Rogers Cup adı altında, kanada'da (montreal) oynanan ikinci tur mücadelesi.
kesinlikle monfils'in kariyer maçıydı.
ilk sette set için atılan servisi kırmasıyla seti tie-break'e taşıdı fakat kaybetti.
ikinci setin ortalarına kadar vasat bir oyun sergiliyordu, son zamanlardaki klasik monfils'ti adeta.
fakat ikinci setin son 4 oyunuyla birlikte gerçekten kusursuza yakın tenis oynamaya başladı. 5-3'ten çevirip 7-5 kazandı ikinci seti.
ardından final setinde yine maç için kullanılan servisi kırarak maçı tie-break'e taşıdı.
kötü başladığı tie-break'te 6-3 geriye düşmesine rağmen, tam 4 kez maç puanını çevirerek, üst üste aldığı 5 puanla maçı kazandı.
bu maçı izlemeyen tenis tutkunları kesinlikle çok şey kaybetti. fakat izleyen nishikori'ciler de çok şey kaybettiler...
lütfen özetini bulun ve izleyin. tribünlerin defalarca nasıl ayakta alkışladıklarını görün. monfils belki en iyisi değil, fakat kesinlikle ne zaman ne yapacağı en çok belli olmayan tenisçidir.
sinem kobal'ın selena olduğu zamanlarda, popstar yarışması için izmir'e geldiği dönemde, kendisiyle sağlam bir bakışmamız olmuştu. ayıp olmasın diye başımı çevirmeme rağmen, sonradan dayanamayıp baktığımda onun hala bana baktığını görmüştüm. arda turan tercihini bu yüzden hep yadırgamıştım fakat yıllar sonra kenan imirzalıoğlu'na gönlünü kaptırınca; o gün gerçekten beni süzdüğüne inandım. çünkü kenan'a olan benzerliğim su götürmez bir gerçek.
Jehan Barbur tarafından imal edilmiş olan, 2010 yılına ait fevkalade bir parça. Dinlediğinizde 45'liklerin tadını verir size. Sanki eski bir parçayı yeni bir sesten dinliyormuşsunuz gibi hissedersiniz. Şahsen son derece etkilendim.
seve seve ölürüm senin için
yine yine tek bir bakışın için
hadi hadi bak bana
cesaretin varsa aşka
seni ilk gördüğüm günü hatırladım
kandırdı beni birden tek bir bakışın
senindi tüm aşkım senindi hayatım
kalbimi kırıp bıraktın
seve seve ölürüm senin için
yine yine tek bir bakışın için
hadi hadi bak bana
cesaretin varsa
bile bile ölürüm senin için
seve seve bir daha aşkın için
hadi hadi koş bana
yarınlarımıza...
Merhaba canlarım. Başlığı önce "sevdiğini kendine bağlamanın yolları" diye okudum, bunun hakkında birtakım önerilerim olabilirdi olumlu yönde sizleri teşvik etmek adına.
fakat iş "sevgiliyi" bağlamak olunca, olaya sonradan dahil olan bir isteksizlik söz konusu oluyor.
sevgilinizin size bağlı olmaması demek; sizden uzaklaşmış, sizden soğumuş, size karşı isteksiz, size değer vermiyor ve daha nicelerini içinde barındıran olumsuz duygular besliyor olması demektir. olabildiğince hızla koşarak uzaklaşın ondan. unutmayın, hayatınıza girip de size karşı fedakâr olmayı reddeden her kim olursa olsun sizden değerli değildir.
orta vadede, hatta kısa vadede bile bu sizi psikolojik olarak çok zor durumlara sokabilir. hayatınızın akışı değişebilir, geleceğe dair bakışınız farklılaşabilir ve aklınıza bile gelmeyecek türlü travmalara itebilir bu sorunlar sizi...
