jiletnaciye
-3 (düz adam)
altıncı nesil silik 1 takipçi 7.80 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    kadın bağı

    ?.
  1. eskiden daha çok regl dönemlerinde kullanılan şimdilerde günlükleri de çıkan ped.
    0 ...
  2. doğu ekspresi

    ?.
  3. 23.06.2009 tarihi itibariyle, istanbul Haydarpaşa-Kars seferini yaparken, tren yoluna düşen kaya parçasına çarparak raydan çıkan tren.

    Gece saatlerinde Erzurum-Pasinler arasındaki Hamamderesi mevkiinde taşocağından rayların üzerine yuvarlanan kayaya çarpan trenimiz.

    Çarpmanın etkisiyle lokomotifi raydan çıkarken, 110 yolcunun bulunduğu vagonlar ise raylardan çıkmadı.

    Tam benlik bir maceraymış ancak nasibimiz yokmuş, ne yapalım!
    0 ...
  4. araplar bize ihanet etti

    1.
  5. Bu iddia ve genelleme, birçok kişiye sorulduğunda tereddütsüz; evet diyecektir. Arapların Osmanlıya ihanet ettiğine dair söylem hemen bütün resmi kaynaklarda sözbirliği edilmişçesine tekrarlanır durur. "Türkün Türk'ten başka dostu yoktur şovenizmiyle başlayan söylemler; Ne Şamın şekeri ne Arab'ın yüzü vaveylası ile devam eder. Peki, bu hikâyenin ne kadarı doğru temellere dayanıyor?

    Münferit çapta ihanetler olmuştur. Mesela, Mekke Şerifi Hüseyin'in ingilizlerle anlaşarak bazı bedevi kabileleri ayaklandırması gibi. Ancak Arapların bir bütün olarak ihanet ettikleri kesinlikle söylenemez. ihanet edenler, Arap nüfusu ile karşılaştırıldığında çok küçük yer tutarlar, Arap kabilelerin büyük çoğunluğunun Müslümanlık bağıyla son ana kadar Halifeye bağlılıklarını koruduklarını insaf sahibi tarihçiler söylemektedir. Araştırmacı-Yazar Mustafa Akyol'da bu konuda sitesinde bir yazı kaleme almıştı. Mutlaka okumanızı öneririm. O yazıda Mustafa Akyol şöyle diyor:

    "Osmanlının çöküş döneminde Türk olmayan Müslüman unsurlar arasında gerçekten isyanlar baş göstermişse de, bu unsurların bir bütün olarak; ihanet ettikleri kesinlikle söylenemez. Hatta Araplar söz konusu olduğunda, Osmanlıya isyan edenlerin küçük bir azınlık olduğunu, buna karşılık Arap kabilelerinin çoğunun Osmanlılık ve Müslümanlık bağıyla istanbul'a sadakat gösterdiklerini söyleyebiliriz"

    Mustafa Akyol, zikrettiğim yazısında Gazeteci ve Ortadoğu uzmanı Cengiz Çandar'dan bir alıntı yapıyor. Alıntı biraz kısa, ben Cengiz Çandar'ın söz konusu yazısından daha ayrıntılı bir alıntı yapmak istiyorum:

    Önce, en yaygın olan birinci yalandan başlayalım. Bu o kadar uzun yıllar üzerinde hiç tartışılmadan söylenegelmiştir ki, adeta üzerinde tartışılması gereksiz bir dogma haline almıştır: Araplar, Birinci Dünya Savaşında bizi arkadan vurdu.

    Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in Hicazda bazı Arap bedevi kabilelerini ayaklandırarak 1916'da ingilizlerle işbirliği yaptığı doğrudur. Ancak, Birinci Dünya Savaşı konusunda genel bir bilgisi ve fikri olan herkes, bunun askeri açıdan tayin edici bir değer taşımadığını bilir. ingilizlerin daha sonra yerine getirmediği bağımsızlık vaadi ile işbirliğine çektikleri Şerif Hüseyin'in ve oğullarının komuta ettiği bedevi kabileleri, Mekke-Maan hattında, yani asıl cephenin gerisinde ingiliz kuvvetlerine yardımcı olmuştur.

