stefan zwieg'in uzun ve güzel bir öyküsüdür ki ayrıca alman edebiyatının en önemli eserleri arasında gösterilir.
eser konu olarak naziler tarafından bir otel odasında mahkum edilen dr b.nin satranç öğrenmesiyle günlerini nasıl geçirdiğini, yaşadığı psikolojik süreci mükemmel bir şekilde anlatıyor. daha sonra olay, bir gün dr b. gemiyle new york'tan buenos aires'e giderken dönemin dünya satranç şampiyonu olan czentovic ile karşılıklı oyun oynamasını ve gemide geçen bir takım olayları anlatıyor.
zwieg bu kısa ama öz romanıyla nasyonal sosyalizmi satranç üzerinden etkili bir şekilde anlatmayı başarmış.
öykünün baş kahramanı dr b. hümanizmi temsil ederken, czentovic ise katı tutumu, duygudan mahrum yapısı, sert ve donuk bakışları, çoğu kez spastikçe davranışlarıyla nazileri temsil ediyor.
kitapta geçen muhteşem sözlerden biri;
"siyah olan ben, beyaz olan ben'in yapacağı her hamleyi heyecanla bekliyordu."
bir düşünün, bu dünyada yaşadığımız herşey aslında gerçek ben ile olmak istediğimiz ben arasında gidip gelmemizden ibaret değil mi? ya yaşadığımız sorunlar; siyah ve beyaz ben'in çatışmasından çıkmıyor mu?
kitaba ayriyeten hava veren şey ise yazarın kitabı yazdıktan iki ay sonra eşiyle beraber brezilya'da intihar etmesi.
diyarbakır cezaevi 80-82 yıllarında mahkum olan mahmut özdeş'in yazmış olduğu şiir. şiir diyarbakır zindanını, vahşetini, yaşananları tüm çıplaklığıyla anlatıyor bir nevi. buyrun;
sakın yapmayin
sakın darbecileri göz altına aldığınızda çıplak beton üzerinde yatırmayın,
gözlerini bağlayıp çırılçıplak soyup işkence yapmayın,
falakaya yatırmayın,
elektrik vermeyin.
filistin askısına asmayın
mahkemeye götürürken ellerini arkadan kelepçeleyip zincirle birbirine bağlamayın
yere düştüklerinde tekmeleyip joplamayın.
tutuklandıklarında hoş geldin dayağı atmayın.
boklu hücrelerde günlerce, haftalarca bekletmeyin.
dayak düzeni aldırmayın, esas duruşta saatlerce bekletmeyin.
havalandırmada
"tarihi çevir at sesi mızrak sesi bunlar.delmiş romanın gögsünü mızrak gibi hunlar"
marşını söyletirken sesi az çıkarsa,
sözlerini unuturlarsa sırtlarında sopa kırmayın,
logara sokup boklusu içirmeye kalkmayın.
geceleri koğuşu basıp sıra dayağından geçirmeyin,
eşyalarını parçalamayın.onları sigara dumanıyla boğmayın,
içine canlı fare attığınız yemekleri yedirmeyin.
ama paşanın yazdığı beyaz kitabı verin okusunlar.
soğuk kış günlerinde çırılçıplak soyup beton üzerinde yatırmayın,
görüşmeye gittiklerinde yerlerde sürükleyerek çiğnemeyin.
aileleri karşısında dövmeyin,
çince konuş çok konuş diye dövmeyin.
çince bilmeyenleri bir haftada konuşamazsan ananızı belleriz diye hırpalamayın.
kopek coya ısıtmayın...
bütün gün işkence gören insanların çığlıklarını kaydettiğiniz bantları dinleterek ağır psikolojik işkence yapmayın...
başbakana sövdü diye koğuştan çıkarıp soyup tecavüz etmeyin.
ceza evinde sorgu tezgahı kurup yeniden işkenceye başlamayın.
görüşmelerine gelenlere eziyet etmeyin, görüş yasağı koymayın.
gelen eşyalarına veparalarına el koymayın.
bize yapılanları lütfen darbecilere yapmayın.
yaparsanız iki elimiz sizinde yakanızda olur sakın unutmayın.
nickinden anladığım kadarıyla laz uşağı olan ama nedense bu ülkede bir türlü anlam veremediğim türk olmayıpta türk milliyetçiliği yapan insan yığınına dahil olan, faşist yazar.
vladimir vladimiroviç mayakovskiye ait olan şiirdir. 5 mart 1922 tarihli izvestiya gazetesi'nde yayınlanmıştır. şiir bürokratizmle dalga geçer,sayısız kurul oluşturulmasını eleştirir.
buyrun şiirin tamamı;
"yoldas ivanovic geldi mi nihayet?
hayir abcdefg komitesi toplantisinda
toplanti salonuna gidiyorum
bütün hızımla
gösteririm ben onlara!
sövüp duruyorum,
ne gelirse ağzıma.
ve birden inanamıyorum
gördüklerime...
yarım insanlar oturuyor iskemlelerde...