sevmek, hayatta karşılığını bekleyeceğiniz tek şey olsun. sevilmiyorsanız asla fazladan vakit ayırmayın.**
Bugün alsancak'ta bir kitapçı çıkışında göz göze geldiğim tatlı şahsiyet. ilk etapta kendisini görmemiştim, bana birinin baktığını fark edip döndüğümde onun olduğunu gördüm. Sonrasında utanıp gözlerini kaçırdı.* Halbuki bir iki kelam edebilirdik, sonraki karşılaşmamızda artık umarım. sevgiler hasibe'cim.*
son gaziantep maçında kazandırdığı penaltının ardından, kullanmak için takım arkadaşlarına adeta yalvaran; ardından da -sanki beş kişiyi çalımladıktan sonra gol atarak eski takımını rezil rüsva etmişçesine- gururlanarak "sevinmeme" triplerine giren futbolcumsudur.
biraz dikkat edin koçlarım, sizin yaptığınız tafralar kadar rezillikleriniz de görüntüleniyor yayıncı kuruluşlar tarafından. eminim antep halkı da "naabıo ule bu ırgat" diye g.tüyle gülmüştür bu duruma.
10 yıl sonra sınava girip, uluslararası ticaret bölümünü 4. sıradan denk getirdiğim güzide üniversitelerimizden biri.
hiçbir şekilde hazırlanmadan girdiğim bir sınavdı. bir arkadaşımın ısrarı üzerine girmiştim ve aldığım puanı görünce tercih yapmak istedim haliyle.
izmir'den istanbul'a pek yetişemiyorum. istanbul'a olan yakınlığı sebebiyle gidip okumayı düşünüyorum.
işin tuhaf tarafı da daha önce 2-3 kez edirneyi komple gezmiş olmam. ilk kez 2007 yılında gitmiştim keşan erikli'ye ve daha o zamanlar hissetmiştim hayatımda bir yeri olacağını sanki...
keşan'da yaşayan, okuyan ya da bilgisi olan arkadaşlar genel bir bilgilendirme yaparsa çok sevinirim. özellikle kiralar, yaşam kalitesi, hayat pahalılığı gibi öğrenmek istediğim detaylar var.
filmdeki en büyük mesaj, efsun karakterinin odasının kapısında asılı olan "kitabı filmiyle yargılama" yazısıydı bence.
bu mesajı taşıması gereken onlarca türk filmi varken, bence uyarlama olarak son derece iyi olan bu filmin vurgu yapması son derece manidardı.
içeriğe gelirsek, çok eğlenerek izledim ve kaç sahnede kahkahalarla güldüğümü sayamadım bile...
kitaptan uyarlamalarda, işin bir kısmında aksaklıklar olduğunu görüyorum genelde. yerli, yabancı fark etmeksizin aynı kopukluk ya da eksiklik göze çarpıyor -ki bu filmde de aynı şey vardı- o da düğümden çözüme bir anda bıçak gibi kesilerek geçiyor olması. yani tam olarak yükseldiğinizde yavaş yavaş alçalmıyorsunuz. o yükseklikten kendinizi aşağıya bırakıyorsunuz. bu biraz rahatsız ediyor beni.
özetle bu filmi kesin olarak izlemelisiniz. harika bir işlenişe ve diyaloglara sahip...
sözü ve müziği malum kendisine ait olan bir soner sarıkabadayı şarkısı. kendine ayırdığı şarkıların besteleri genelde birbirine çok benziyor fakat sözleri ayrı ayrı derin anlamlar taşıyor. kendine ayırdığı diye vurgulamak istedim çünkü başkalarına gayet birbirinden farklı tınıların oluşturduğu eserler veriyor. bunu özellikle mi yapıyor; bence evet.
"ağrılı başımız" adlı teklisini, ortalığa bir bomba gibi bırakıp kaçan "sanatçı". sözleri kendine ait olan bu güzel parça, müziğinde mert dörter'in ona eşlik etmesini sağlamış.
her ne kadar ilk çıktığı zamanlardaki tarzını bir hayli değiştirmiş olsa da tan'ı severek dinlerim. ama tabii ki o hafif alaturka tarzı, o nağmeleri çok daha fazla yakışıyor. şarkıyı da paylaşayım, sözleri de müziği gibi güzel.