    Asıl cephe, önce Süveyş Kanalı ve Kanal Harbinde Türk-Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra Filistin de kurulmuştur. Filistin de tek bir Arap ayaklanmamıştır. Suriye de, Irakta, Lübnan da Türk kuvvetlerini arkadan vuran herhangi bir olay olmamıştır. Arapların ezici çoğunluğu, istanbul'a yani Türkiye'ye sadık kalmıştır. Cephedeki komutan, Şam Valisi Cemal Paşa, çok sayıda Arap milliyetçisini idam ettirmiştir. Cemal Paşanın ve ittihatçıların, kaba baskı politikalarının Araplarda büyük tepki yaratmasına karşılık, Arabistan Yarımadasının Hicaz bölümünden Akabeye kadar olan cephe gerisi dışında, Arapların Türkleri arkadan vurduğuna dair tarihte herhangi bir kayıt yoktur.

    Peki, daha sonra israil'in kurucu kadroları olacak unsurların, Filistin de ingiliz ordularının içinde Türklere karşı savaştığını biliyor musunuz?

    Bir başka ilginç tarihi bilgi, israil'in kurucusu David Ben Gurionun anılarında mevcut. Ben Gurion, Birinci Dünya Savaşı patladığı sırada, istanbul Hukuk Fakültesinde. Amacını şöyle anlatıyor:

    iktidar merkezine bu kadar yakın olarak, Filistin'deki Yahudilerin durumunu geliştirebilmeyi düşünüyordum. Çeşitli yollarla Yahudi özgürlük hareketini ilerletebilirdim; önce özerklik, nihai olarak tam bağımsızlık elde ederek. Akıl yürütmem böyleydi. istanbul'da rastladığım Arap öğrencilerle bu konuda düşüncelerimin çok farklı olduğunu görmekten şaşırdım Bu genç entelektüel Araplar, mücadelelerinin geleceğini Türk idaresinden bağımsızlık olarak görmüyorlardı. Hiçbiri Arap topraklarının bağımsızlığından söz etmedikleri gibi böyle bir amaç için çalışmıyorlardı. Tam tersine, birçoğu, daha geniş ve daha büyük bir Türk imparatorluğu görmek istiyorlardı(Ben Gurion Looks Back-Talks with Moshe Pearlman, s.46)

    Peki, 1922 sonlarında Türk Milli Mücadelesi zafere doğru yürürken, bazı Filistinli Arap liderlerin Kemalistlere başvurarak, kendi kaderlerini tayin hakkı elde edebilecekleri Türk mandası istediklerini biliyor muydunuz? Filistin, ingiliz mandası altına konulmuşken, Filistinli Araplar, Türk mandası istiyorlar. Kaynak, yine bir Yahudi-israilli tarihçi; Y.Porathın The Emergence of Palestinian-Arab National Movement 1918-1929 (Filistin Arap Ulusal Hareketinin Doğuşu 1918-1929) adlı kitabının 160-165. sayfaları;

    Birçok akl-ı selim tarihçi aynı şeyleri söylüyor. Topyekun bir ihanetten yada Filistinlilerin lokal bir ihanetinden bile söz edemiyoruz ki Filistinlilerin çektiği zulmün, bu ihanetin bedeli olduğunu iddia edebilelim. Böyle bir iddia tutarsızdır ve herhangi bir temele dayanmamaktadır.

    Bu meselenin tabii bir de başka yönü var. O da Arapların bize olan bakışı. Ulus devletlerimizi kurma sürecinde Araplar bizi; Sömürgeci ve talancı biz de onları; işbirlikçi, hain olarak tanıdık. Bu konu da maalesef iç açıcı değildi. Değildi diyorum çünkü artık bu ezberin son yirmi yılda yavaş yavaş bozulduğu da ortada. Zaten gerçekte de ne Osmanlı; sömürgeci ve talancıydı, ne de Araplar topyekûn haindi.