..........
sekreter gayet sakin açıklama yapıyor:
"ayni anda iki toplantıya katılıyorlar,
günde 20 toplantıya katılmak,
spor değil,
yükümlülüğümüz bizim
(.........)
bunca heyecan üzerine
sabaha karşı nihayet uyuyabildiğimde,
umutlu bir düs görüyorum:
"ne olur, yalnizca bir toplanti yapin!
bütün toplantılari kaldırma toplantısı!"
....
şiir lenin'in ilgisini çeker,lunaçarski lenin'in şiire çok güldüğünü, bazı satırları yüksek sesle yinelediğini aktarır. hemen ertesi gün lenin tüm rusya metal işçileri komünist bölümünde yaptığı konuşmada şiiri över.
farid farjad diyarbakır kültür sanat vakfının organizasyonuyla 27 martta dicle üniversitesi kongre merkezi'nde vereceği konserdir.
diyarbakır kültür sanat vakfı bundan önce de dünyaca ünlü etnik caz sanatçısı azam ali'yi diyarbakırlı sanatseverlerle buluşturmuştu.*
bilet fiyatları henüz belli değil.
90'lı yıllarda dönemin başbakanı süleyman demirel'in meşhur sözüdür.
1990'lı yıllar türkiye tarihinin en karanlık ve aynı zamanda en utanç verici dönemidir. bu dönem, türk medyasının da en utanç verici dönemidir. doğuda gazeteciler öldürülürken batıdaki meslektaşları bırakın cinayet haberlerini olduğu gibi vermeyi; cinayetleri örtmeye, "pkk yaptı", "gazeteci değil pkk'lı" bile demişlerdir.
büyük bir alim ve filozofdur. suriye medreselerinde antik yunan felsefesini, mezopotamya ve iran medreselerinde de tasavvuf, astronomi, şiir ve sanat tekniğini öğrenmiştir. bunun yanında, buralarda feqiye teyrana, ehmedi ciziriye, hipokrata, platonu, aristoyu farabiyi, şahabettin sühreverdiyi, muhyiddin i arabiyi, ali heririyi, firdevsiyi, ömer hayyamı, nizamiyi ve bir çok ilim adamlarını öğrenmiştir.
firdevsi iranlılar, eflatun yunanlılar, rustavelli gürciler için ne derece anlamlıysa xani'de kürtler için o derecede onurdur.
xanînin en önemli yönü, yurtsever ve halkçı oluşudur. birçok aşirete bölünmüşlük kendisi için en temel sorundur. denilebilinir ki, tüm düşüncelerinde ana tema budur. bu nedenle kürtlerin birliği, kürtlerin diğer halklar gibi özgür yaşaması, kürt kültürü ve dilinin özgürce gelişmesi için feryat eder. tüm bunları sağlamanın yolunun çağdaş bir millet olmaktan geçtiğine inanır.
kürtlerin aslında hiçbir yönü ile komşu halklardan geri olmadığını yalnızca birlik ve iyi yöneticilerden yoksun olduğunu savunur. bu nedenle şiirlerinde komşu halkların sanatıyla dilleriyle yarışır ve bununla kürtlerin sahip olduğu yeri dile getirir. ancak xanide başka halkları karşısına alan bir milliyetçiliğe rastlanmaz. tam tersine xani hep eşitliği gösterir. komşu halkların kültürel, tarihsel, dinsel yakınlıklarını kardeşlik olarak görür.
bir fransız doktor, 1900'lerde istanbula gelmiş, birkac yıl kalmış, sonra da anılarını yazmış. O kitapta doktor saptamış, 1910 yılında, istanbulda tam 26 degişik dilde gazete yayınlanıyormuş. bunların hepsi günlük gazete olmayabilir, haftalik, onbes günlük, aylık ve yayın süresi belirsiz yayınlar da vardi...