Yanıldık bir hata yaptık
Yüz yüze bağırdık
Biz, bize ağırdık
Bile bile bu sonuca vardık
Doğruyu bulamazken
Yanlışı denemeden
Fazla kalmadan yer etmeden
Günahlara günah eklemeden
Sevdiğim kadar çok öğrendim
Sabrımız tükenmeden bitmelisin
Tarifi yok ihanetin içimizdeki nefretin
Aşka biçtiğim değerin karşılığı yok
Affetmek özgürleşmek
Zaten mümkün mü birleşmek
Aşktan ağrılı başımızın tedavisi yok
Fazla kalmadan yer etmeden
Günahlara günah eklemekten
Sevdiğim kadar çok öğrendim
Sabrımız tükenmeden bitmelisin
Tarifi yok ihanetin içimizdeki nefretin
Aşka biçtiğim değerin karşılığı yok
Affetmek özgürleşmek
Zaten mümkün mü birleşmek
Aşktan ağrılı başımızın tedavisi yok
adet'tendir tanımlayalım başta: genellikle ülkemizin doğusunda doğup, doğurup, doğuşanların kullandığı; artık tabii ki gizliliği kalmamış olan farklı bir "regl oldum" deyişidir.
ayrıca az sonra bahsedeceğim fevkalade türk filmidir.
melisa celayir haricinde olağanüstü oyunculuklar, ülkemizde sürekli halının altına süpürülen bir konu ve kıbrıslıların harika türkçeleri...
öyle ki bu film, reklam kaygısı bir kenara bırakılarak bütün televizyon kanallarında tanıtılmalı; insanlar izlemeye teşvik edilmeliydi.
belli ki üzerinde uzun süre çalışılmış bir yapım bu. filmin sonunda çalan iki şarkıyı da paylaşmak isterim. gayet güzel ve etkileyiciler.
film hakkında herhangi bir deşifre içermiyor, dinleyebilirsiniz. ama filmi de izleyin sonra, mutlaka...
Özür dileme benden
minicik bedenimden
kimseyi affedemem
canım böyle yanarken
Nasıl kıydınız bana
daha oyun yaşında
çaresiz yalnız kaldım
Hayatın karşısında
Reyhan kokmuyor artık
tenimde el kokusu
gelinliğim kefen mi
yok mu Allah korkusu
Güneş her gün doğsa da
Karanlığa gömüldüm
Nefes alıp versem de
Yaşayan bir ölüyüm
Vicdanını bir dinle
Ne söylerse nafile
Ben seni affedemem
Özür dileme anne
Reva gördüğünüz hayat
Sanki ölümün adı
Bundan böyle ömrümün
Kalmadı hiç bir tadı
Reyhan kokmuyor artık
tenimde el kokusu
gelinliğim kefen mi
yok mu Allah korkusu
Güneş her gün doğsa da
dünyam karanlık hâlâ
Yaşayan bir ölüyüm
Allahım güç ver bana
----------------------------------------
elini çek kızıma dokunma
çocuk yaşta o daha yok mu utanman
yaşayan bir ölü artık minicik beden
affetmez seni canı böyle yanarken
asla temizlenemez baki kalır leke
ahlaksızın dik alası işte azgın teke
azrailin avucunda yazılır ismin hürmetine
insan doğasında yok böyle bir töre
ona evlilik değil evcilik yakışır
ölsen de bu günah yakana yapışır
hayattaki yerini bil soysuz
yalansın komple insanlıktan yoksun
görmezlikten gelme karanlığa iteni
bana ne dersen batar bu günah dikeni
sessiz kalmak üstlenmektir bu vahşi suçu
er ya da geç sana da batar bunun dikeni
elini çek kızımdan kızıma dokunma
hiç düşünmedin ama onun istediği tek şey bir salıncağa binip bu dünyada yok olmak