    Araplar ve Osmanlı arasındaki o dönemdeki karşılıklı bakışı iyi anlamak gerek. Bu konuda Klasik yayınlarından yayınlanan; Arap gözü ile Osmanlı adlı 4 kitaptan oluşan seri iyi bir kaynak olabilir. ilki; Beyrut Şehreminin Anıları (1908-1918) ikinci kitap; ittihatçı bir Arap Aydınının Anıları Üçüncüsü; Bir Osmanlı-Arap Gazetecinin Anıları Dördüncü ve son kitapta; Biz Osmanlıya Neden isyan Ettik/Arap Gözü ile Osmanlı

    Hatıratlar bir devri anlamada fevkalade öneme sahiptir. Resmi tarihin gözlerden kaçırdığı hususlar, hatıratların ayrıntılarında belirginleşir. Ve bir itiraf; ben bu kitapları aldım ama hala okumadım fakat en kısa zamanda okuyacağım. Mutlaka yararlanacağıma da inanıyorum. Bu seriden de Ülkü Özel Akagündüz'ün Aksiyon dergisindeki yazısından haberdar olmuştum. Akagündüz'ün kitaplar hakkındaki yorumlarını da mutlaka okumalısınız.

    Uzun lafın kısası artık şu dilimize pelesenk olmuş; ;Araplar Osmanlıya ihanet etti söylemini bir kenara bırakmalıyız.*

    http://www.frmtr.com/turk...madan-karar-vermeyin.html

    ayrıca bakınız: (bkz: #796212)
    4 ...
  6. ne çıkarsa hacıdan hocadan çıkar

    1.
  7. hacılığı ve hocalığı ilahlık ile karıştıran,

    hacının hocanın da bir insan olduğunu unutan,

    onların da her insan gibi nefis taşıdığını düşünmeyen kişinin,

    çevresindeki hacıların ve hocaların yaptıkları hataları görüp düşüncesizce genelleme yaparken kullandığı söz.

    ha bu arada "kral" doğulmaz! "kral" olunur!

    kralı çevresindeki halk kral yapar!

    belki adamın kral olmaya liyakatı yok! neden zorluyorsun?

    hadi zorluyorsun, neden onun hatalarına bakıp tüm krallara küfür ediyorsun!

    yapma hacı! bu abdestle o namaz kılınmaz!
    0 ...
  8. kur an meali

    1.
  9. islam'ın ana kaynağı ve Allah'ın kullarıyla iletişim yolu olan Kur'an-ı Kerim'in Arapça'dan diğer dillere motamot çevirisi.

    Kuran meallerinin güvenilirliği:

    Kur'an-ı Kerim çevirilerinde, gerek mütercim için, gerekse okuyucu için çok önemli olan bir husus vardır.

    Çeviri yapılırken ya da okunurken, "kelime kökünün anlamına göre çeviri" ya da "kelimenin güncel anlamına göre çeviri" tercihlerinden herhangi birini seçilmesi (-ki bu kısım mütercimi ilgilendirir) ya da seçilmiş olması (-ki bu kısım da okuyucuyu ilgilendirir) konusunda şu husuları göz önünde bulundurmalıyız:

    Dil, yaşayan ve bazen körelen ve bazen de gelişen bir yapı gösterir. Bu yönüyle örneğin: "kâfir" kelimesi "kök anlam" olarak "çiftçi" anlamındayken, hiçbir Mekkeli "niye senin Kur'an'ın bize çiftçi diyor" eleştirisinde bulunmamıştır. Yani vahiyde, yaşayan dil ve işaret edilen anlam, kök anlamlılığa tercih edilmiştir.

    Benzer bir durumu "millet" ve "takıyye" gibi kavramlarda da görüyoruz. Bunlarda ise Kur'an'da olumlu anlamda kullanım varken, günümüzde olumsuz yönde bir anlam kayması var. Günümüzde, "Millet" kavramını kullananlar, kök anlamıyla kullanmadıkları için, biz de onların kastının Kur'an'da geçen anlamıyla millet olmadığını biliyoruz.

    Bu durum bizlere, yapılmış olan tercümeleri okurken sözcük bazında hataların olabileceğini bu durumda "ayetlerin, sözcüklerden; surelerin, ayetlerden oluştuğunun" farkında olarak ve her bir ayetin, kendinden önceki ve sonraki ayetle bağıntılı ya da bağlantılı olabileceğini akıldan çıkarmayarak; ayrıca altı bin küsür ayetin içinde, aynı konunun farklı yönlerini ele alan, benzer konulu ayetlerin var olduğunu ve bu ayetlerin bir araya getirilerek ancak hüküm çıkarılabileceğini unutmayarak tercümeler okunmalıdır.

