Bilenler bilir, şu özel mesaj butonunu oldukça sınırlı -birkaç kişi için- kullanırım, onlar da beni tam olarak tanıyabilmiş insanlar değil zira. Ama bana bir şeyler öğrettiğiniz için sonsuz teşekkür ederim sizlere.
Fakat bir şey var ki bu sözlük bana bildiğin hayat'ı tanıttı. 25 yaşındayım; bence yolun yarısı bu olsa gerek. Bir entry'imde "kendimi çınar ağacı sanardım hep, meğer nar ağacıymışım." mihvalinde bir şeyler yazmıştım. Şu an inanılmaz katılıyorum- yine kendime.
-Yok pişmanlığım ama yine de çok pişmanlığım.
insan kazanacağı şeyleri muhtemel bir iki saat içinde kaybedebiliyor. Kumar gibi bir şey. En çok da konuşurken hata yapıyor, yazarken de dahil. Sussak çözülecek şeyler olduğuna da inanmak istemiyorum. -eh kandırmayalım kendimizi, ancak dinlenilen şeyler önemliyse susmak çözer.
Gördüm ki, burada dinleyeceğim pek şey kalmamış. Susamayacağım da; o yüzden yol açık-yola çık mottomdan hareketle. Gidiyorum.
-Hayat bana sunduğun güzellikler için teşekkür ediyorum.
Şimdi; daha çok ilgileneceğim kendimle,
kitap ve şiire daha çok sarılacağım,
boş kaldığımda kulaklığı takıp yeni şarkılar keşfedeceğim,
ders çalışacağım
ya da bir işe gireceğim,
bolca su içeceğim
ve ki bence en önemlisi sigarayı bırakacağım hem de şu an.
( tanıyorum böyle birini, 13 yaşına kadar adına baba dedim.) enty'mi de en sevdiğim ilan ediyorum.
Bu bir elveda değil; hayatı köşesinden yakalarsam bu sefer hiç bırakmayacağım, yapacaklarım da hep bu yüzden.
Seni şimdi bir yabancı gibi karşıma alıp
sanki senden bahsetmiyormuşum gibi yapıp
sanki benden bahsetmiyormuşum gibi
hatta bir aşktan bahsetmiyormuşum gibi
fırtınayı ve huzuru anlatacağım sana
Yılları ve yolları, limanları ve fırtınayı
ve aşkın belki hiç adı geçmeyen kuzeyini
aşkın bu kuzeyden nasıl düşürüldüğünü,
artık sonsuza dek yitirdiğimizi
büyünün bitişini,
hiç gerekmeyen yıllarda huzur,
çok gereken yıllarda da fırtına
nasıl yaşanır onu anlatacağım.
Seni bir yabancı gibi karşıma alıp
bunun dayanıklı bir şey olmadığını
sürekli kılınmadığını, çünkü aşkın
yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü, oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü
olduğunu,
bütün bunları sana
nasıl anlatacağım?
ah!
ben bundan sonra bir karı sevmek
başkasını sevmek*
-burçak’a evet
işte sen gülüyorsun
ve beni daha geniş bir salona almış oluyorlar.
gözlerim dönüyor sevdadan, merkezden değil.
tam beş milyon park oluyorum, mavzerler caba
defterime tartışmasız bir kuzu çiziyorum da!
“Evet, hepsi allah’tan. Ama bir Allah’tan değil. Mesela almanyanınki; kırpık bıyıklı, kaküllü bir allah’tan. italyanların başındaki bela, dazlak kafalı bir Allah’tan.”
"Şubatta falan dağ laleleri çıkıyor ya
Alıp ıslıyorum koca bir kâseye.
Bazen yağmura bağırıyorum:
Bas ulan! Bas evimi basacaksan!
Yaşım yirmi altı oldu bu sene.
Duvar döküldü rutubetten
Beton gri bir kabak gibi ortaya çıktı.
Bazen gecenin ortasında yağda yumurta pişiriyorum.
Dünyanın en ıssız cızırtıları bunlar Işıl,
Duyuyor musun?
Hayatı seviyorum yine de.
istersen iki kalp çizer altını da imzalarım
Bana beni kötülüklerden korusun diye verdiğin
Cevşenü'l-Kebir'i duvara astım."
Türkçe öğretmenim 30’lu yaşlarına yeni basmış, yakışıklı, espritüel, hayran olunası biri.
-Ne dese inanır vaziyetteyiz tabi hayranlıktan mütevellit.
Reenkarnasyon Üzerine biri bir şey sormuş, bizimkisi de bir iç geçirip başlamıştı anlatmaya:
“Çocuklar, bir gün taksim’de Yürüyorum, etraf kalabalık. Biri arkamdan bağırıyor: hey, hey. Üstüme alınmıyorum tabi ki..
şak diye yapıştı koluma, bir kadın. Bana Dedi ki
-seni tanıyorum.
Ama hayır ben kadını kesinlikle tanımıyordum. Üstü başı biraz hırpalanmış olduğundan ciddiye almadım ilerlemeye devam ettim.”
Burada öğretmenimiz bir nefes aldı: “şimdi olacakları iyi dinleyin, benim hayatımı değiştiren şey bu oldu. Toplanın şimdi etrafıma.” Dedi,
hepimizi üçerli beşerli oturtturdu, ortamızda o.
“Evet, nerede kalmıştık? Kadın benim peşimde koşuşturuyor. Döndüm arkamı:
-evet buyurun tanışıyorsak ne istiyorsunuz benden?
Kadın gözleri dolmuş, ağlamaklı bir vaziyette.
-biz önceki hayatınızda iyi arkadaştık. Dedi.
Dinliyordum kadını, alaycı bir gülümseme suratımda. Hatta zaman zaman kahkahalarla.
-bana inanmıyorsunuz öyle mi? O zaman size şöyle söyleyeyim, Dedi kadın.
-biz önceki hayatımızda kurttuk, bana bir gün başka kurtlar saldırdı ve sonra sen imdadıma koştun. Beni kurtardın.”
Öğretmenimiz yine nefeslendi. Çok tedirgin olmuştuk, heyecanla dinliyorduk onu. Yüzünü, hareketlerini izliyorduk. Onda da bir tedirginlik oluştuğunu görebiliyorduk.
“Evet, kadına bunun nasıl doğru olabileceğini, saçmaladığını söyledim. Kadın gözyaşları içinde:
-inanmıyorsan ensendeki o Doğum lekesine bak. Derin bir yaradır. Ölecektin o gün, Dedi.”
Öğretmenimiz anlattıkça heyecanlanıyor o Doğum lekesinin olup olmadığını merak ediyorduk. Eğildi ortamıza herkes üşüştü başına.
“ böyle bir Doğum lekem var mı merak ediyorsunuz, işte gelin buyurun bakın.”
Herkesin eğildiğini hissettiği anda bastı bizimki çığlığı, onda çığlık bizde çığlık. Tüm okul inledi.
Anlattıkları hayal dünyasının ürünü, şahane detaylandırılmış bir hikayeydi sadece.
-ve o Doğum lekesi de vardı.
Bu dersten yaklaşık 3 yıl sonra lisede tekrar dersime girdi edebiyat öğretmenimiz olarak.. her seferinde;
“öyle bir korkmuştun ki gözlerin yerinden fırlayacak sandım.” Diye kahkahalarla anlatırdı..
ishak hocama sevgilerle.. şimdi hayal dünyam varsa, azıcık sevgim varsa edebiyata Türkçe’ye onun sayesindedir.