nasıl bi namertliktir, nasıl bir erkekliktir
sadece hayallerine sığınmış bir çocuğun yanına sokulmak
hangi şerefin hangi onurun namus mahsülüdür
bu görünen şeytanın orak tutmuş bi post türüdür
indirin maskeyi, yırtın atın kostümünü
Tahammülüz kalmadı, gömün geçmişin bu yoz kültürünü
vicdan, 13 yaşında gelin olmuş bir çocuğun çığlığıdır
çocuğa cinsel istismar insanlık ayıbı
vicdanınız yok mu durdurun bu kıyımı
kader değil, töre değil, vahşet bu lanet
sübyana saldıran töre değil cehalet
polis, savcı, hakim, jandarma duyun ha
cezasını verin çocuktan gelin olmaz
ananı, bacını, karını, kızını getir aklına
küçüğe el uzatmak yok kitabımızda
gözünü yumma, bu asla yok etmeyecek o çocuğun çığlığını
baktığında duyabilirsin bak, uzakta değil
biraz sorgularsan eğer merhametinin zayıflığını
insanlığına inan bu vahşet yakın uzakta değil
onun bir hayatı var, onun bir hayali
o konuşabilen bir varlık, hiç kalmasa bile mecali
onun bir ruhu var be, onun da görür gözleri
o bir insan ve hiçbir zaman affetmeyecek şerefsizleri
Bana göre fevkalade dram oyuncusu olan ama geçmişi başarısız komedi deneyimleriyle dolu halil sezai'nin, başrolünü şafak pekdemir'le paylaştığı devam filmi.
ilk filmden fazlasıyla beslenmişler ve bence çok etkileyici bölümleri de vardı, vasat taraflarından fazla olmak kaydıyla... sonunu biraz aceleye getirmişler ayrıca, orayı hiç beğenmedim daha gizemli ve vurgulu işlenebilirdi. filme mi acıdınız bir 10 dakika daha çekeydiniz.
filmi bir kenara koyup, her gün defalarca dinlediğim şu şarkıyı paylaşmak istedim aslında; film işin hikâye kısmı.
Şimdi Galata'da bir meyhanede
Aklım o zat-ı şahanede
Dostlar gönlümü eyler boşa
Artık kalmadı bir bahane de
Şans ne gezer divanede
Onca içtik meyler boşa
Sonsuz bir akşamüstü şimdi hasret
Gitmez çakıldı kaldı semaya
Canımın canı gönlümü kahret
Gitme müptela etme cefaya...
--sözler--
işlediği suçlardan dolayı kamu hizmeti cezasını bir akıl hastanesinde temizlik görevlisi olarak çeken kumarbaz Jay, aynı hastaneye hasta olarak gelen Daisy ile tanışarak, aralarında başlayacak komik ve trajik bir arkadaşlığın temelini atmış oluyor.
aynı zamanda bir road trip olduğunu da söyleyebilirim. film tanıtımında böyle bir bilgiye rastlamadım, şahsen yol maceralarına hasta biri olarak böyle filmlere ilgi duyanların bir hayli fazla olduğunu düşünüyorum.
ayrıca sizi duygudan duyguya sürükleyecektir. ben uzun zamandır bir kadın oyuncuya bu kadar gülmemiştim, o kadar doğal ve harika bir oyunculuk cidden.
egzotik bir berkay şarkısı. sanki sevişme sırasında ya da başlarken dinlenmesi için bestelenmiş.
sözü ve müziği kendisine ait. klibindeki oyunculuk kime ait o konuda bir fikrim yok.
berkay'ın meziyetli insanlarla çalıştığı belli. Yaptığı son birkaç iş gayet başarılı. bu şarkının da tamamı çok güzel ama nakaratı bir başka tabii ki...