    Farklı mütercimlerin onlarca tercümesi okunabileceği gibi, işinin ehli mütercimlerden bir ikisi de tercih edilebilir. Hata yapılabilme riski noktasında, meal ve tefsirler hemen hemen aynı konumdadırlar. Ancak tefsirlerin, meallere göre daha açıklayıcı oldukları; özellikle gerekçeli meal-tefsirlerin* tercih edilmesinin, okuyucuya daha sağlıklı bilgiye yaklaştıracağını bilmeliyiz.
    3 ...
  10. kök

    3.
  11. Sözcüğün, anlam taşıyan en küçük parçası­na "kök" denir. Kök, daha da küçültülüp kısaltıldığı zaman an­lasızlaşır, anlamı bozulur.

    Her dilin kendine özgü bir "kök" yapısı vardır.

    Türkçede kökler bir veya iki hecelidir. Eklemeli dillerden olan dilimizde kök, sözcüğün baş kısmın­da bulunur, ihtiyaca göre gerekli ekler sona ekle­nir:"kömürlüklerde" sözcüğünün anlamlı en kü­çük parçası "kömür" sözcüğüdür.

    "-lük", yeni anlamda sözcük yapan bir ek­tir, "-ler" ve "-de" ise sözcüğe cümledeki görevine göre şekil veren eklerdir.

    Kökler dilin ana malzemesi olup, bilemediğimiz zamanlardan beri vardır. Sonradan yapılmazlar. Gereksinim duyduğumuz sözcükler, bu köklerden yararlanılarak yapılır.

    Kökler ikiye ayrılır:

    isim (Ad) Kökleri
    Fiil (Eylem) Kökleri
    0 ...
  12. arap dili

    1.
  13. Arapların kullandığı dil.
    (bkz: arapça)
    0 ...
  14. kur an ı kerim in dilinde kadın

    1.
  15. Kuran-ı Kerim'in kadını nasıl tanımladığını bulmak için, önce filolojiden yola çıkmak gerekir.

    Nihayetinde, Kuran düşüncesinin temellerini bize dil aktarmaktadır. Dil vasıtasıyla biz Kuran'ın varlık hakkındaki görüsünü öğreniyoruz.
    Ontolojiden önce filolojiye yönelirsek, Kuran'da kadın için kullanılan sözcüklerin başında nisa sözcüğünün geldiğini görürüz.
    Genelde çoğul için kullanılır ve mücerret yani yalın halde, her hangi bir yaş kategorisine dikkat çekmeksizin, "nisa" kelimesi sadece cins olarak kadını işaret eder.

    Nisa kelimesinin kök harfleri "n-s-e" üç harftir. Arap dilinde bir sözcüğün anlam alanını, etimolojik anlamını, kök anlamını, dahası o sözcüğün Arap dilinde ya da Kur'an düşüncesinde hangi merkezi kavramlarla birlikte anıldığını bulmak için, o sözcüğü oluşturan harflerin kombinasyonlarının anlamlarına bakılır.

    Mesela, üç harfin kombinasyonu altı kelime eder. Dolayısıyla insan kelimesinin kökü olan "ins" ile "nisa" kelimesinin kökü olan "n-s-e" aynı anlam alanına ve kategorisine girer.

    Öncelikle biz, Kuran'ın varlık tasavvuru hakkında şu kanaate varabiliriz: "Kur'an, insana verdiği ismi kadına da verir."

    Yani, kadını doğrudan insan olarak isimlendirir. Öncelikle bunu tespit etmem lazım ki, filolojik olan bu kaideden yola çıkarak Kuranın ontolojik okuyuşunu verebileyim.

    Ontolojik olarak, yani varoluşsal açıdan, kadına erkekten ayrı bir anlam yüklememektedir*.

    Daha doğrusu, "Kuran düşüncesinde cinsiyetin çok özel bir vurgusu yoktur." Onun içindir ki Kuran'da bir çok emir, cinsiyet ayırımı yapılmaksızın, "taglip" yani "galibiyet" kuralınca gelir. Zaten "cem-i müzekker" sayılan, yani eril-çoğul sayılan tüm kelimeler, aynı zamanda dil itibari ile dişil çoğulu da içerdiği için, galibiyet kuralı gereğince kelime her ne kadar eril gelse de, o kelimenin emri veya nehyi, muhatapları kadın olsun erkek olsun tüm inananlardır.

