiştir.tiyatronun başlamasına yaklaşık 10 dk vardır.sahnede bir oyuncu enterasan hareketler yapıyordur.*
- kelime napıyo bu ?
- bilmiyorum ki baba konsantre oluyo galiba
- çok biliyosun sen eşşoleşşek *
babam:bak bak kelime gözünü bile kırpmıyo ibne
ben:baba suss ya duycak herif
derken babamın yanındaki koltuğa 2 tane adam gelir
adam : beyfendi oyun başladı mı ? geç mi kaldık ?
babam: valla bu yavşak 1 saattir böyle bizde merak ediyoruz bi gazı var ama anlamadık daha.
hatıraların alkolle çok benzeşmesinden ötürü olabilitesi yüksek bir durum.
hani kanına girmeden orda bir süre dolaşmadan etkisini göstermez ya alkol.heh işte hatıralar da öyle değil mi ? zaman geçer daha da koyar düşündükçe baş döndürür gözleri karartır.öyle kuytu bir köşe bulup kusası gelir insanın ömrünün bütün artıklarını...sonra bacaklarını karnına doğru çekip öylece sızası...
zaman iyileştirmek bir yana mütemadiyen boşluk yaratıyor insanın ruhunda.hani o zaman siler,zaman ilaçtır falan hikaye çocuklar bile kanmıyor artık öyle palavralara..."zaman yarayı iyileştiriyor sadece ama ben düştüğüm günü unutmuyorum o acıyı da" diyor çocuk bile.
özlenleri sığdıracak ufacık bir yer bile bulunamıyor yürekte,içi boş sevgi heceleriyle avunamıyor insan,hep bir yanı eksik yaşıyor farkında olmadan ya da gayet farkında olarak ama farkında değilmiş gibi davranarak,sol yanının tarifi imkansız bir şekilde acımasına engel olamıyor büyük fırtınaları bile geride bırakabilen bünye...zaman iyileştiremiyor alıştırıyor sadece her daim yüksek tansiyonla yaşamaya alıştırır gibi.
akrep yelkovanı kovalıyor dönüyor dünya gidenlerde o da geri gelmiyor...
zaman iyileştiremeyince boş geliyor herşey, yaşamak nefes alabiliyor olmaktan ibaret oluyor sadece...yaşamak denirse işte.
duru: dünyanın en şık halteri.
ömer: hüznümün üzerine ağırlık koymam lazım. değil mi ama? yani vakitsiz bir gözyaşı
olmasın diye, muhtelif duygularımıza kas yapıyoruz.
duru : sen çok acayipsin ya
ömer : ben şahin görünümlü serçeyim, pego motorlu vosvosum.
içim dışıma uymuyor ama yine de her yere beraber gidiyoruz. hatta seni bile aynı anda seviyoruz.
eğer azeri kızıysa gayet normal bir durumdur çünkü azerilerde evlenmeden önce genç kızlar kaşlarını ve bıyıklarını alamazlar.sanırım binevi bekaret simgesi olmasından ötürü.
siz dünyanın bir ucunda tüm gözlerin üzerinize çevrildiği bir yerde,biz dünyanın öteki ucunda ayrı uluslardan olsak da,aslında yazarlar sadece kendilerinden oluşan tek bir ulustur: yazarlık ulusu...
çünkü nerede bir acı varsa yüreğimiz aynı anda sızlar
seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
sana olan sevgimi
sonsuzlaştıracak
bir yolculuğa yeniden başlamak için:
bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni **
''osman hiç bıçağın deştiği yerden kan akmadığı olur mu?benim de beynimden kan akıyor.ben düşünmüyorum,beynim kaynıyor.görüyorum,gözlerimi yumunca görüyorum.beynimin etten yuvarlağı üstünde her düşünce bir damla siyah kan gibi yuvarlanıyor.ben istemiyorum osman!fakat hiç bıçağın deştiği yerden kan akmaz olur mu?''
efsaneye göre başta bulunan girit kralı ölünce minos ve kardeşleri arasında taht kavgaları başlar.deniz tanrısı poseidon, minosun kardeşlerine gücünü ispatlaması için denizden boğa çıkarır.ancak minosdan kral olduğunda bu boğayı kendisi için kurban etmesini ister.minos kral olur ve poseidon'la yaptığı anlaşmayı unutur.bu duruma çok kızan poseidon minosun karısının bir boğaya aşık olmasını sağlar hatta minosun karısı yarı insan yarı boğa olan bir çocuk dünyaya getirir.minos bu çocuğu saklamak için çareler arar ve dönemin çok iyi mimarlarından olan daidalos'dan bir labirent inşa etmesini ister.daidalos labirenti inşa eder ancak minos bu durumu birilerinin öğrenmesinden korktuğu için daidalos ve oğlunu da kapatır.daiadalos kuşların tüğlerinden kendine ve oğluna kanatlar yapar ve balmumuyla sırtına bağlar.uçmaya başlamadan önce oğlunu tembihler."çok alçaktan uçma , uçarsan akıntıya gidersin.çok yüksekten de uçma yoksa güneş balmumunu eritir ve denize düşersin" der .ancak ikarus uçmanın verdiği zevk ve güneşe yaklaşmanın mutluluğla babasının tüm sözlerini unutur daha yükseğe çıkar.balmumundan kanatları erir ve denize düşer,boğulur.yunanlılar o bölgeye o vakitten sonra ikarus denizi der.
hani dışarısı çok soğukken kuru ayazken misal içeri sıcacık olur ya işte o zaman buğulanır ya camlar sonra o yoğunluğu kaldıramaz aşağıya doğru su damlacıkları akmaya başlar ya heh işte o hesap.ağlamamak için direnen gözlerin son çırpınışları...
bana unutmayı öğret sevmeyi öğrettiğin gibi hani.ben farkında olmadan süzülüver yine kalbime yazdıklarını sil hiç bitmeyecek olan bir kısırdöngüye emanet et tekrar...
bana unutmayı öğret sevdiğim... işime gelmiyor ya öğrenmek öğret sen işte yine de.istemezdim de senden böyle birşey bir gün lazım olacağını bilsem öğrenmez miydim?yine de senden istiyorum işte çünkü senden başkası öğretsin istemem.bilmem ben öyle çivi çiviyi söker falan...
23 nisan gösterisi için halkoyunları çalışması yapılmaktadır.gösteri için atabarı seçilmiştir. minik kelime oyuncusu da bu ekibe dahildir.çalışma sırasında çişi gelir hocaya söyler hoca gitmesine izin vermez.kelime oyuncusu tekrar yerine döner çalışmaya devam eder tabi hocanın komutları da...
hoca : evet çocuklar biiirrr ikiiii çeeek attt çeeek at
işte tam bu sırada kelime oyuncusu komuta uyar biiir ikiii çek attt çeeekk ohh. *
sigarayla birlikte içilmeye kalkıldığında olması muhtemel durum.çünkü sigara çay ikilisi ne kadar muhteşem bi ikili olsa da ikisinden biri mutlaka unutulur ve bu genelde çaydır.sigara biter çay akla gelir lakin çay piç olmuş loğusa şerbetine benzemiştir.
dokunmak var dokunmak var...
bilmediğin bir yaraya dokunursun örneğin yakarsın karşındakinin yüreğini tekrar kanatırsın inceden
bir de aynı anlama gelip farklı duygular hissettiren dokunmalar vardır
sevdiceğe dokunursun hassas narin bir kumaşmışçasına ,hayat bulursun yeniden onun teninde...
elleri soğuktan nasır tutmuş garibana dokunursun avcuna para sıkıştırmak niyetiyle ısıtırsın yüreğini farkında olmadan
yeni doğmuş minik savunmasız bir bebeğe dokunup, parmaklarını onun minik yüzünde gezdirerek kayıtsız şartsız güveni hissettirirsin ona
mutluluğa dokunmak vardır bir de sevildiğini hissettiğinde yaklaştığına da hissedersin ya işte öyle bir şey...
önemli bir şey olduğunda ve acilen söylenip telefonun kapatılması gerektiğinde daha alo demeden sabahtan itibaren neler yaptığını anlatan,cep telefonu çaldığında bir süre açmayıp telefondan çalan polifonik ilahiyi dinleyen ve dinleten şeker pıtırcık.
aşk insan olsaydı gözleri kör, sırtı kambur, yüreği yaralı olurdu büyük ihtimal ama buna rağmen dilden dile dolaşır yedi cihana duyulurdu güzelliği.çok can yakar çok canı yanardı,yalanlar söyler kendi doğrusuna inandırırdı,olmadı rest çeker o da olmadı çekip giderdi...
"sen duyduklarına inanıyorsun,söylenmeyene inan çünkü; insanın sessizliği sözcüklerden daha yakındır gerçeğe" sözlerinin sahibi lübnan'lı şair ve filozof.
öğrendim ki
insan büyüdükçe bizim zamanımızda diye başlayan cümleleri kurmaktan zevk alırmış
yıllarca beklenen 18 yaşdan sonrası su gibi akıp gidermiş
özgürlüğün bedeli yalnızlıkmış ve yanlızlık bir seçimmiş
yaşam insana sunulan büyük bir armağanmış her geçen gün boşluklarının doldurulması gereken...
sevdikleri acıtabilirmiş insanın yüreğini bazen istemeden
buna rağmen hafızanın kuytu köşelerindeki ufacık bir sevgi hecesi yetermiş onların olmadığı herşeyden vazgeçmeye
uyumadan aynı rüyayı görebilirmiş yürekten sevenler
sevince gitmeler kolay olmazmış
bir öfke anında silinemezmiş yaşanılan coğrafya
özlenirmiş babaların sert sözleri bile
bir insanın hayatının başrol oyuncusu olmak dünya starı olmaktan daha güzelmiş
gerçek dost azmış bir elin beş parmağını geçemeyecek kadar
hayat ayrıntılardaymış
anneler doğru söylermiş
kardeş, anne babanın yaptığı en doğru şeymiş...
neden foseptik çukuru denildiğini anlamadığım çukur.anlayamamamın sebebi ise foseptik zaten bok çukuru demek foseptik çukuru bok çukuru çukuru mu?nası yani? dedirtiyo ister istemez.
başlığı okuduğumda bana matematikteki tersin tersi kendisidir kuralını hatırlattı nedense.bir alakası var ama çözemedim henüz dur ben bi denklem kurayım olmazsa.
nişan düğün gibi curcuna sırasında farkedilmez önce içinde yaratıcağı boşluk.ama gidince...
gece yıldızlara bakarak üniversiteyi kazanma hayallerinin kurulduğu günler çıkar hafızanın kuytu köşelerinden
sabahlara kadar süren bol kahkahalı sohbetler gelir akla
gülüşmeler ,ağlaşmalar
sorunları çözmeye çalışırken her şeyi birbirine karıştırmalar
içinden çıkılamayıp alaya alınan her şey
hiç bitmeyen kalp kırıklıkları
sevmeler,aldanmalar,gitmeler
elbet kaybetmek değildir onu üstelik mutludur artık, onun sevinci senin sevincindir buruk ama onun adına güzel...
hayat insanın gözyaşına bakmadan hızla devam ediyor evet
mesela en sevdiğini kaybediyorsun sonsuza dek... bir gün ağlıyosun iki gün ağlıyosun günler geçtikçe ağlamaya devam ediyorsun yemeden içmeden kesiliyorsun bir süre sonra bi bakmışsın dinmiş gözyaşların yemek yiyip çay keyfi bile yapmaya başlamışsın.sigarayı bırakmamışsın.arkadaşlarınla buluşup geziyorsun. birkaç günde unuttuğun gülümsemeyi tekrar buluyorsun dudaklarında.üstelik şaşırmıyorsun buna çünkü hayat devam ediyor etmek zorunda.ister üzül, ister kırıl, ister vazgeç,ister yanıl...