bugunun istanbuluna bakıyoruz simdi: istanbulda bugün günlük ve haftalik olarak sadece yedi dilde gazete yayini yapiliyor: turkce, kurtce, ermenice, rumca, ladino, ingilizce ve fransizca...
bir yüzyilda 19 dili mahvetmişiz. ortadan kaldırmışız, silmişiz. magrasyonun dediği gibi, bu dildeki gazetelerin ortadan kalkmasi, aslinda o dili konusan insanların kaybolup gitmesi demektir. bu durum, bugun açısından olağanüstü bir yoksullaşmayi gösteriyor. 19 kat kısırlaşmışız, çölleşmişiz. çünkü bu 19 gazete, 19 kültürü, 19 dili, 19 mutfaği, 19 yasam tarzını anlatıyordı...
sakin geçen maçta hakem rahattı, futbolcular da zaten şu soğuk havada maç bitse de gitsek der gibiydiler. garip olan şey şuydu ki her iki takımın taraftarı
-haydi başkentim haydi başkentim bastır ooo oooo, diye bağırmalarıydı.
ne de olsa biri resmi başkentimiz, öbürü de gönlümüzün başkenti!
demirelin başbakan olduğu dönemlerdir. 12 ada konusunda yunanistan ile yine sorun yaşanmiş, karşilikli kiliçlar çekilmiş. ertesi gün kabine toplanmiş ve toplanti uzun saatler sürmüş. dişarida gazeteciler merakla yapilacak olan açiklamayi bekliyorlarmış;
- sayin başbakan, yunanistan ege denizi'nin bir yunan gölü olduğunu iddaa ediyor. cevabiniz ne olacak?
- ege bir türk gölü değildir. ege bir yunan gölü de değildir. ege zaten bir göl de değil ki.
kafka'nında yaşadığı döneme bakılırsa özellikle avrupa'da kapitalist sistemin alıp başını gittiği bir dönem olduğu rahatlıkla görebiliriz. bu da her yazarda olduğu gibi eserine yansımış.
kafka bu kitabında kapitalizmin insani duyguları nasıl ikinci plana attığını, aile bağlarını yavaş yavaş nasıl erittiğini mükemmel bir şekilde işlemiş. gregor samsa'nın böceğe dönüştükten sonra eve tıkılıp kalması, para kazanamayacak duruma geldiğinde ailesi tarafından bir yük olarak görülmesi kapitalizmin yüzünü birkez daha gösteriyor.
kafka, bütün bunların yanında gregor'un odada yalnız kaldığında içinden geçirdiği duygu ve düşücelerini, yaşadığı ruh halini, geçirdiği iç çatışmaları da gayet sade ve kısa bir şekilde anlatmayı başarmış. romandaki mükemmel hayal gücünden bahsetmeye gerek yok bile.
uzatmaya gerek yok en kısa zamanda okuyacağınız kitap listesde ilk sırayı almalı.
14.yy iran şairlerindendir. Fars edebiyatının en güçlü gazel üstadı olan hafız-ı şirazi kaside, rübai ve kıta gibi diğer şiir örneklerini de vermiştir. Şiirlerinin toplandığı divanı birçok dile çevrilmiştir. Hafızın osmanlı divan şiirine ve divan şairlerine büyük bir etkisi olmuştur. Ona lisanül-gayb lakabı verilmiştir.
15 Kasım 1925 tarihinde çıkan şapka kanunundan tam iki yıl önce yazılan Frenk mukallitliği ve islam adlı eserinde şapka giymenin küfür alameti olduğunu söyleyip, şapka kanununa muhalefetten, önce Giresun istiklal Mahkemesi'ne sevk edilen, daha sonra ise ankara istiklal mahkemesi'nde yargılanıp idam cezasına çarptırılan kimilerine göre devrimci; kimilerine göre yobaz, gerici; kimilerine göre din mazlumu olan ama işin özünde ne olursa olsun davası uğruna ölmeyi göze aldığından benim nazarımda kahraman olan şahsiyet.
orijinal yazılımı "dibistana kurdî" şeklidedir. dibistan kürtçe'de okul manasına gelirki sitenin adıda kürtçe okulu olarak çevrilebilir türkçeye. site tamamen siyasetten uzak, sadece kürt dilini geliştirmek, kürt kültürüne ve diline hizmet etmek amaçlı oluşturulmuş. site başta kürtçe olmak üzere türkçe, isveçce, ingilizce, almanca olarak da hazırlanmış.