    Örneğin: "Ya eyyuhellezine amenu" ayetinde olduğu gibi. Hiçbir dilci, hiçbir tefsirci çıkıp da "ellezine amenu"daki, "ellezine" ilgi zamiri "erildir", dişil değildir. "Amenu" fiili "dişil" değildir, erildir gerekçesiyle, "bu cümleyle başlayan ayetler kadınları ilgilendirmez!" dememiştir, diyemez.** Böyle bir anlayış da gülünç olur gerçekten.

    O nedenle anlıyoruz ki, Kuranın düşüncesinde insana bakış, cinsiyet merkezli değil; insana bakış, insaniyet merkezlidir!

    Hatta Kuran düşüncesinin temelinde yatan, Arap düşüncesinin en merkezi kavramı "muruet"tir. Türkçeye "mürüvvet" diye geçmiş bu merkezi kavram. Kuran'a yataklık eden Arap dilinin taşıdığı felsefenin, Arap düşünce dünyasının ve hayat tasavvurunun da merkezi bir kavramıdır.

    "Muruet", aynı zamanda hem kişi, fert, insan manasına hem de -lütfen buraya dikkat- kadın manasına gelen "mere" kelimesiyle de ayni köke aittir ve "mere" kelimesi dişildir. işin ilginç olanı da budur.

    Hatta, Kuranda geçen "nefis" kelimesi de "manevi müennes" olarak kabul edilir.

    Kuranda insanın yaratılışına değinen ayetlere baktığımızda, nefse, ilk yaratılışa atıf yapan zamirler eril değil, dişil zamir olarak gelir.

    "Inna halaknakum min nefsin vahidetin ve ceala minha zevceha" daki "ha" zamiri nefse gider. Yani ilk yaratılan şey, özü itibariyle eğer zamirlerden, kelimelerden yola çıkacak olursak eril değil, dişil olduğunu çıkarmamız lazımdır.

    işte Kuranın da yapmak istediği budur! Yani, "Geçin bu erkeklik dişiliği, asıl olan bu değildir!" demektedir.

    Bizi bu eril, dişil zamirler ve kelimeler arasında dolaştırıp durmasının sebebi budur! "Bunlara çok fazla önem atfetmeyin!" "insani insan yapan değerler, onun erkeklik ya da dişiliği değildir!" diyerek Kuran bir eril bir dişil kullanır ve böylece kafamızı doğru olana, önemli olana, önemsenmesi gerekene döndürür.

    O sebeple, "Kuranın ontolojik olarak cinsiyete bakışı" diye bir bakış, aslında yoktur. Kuranın "insiyete/insaniyete bakışı" vardır, cinsiyete değil!

    Özet olarak: "Kuranın bakışı insîdir, cinsî değil!*
    0 ...
  16. turunç meme

    1.
  17. Bazen Arap dilini ve arapça kelimelerin terminolojisini bilmemekten, bazan de kasıtlı olarak "salağa yatmaktan" ileri gelen, Nebe Suresi 33. Ayete ilintilenmeye çalışılan yanlış kelime çevirisi.

    Aynı zamanda #4732299 numaralı entry'de, Nebe Suresi 33. Ayet'in "yanlış" yapılmış çevirisi kullanılarak ve bu "yanlış" çeviriye dayanılarak ayet hakkında fikirler yazılmış.

    Öncelikle, verilen Nebe Suresi 33. Ayetin orjinali "Ve kevâibe etrâbâ" dir. (arapça okunuşu)

    Burada geçen "kevâib" yüksek, yüce, kaliteli, değerli, gözalıcı" anlamına gelen "ka'b" kökünden gelmektedir. Ancak, tarihsel süreçte bu kavram, "Ka'be" gibi "kübik", "ka'beyn" gibi dairevi cisimler için de kullanılmaya başlamıştır. Dolayısıyla 1400 yıl önce kullanılan anlamını yitirmiş ve maalesef mütercimler tarafından günümüz anlamıyla çevrilmiştir. Dolayısıyla bu yönüyle "göğüs" çevirisi hatalıdır. Doğrusu "gözalıcı" dır.