Sonbahardı, soğuk bir sabahtı
Gördüm seni, bana yakın gözlerini
Ne zamanı, ne beni hiç anlamadın
Neydi bu sendeki hayatın rengi
ilk tanışmamız, ilk bakışmamız hâlâ çıkmadı aklımdan
Şimdi ne oldu, böylece bitti ama bendeki aşkın bitmedi
Susuyorum, çok yalnız kaldım işte
Duruyorum, nasıl geçer hayat böyle
Susuyorum, çok yalnız kaldım işte
Duruyorum, ölüme yakın uykulardayım
Gel, gel, gel
Gel çok özledim gel, gel, gel
Çok çaresizim gel, gel, gel
Böyle bitmesin gel, gel, gel...
Tam üç aydır çok uzaksın sen bana
Yalvarmıştım, dualar ettim Tanrıya
Küçük ellerinle ellerim kavuşsun diye
Son bir şans ver bu aşkın hatrına
lk tanışmamız, ilk bakışmamız hâlâ çıkmadı aklımdan
Şimdi ne oldu, böylece bitti ama bendeki aşkın bitmedi
Susuyorum, çok yalnız kaldım işte
Duruyorum, nasıl geçer hayat böyle
Susuyorum, çok yalnız kaldım işte
Duruyorum, ölüme yakın uykulardayım
Gel, gel, gel
Gel çok özledim gel, gel, gel
Çok çaresizim gel, gel, gel
Böyle bitmesin gel, gel, gel...
acun firarda kadar olmasa da güzel program. aralarında ufak bir iddiayla birini fakir, diğerini de zengin tatilci yaparak dünyayı geziyorlar.
özellikle ucuz tatilciliğin ve az parayla çok şey yapmanın da işlenmesi harika. ilk programda 100 dolarla tayland'da almeda'ya tatil yaptırdılar. çalışıp para kazandı kendine masaj yaptırdı falan güzel bir konsept.
şopar çocuğun da verdiler eline birkaç bin dolar adaya yolladılar. şahsen ekmek almaya bile yollamam...
acunun da çakal çukallığı burada devreye girmiş. fazla masraf olmasın diye ucuz ve sikindirik bir ülkeye yollamış garipleri. 1 tayland bahtı tam olarak 0.031061 dolar
almeda diyodur evde kalsam daha büyük tatil benim için aq
albümündeki beş şarkıyı da dinledim. "sonsuz teşekkürler" haricindekiler hoşuma gitmedi, boşuna para harcanmış bence o şarkıların bestekârlarına, söz yazarlarına, orkestrasına... ama çıkış parçasını da neredeyse her gün dinliyorum o kadar güzel yani...*
biraz tarzını oturtmasını içine sindirmesini beklemek lazım ido'nun. diğer şarkılarında bu sorun bariz olarak belli ediyor kendini. sesi biraz arabesk fanteziden uzak tutmaya çalışıyor, eminim kendine yakıştırmadığı için yapıyor bunu.*
ama tabii babasından ona geçen bir gırtlak var, sesi de ondan dolayı güzel. bunun üzerine giderse eğer, babası kadar olmasa da, harika bir sese ve yoruma sahip olabilir.
ayrıca 'sessiz' şarkıcılarla kıyaslanmaması lazım. canlı olarak dinlemek de şart ama albümde sesinin altında destek vokal kullanmaması,, sadece kendi sesini kullanması bile onu o sözde şarkıcılardan ayrı bir yere koymamızı gerektirir.
her ne kadar tüm pozitif faktörler sevgili ido'nun yanında olsa da*, ben sesinin ve yorumunun yıllar geçtikçe katlanarak güzelleşeceğini ve eşsizleşeceğini düşünüyorum; bu dalla ilgilenen biri olarak...
bu yıl, geçen yıl kazandığı aylık 500 bin liradan fazlasını kazandığına emin olduğum izdivaç programı sunucusu.
programında reyting uğruna ağırladığından hiç şüphe duymadığım, çocuk sahibi olamayan bir çifte, özel bir hastaneden 5-10 bin lira arası tutacak olan tüp bebek işleminin karşılanacağını duyduğunda cocuklar gibi sevindiğini gördüm.
halbuki orada evliliği aklının ucundan bile geçirmeyen insanları barındırıyor, onlara sırf reyting uğruna ev açıyor, ihtiyaçlarını karşılıyorsunuz. Kendi aralarında ilişkiler yaşıyorlar, saklıyorlar, masumane kendilerine talip olarak gelen insanları salak yerine koyuyorlar; izlenmek uğruna karakterlerinden ödün verip ses çıkarmıyorlar.
