en çok denilemeyenler listesinin birinci sırasındaki kelime.
diyemediklerimizi toplasan hepsi aynı kapıya çıkar belki de: gitme...
söylense ne değişir, ya da değişmesi bizim için faideli midir bilinmez. ama en azından bi kere söylemek gerekir hayatta. yalnızca bi kere ve en gitmemesi gerekene.
söylenir ve beklenir. belki gider, belki dinlemez.
belki "gitme"nin yanına koyacağınız bütün cümleleri bırakıp başucunuza yine de gitmeyi seçer. ama yine de söylemek gerekir bir kere. tüm gidenlerin inadına...
dert denen hiç bi boka yaramayan gereksiz sıkıntının sanal alemde sahibine faideli özellikler kazandırmasına sebep eylemdir. *
"acı olgunlaştırır, dolgunlaştırır" falan safsatalarını bi kenara bırakalım.. zira acı olgunlaştırmaz, çökertir, daraltır. acı insana tecrübe kazandırmaz, zira her acıdan sonra kişinin beyin hücrelerinde bi takım kayıplar olduğu gibi bi iddiam var. bu da insanı her kederden sonra daha salak, daha gerzek ve daha beceriksiz yapar kanımca.
ama sözlükte durum böyle değildir. yazar kişisi yazma eylemini gerçekleştirirken hem içindekileri ortalığa kusup muhteşem bir orgazm duygusuyla üzerindeki yükleri diğer okurların üstüne yıkmış, hem de yazma eyleminin keyfine varmış olur. dert sadece yazarken işe yarar zaten. yazar kişisini kamçılar, yeteneğini arttırır, acısını tarif edebilmek için kullanabileceği en süslü teşbihleri kullanır.
bu sebeple hali hazırda bi acınız varsa itinayla kusunuz, hem sözlük kazansın, hem siz kazanınız. *
türklerin ve rusların bol olduğu bi oteldeyseniz eğer dakikalarca sıra beklemenize sebep olan hede.
bi tabak yetmez en az 3 tabak tepeleme doldurulur. tatlılarda seçim yapılmaz hepsinin tadına bakılır. et veya döner varsa bağırsakları bozana kadar yenir. "param boşa gitmesin, yediklerim kar kalsın" mantığının kırbaçlanmasına sebep olur.
sanki her sabah mısır gevreği ve sütle kahvaltı yapılıyomuş gibi, otelde kaldığın süre boyunca illaki her sabah corn flakes yenir. salatanın tadına bile bakılmaz. çünkü ucuzdur ve gereksiz yere midede yer kaplar. amaç en pahalılarıyla mideyi doldurmaktır. ama malesef yediklerini götüremezsin evine, bırakıcağın yer yine aynı otelin tuvaletidir nihayetinde.
istanbul un anadolu yakasında genellikle zengin kesimin oturduğu istanbulun en güzel semtlerinden biri. ancak zengin bir cevreye sahip olmasına rağmen asla cadde tikkyleri gibi tipler yoktur etrafta. insanları, caddesi, sokaklarıyla kendi halinde naif sessiz bir semttir.
5-10 sene öncesine kadar birbirine paralel sokaklarında farklı kesimleri ,farklı kültürleri yaşatıyordu. lüks sitelerin arkasında gecekondu mahallerini görmek mümkündü. ancak su andaki haliyle tamamına yakın kısmı yüksek kesimin yaşadığı yer haline getirilmiştir.
bir de çok bilindik bir "aşıklar sokağı" vardır ki, cennet bahcesi gibidir, çıt çıkmaz etrafta, o çiçeklerin kokusunu duyarak geçerken o sokaktan, aşık olmaya bile gerek yoktur.