    Ayrıca önemli bir bilgi daha vermek isterim ki; dünya üzerindeki dillerin bir çoğunda eril yani müzekker ve dişil yani müennes ifadeler yoktur. Ancak ingilizce de var olduğu gibi, Arapça'da da eril ve dişil ifadeler vardır. Ve ne gariptir ki, konumuz olan ayette geçen kelime dişil olmadığı gibi, tek bir cinse de kesinlikle hamledilemez. Ayrıca kullanım şekli yönüyle, her iki cinsi de kapsamaktadır. Dolayısıyla bu yönüyle de "göğüs ve kız" çevirisi hatalıdır. Bu yönüyle de "gözalıcı" anlamı doğru olan çeviridir.

    ikinci kavram olan "etrâb" kavramı ise, anlamı tarihsel süreçte değişmeden, günümüze kadar ulaşmış "tam denk, dengi dengine" anlamında bir kelimedir.

    Dolayısıyla Nebe Suresi 33. Ayetin doğru tercümesi şu şekildedir: "Dengi dengine gözalıcı eşler"

    Arapça bir dildir ve her dilin kendine özgü özellikleri vardır. Ve hiç bir dil başka bir dile "motamot" yani kelime kelime tam olarak çevrilemez. Bu sebeple mealler değil tefsirler daha sağlıklıdır. Çünkü kelimelerin kökenlerini ve kullanılış şekillerini de vererek sağlıklı sonuçlar çıkarır. Tabi tefsir meselesinde de işinin ehli insanların bu işi yapması gerekmektedir. O sebeple her tefsir tam doğrudur demiyoruz. Güvenilir tefsirler ve "gerekçeli" mealler vardır.

    Ayrıca müsadenizle bir konuya daha değinmek istiyorum.

    islâm hakkında önyargılı olan bazı kimseler, islâm'ı, "bedeni zevklerle dolu bir cennet" vadetmekle eleştirmektedirler. Oysa islâm, insanı, Allah'ın ona verdiği "temel fıtratı" içinde ele alır. insan ne sadece bir ruh, ne sadece bir nefis, ne de sadece bir bedendir. O, bütün bunlardan müteşekkil olduğu için, islâm bunların her biri için kaideler getirmiş ve bunlara uymanın karşılığında cennet'te mükafatlar vadetmiştir. Bunda ne şaşılacak ne de ayıplanacak bir durum yoktur.
    4 ...
  18. boru onlar boru

    1.
  19. Poyrazköy'de bulunan law silahlarıyla ilgili haberleri abartılı bulduğunu belirten deniz baykal'ın lawları: "silahları olmayan boru bunlar" diye tanımlamasının ardından kısaltılarak özdeyiş haline getirilmiş sözü.

    http://www.bugun.com.tr/h...aw-degil-boru-haberi.aspx
    0 ...
  20. lütfen dünyayı terk et

    1.
  21. tahammülünüzün son haddindeki kırmızı çizgileri de ezip geçen kişi için, kendisinden isteyeceğiniz en rahatlatıcı temenni.

    ne güzel olurdu değil mi, tahammül edemediğimiz kişi, bu temenninin ardından dünyayı terketseydi ve bizlerin de ruhu huzura erseydi**
    0 ...
  22. bu abdestle o namaz kılınmaz

    1.
  23. Her işin bir yolu, yordamı, usulü, erkânı vardır. Bir iş yapacaksa insan, önce o işin kural ve kaidelerini öğrenecek yoksa "ben yaptım oldu" mantığıyla işi de mundar eder, kendini de rezil eder.
    2 ...
  24. yeni asya cemaati

    1.
  25. 76 yaşında bir partiye genel başkan olmak

    1.
  26. Süleyman Demirel'in yüksek hatırını kıramamak.

    Öteden beri emanetçi olmayı çok seven birinin âlem-i cihana: "can çıkar huy çıkmaz birader" dedirtmesi.

    Ergenekoncu dostlar dayanışmasına, yeni bir siyasî mevzi kazandırma projesini hayata geçirme isteğiyle, kalbin bir güvercin kalbi gibi atması.