5-10 bin lira için de havalara zıplayıp, bana patlamadı diye sevinmesi, ne kadar yapmacık olduğunu gösteriyor...
çeşitli illerde, bölgelerde farklı yerlerden türlü sebeplerle gelen insanlar; bakarsınız bu yolla kendilerine bir süreliğine kalacak yer bulabilirler.
şans da lazım tabii ki, o konuda bir şey yapamam. böbrek ticaretine falan dikkat edilmeli...
bu akımı başlatmak adına; sürekli iş teklifleri aldığım istanbul'da, en azından görüşmelerimi yapabileceğim kadar ya da anadolu yakasında kendime uygun bir ev bulana kadar kalacak yer arıyorum.
sadece bir durak gidiyor, afedersin götünü yere koymanla beraber taksimde ya da kabataştasın.
aleti halat yardımıyla götürüp getiriyorlar. devamlı götür getir işte niye bi sefer için yarım saat bekletiyorsun insanları? biniyorsunuz ama bu hemen gideceğiniz anlamına gelmiyor yani...
zamanında istiklal caddesinde olan fakat bulunduğu bina yıkılınca (bana anlatılana göre) tam olarak mcdonaldsın karşı sokağına taşınan, şu ana kadar yediğim en iyi profiterolü yapan pastanedir.
adamların tuhaf huyları da var. tabaklara koyuyorlar profiterolü ve ortadan kayboluyorlar. siz içeri girip, masadan alıp giderek istediğiniz yere oturup yiyorsunuz. karışanınız, görüşeniniz yok. işiniz bitince de kasadaki arkadaşa gidip kaç tane yediğinizi söyleyerek ödemeyi yapıyorsunuz.
eşsiz çikolatası ve harika sunumu ile bu profiterolü tatmanızı şiddetle tavsiye ederim...
Orasinda burasinda gezerken aralikli olarak cuzdanimi kontrol ettigim yuce sehir...
Pazar gunu gelip gezmeye kalkarak, zihnimde istanbulu kismen katletmis oldum. Yanimda rehber kuzenlerim ve ailem olmasa herhalde ilk saatimde basip karsiyakaya donerdim...
Su anda bu yaziyi kiz kulesinin karsisinda bir cafede otururken yaziyorum ve diyebilirim ki anadolu yakasinin kesinlikle avrupa yakasina oranla yasanabilirligi daha fazla. bu sehir bu kadar insani kaldirmiyor. hele ki avrupa tarafi hic mi hic kaldirmiyor. Anadolu kismi yine bizim o taraflari andiriyor pek yabancilik cekmiyorum burada...
(taksime gidiyorum gece yazmaya devam edecegim entry israfi olmasin)
gittim, gordum, bildiriyorum...
Bastaki pesimist soylemlerimi bir kenara koyabiliriz oncelikle. su sozumun hala arkasindayim ama... evin anadoluda olacak, eglenmeye avrupaya gideceksin.
Fünikuler diye bir seye bindim egimli garip hastalikli bir alet. ve sunu anladim ki uskudar istanbulda her yere gidebilmek icin en uygun yer. karsiya bircok farkli sekilde gecebiliyorsunuz. kalabalik avrupaya gore cok daha az, bu da tercih sebebi.
Ama ne olursa olsun bir karsiyaka degil. Her taraf insan, her yer isik, hayata hic ara verilmiyor. insan yalniz kalamiyor...
E kaderden mi kederden mi bilinmez, birlikte de olamadigina gore, istanbul neye yarar?
Guzel guzel, 6 sene once gelmistim pek firsatim olmamisti gezmeye. ama bu kez karar vermek icin yeterli sebebe sahip oldum. istanbulda yasayabilirim...
Meydaninda mimar sinanin yaptigi mihrimah camiinin bulundugu, marmarayin hemen karsisina istasyon diktigi, netten edindigim bilgiye gore 12 tane tarihi hamama sahip, bu sabah sifa hamamini deneyecek oldugum, meydaninda kargalarin eksik olmadigi ve meydanindan baska bi bok bilmedigimi anladigim sirin bir istanbul ilcesi.
bir önceki yaz tatilinizden bu senekine kadar geçen 1 yılın stresini, yorgunluğunu, yaşanmışlığını atmanızda büyük rol oynayan tatildir.
takriben 5-10 gün arası sürer.
belli bir otele, tatil köyüne falan bağlı kalarak bütün tatili yatış pozisyonunda geçirmeye tamamen karşıyım.
bu yıl ailemle geçirmeyi planladığım tatil şu şekilde;
1. gün çanakkale gelibolu
2. gün edirne keşan
3. gün edirne erikli (keşan'a bağlı) (7-8 sene önce gitmiştim harika bir plajı ve denizi var. ölmeden önce görülmesi gereken yerlerden. maldivleri andırıyor *)
4. gün tekirdağ marmaraereğlisi
5. ve 6. günler istanbul adalar madalar (çok yoğundur gerçi ama istanbul'u severim)
uzun zaman sonra dinlediğim, müziği harika; nakaratı fevkalade (kalanı idare eder), en hoş rafet el roman şarkısı.
Kendini kandırdı bu aşkta
itiraf arzular inatla
Muhtelif umutlarla karmakarışık
Ben hiç tereddüt etmeden sevdim, yalan nedir bilmeden
Karşılıklıdır her şey sandım
Adımla seslendi, nasıl ağrıma gitti, nasıl kırgınım
Artık aşkım demiyordu, sevmiyordu anladım
Adımla seslendi, nasıl kalbime indi, nasıl üzgünüm
Günlerce yüzüme gülmüyordu, demiyordu canımsın
Aşk önce sevilene sonra sevene düşermiş
Geriye tek keşkelerle kaldığımda anladım
Aşk önce sevilenle, sonra sevenle kalırmış
içime hep gam ve keder soluyunca anladım
artık şu şarkılar biraz farklı görülmeli. gazete okur gibi dinlenmemeli. alışmış millet zıtlıkların harmanlanmasına, saçma sapan ironilere...
alev alev üşüyorum, buz gibi yanıyorum, avaz avaz susuyorum, çıt çıkarmadan haykırıyorum... bu ne lan
eskiden harbi harbi rock vardı, dinleyeni farklıydı, söyleyeni farklıydı, yayınlayanı farklıydı. şimdi bi osurdular popüler rock diye bir bok, her tarafta aynı bok.
şimdinin yeni yetmeleri, o götü boklular; serdar ortaçı, rafet el romanı, hakan altunu falan beğenmemeye başladılar. yaptığı işleri küçümser oldular.
sözüm ona rock müzik takipçisi, götünde başında halka olan tipleme sana söylüyorum. şebonun falan dili olsa da bi sessizce haykırsa, çığlık çığlığa sussa senden tiksindiğini anlatsa ama o da şaşkın.
ne hale geldi bu siyahını s.ktiğimin rock müziği diye iç geçiriyordur eminim...
neyse işte rafet güzel şarkı yapmış, bu işlerden yetişmiş biri olarak garantisini veriyorum size. rock müzikten de hiç hazzetmem, ne dinlerseniz dinleyin. sadece benim kavgam, pop müzik çalan radyolarda saçma sapan rock grupları çıkmasın arkadaş pop 40ın 20si rock müzik ama içine gir fantezi *