bir zamanlar sizin olan ya da sizin olduğunu zannederek sahiplendiğiniz kişiye şu anda sahip olan kişidir. -bu tanımdan yola çıkarsak eski sevgili de maldır zaten-
yeni sevgili kişisi en çok çamur atılmak istenen, en çok hakkında küfür türetilebilen kişidir.tabi bu hisler karşılıklıdır genelde. zira o sizin için sadece bir iç ezintisi iken , siz onun için hali hazırda bekleyen bi tehlikesinizdir.
ammaa en büyük tehlike ilk karşılaşma anıdır. zira sizden iyi veya kötü olduğu anlaşılcaktır. kapıdan yavaş çekimde girilir ve iki tepkiden biri verilir:
a) sıçtık..bu benden güzel
b) yaşasın... götüme benziyoo
sonra karakter tahliline geçilir. bunda da iki ihtimal vardır:
a) ha ha boynuzlar lan bu bunu. bildiğin kaşar bu
b) hanfendi kız. en tehlikelisi.. kesin evlenirler.
tabi bütün bu senaryolar eski sevgilinin hala kalpte bıraktığı izi kapatamamış olanlar için geçerlidir. eğer eski sevgili unutulmuş, hatta nefret ediliyosa sadece kıza acınır.
ama eski sevgili hala seviliyosa nihayetinde vicdan denen duygunun da etkisiyle son bir bakış akabinde en arabeskinden "bir tek dileğim var mutlu ol yeter" nağmeleriyle rakılara gömülmeye gidilir ağır adımlarla..
dış güçlerin oyunudur, sevişgenlerin sevişemeyenleri depresyona sokmak için uydurdukları kılıftır.
hemen açalım:
nedir abazan? tdk'ya göre uzun süre cinsel ilişkide bulunmamış kişi.
işbu tanımdan yola çıkarsak belli bir süre sevişmeyen -ki bu süreyi hangi otorite belirliyo o ayrı bi konu- her insan evladı abaza. bu insanlar diğer insanlar tarafından sıkça dışlanırlar, hor görülür, alay edilirler. sanki kendileri hergün tayır tayır sevişiyolar mına koyim..
hayır yani hangi memlekette yaşadığımız belli, nası bi sevişme oranına sahip olabiliriz ki? evli olmayan kesimin çoğu mecburen abazan zaten. e şimdi bu adamın suçu mu? hadi onu da geçtim bu adamın bi sevgili bulamaması bu adamın suçu mu? kısmettir, ne zaman çıkacağı belli midir? biz istemez miyiz valentın day gelsin sevgilimize kırmızı kutuda çikolata alalım. ama yok mınakoyim. napalım?
ha bi de şu açıdan bakalım: belki adamın sevgilisi uzakta yaşıyor; başka şehirde belki de başka bi ülkede. adam da sevgilisine sadakatinden uzun süredir sevişmiyo kardeşim. bu adamın suçumu? değil..
ha ama dışlanacak olan kişi kimdir. abazalığını gözünüze gözünüze sokup önüne gelene potansiyel sevişme aleti olarak bakan insanlardır. abazaysan abazanlığını bilceksin. diğer abazanların adını da kötüye çıkarmayacaksın.
yazan: abazanları koruma ve yaşatma derneği başkanı
şizofren bir adamın gerçek hikayesini anlatan, delilikle dahilik arasında dolaşan bir film.
aksiyon, dram, aşk ne ararsan var filmde. ve "azimle sıçan mermeri deler "lafı tam da bu filmi anlatıyodur sanki.
film en iyi filmlerden olmasına rağmen dikkatli gözler için tek bir kusur vardır. o da ekranın türlü yerlerinde sık sık beliren mikrofondur. hala nasıl olduğunu anlayamadığımız bi şekilde filmin türlü sahnelerinde ordan burdan yırtık dondan cıkar gibi çıkan mikrofon bi süre sonra filmdeki bütün ciddiyeti alıp götürüyor. öyleki "aa bak sağ üst köşede çıktı yine" şeklinde filmi bırakıp mikrofonu takip etmeye başlıyor insan.
bu küçük ayrıntı dışında izlenmesi gereken, hele ki çevresinde şizofren bir tanıdığı olan birinin o kişi anlayabilmek için mutlaka görmesi gereken bir film.
şimdilerde anneler babalar hala çocuklarına"aman siyasi olaylara bulaşma" diyolarsa sebebidir.
bir neslin apolitik yetişmesinin sebebidir.
çocukları akıllı olacak diye aklı çıkan anne babanın sebebidir.
ve hala yaşayanlar vardır yüzlerce o günlerin acısını..
hayatı boyunca çocuğu olamayacaktır birinin, seneler geçse de hala ruhsal bozuklukları olan başka biri, kaçak yaşamaktan mütevellit hayattan hep kaçan başka biri...
iç savaşın diğer ismidir. demokrasinin katli. bir milletin kendi milletine yapabileceği en üst eziyet.
bi de ressam ya bunu yapan... sorsak ona?
bana piçliğin resmini yapabilirmisin abidin?
ekay : sen altıncı nesil misin gel bakeem şööle..
yseany : ehe şey evet abi ne vardı..
ekay : geç içeri sitcez alayınızı
yseany : höö.. abi ben bi iki cümle yazıp gitcektim. valla kötü niyetim yoktu..
ekay : geç geç. sitcez dedik mi siteriz. eskiyiz biz tamam mı. sitebilme yetkimiz var bizim.
yseany : abi taam ya ben yazmam istemiyosan. zaten iki noktayı habire yanyana koyuyorum.
ekay : nıhohaa ironi neyin yaptık oolum.. ne salakmışsın sen lan.
yseany : abi ironi derken? bunun adı başka bişeydi sanki abi?
düz yazıyla yazılırsa bünyede bi takım sağlık problemleri yaratacak eylem. çünkü kişinin her harf aralığında çişini kesip, diğer harfte tekrar işemeye başlaması gerekir. yoksa harfler arasında çirkin geçişler olur. bu da görüntü kirliliği yaratır. bi kes bi sal yöntemiyle yapılan bu çalışma böbreklerde ilerde bi takım bozulmalara yol acabilir kanımca. o yüzden en güzeli el yazısı ile yazmaktır. bu şekilde idrarın ara ara kesilmesi önlenmiş olur. eğer isminizde noktalı harfler varsa işiniz biraz zorlaşır ama takdir edilme oranınız artar.
bazen şakayla gerçeği ayırt edememeyi sağlayan sözlük.
bakıyosun sol frame e yazarların ayakkabı markası, sigara koleksiyonu, donunun rengi gibi başlıkları görüyosun.. "ahahah çömezin biri salak bi anket başlığı açmış, diğerleri de taşak geçiyo onunla" diye gülüyosun. "ne güzel eğleniyo cocuklar" diye düşünüyosun. sonra başlığı tıklıyosun "bakalım ne ayar vermişler" diye.. tıklamayla beraber kullandıkları sigara markalarını, donlarının rengini yazan adamlar görüyosun. inanmak istemiyosun. "şakadır lan bu. yeni neslin gerisinde kaldım tabi ben.mizah anlayışı falan farklı tabi" diye düşünüyosun. ama yok adamlar ciddi ciddi yazmış. uyanmak isteyip de uyanamıyosun. geçer diye bekliyosun. sonra bi sürü iki noktalı cümleler kuruyosun hüzünlü hüzünlü..
yediği yemeğe göre değişebilecek ekseriyetle kahverengi ve tonlarının oluşturduğu renkler bütünüdür.
bir adım sonrası için:
(bkz: yazarların götündeki kıl sayısı)
ta amına koyayım parçasını 37 kere dinledim .
ta amına koyayım ve türevlerinden oluşan küfürleri sevgiliye 278 kere saydırdım.
bi kaç damla göz yaşı döküp akabinde aynı küfürleri kendime sıraladım.
37587 kere telefonuma aramış mı diye baktım.
37587 kere aramadığını görüp telefona küfür ettim..
unutmak için sözlüğe açtım sonra.. orda da karşıma çıktı ibne.
şiir yazıyım dedim götüme benzedi vazcaydım..
yazı yazdım çok acıklı oldu ağladım.
en çirkin resmini bulup "aslında götüme benziyo oğluum, acı çekmeye değmez" şeklinde konuşmalar yaptım kendimi karşıma alıp.. o da dinlemedi beni ibne..
sonra iş bu başlığı görüp içimi dökmeye karar vermişken son anda yanlış başlığa yazdığını farkettim..
zira sevgilinin eski sevgili olduğunu hatırladım...
(bkz: ağlamıyorum gözüme bok kaçtı) *
tanım: "sevgili için ne yapsan boş" tezini kabullenememiş bünye söylemidir.
bazen tek çözüm olduğunu bilmektir.
hiçbir mucizenin değiştiremeyeceği katı gerçeklerden kaçmanın tek yolu.
savaşmaktan yorulmuş, yenilmiş ama son gücünü tükettiğinin farkına varmıştır insan.. ve elinde kalan silahın son kurşununu hayatın hangi puştluğuna sıksa sıyırıp geçmekten başkaca bişey yapamayacığının fakındadır belli ki. ama işte o son kurşunu kendine sıkarsa ıskalama şansı pek yoktur.
bırakmak istememiştir yaşamı aslında. bırakmazdı bunca ağır olmasaydı yükü.
taşıyabilseydi ellerini parçalamasına rağmen taşırdı o ağır yükleri. ama olmazdı belki de ya da olurdu..
ne çok acıyı papatya gibi toplayıp iliştirmişti saçlarına güzel olduğunu zannedip.. ne çok kahraman olmuştu birilerini sıkıntıdan kurtarırken ve ne çok güçlü sanılırdı acılarla bir çocuk gibi oyunlar oynadığında.
ama şimdi son umudun arkasından bakakaldığı yerde, bir yol ağzında, bir uçurum kenarında veya bir silahın ucunda, işte şimdi bir kahramana hiç benzemiyordur..
tek nokta yalnızdır. üç nokta ters ilişkidir tabiatımıza aykırıdır.
iki nokta kol düğmeleri gibidir.. yanyana ama ayrı.. birazdan gidecek biri.. öyle acıklı, öyle çaresiz, ama sonzsuz diil..
bazen keşke.. bazen gitme.. bazen diyemedim.. bazen de iki damla gözyaşı gibi..
(bkz: şu an ağlıyorum biliyor musun sözlük)
tüm sanal alemin en kaliteli sitesiydi. cümle alemin sözlüklerinden daha komik, daha zevkli, bazen daha acıklı..
sözlüklerden önce orda gördük biz; aynı küçük ayrıntıları kafaya takmış başka başka insanlar da olduğunu.televizyonun üstündeki dantel örtüleri kaldırınca dantelin modelinin tozlanan televizyonda birebir çıktığını farkeden tek insan olmadığımızı anladık. ya da clementine den 30 yaşında hala tırsan tek bünye olmadığımızı farkettik. bi sürü insan vardı ne güzel biz gibi çocuk, biz gibi büyük, biz gibi bi sürü gereksiz ayrıntıyı saklayan hafızasında.
arada girilir bakılır. bi hüzünle efkarlanılır. aynı şeyler bin defa okunup bin defa gülünür. akabinde efkar basar. "gözüme bişey kaçtı" denilip temiz hava alınır..
#5313363 sefer sayılı entarisi ile gülmekten sıçırtacak pozisyona gelmeme neden olmuş yazardır..
bakalım ne demiş:
çoktan denize girmiş arkadaşlarınıza kumsaldan "ya çok soğuk giremiyorum ben" tarzında cıvık ve laubali seslenişlerde bulunuyorsunuz.
ne demek bütün bunlar "ey yardımsever abaza türk erkeği gel bana yardım et önce kısa bir iletişim kurar akşamda yatışa geçeriz demek değil mi?. bırakın ulan bu ayakları hanımefendi olun lan biraz.
"su çok soğuk" cümlesini nasıl bi sevişme çağrısı olarak anladın oğlum sen.. o vakit bu mantıkla "karnım acıktı" diyen bi kız da oral seks mi istiyor yani.. ulan biz bütün ömrümüzce nasıl anlamadık lan bunu..
kişinin değil dişlerin korktuğu eylemdir. şöyleki:
tam 53 saattir aralıksız bi şekilde acıdan öldüren diş ağrısı, o kapıdan girildiği anda biter. acıklaması yoktur. koltuğa oturulur, dişçi bakar "hangi diş" der, gösteremezsiniz. alır eline o küçük cekiçi tak tak vurmaya başlar her birine , yok hala hiçbir acı hissedemiyosunuzdur. en sonunda eve dönmeye karar verirsiniz. eve 10 adım kala tekrar başlar ağrı. geri dönüp dişçiye doğru yol alırken tekrar geçer. bu böyle sürer gider..
sonunda cözüm bulunduğu sanılır. diş ağrıyınca dişçiye doru gidilir ama aslında gidilmeyecektir, sadece dişi kandırmaya calışırsınız. hatta "aa bak çok ağrıyo, dişçiye gidiyim bari" konulu konuşmalar yaparsınız tırsıp gitsin diye acı. ama yok yemez, cünkü gitmeyeceğinizi biliyodur ibne diş.
ama bigün mutlaka bi çözüm bulunacaktır ve bu cözüm insanlıkla paylasılacaktır..
tehditlerle, eziyetlerle, senetlerle, sepetlerle ellerindeki para, mal, mülk ne varsa hepsine teröristler tarafından el konulan insan. eğer bunlara izin vermezse teröristler tarafından yakınları öldürülen insan. izin verirse de devlet tarafından yaltaklık suçuyla suçlanıp, türlü türlü işkencelere maruz kalan insan. kendi canıyla sevdiklerinin canı arasında kalınca kendi canından geçen insan. iki ucu boklu değneği ortasından tutmaya çalışan insan..
(bkz: insan)
tanım: cern deki türk bilim adamları tarafından yaşatılması muhetemel atraksiyonlardır..
edit: götten tanıma götten hikaye..
- hilmi abi be nerden geldik abi buraya ya ben vatanımı özledim.. iftar olmuş mudur şimdi memlekette
- ulan bi sus vehbi yaa.. aklımı karıştırıyon oğlum.. zaten zor bulduk oğlum bu işi.. sen demiyo muydun "abi iş bulamazsam çıkacam köprüye başbakanı çağırcam gelmezse de atıcam kendimi" diye.. otur çalış işte..
- iyi de hilmi abi ben anlamıyorum ki bunları .. hani sen bana "yemek yapmak gibi aynı.. bişeyleri karıştırcaz, deney falan yapcaz" diyince ben o ilk okuldaki gibi deney yapcaz sanıyodum.. fasülye yetiştiririz falan diyodum..
- nabıiim oğlum daha iyi iş vardı da ben mi beğenmedim.. bi dünya adam soktum araya şuraya gelebilmek için.. benim hanımın ablası bu cernin sekreteri var meryy hanım onunla çet yaparken tanışmışlar.. baldız da demiş "eniştemi iyi bi yere sok kurban olam mericim".. mary bacı da sağolsun burayı bulmuş işte...
- he ya allah razı olsun ondan. abi gavura allah razı olsun denir mi.. denir di mi?
- ulan vehbi bi sus allasen ya.. dikkat çekiyoruz bak.. zaten torpille girdiğimizi öğrenirse canımıza ot tıkarlar bu gavurlar bizim...
- he abi ya zati şu hans var ya.. habire beni kesiyo sarı pipi.. abi dalacam zor tutuyorum kendimi..
kıstırcam ama öğle yemeği arasında "ne bakıyon lan ibibik" diycem
- sakın oğlum.. valla işimizden oluruz.. bak dünyanın parasını alcaz bu işten..
- tamam abi haklısın ekmek parası nabalım.. ama memleketime dönmeden kesin kıstırcam ben bu herifi bi yerde... ama abi ya biz şimdi burda naapcaz ben pek anlamadım.. kara delik falan? bigben, bigen, biben neydi lan onun ismi .. nedir o abi?
- big beng oğlum.. hani dünya oluşurken olmuş ya büyük patlama ondan yapcaz işte..
- anammm.. hilmi abi bak allahın işine karışılmaz valla ben bırakıyorum işi abi.. çoluğum cocuğum var benim.. patlatamam ben öyle dünyayı falan. hem günahı da çok büyük..
- yok oğlum bişi olmıycak merak etme.. kara delikler olcakmış belki
- kara delik ne abi.. ay ho ho hilmi abi bak azdın sen yine. yengeyi özledin tabi dimi,? kara delik falan.. ohoho süper espri abi
- lan mına korum senin vehbi.. lan manyak yıldızlarla falan alakalı bişi o .. dünyayla ilgili, yengenle ilgili diil yani.. sapık herif yaa.
- pardon hilmi abi. ben öyle delik falan diyince.. affet abi.. ama beni de haklı gör abi hani uçakta jetleng falan oldu ya.. ondan öyle oldum ben.. hem zati buralar açmadı beni abi.. nerde memleketimin havası..
- doğru söylüyosun vehbi.. sen kalk ta memleketten buralara kadar gel.. sonra yerinaltında yaşa.. ne bi deniz ne bişi. ne biçim yer lan burası.. hem çok büyük burası.. geçen tuvalete gideyim dedim.. kimseye yol iz soramıyorum da.. 500 tane tünel geçtim, 300 kat yerin dibine indim asansörle.. gideseye kadar yapıyodum altıma mınakoyım.. eziyet resmen yaa...
- he abi ya... valla öyle.. ama bak karılar güzel allah için.. geçen japonyadan bi tanesi bana koniçiça demeyi öğretti. meraba demek oluyomuş galba.. ama bi tane belçikalı var esas o bana hasta abicim.. neydi o profösör barvil mi ne. bayan barvil. öyle bişidi.. gerçi o da evliymiş ama anladım ben abi. elin sarı pipisi mutlu edemiyo kadını tabi.. o da ben gibi karayağız delikanlıyı görünce dibi düştü tabi..
- sus oğlum sus bak adamlar geliyo kontrole .. çaktırma.. deney tüplerini al.. git ışın kılıcımı aman ışınlı şeyi neyse adı onu getir işte bana...
- öhöm evet hilmi abi 1 tatlı kaşığı proton, bi tutam netron, bigbeng, delik, tüp, deney.. allahümmebihamdik..
neden kahverengi ve tonları çıktığı anlaşılamayan hede.
niye sarı değil, mavi değil, yeşil değil de kahverengi. mesela lila rengi olsa ne güzel olur. ya da kızların ki pembe, erkeklerin ki mavi olsa. ve bi de neden öyle kokmak zorunda. bizim içimiz öylemi kokuyo yani şimdi. ıçimiz öyle kokuyosa neden elimizi kestiğimizde de aynı koku gelmiyoo. ya da mis kokulu bi kuru fasulye yiyince neden yine aynı kokuyla atamıyoruz onu dışarıya. böyle açıklanamayan sorularla dolu bi konudur bok işte.
(bkz: entry nin boka sarması)
iç sesin "bak boku yiycen oğlum benden söylemesi" çığlıklarını siklemeyip gönlüne göre yaşamaktır. tehlike sinyalleriyle cümle alem en derin uykusundan uyanırken kişinin duyduğu sesi bi dans melodisi olarak kabul etmesi ve valsine devam etmesidir.
bilmektir ama bilmezden gelmektir.. kendim ettim kendim buldum şarkısını dinlemeden önceki son aşamadır.
zamanında bir tatil beldesinde akşam gezintisine çıkan anne ve oğul süs eşyalarının satılmakta olduğu tezgahların önünden geçerler. çocuk bir bibiloyu eline almış annesine bağırmaktadır: anneeee... anne... bak pinokyo.. pinokyo al bana.. anne lütfenn.. bak ne güzel upuzun burnu var..
anne etrafında gülmekten katılan kalabalığı umursamadan cevap verir
- o burnu değil çocuğum, ters tutuyosun.
final sahnesiyle yıllara damgasını vurmuş, sevdaya bambaşka bir bakış açısı getirmiş türk filmi..
izlenildiği yaşa göre filmin son sahnesindeki değerlendirmeler değişir. şöyle ki:
18 yaşında, aşkın en çok aşk gibi hissedildiği yaşlarda film izlenildiğinde; son sahnede türkan sultan'ın yaşlı ve çirkin olan adamı seçmesi ergen bünyeyi kızdırır. kadın aşktan vazgeçmiştir. bünye içlenir, boğazı düğümlenir, kendisinin kesinlikle aşkı seçeceğinden emindir.
20 li yaşların ortalarında izlenildiğinde bünyede hafiften femizm rüzgarları esmeye başlamıştır. türkan sultan'ın seçimi mantıklı bulunur, kadir için: "iyi oldu ibneye" denir, boğazda hafif bir yumrukla, ama sonuçtan memnun olarak ekran başından kalkılır.
30 lu yaşlara girildiğinde ise bakış açısı tamamen değişmiştir: türkan'ın seçimi yanlıştır. zira hangi adamı seçerse seçsin sonunda mutlu olamayacaktır. ya ikisini de bırakıp yeni bir sevgili bulması ya da ikisinden biri seçilecekse "ulan illa kahır çekeceksem bari yakışıklı olanınkini çekeyim"; diye düşünüp kadir inanır'ı seçmesi gerektiği savunulur. finalden memnun olmayan bünye zaten artık filmi izlemek için yeterince duygusal olamadığının da farkına varmıştır.
edit: yazar 40 yaşına geldiğinde gerekli editi yapıp, yazıyı devam ettirerek hislerini burda paylaşmayı düşünüyordur.
"hepimiz kardeşiz, bakın burası hepimizin gelin beraber oynayalım" şeklinde görünüşte barış çığırtkanlıkları yapanların da alevlendirdikleri savaştır.
farz-ı misal sen gelip: "hadi 6. nesil ateşli, heyecanlı, ergen salaklar falan; e siz eski yazarlar nie bu salaklara uyuyosunuz ki" gibi bi cümle kurarsan o barış güvercinini götünde öttürürler tabi senin.
ayrıyetten
(bkz: savaşmayın sevişin)
ama bak ibnelik yapmak yok sonra herkes altıncı nesle kaycak biliorum..
bırakılmak..
beklenen yumruğun masaya değil kalbe indirilmesidir.
yumruk sahibinin adının binlerce kere hayırsız cümleler içinde anılmasına vesile olur. güzel koyar. hayatta en az bir kez tecrübe edilmesi mazosistlikten değil, o ağır darbenin bi sonra ki darbelere katlanmayı kolaylaştırabilmesi için gereklidir.
hele ki hazırlıksız yakalanırsan; çarp aşk acısını beşle, koy şimdi döşünün üstüne.. ahan da böyle bişeydir işte. arkadan vurulmak, yüzünü döndüğünde vuran kişinin kardeşin olduğunu görmek gibidir..
tarifi zordur o anda yaşanılan hislerin.. kaba insan olsak siki tuttuk derdik ama kaba değiliz ya o sebeple "acıya değdik" deriz..
- sallandırcan bunlardan bir kaçını taksim meydanında ibret-i alem için bakalım bi daha altıncı nesil oluyolar mı
- yok yok çüklerinden tavana asalım bence
- sözlüğün giriş butonunun yanında tek ayak üstünde beklesin hepsi
- entry girmeleri yasaklansın
- altıncı nesli yok sayıp yedinciye geçelim.
- beş nesil birleşip altıncıya girsin
edit büdüt: uludağ sözlükte altıncı nesil olan her yazarı ilk defa yazarlık yapıyor sananlar varmış.. yeminle varmış lan *
bitmiştir ama kabullenilmez. siz nasıl nefes alacağınızı düşünürken onun hayatını nasıl hiçbişey olmamış gibi devam ettirebildiğini gördüğünüzde o nefessizliklerin aynısını yaşaması için dua edersiniz.
dünyanın en çirkin insanı olursunuz bir anda.. ve en mutsuz. diğer insanlardan farklı, onlardan çok aşağılarda görürsünüz kendinizi.. çirkin, pis, sefil hissedersiniz. sanki cebinizde evinize döncek tek kuruşunuz kalmamış gibi.
mutlu çiftlerin alayına basarsınız küfürü; sanki mutsuzluğunuzun nedeni onlarmış gibi.
hayattan dışlarken kendinizi, hayatın sizi dışladığını iddia edersiniz ısrarla. alkollerde boğulurken her şarkıda onun adını sayıklarsınız. bi yandan dünyanın küfrünü saydırırken, bi yandan da geri dönmesi için kafanızı klozete sokmaya razı olacağınızı bilirsiniz. bi daha asla böyle sevemeyeceğinizi iddia edersiniz ve bunun aksini söyleyenlerin yüzünü bile görmek istemezsiniz.
fonda hayatın en damar çarkısı çalıyodur, eldeki rakı kadehi sahnenin en önemli dekorudur ve kalpteki yara bilinen en büyük gerçektir. sarılırsınız sıkı sıkıya acınıza.
ama dayanmak lazımdır, bilinir ki geçer. neler geçmiştir, neler geçecektir. ne demişti ati abimiz: *
lakin durmak lazımdır kaya gibi...
seri katil sonunda son kurbanını da * yakalamıstır. ve nedense hiçbir kurbanına anlatmadığı hikayesini kadına anlatmaya başlar: "ben küçükken annem beni dövdü, işte beni odama kapattı, ben de o yüzden seri katil oldum. bütün kadınları annem gibi gördüm bık bık bık.."
zaten bu ameli-kan milleti o kadar hassastır ki, bak adam bi dayakla ne hale geliyo. bi de bizim ülkede olsalar?
anadan ye, babadan ye, öğretmenden ye, askerde komutandan, evlenince kocadan ye. o vakit bizim ülkenin yarısı seri katil anasını satıyım..
ha bi de şu çok önemli nokta vardır ki: bu ameli-kanlar çok hassastır.. bilmezler öyle dayak, şiddet, psikolojik işkenceler, aşağılama yöntemiyle cezalandırmalar, mahkumlara tecavüzler, kafalara çuvallar geçirmeler falan bilmezler dimi, bilmezler.. *
bazen insan denilen canlı türüne doğa üstü güçler kazandıran eylem..
öyle ki; uykusuzluğa dayanamayan kişinin sabahlara kadar gözünü kırpmadan bekleyebilmesine sebep olur sevdiğini, ya da tembel bi bünyeye 2,5 saat yol yürütebilir sevgiliyi görmek uğruna, sırf sevgili üzülmesin diye iğrenç yemeklerini muhteşemmiş gibi yiyebilecek bi mide sahibi yapabilir insanı, ya da tırsak bi bünyeden cesur bir adam yaratır bi anda dünyayı karşısına alabilecek kadar..