    Kendi bitmiş, adı kalmış merkez sağın cenazesini kaldırmaya talip olan, ak saçlı gassal.

    (bkz: hüsamettin cindoruk)
    5 ...
  27. ne olacak bu youtube nin hali

    1.
  28. yaşamı yasaklarla bölük pörçük edilen bir türk'ün ızdırap dolu feryadı.

    nedir şimdi bu? başka siteler üzerinden girilmiyor mu youtube'a,

    amacı olmayan, amacına ulaşmayan bu yasaklamanın kime ve neye faydası bulunmakta?

    insanımızın yasaklananlara daha çok ilgi duyduğu bilinmiyor mu? youtube'un türkiyede reklamını yapmak isteseler ancak bu kadar olurdu sanırım...yazık çok yazık.
    1 ...
  29. cumhurbaşkanı nı kullanarak meşhur olan yargıç

    1.
  30. Yaptığı işi monoton ve tüketici bulan bir yargıcı göz önüne getirin. Yaşı ilerledikçe yanlış bir meslek seçtiğine daha fazla inanıyor. Bir dans yıldızı veya bir tiyatrocu olmayı hayal ettiği gençlik yıllarını, sabahları koyun sürülerinin evinin önünden geçtiği taşra kasabalarında geçirmiş. Hayaller tükenmiş; ama hâlâ yargıcın yüreğinde bir umut var. Bir yolunu bulup bu sıkıcı hayattan sıyrılabilir, toplumun ilgi ve hayranlıkla izlediği bir yıldız olabilir. Mahkemenin kaleminde görev alan bir kâtip ve hizmetli yerine büyük sayılara hükmedebilir. En önemlisi kendisine artık saygı bile göstermeyen eşinin ve çocuklarının gözünde yeniden önemli biri olabilir. Vicdanları dışında hiçbir merciye ve arzuya boyun eğmeyen yargıçları tenzih ederek soralım: Yaptığı işin monotonluğuna rağmen bir yıldız olma hayalinden vazgeçmeyen, üstelik işine de saygısı olmayan bir yargıç pekala mümkün olabilir, öyle değil mi? Politikada yıldız olmayı kafasına koyan bir yargıçtan söz ediyoruz. Karşınıza mesleğinin şeref ve itibarını ikbal arayışları için harcayacak bir yargıç portresi çıkmıyor mu?*~http://www.zaman.com.tr/y...n-yargicin-dokunulmazligi ~
    1 ...
  31. rtük e bülent arınç ambargosu

    1.
  32. 21 mayıs 2009 saat 20:30 civarlarında kayda geçen tarihi olay.

    denzi feneri davasına adı karışan zahit akmanın, dumanı üzerinde taze bakan bülent arınç tarafından kapı önüne konulması olayı.

    bülent arınç'ın zahit beyi soteye çekip: Bak evlat, "Halk nazarında RTÜK Başkanı ile ilgili olarak Deniz Feneri bağlantısı artık kurumları yıpratır hale gelmiştir. Ben sizin görevinizden ayrılmanızı istiyorum. Ayrılsanız iyi olur" dediği, gazetelerin internet sayfalarına yansımıştır.

    "şimdi gidiyorum ama dönüşüm muhteşem olacak" repliğini akıllara getiren olay*.*
    1 ...
  33. içi dışı bir olmak

    5.
  34. salağım diyemeyenlerin kullandığı kurtarıcı kelime.

    nerde ne söylenir bilmez, akım derken b.kum der, sizi tiksindirecek kadar kendisinden bahseder.

    bu kelimeyi kullananlardan uzak durmak akıl ve ruh sağlığı için iyidir. zira faydaları ile zararları ölçüldüğünde; faydalarının, vucuda oranla pipi kadar birşey olduğu görülecektir.
    2 ...
  35. law silahıyla tatmin olmayan darbeci zihniyet

    1.
  36. ülke topraklarından fışkıran law silahlarını görüp "bunlarla mı darbe yapılacaktı, daha neler" diyerek yalandan eşşek olan zihniyettir.

    karartma ve sulandırma yöntemlerini sonuna kadar kullanmaktadırlar.ama bu defa baba yorgun, yemiyor bu numaraları...

    (bkz: boru onlar boru)
    0 ...
  37. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük